• Sonuç bulunamadı

İslamiyet Öncesi Türklerde Ekonominin Devlet İşleyişine Etkileri

8. İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DEVLETLERİNİN BENZERLİKLERİ VE

8.3. İslamiyet Öncesi Türklerde Ekonominin Devlet İşleyişine Etkileri

Başlangıçta Türk devletinin ekonomik olarak devamlılığı akınlar sayesinde olumuştur. Fakat akın ve yağma ile bir devletin ayakta duramayacağını bilen Türk yöneticiler, devlet ekonomisini ve hayatını devam ettirecek yeni yollar aramışlardır. Bilindiği üzere, Türk ekonomisinin temeli hayvancılığa dayanmakla beraber, tarım ve ticarete de büyük önem verilmiştir. Bumin Kağan döneminde Çinle ticaret yapılmış, tarım araç ve gereçleri getirilmiştir (Gömeç, 1997, 119).

Devletin yalnız hükümdar ile ailesinden oluşan topluluklarda siyasi bağımsızlık ve çalışma serbestliği yok gibidir. Devlet yönetimi ve ülke anlayışında yönetici ile halk arasında ortaklık bulunan siyasi şekillenme farklı olmaktadır. Eski Türk topluluğunda da insanın bireysel hukukla donatılmış olduğu ve ekonomik olarak özgür bir hayat düzeninde yaşadığı anlaşılmaktadır. Önce ailede özel mülkiyet bulunmaktadır. Bozkır Türk devletinde taşınır mallarda olduğu gibi, tarım arazisi üzerinde de özel mülkiyet geçerlidir. Özel mülkiyet kişi haklarının ve özgürlüğünün teminatıdır. 10 ncu yüz yıl Bulgarlarında halk, kendi arazilerinden elde ettikleri üründen hükümdara bir şey vermeyebilmektedirler. Hazar hakanı ve yöneticileri halkın mülküne el koyamamışlardır (Divitçioğlu, 2005, 190).

Bozkır Türk topluluğunda aile yapısı da, ekonomik yapılanmanın anahtarı görünümündedir. Küçük aile kuruluşundan gelen bağımsızlığı vardır. Her aile başlı başına bir “il” sayılabilir. Boyda yalnız otlak ve yaylaklar ortak mülkiyette olup, bu tip arazi devlet malı olduğu için buralardan faydalanan at, koyun ve sığır sürülerine karşılık boydan tahsil edilen belirli ölçüdeki vergiler ile ilin yönetimsel ve askeri ihtiyaçları karşılanmıştır. Göçlerde ailelerin ve bireylerin kendilerine ait taşınabilir mallarını beraberlerinde götürebilmeleri ve istedikleri gibi tasarruf etmeleri onlardaki bağımsızlık duygusu ve serbestçe davranma eğilimini daima canlı tutmaktadır (Kafesoğlu, 2004, 240–245).

Eski çağlarda, yaşamak için zorunlu olan enerjiyi insanlar, kendi aralarındaki zayıf ve niteliksiz kişilerin kol gücünü çalıştırmak yoluyla sağlamıştır. Yerleşik kültürde

başka çare bulunmamaktadır. Ekonomik olarak besiciliğe dayanan bozkır kültüründe ise bu ihtiyacı, başta en yüksek güce sahip at olmak üzere, hayvan gücü karşılamıştır. Orman kavimlerinde ve yerleşik topluluklarda egemenliği ele geçiren gruplar zorbalık yolu ile kendilerine hiçbir mülkiyet hakkı ve hiçbir siyasi hak tanımadıkları köleleri sınıfsal ayrımlara alarak, toplum düzenini öyle devam ettirmek için asırlar boyunca çeşitli önlemlere (özel kanunlar) başvurmuşlardır. İnsanın kol gücüne ihtiyaç görülmeyen bozkır kültüründe özel mülkiyet ve özgür çalışma, esasında gelişen sosyal gelenekler, zamanla töre hükümleri halinde kesinlik kazanmıştır.

