• Sonuç bulunamadı

IV. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.2. DEVLET İDARESİNİN OLUŞUM VE MEŞRUİYYETİNDE BİREY

1.2.2. Devlet İdaresinin Yetki ve Özellikleri

1.2.2.1. Devlet İdaresinin Yetkileri

Yetki kelimesi yerine erk kelimesi de kullanılmaktadır. Erk kelimesi bir işi yapabilme gücü, kudreti, iktidarı ile kondisyon anlamına gelmektedir.173

Bu kelimeyi karşılamak üzere aynı şekilde “kuvvet” kelimesi de kullanılmaktadır. Bu anlamda siyasi sistemi ifade etmek üzere erkler ayrılığı ve erkler birliği yerine kuvvetler birliği ile kuvvetler ayrılığı ibareleri de telaffuz edilmektedir. Ancak Dursun, Montesquieu’nun Del’Esprit des Lois Tome adlı kitabında geçen ve erk olarak tercüme edilmesi gereken pouvoirs kelimesinin hatalı olarak kuvvet kelimesi olarak tercüme edilmesinden ötürü erk kelimesi yerine “kuvvet” kelimesinin kullanıldığını ve bunun hatalı olduğunu belirtmektedir.174

Devlet erki dediğimizde devletin kudreti/yetkisi kastedilmektedir. Devletin yetkisi ise devletin çeşitli hukuki işlevleri yerine getirme salahiyeti ve kudreti olarak anlaşılmalıdır.175

Devletin sahip olduğu yetkiler gördüğü işlevlerin mahiyetine ve konusuna göre yasama, yürütme ve yargılama olarak üçe ayrılmaktadır.176

Yapılan ayrım, işlevin konusu ve mahiyetine

171 Mübarek, Nizâmü’l-İslam, s.143. 172

Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.217.

173 Hasan Dursun, “Erkler Ayrılığı ve Yargıç Bağımsızlığı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sayı

80, 2009, s.32.

174 Dursun, Erkler Ayrılığı, sayı 80, s.32. 175 Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.158. 176

44

dair olunca görünürde bir ayrımdan başka bir şey olmadığı anlaşılmaktadır. Aslında devletin yetkileri bir bütünlük arz etmektedir.177

Devletin yetkileri, onları kullanan organlara göre de tanımlanmaktadır. Yasama organının yaptığı tüm işlemler yasama, yürütme organının yerine getirdiği tüm işlemler yürütme ve yargı organının yerine getirdiği tüm işlemler yargı fonksiyonu olarak değerlendirilmektedir. Ancak devletin hukuki fonksiyonlarının biçimsel bir kriterle yapılan tanımlaması, yetkilerin tam olarak anlaşılmasını engellemektedir. Çünkü her bir organ kendi asli işlevleri dışında diğer organların işlevlerini de yapabilmektedir. Örneğin yürütme organı maddi mahiyeti bakımından kanun benzeri kurallar koyabilmektedir.178

1.2.2.1.1.Yasama Yetkisi

Yasama yetkisi modern İslam Hukuku çalışmalarda “ةيعيرشتلا ةطلس” şeklinde yer almaktadır.179

Teşrî‘ kelimesi mükelleflerin fiillerine ilişkin hükümler ve mükelleflerin karşılaştığı sorun ve yeni olaylarla ilgili hükümlerin kendisiyle bilindiği kanunların va‘zı olarak tanımlanmaktadır.180

Kaynağı itibariyle ilahi ve beşeri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Teşri‘in kaynağı Allah ve vasıta kıldığı peygamberleri ve kitapları olunca ilahi olmaktadır. Teşri‘in kaynağı insanlardan biri veya bir grup olunca da beşeri olmaktadır.181 İslâm Hukuku’nda da teşrî terim olarak iki anlamda kullanılmaktadır. Birinci anlamı Şer‘in ilkin icat edilmesidir. İkinci anlam ise var olan Şeri‘atın gerektirdiği hükmün (içtihatla) açığa çıkarılmasıdır. Birinci anlamda teşrî faaliyeti yalnızca Allah’a ait bir hak olarak kabul edilmektedir.182 Peygamber de Allah’ın hükmünü aktarması ve açıklaması açısından Şâri (teşrîde bulunan) kelimesinin kapsamı altında değerlendirilir.183

İkinci anlamda teşrî, faaliyeti ise İslam ümmetinin müçtehitlerinin içtihat faaliyetini ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Müçtehitlerin içtihadı ilahî hükmün izharı/açığa çıkarılması

177 Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.161. 178

Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.164.

