• Sonuç bulunamadı

IV. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.1.2. Devletin Unsurları

1.1.2.2. İnsan Unsuru

Devlet beşeri bir müessesedir. İnsan bu müessesenin doğal, zaruri ve hukuki unsurudur. Devletin yapı ve şeklinin oluşumunda ülke unsuruna nazaran daha fazla önem arz etmektedir. Ülkesiz devletin varlığına dair tartışmalar olmasına rağmen insansız bir devlet tasavvuru imkânsızdır.90

Kamu hukukunda insan unsuru ile alakalı olarak nicelik, nitelik ve terim sorunları tartışılmıştır. Bu sorunlar bir devletin oluşması için gerekli insan sayısı ve bu insanların nitelikleri (din, ırk, yurt birliği vb.) etrafında cerayan etmektedir. Terim sorunu ise devletin bir unsuru olarak insanın isimlendirilmesi problemidir. İnsan için halk, millet, teba‘a gibi isimlerden hangisinin uygun olduğuna yönelik tartışmalar, terim sorununu oluşturmaktadır.91

İnsanlar, esasında toplumsal birlik olan devletin tabiî ve zarurî unsurudur. Devlet ise insanların bir araya gelerek oluşturdukları en büyük toplumsal birlikteliktir. İnsan unsurunun devleti oluşturabilmesi için Kubalı’nın belirttiğine göre millet olma vasfına erişmiş olması gerekmektedir.92

Bir insan topluluğunun millet vasfını kazanmasında tabiî veya objektif etkenler, manevi ve ictimaî veya

87 Kubalı, Devlet Ana Hukuku, s.182. 88

Zabunoğlu, Kamu Hukukuna Giriş, s.105.

89 Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.58. 90 Kubalı, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, s.187.

91 Sorun ve tartışmalar için bk. Zabunoğlu, Kamu Hukukuna Giriş, s.76-84; Kubalı, Devlet Ana

Hukuku, s.186-188.

92

26

subjektif etkenler ile siyasî ve hukukî etkenlerin rol oynadığı belirtilmektedir.93

Böylelikle devleti oluşturanların herhangi bir insan kümesinden ziyade tarihi bakımdan belirli bir aşamada ortaya çıkan, sosyolojik olarak belirli özelliklere sahip sosyalleşme sürecinde mütekâmil bir seviyeye ulaşmış insan toplulukları94

olması gerektiği ifade edilmektedir.

Millet vasfını kazanan insan topluluklarının, unsuru olduğu devletle ilişkisinin hukuki yapı ve mahiyeti kamu hukuku altında ele alınmış ve tartışılmıştır. Bu konu hakkında kamu hukukunda Şahıs-millet teorisi95

, Organ-millet96 ve Realist teori97 şeklinde üç teori bulunmaktadır. Şâfiî mezhebinde devletin insan unsuru ile ilişkilerinin hukukî mahiyetini tespit etmeden önce devleti oluşturan insan unsurunun mahiyeti hakkında mezhep görüşünün ortaya konmasında fayda görüyoruz. Yukarıda kimi yazarların her insan topluluğunun devletin insan unsuru olamayacağını ancak millet vasfı kazanmasından sonra devleti kurabileceği görüşünde olduklarını aktarmıştık. Bu düşünce devleti oluşturan insanların keyfiyetine dairdir. Devletin millet unsuru üzerinde yapılan tartışmaları aynen Şâfiî mezhebinde bulma gayretini yöntem olarak doğru bulmasak da devlet başkanının tespiti üzerinden hareket

93

İnsan topluluklarının millet vasfını kazanmasında etkili olan etkenler için bk. Kubalı, Esas Teşkilat

Hukuku Dersleri, s.189-207.

94 Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.63. 95

Milli hâkimiyet teorisi olarak da adlandırılan bu teorinin kaynaklarını J.J. Rousseau’dan ve 1789 Fransız inkılabından aldığı iddia edilmektedir. Bu teoriye göre devletin insan unsurunu oluşturan millet, devletten bağımsız bir şahsiyete sahiptir. Millet, devletten önce var olup devletin teşekkülünden sonra da onun şahsiyetinden bağımsız olarak varlığını korur. Devletten bağımsız bir şahsiyete sahip olduğu gibi tek tek bireylerden de bağımsızdır. Hâkimiyetin asıl sahibidir. Dolayısıyla Devleti ortaya çıkaran ve ona hâkimiyeti kullanma yetkisini veren milletir. (Bk. Kubalı, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, s.208-209; Devlet Ana Hukuku, s.189-190; Türcan,