Türk kabile örgütlenmesinde önemli rol oynadığı ileri sürülen orun (mevki); belirli kabilelere mensup şahısların meclislerde, büyük toplantılarda, toylarda belirli yerlere oturması, ziyafetlerde yiyecekleri yemeklerin belirli olması, her birinin örneğin koyunun belirli yerlerini yemek zorunda olmasıdır. Ülüş (pay) de daha sonraki dönemlerde gelenek haline gelmiştir. Savaş kazançları bölüşülürken, her kabilenin orun ve ülüşü dikkate alınarak, ona göre pay verilmiştir. Önemli pozisyonların birinde orun ve ülüşünü bir defa kaybeden kabile yahut oymağın yaylak, otlak, av üzerindeki hukukunu da kaybettiği görülmektedir.

Atlar barışta yiyecek, giyecek, yakacak ve ulaştırma aracı olarak kullanıldığı gibi, savaşta “atlı okçular” olarak, güçlü ve hareketli askeri birlikler meydana getirmişlerdir. Atlar “ıduk at” niteliğiyle kurbanlık olarak beslenmiştir (Divitçioğlu, 2005, 195).

Koyun ve at, göçebe-çoban Türklerin, doğadan doğrudan edindikleri ve aynı anda hem üretim aracı hem de tüketim ürünü olarak kullandıkları ekonomik kaynaktır. Üretim aracıdır; çünkü yeniden üretimleri gene kendi girdileriyle gerçekleşir, tüketim ürünüdür; çünkü etiyle, sütüyle, derisiyle ve tezeğiyle bir obanın devamlılığını sağlar. Tüm bu nedenlerden, Türk ekonomisinin devamlılığının önkoşuludur. İnsan ile sürü arasındaki dengenin bozulması demek, topluluğun yok olması demektir. Türk ekonomisi koyun ve at üzerine kurulmuştur.

Bozkırda yapılan avcılık (ve dolayısıyla toplayıcılık), asli olan göçebe-çoban faaliyetlerine ancak yardımcı olarak görülmüştür. Gerek göçebe hayvancılık, gerek avcılık gezip dolaşmayı öngördüğünden, aynı zamanda, aynı toplumda ve aşağı yukarı aynı mekânda birlikte örgütlenip uygulanabilir. Göçebe-çobanların avcılığı bırakmamalarının iki ana nedeni olmuştur. Birincisi; çobanlığın hayvan salgınları, kötü iklim koşulları ve düşman yağmaları karşısında son derece hassas ve yaralanabilir bir yapıda oluşu yüzünden ekonomide durgunluk yaratabilmiştir. İkincisi de, doğal yaşamdaki hayvanların çoğalmadaki devamlılığı ve evcil hayvandan daha dayanıklı

olmasıdır. Tüm bu nedenlerden Türk ekonomisinde göçebe hayvancılığın yanında, avcılıkla da (toplayıcılıkla) uğraşılmıştır.

Üretim birimi oba olmuştur. Oba, bir çadır kümesinden oluşan üretim birimidir. Türkçe lehçelerde almış olduğu çeşitli anlamlara bakmaksızın obayı; göçebe-çoban aile ve oğuşların hem doğadan doğrudan yararlanmayı sağlayan, hem de kullanımlarını işleme düzeyinde üretim sürecini gerçekleştiren; yani emek kullanarak ekonomik yeniden üretim sürecini sürdüren üretim birimi olarak tanımlamak mümkündür. Eğer obalar aktif olarak savaşa katılır ve kazanılan zafer sonucu ganimetten paylarına düşeni alırlarsa, bu olgu da obanın ekonomik hareketlerine dâhil edilmelidir.

Türk obaları içinde cinsiyete dayalı ekonomik işbölümü vardır. Erkekler sürü ve avcılıkla ilgilenirken, kadınlar elbise yapımı ile ve kalan tüm işlerle ilgilenmiştir. Böyle olunca, her oba ekonomik olarak bağımsız olmuştur. Başka obalarla arasında herhangi bir ekonomik işbirliği ve işbölümü ortaya çıkmaz. Üretim de, tüketim de aynı birim içinde olur (Divitçioğlu, 2005, 196).