179 Bk. Beyâtî, en-Nizâmü’s-Siyâsî, s.167.

180 Abdülvahhab Hallâf, Hulâsatu Tarîhi’t-Teşrî‘i’l-İslâmî, Dârü’l-Kalem, Kuveyt t.y, s.7. 181 Hallâf, Hulâsatu Tarîhi’t-Teşrî‘i’l-İslâmî, s.7.

182 Osman, Riyâsetü’d-Devle, s.369. 183

45

anlamındadır. Hükmün izharı biri nassı anlama diğeri nassın doğrudan değinmediği vakıalar hakkında nassın esas ve maksatlarına uygun olarak hükmü beyan etmek şeklinde iki yönü bulunmaktadır.184

Müçtehit, özellikle nassın değinmediği hususlar hakkında nassın genel olarak konuluş amaçlarını ve tek tek hükümlerin konuluş gerekçelerini185 tespit ettikten sonra hükmü açıklayarak teşrî faaliyetinde bulunur. Müçtehidin içtihat ameliyesinin sonunda ulaştığı hüküm nassın manasına ve ruhuna uygunluk arz ettiğine dair zannı galip oluşmasından ötürü şer‘î kapsamda değerlendirilmektedir.

Teşrî ameliyesinin konusu olan ahkâmın Şâri‘in hitabı olarak tanımlanması ve Şâri‘in Allah ve Resulü olduğu göz önüne alındığında müçtehidin içtihat ile ulaştığı hükmün şer‘î olarak görülmesi için Mutezile ve Gâzzalî’nin benimsediği başka bir anlayış da bulunmaktadır. Bu anlayışa göre içtihadî meselelerde Şâri‘in bir hükmü bulunmamaktadır. Hükmü nasslarda açık ve kesin olarak belirtilmemiş meselelerin hükmü müçtehidin içtihadına bırakılarak ulaştığı sonuç Allah’ın hükmü olarak kabul edilmiştir.186

İslam Hukukunda anlaşıldığı şekliyle teşrî faaliyetinin yasama ile ilişkisini belirtmeden önce yasamadan ne kastedildiğini anlamamız gerekmektedir. Yasama terim olarak, devletin toplum hayatını düzenlemek maksadıyla hukuk kuralları koyması olarak tanımlanmaktadır. Konulan kuralın yasama olarak adlandırılması için objektif, soyut, daimî ve ilzam edicilik özelliklerine sahip olması gerektiği belirtilmektedir. Yasamadan, kanunlaştırma da dâhil olmak üzere tüzük, yönetmelik gibi pozitif hukuk kuralları koyma işlevi anlaşılmalıdır.187

Yasama, tanımı ve özelliklerinden anlaşıldığı üzere devletin eylemi olup bağlayıcıdır. Anlamlarını verdiğimiz teşri‘ kelimesinin birinci anlamıyla yasamaya karşılık gelmediği açıktır. İkinci anlamda kullanımı olan içtihat ise şartları taşıyan tüm Müslüman âlimlerin yerine getirebileceği sivil bir anlama sahiptir. İçtihat, devletin veya belirli kimselerin değil şartlarını taşıyan tüm bireylerin yerine

184 Osman, Riyâsetü’d-Devle, s.370-371. 185 Apaydın, “İslâm-Devlet İlişkisi”, s.137. 186 Apaydın, İslâm-Devlet İlişkisi, s.137. 187