Devletin Egemenlik Unsuru, s.64)

96

Bu teorinin temelinde devlet ile millet arasında hukuki bir bağın olmadığı kabulü yatmaktadır. Millet, devletten ayrı bağımsız bir şahsiyete sahip değildir. İnsan ve organlarına benzetilmektedir. Yani insan ve organları arasındaki ilişkiye benzer bir ilişki devlet ile millet arasında kurulmaktadır. Bu ilişkiye göre bir ayrılık ve ikilik yoktur. Millet hâkimiyet yetkisine sahip olmayıp devletin teşekkülünden sonra devlete ait olan hâkimiyet yetkisinin kullanılmasını sağlayan bir vasıtadır. (Kubalı, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, s.209-210)

97 Bu teori L. Duguit tarafından ileri sürülmüştür. O ilk iki teoriye eleştiriler getirerek reddetmiştir. O

ne devleti ne de milleti şahsiyet sahibi olarak kabul etmemektedir. (Türcan, Devletin Egemenlik

Unsuru, s.65) Ona göre millet, hâkimiyetin ne sahibidir ne de devletin hâkimiyetini icra edeceği

bir araçtır. Millet kendisi oluşturan fertlerden ayrı bir iradeye ve şahsiyete sahip değildir. (Kubalı,

Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, s.211) Kubalı, Duguit’in bu konudaki görüşünü şu ifadesiyle

izah etmektedir: “Sadece “hak kaidelerini” doğuran ictimai tesanüdün cereyan ettiği beşeri saha,

devlet vakıasının meydana geldiği bir ictimai muhit olarak devletin objektif bir unsurudur”.

27

ettiğimizde, devlet başkanlığı seçimine katılacakların keyfiyet ve kemiyetine dair tartışmaların var olduğunu görmekteyiz.98

Öncelikle devlet başkanlığı seçimi Müslümanlar arasında biri seçenler diğeri seçilenler olmak üzere iki taraflıdır.99

Söz konusu seçim işi Müslümanlar arasında gerçekleşmektedir ki bu, devlet başkanlığının tespitinde keyfiyetin ilk özelliğini taşımaktadır. Dolayısıyla devletin asli kurucu unsuru Müslümanlar olmaktadır. İslam vasfı olmadan devlet başkanlığının belirlenmesi veya devletin kurulması söz konusu olamaz. Bunun dışında da devlet başkanını belirleyecek ehlü’l-hal ve’l-‘akd’in de bazı vasıflar taşıması gerektiği belirtilmiştir. Bu vasıflardan bazıları üzerinde ittifak edilirken bazıları ise tartışmalıdır. Tartışmanın olmadığı vasıflar şunlardır: Müslüman, erkek, hür, âlim olmaktır.100

Söz konusu vasıfları taşıyan ehlü’l-hal ve’l-‘akdin kararı ile devlet başkanlığı seçimi gerçekleşmektedir. Onların verdiği karar tüm Müslümanlar adına verildiğinden tüm Müslümanları bağlamaktadır. Devlet başkanı bu seçim sonucunda bazı yetki ve sorumluluklar üstlenmektedir. Ümmet de devlet başkanına şartlı da olsa itaat ve yardım sorumluluğunu yüklenmektedir.101

Devlet başkanlığı makamını itaat edilecek ve yardım edilecek makam konumuna çıkaran husus şüphesiz ki ümmetin niyabetidir. Ümmet, niyabetini kendi temsilcileri aracılığıyla devlet başkanına vermektedir. Temsil eden ve edilenin olduğu ve karşılıklı rızaya102

dayanan biat akdi ile gerçekleşen bu yetkilendirme devlet başkanlığı ile millet ilişkisinin mahiyetinin niyabete dayandığını göstermektedir. Ümmet, kendi rızası ile itaat ve yardım edilecek makama niyabeten birisini seçmektedir. Ancak seçen ve seçilen gibi iki tarafın olması Moden kamu hukukunda şahıs-millet teorisinde belirtildiği üzere birbirinden ayrı müstakil iki şahsiyetin varlığı anlamına gelmemektedir. Burada sadece siyasî farklılaşma kastedilmektedir. Nitekim kesin bir ayrışmanın olduğunu söylemek de doğru olmaz. Örneğin İmam Şâfiî’nin şu ifadelerinde bu açıkça görülmektedir: “Kişinin başkasının

vereceği ücret karşılığı gazaya katılması caiz değildir. O, ücretle savaşmışsa

98

Bk. Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.22-24; Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.245-253.