Türk toplumunda akrabalık yapısı öyle kendine özgü bir göçebe-çoban ekonomik sistemi yaratmıştır ki, yakın kandaşlardan oluşan oğuşlar, kışlak ve yaylaklarda bağımsız ve otarşik obalar halinde yaşamışlardır. Ekonomik yapıyı sağlarken, siyasal düzeyde çekirdeğini bu oğuşların kurduğu budun, o bölgedeki geçici ya da sürekli toplumsal düzeni korumuştur.

İslamiyet öncesi Türk devletlerinde bir miktar kuru ve sulu tarımla uğraşılmıştır. Her ne kadar göçebe de olsalar her budunun kendilerine ait toprakları vardır. Türkçede bulunan tarımla ilgili birçok sözcük de, Türklerin tarımla uğraştıklarını güçlendirici niteliktedir.

Doğal olarak, oba denilen üretim/tüketim birimlerinin ekonomik özerklikleri ve otarşileri, aralarında yapılan ödülleme ve karşı-ödülleme şekillerinden mal değişimine engel olmamıştır. Üretilen mallar daima değişilmiş ve bu suretle dolaşıma katılmıştır. Böyle olmakla beraber, tarihteki ya da günümüzdeki her ekonomide değişim ve dolaşım başka başka biçimlere bürünmüştür (Divitçioğlu, 2005, 199).

Kapitalist sistemde metalar aracılığıyla metalar üretilirken, kapitalizm öncesi toplumlarda, armağanlar aracılığıyla armağanlar tüketilmiştir. Armağanlar aracılığıyla malın tüketilmesi halinde ya düğün, ergenlik töreni, doğum ve ölüm gibi fırsatlarda insanlar, aileler aralarında zorunlu olarak ıdışırlar (armağan değişi) ya da oğuş ve boy beyleri (ak budun) üretilen ürünü bazen çağrılanlara üleştirerek, bazen de bunu yakıp yıkarak yağmalatmışlardır.

Her ikisinin de temelinde ödülleme/karşı-ödülleme olup, gerisinde tüketim mallarını paylaştırarak, tüketimi yakınlar arasında yaymak ve armağan veren ile yağma düzenleyenin toplum katındaki saygınlığını artırmak isteği yatar. Türk toplumunda her iki sistem uygulanmış olsa da, bundan obalar arasında tam bir ekonomik işbölümünün varlığı çıkarılamaz. Çünkü toplumda armağan üretmek için üretim yapılmamakta, aksine üretim yapıldığı için tüketimi yaygınlaştırmak çabasıyla armağan verilmektedir. Idış, obalar arasında işbölümünü geliştiren bir olgu değildir. Idışmada tek amaç üretilenin paylaşılmasıdır (Divitçioğlu, 2005, 203)

Yağma, beyler tarafından yapılır ve belli zaman aralarında tekrarlanır. Yağmalattıran, yağmadan sonra malı ve mülkünden geriye hiçbir şey kalmayacağını bilir. Beyler için yağmaya çağrılmamak en büyük hakaret olup, çağırmayana düşman olmak için yeterli bir nedendir. Düşmanlık sonucunda açılan savaş gene yağma ile biter. Amaç, evde bereketin olduğunu göstermek, bu bolluğu yağmacılara paylaştırmaktır.