46

getirebilecekleri bir yetkinlik veya faaliyettir. Müçtehidin sırf müçtehit vasfıyla ulaştığı içtihat sadece kendisini bağlamaktadır. Söz konusu müçtehidin içtihat vasfının yanında devlet başkanlığı sorumluluğunun da bulunması durumunda ise içtihadı diğer bireyleri bağlayıcı hale gelmektedir. İçtihadı bağlayıcı kılan unsur devlet başkanlığının itaat makamı olmasıdır. Dolayısıyla tek başına içtihat yasama faaliyetine karşılık gelmemektedir. Müslüman toplum içerisinde ümmeti temsilen müçtehitlerin yasama yetkisine sahip olduğu görüşüne188

Türcan haklı olarak şu gerekçelerle karşı çıkmaktadır: “Bu anlayış içtihadın bir yasama faaliyeti olarak

görülmesinden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki içtihat, yasama yoluyla hukuk kuralı halinde sevk edilmediği sürece bağlayıcı değildir ve maddi yaptırımı yoktur. ”189

Ancak devlet başkanlığı makamı da tek başına yasama faaliyeti için yeterli değildir. Devlet başkanının içtihat ehliyetine sahip olmaması durumunda bu ehliyeti taşıyana danışması gerektiği belirtilmiştir.190

Söz konusu gerekliliği Cüveynî, “sultan

ulemanın karşısında nebinin emir ve nehiylerine uymak zorunda olan melik durumundadır.” ifadeleriyle açıklamaktadır.191

Dolayısıyla yasama faaliyeti müçtehit devlet başkanının içtihadıyla veya devlet başkanının danıştığı müçtehidin içtihadını alması sonucunda gerçekleşmektedir. Yasamada ortak öğeler devlet ve içtihattır. Bu ikisinden birinin eksik olması durumunda yasama faaliyeti gerçekleşememektedir.

Yasamanın devlet ve içtihat şeklinde iki sacayağı olduğu benimsenince içtihat ehliyetine sahip kimsenin bulunmaması durumunda belirli bir mezhebin veya önceden ulaşılan içtihadın tercihi devreye girecektir. Bu durumda yasamayı, hükmün delillerden istinbat edilerek normatif-formal kural haline dönüştürülmesi192, belirli bir mezhebin veya mezhepler içerisindeki kimi görüşlerin kural haline dönüştürülmesi olarak anlayabiliriz. O halde yasama, devletin ya teşrî kelimesinin anlamına uygun olarak kendisinin bizzat işe dâhil olması (ictihad etmesi), ya yaşayan bir müçtehide danışması ya da önceden ulaşılmış içtihadî hükmü benimsemesidir.

188

Bk. Apaydın, İslâm-Devlet İlişkisi, 138; Hallâf, es-Siyâsetü’ş-Şer‘iyye ve Nizâmü’d-Devleti’l-

İslâmiyye, el-Matba‘atü’s-Selefiyye, Kahire 1350, s.42.

189 Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.172-173. 190 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.462.

191 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.462. 192

47

Yasama faaliyeti böyle anlaşıldığında İslam hukukçularının teşrî kavramını açıklamak üzere ortaya koydukları yukarıda aktardığımız her iki tanımın Türcan’ın da dediği gibi yasama kavramından farklı olduğu görülmektedir.193

Devlet başkanının içtihat ehliyetine sahip olmasının teorik olarak şart görülmesine rağmen pratikte bu şartın yerine getirilmediği süreçte teoriye uygunluk açısından farklı bir seçenek ortaya konmuştur. Söz konusu bu seçenek, devlet başkanının içtihat ehliyeti şartının eksikliğini müçtehit danışman edinerek gidermesidir. Müçtehit danışmanın yokluğunda belirli bir mezhebin veya önceki müçtehitlerin içtihatlarının tercih edilmesi devlet başkanının keyfi hareket etmesinin önüne geçme veya onun yetkilerini sınırlama olarak görülebilir. Diğer taraftan müçtehide danışma veya bir mezhebin yahut önceki içtihatlardan birinin tercih edilmesine, doğrudan sağlanamayan içtihat şartının dolaylı olarak sağlanarak yasamaya meşruiyet kazandırma çabası olarak da bakılabilir.