99 Bk. Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.17. 100 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.245.

101 Mâverdî devlet başkanın seçilmesiyle –hali değişmediği müddetçe- el-Ümmetin ona itaat ve

yardım hususunda sorumlu olduğunu belirtmektedir. (el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.42).

102

28

gazadan dönüp ücreti iade etmesi gerekir. Devlet başkanının (sultanın) vereceği ücret karşılığı gazaya katılmasını caiz görmemin sebebi kendi hakkından bir şeyle gaza ettiğindendir.”103

Burada İmam Şâfiî’nin devlet başkanının verdiği ücreti kişinin hakkı ile bir tutması devlet ile insan unsuru arasında birbirinden ayrı şahsiyetler şeklinde keskin bir ayrışmanın olmadığı izlenimini vermektedir. Ancak bu birliktelikten kastedilen yin modern kamu hukukunda organ-millet teorisyenlerinin kast ettiği gibi bir birliktelik değildir. Çünkü organ-millet teorisinin özünde devlet ile insan unsuru arasında hukuki bir ilişkinin olmadığı iddiası yatmaktadır. Hâlbuki devlet başkanı ümmette niyabeten görev yapmaktadır. Niyabet beraberinde tarafların hak ve sorumluluklarını hatırlatır ki bu husus devlet ve milleti şahsiyet sahibi görmeyen realist teoride de kabul edilmemektedir. Dolayısıyla Devlet–millet ilişkisinin hukukî mahiyetini modern kamu hukukunda açıklamaya çalışan teorilerden hiç birisi Şâfiîlerin düşüncelerini tamamen yansıtmamaktadır. Şâfiîlere göre devlet başkanlığı seçimi üzerinden devlet ile kurucu unsur olan insan (ümmet) unsuru arasında niyabete dayanan bir ilişki bulunmaktadır. Bireyler Şârinin kendilerine yüklediği sorumluluk gereği devlet başkanını seçmek yani devleti kurmakla ve ona bağlanmakla (şartlı da olasa itaat etmek) mükelleftirler. Burada dikkat çeken husus devletin, bireylerin eyleminin sonucunda oluşması ve bireylerin ona bağlanmasıdır.

Devletin unsuru olan insan unsuru ile Müslüman olanların kastedildiğine göre geriye devletin kurucu unsuru olmayan ama devlete akid ile tabi olan zimmîler ile müste’menlerin devletle münasebeti sorunu karşımıza çıkmaktadır. Onlar devlete akitle bağlandıklarından ötürü devletin tabi insan unsuru olarak nitelendirebiliriz. Müslümanlar devletin kurucu veya asli insan unsuru olarak siyasal farklılaşmayı sağlarken tabi unsuru olarak zimmîler ile müste’menler bu farklılaşmanın olmasında hiçbir rolleri yoktur. Ancak devletin kurucu olan olmayan insan unsurunun tümünü kapsamak üzere reaya kavramının kullanılmıştır.104 Bu kurulduktan sonra devletin veya seçildikten sonra devlet başkanının kendisine bağlı insan unsuruyla ilişkisini

103 Şâfiî, el-Ümm, V, s.373-374.

104 İmrânî, evde namaz önceliği hakkında imma-ı azamın ev sahibine önceliğini vurgularken devlet

başkanının râi ev sahibinin de onun raiyyesi olduğunu belirtmektedir.(el-Beyân fi Mezhebi'l-İmam

eş-Şâfiî, tahk. Kasım Muhammed en-Nurî, Dârü’l-Minhâc, Cidde 2000, II, s.419) O tarafları ve

29

açıklamaktadır. bu kavram aynı zamanda devletin insan unsuruyla kuracağı ilişkinin mahiyeti hakkında bize bilgi vermektedir. Nitekim devlet râi gözeten çoban, insanlar ise gözetilen korunandır. Bu kavram görev vurgusu yapmakta ve kaynağı “hepiniz

çobansınız ve eliniz altındakilerden mesulsünüz... ”105

hadisine dayanmaktadır.