Türk ekonomik sisteminde, üretken kaynakların yani sürülerin, otlakların, suların, avlakların ve yaylakların çeşitli kullanım şekilleri vardır. Sürüler tamamıyla özel mülktür. Üretim kaynaklarından sürü dışında, sadece kışlaklarda çapa tarımı yapılan tarlalar özel mülkiyettedir. Bunun dışında kalan topraklarda özel mülkiyet olamaz. Bunun nedeni de sürekli olarak yer değiştirilmesidir. Ama oğuşlar, boya ait otlakları diledikleri gibi tasarruf edebilirler. Obalar arasında üleştirme hakkı beylere verilmiştir. Kağanların mülk üzerindeki hukuki statüsüne örnek olarak, Uygur Kağanı Bayan Çor'un devlet toprakları üzerinde mutlak mülkiyet hakkı gösterilebilir. Yaylasını her yıl değiştirir, üstelik ortasına kendi il ya da örgini kurar, etrafına da çit çektirir. Kağanın topraktaki bu egemenliği göçebe kültürüyle örtüşmektedir. Topraksız bodunlara ve iline katılmış boylara rahatça toprak paylaşımı yapabilmektedir.

Türk Kağanlarının ve ak budunun toprak ve yılkı üzerindeki mülkiyet ya da tasarruf hakları, sonuç olarak doğal kaynaklar ile işlenmiş ürün üzerinde de bazı haklar kullanmaya yardımcı olmuştur. Hayvan, bitki, maden ve işlenmiş ürünler bu haklar vergi/haraç/ulca şeklinde, zorla ya da anlaşmalarla temel budunlardan Türk ak budununa verir. Türk ekonomisinde vergi/haraç tahsili bir dizge içerisinde yapılmıştır. Vergi tutarı hesap edilip kaydedilmiştir. Türk ülkesinde vergi/haraç alınmayan iç-boylar bulunduğu gibi, bazen de geçici olarak alınmaktadır.

İç-Asya'da boylar arasında federasyon kurduktan sonra, üstünlük sağlamak isteyen her boy güçlü bir ekonomi kurmak zorunda kalmıştır. Bu hedefe ancak kağanın başında bulunduğu güçlü ve yönlendirilebilinir çobanların her an asker, askerlerin her an çoban

olabileceği bir orduyla ulaşabilmiştir. Bu ordunun iki işlevi vardır. Devletini korumak ve içerde üretemediği mamul malları talan suretiyle kendi iline aktarmaktır.

Türk ve Uygur ordularında paralı asker kullanılmamış olsa da, sivil yöneticilerle birlikte subayların ve beylerin, yani ak budunun fazladan ekonomik ihtiyaçların mutlaka karşılanmıştır. Bu gereklilik, Türk ordusunun doğuya, batıya, kuzeye ve güneye yaptığı akın ve baskınlarla elde edilen haraç ve talanlarla sağlanmıştır (Divitçioğlu, 2005, 214). Türk ekonomisinde baskın ve talanlarla ele geçen ganimet (ulca), değerli madenler, hazine (kumaşlar, takılar, silahlar), at ve deve sürüleridir. Baskın ve talanlar, bazen de Türk konfederasyonuna bağlı budunların normal haraçlarını göndermemeleri halinde yapılmıştır. Türk ve Uygur ekonomisinde gasp edilen ulca, kağan savgası olarak buduna paylaştırılmıştır. Türk İmparatorluğu'nda vergi/haraç/ulcanın savga (kağanlıkça alınan vergi, haraç ve ulcanın ak ve kara budunlara üleştirilmesi) yoluyla buduna paylaştırılması sonucu kağanlık hazinesi kavramı da oluşmamıştır. (Eberhard, 1996, 149)

Türk kağanları için savga bir zorunluluk olmuştur. Kağanlar cömertliğini savurganlık derecesinde yapmalıdırlar. Böylece Türk boyları içinde savganın, ak budun ile kara budun arasında bir ödülleme/karşı-ödülleme biçimi olduğu ortaya çıkmaktadır. Kara budun ak buduna savaşçı özelliği ile iş-güç verirken, ak budun da onlara savga dağıtmaktadır.