Devlet başkanlarının içtihad ehliyetine sahip olmadığı durumlarda müçtehide başvurması gerektiğini Gazzâlî belirtmektedir.194

Cüveynî’nin konuyu belirtmek üzere başvurduğu misalden ise devlet başkanının danışmasının ve danışma sonucunda edindiği içtihada göre hareket etmesinin gerekliliği anlaşılmaktadır.195

Ancak özellikle birçok müçtehidin veya içtihadî görüşün olduğu bir durumda devlet başkanının hangi müçtehidi veya hangi içtihadı tercih edeceği sorunu ortaya çıkmaktadır. Şâfiî mezhebinde kabul edilen esah görüşe göre içtihat ehliyetine sahip olmayan mükellef, müçtehitler veya müftüler içerisinde en bilgili olanına sorar.196

Mükelleflerden biri olan devlet başkanı da kendi zamanındaki müçtehitlerden en bilgili olanına sormalıdır.

Şâfiî mezhebi içinde “İşlerde onlarla danış!”197

ayetinin gerektirdiği vucubiyeti, Hz.Peygamber’e has hükümler kapsamında ele alanlar bulunmaktadır. Dolayısıyla devlet başkanı şuraya başvurmak zorunda olmadığı gibi, başvurması

193

Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.169.

194 Gazzâlî, Fedâihü’l-Batıniyye, s.191-192. 195 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.462.

196 Ebu Zekeriya Muhyiddin Yahya b. Şeref Nevevî, Ravdatü’t-Talibîn, tahk. Adil Ahmed

Abdülmevcut-Ali Muhammed, Dâru Alemi’l-Kütüb, Riyad 2003, VIII, s.91.

197

48

durumunda şuranın kararına uymak zorunda da değildir.198

Askalânî’nin İmam Şâfiî’den yaptığı alıntıda da onun da bu görüşte olduğunu anlıyoruz.199

Müfessir Kurtubînin ise istişare etmeyen imamın azlinin şart olduğunu belirtilir.200

Bu görüşüyle o devlet başkanının istişare etme gerekliliğinde olduğu anlaşılmaktadır.

Askalânî de şûra kararının (istişare sonucunda varılan kararın) devlet başkanını bağlayıcı olmadığı görüşünü tercih etmektedir. Ona göre şura kararına uyma hususunda devlet başkanı muhayyerdir.201 Bu görüşlerin devlet başkanının müçtehit olması durumunda geçerli olduğu aşikârdır. Nitekim müçtehit olmayan devlet başkanının özellikle dinî görev alanları içerisinde içtihat gerektiren hususlarda bir müçtehit gibi davranma yetkisinin olmadığını Cüveynî’nin nebi-melik örneğinde açıkça ortaya çıkmaktadır. Askalânî’nin devlet başkanının şura kararına karşı muhayyer olduğu şeklindeki görüşünün mezhep bütünlüğü içerisinde düşünüldüğünde ancak devlet başkanının dünyevî (siyâsetü’d-dünya) görev alanlarını kapsayan konularla sınırlı olabileceğini söyleyebiliriz. Nitekim devlet başkanının dünya işlerine dair alacağı kararlarda maslahata uygun olarak hareket edeceğinden kendisi ile müçtehit müsteşarlar arasında dünyayı ve ahvalini anlama hususunda ciddi bir fark bulunmamaktadır.

Kural koyma anlamında yasama yetkisi fıkhın tüm alanını kapsamaktadır. İbâdât-muâmelât-ukûbât olarak taksim edilen fıkhın her alanında devlet kurallar koyabilme yetkisine sahiptir. Diğer bir deyişle bireyin Allah’la, diğer bireylerle ve toplumla ilişkilerinin olduğu alanların tümünde herhangi bir ayırım yapmaksızın devlet kural koyabilmektedir. Bireylerin uhrevi mesuliyet saiklerine dayanan ibadetleri yasama alanı dışında gören görüş ibadetlere bakış açısından kaynaklanmaktadır. Bu görüşe göre yasama maddî yaptırıma bağlanmış hukuk kuralı olarak görülünce, ibadetlerin ifası maddi yaptırıma bağlanmış kurallarla tanzim edilmediğinden yasama faaliyetinin dışında olmalıdır.202

Bu hükme varılırken iki

198 Gazzalî, el-Vasît fi’l-Mezhep, tahk. Ahmed Mahmud İbrahim, Dâru’s-Selâm, Kahire h. 1417, V,

s.8.

199 Askalânî, Fethu’l-Bârî, XIII, s.342.

200 Abdülkerim Zeydan, İslam Hukukunda Ferd ve Devlet (İslam Anayasa Hukuku), Çev. Cemal

Arzu, Kalem Kitabevi, İstanbul t.y, s.44.

201 Askalânî, Fethu’l-Bârî, XII, s.310. 202

49

öncül kullanılmıştır. Birinci öncül yasamanın soyut, genel ve maddi yaptırıma bağlanmış hukuk kuralları koymak olarak tanımlanmasıdır. İkinci öncül ibadetlerin İslam’da, ifa edilmeleri maddi (veya dünyevî) yaptırıma bağlanmış kurallarla tanzim edilmemiş olmalarıdır.203

İkinci öncülün İslam’a nispet edilmesi ve müsellem bir kaziye gibi sunulmasında sorun bulunmaktadır. Örneğin (kasıtlı olarak) namaz kılınmamasının veya diğer bir ifadeyle terk edilmesinin cezasının Şâfiî mezhebinde ölüm204 olması, Hanefî mezhebinde ise hapisle205 cezalandırılması gerektiği görüşü hükmün İslam’a nispetini sorunlu hale getirmektedir. Aynı şekilde oruç206

ve zekât ibadetleri için öngörülen cezalar farklı olmakla beraber -ilerde detaylıca ele alacağımız üzere –devlet, bu görevleri yerine getirmeyenler üzerinde maddi yaptırıma sahiptir. Dolayısıyla ibadetlerin de maddî yaptırımın dışında tutmanın sorunlu olduğu görülmektedir. Devletin Hanefî veya Şâfiî mezheplerinden namaz kılmama cezası ile alakalı içtihatlarından birini gayet tabii olarak kabul edip kanunlaştırmasında bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak bu şekilde yapılan bir taknin faaliyeti ibadetlerin özünde bir tasarruf değildir. İbâdât ile ilgili yasama faaliyetinin, muâmelât ve ukûbât alanına göre çok az olduğu bir gerçektir. İbadetlerin özü yasama faaliyetinin dışındadır. İslam devleti İslam’ın şiarı sayılan ibadetlerin topluca kasıtlı terki veya ibadete müdahaleye karşı yasal tedbirler alır.

Canpolat da fıkhın ibadat bölümünün diğer fıkıh bablarına göre taknine kabil olmaması yönüyle ayrışmakla beraber ibadetlerin bazı yönleriyle kanun maddelerine konu olduğunu ifade etmektedir. Osmanlı Kanunnameleri üzerine yaptığı çalışmasında namaz ve oruç ibadetlerini ifa etmeyenler hakkında Hanefî mezhebi görüşünün benimsenip tazir cezasının kanun hale getirildiğini belirtir.207

203 Bk. Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.180. 204 Bk.Şâfiî, el-Ümm, II, s.563.

205 Fetâvâyı Hindiye de şu ibare geçer: “Namazı vücubiyetini inkâr etmeksizin kılmayan öldürülmez.

Bilakis tövbe edene kadar hapsedilir”. Komisyon, Fetâvâyı Hindiyye fî Mezhebi’l-İmâmi’l-

‘Azam Ebî Hanîfe, Dârü’l-Fikir, 1991,I, s.57.

206 Örneğin Şirbînî oruç tutmayanın hapsedilip gündüzleri yemeden içmeden alı konulacağını

belirtmiştir. Muğni’l-Muhtâc, I, s.616.