Göçebe-çobanlık ve savaş arasında kurulan köprü, ister istemez Türkler ile Çin arasındaki ticaret ilişkisinin de oluşmasını sağlamıştır. Her şeyden önce gerek Türklerce, gerek Çinlilerce elçi yollama ve armağan verme işlemleri eş zamanlı yapılmıştır. Elçi gönderme ve kabul etme ticari bir araç olmuştur. Çinlilerin gözünde geleneğe uygun olarak gönderilen her armağan haraç olarak düşünülmüştür. Yani devlete bağlılığın bir simgesidir. Çin ile ilişkileri bulunan her ülke açısından aynıdır. Bu armağan yarışında Türkler başı çekmiştir.

Armağan ya da haraç, adı ne olursa olsun, Türk elçilerinin Çin sarayına sundukları “ülkelerinin ürünleri” aslen attır. Bunun karşılığında da Çin'den istedikleri tek “armağan” ipektir. Çünkü ipeki, hem beyler budununun ihtiyaç duyduğu lüks maldır hem de Asya'da kullanılan bir çeşit “para”dır (Togan, 1981, 115–123).

Öyle anlaşılmaktadır ki at/ipek değiş-tokuşu Çin hükümetinin işine gelmekte olup, bu amaçla da Hunların zamanından beri sınır kapılarına pazarlar kurmuşlardır. At/ipek değiş-tokuşu Türk ve Çin siyasal ilişkilerinin odağı olup onların tüm iki yüz yıllık

tarihlerini etkilemiştir. İki yüz yıl boyunca her iki taraftan elçiler gidip gelmiş, at verilip ipek alınmış ve bu arada çarpışmalar da olmuştur (Ögel 2003, 543).

Türkler ile Çinliler arasındaki elçi-at-ipek-savaş çevrimi, her zaman aynı düzgünlükte devam etmemiştir. I. ve II. Kök-Türk Deletleri dönemlerinde hızlanırken, kağansızlık döneminde yavaşlamış, hatta bir aralık tamamen durmuştur. I. ve II. Kök- Türk Devletleri’nde, at “ihracatı” yoğunlaşmış, kağansızlık döneminde ise çok azalmıştır.

İpek yolundaki ticaret de Türklerin denetiminde gerçekleşmiştir. Çinden alınan ipek, bizansa satılmaya çalışılmış ya da Kağanın ve yanındaki beylerin lüks tüketiminde kullanılmıştır. Yazıtlarda para kullanımı görünmese de VI. ile VIII. Yüzyıllar arasında Orta-Asya'da dolaşımda olan para külçe halinde değerli madenler, kürk ve ipek şeklindedir. Türk yazıtlarında hiç “paradan” söz edilmemesi, ama para yerine kullanılabilen (sarı altın, ak gümüş, ipek, kara samur ve mavi sincap gibi) malların sık sık isminin geçmesi para yerine kullanıldığını göstermektedir. Adı geçen malların her biri çok amaçlı mallardır. Altın ve gümüş, takı, silah ve koşum gibi gereç üretiminde; ipekli kumaş, samur ve sincap kürkleri ise giysi yapımında kullandıkları gibi, para yerine de kullanılmıştır (Aydın, 2006, 350).

Tüm bu ekonomik değişim araçları, ticaretin yoğun şekilde yapıldığını ve savaşların bile ekonomik değişim aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Bir Çin devletinin, Türk komşularına karşı devamlı ve güçlü bir ordu kuramamış oluşunun nedeni, çoban-savaşçılara karşı çıkarılacak bir ordunun kuruluş ve bakım maliyetinin, karşılarındakilerin maliyetinden kat kat üstün olacağı ve de bu girişimin pek işe yaramayacağıdır. Çinliler, küçük savaşlar ile büyük ipek kaybını, büyük savaşlar ile küçük (ya da hiç) ipek kaybına yeğlemişlerdir. Bu hesapladır ki iki yüz yıl imparatorluğa egemen olan gerek Sui, gerek T'ang hanedanları Türklere karşı savunmayı ve saldırıyı daima çete türü, garnizon ve kolon gibi daha az maliyetli ordularla geçiştirmeye çalışmışlardır.

8.4. İslamiyet Öncesi Türklerde Yazılı ve Yazılı Olmayan Kuralların Devlet