207 Orhan Sadık Canpolat, Kavânîni’d-Devleti’l-Osmaniyye ve Sıletuhâ bi’l-Mezhebi’l-Hanefiyye,

50

1.2.2.1.2.Yürütme Yetkisi

Yürütme kavramı Devletin pozitif hukuk kurallarının uygulanması ve ifa yetkisini şeklinde tanımlanmaktadır.208

Yasama yetkisini işlerken devlet başkanının yasamada yetkisinin Şâri’in hitabını anlama ve doğrudan değinmediği meselelerde içtihat etmek olduğunu belirtmiştik. Böyle olunca devletin en önemli görevi Şâri‘nin şeriatını uygulanabilir kılmak olur ki bu da tenfiz veya icra olarak adlandırılır. Devletin icra yetkisine dayalı görevi, imamet tanımlarına da yansımıştır. Mâverdî’nin “dinin korunması ve dünya işlerinin görülmesi”209

şeklindeki imamet tanımında öne çıkan husus devletin icra yetki ve görevine yöneliktir. Gazzâlî, devletin/imametin gerekliliğini Şâri‘nin maksadı olan dini düzenin kurulmasına bağlarken aynı şekilde devletin bu yetki ve görevine vurguda bulunmaktadır.210

Cüveynî, Kureyşîlik şartını tartışırken imametten maksadın “Genel ve özele ilişkin hükümlerin uygulanması”, “İslam ve Müslümanlara ilişkin hükümlerin düzenlenmesi” olduğunu belirtmektedir.211 Bu ifadelerin hepsi devletin/imametin yürütme görevine yöneliktir.

Devlet, Şâri‘nin maksadı olan dini düzeni kurarken Mâverdî’nin imamet tanımında belirttiği, Cüveynî’nin imametin görevleri kısmında212

açıkladığı üzere biri dinî diğeri dünyevî işlere yönelik olmak üzere iki görev alanı bulunmaktadır. Cüveynî, dinî görevleri, asıllar ve furû‘a dair olmak üzere iki kısımda ele almaktadır. Devletin (imamın) dinin asılları hususundaki görevleri dinin Müslümanlar nezdinde yaşatılması, özellikle inanca dayalı şüphelerin giderilmesi ve dinî irşad veya davetir.213 Cüveynî, dinin furuatı ile bedenî ibadetleri kastettiğini belirtmektedir. O, devletin (imamın) muamelat ve mali konulardaki tasarrufunu dünyevi görev kapsamında ele almaktadır. 214

Cüveynî’nin dinin asıl ve fur‘u deyince inanç ve bedeni ibadeti kapsayıcı şekilde anlaşılmasını istemesi devletin görevlerini bireyin

208

Türcan, Devletin Egemenlik Unsuru, s.185.

209 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.15. 210 Gazzâlî, el-İktisâd, s.127.

211 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.415. 212

Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.329.

213 Cüveynî, el-Ğiyâsî, 328-337; benzer görevden Mâverdî de şöyle bahsetmektedir: “Ümmetin

seleflerinin icma ettiği hususlar ile dinin sabitelerinin korunmasıdır. Bir bidatçi ortaya çıkar veya bir şahısta şüphe hâsıl olursaimam ona doğruyu açıklar delilleri izah eder ve gereken hak ve cezaları uygular.” el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, s.40.

214

51

şahsına ve topluma yönelik olarak işlediğini söyleyebiliriz. Devletin, bireyin inanç ve ibadet dünyasına dair yetki ve görevinin olduğu bu ayırımdan anlaşılmaktadır. İnanç ve bedeni ibadetler bireyin kendisini aşmayan diğer insanları somut bir şekilde etkilemeyen hususlardır. Aslında burada korunmak istenen dinî inancın kendisidir. İnanç bireyle varolacağından devlet inanç vasıtasıyla birey üzerinde yetki sahibi olmaktadır. Burada söz konusu olan yetki, Şâri‘ tarafından belirlenen ve Mâverdî’nin dediği gibi ümmetin selefinin icma ettiği hususları korumaktan kaynaklanan yürütme yetkisidir.215

Cüveynî, dünyaya ilişkin görevleri, kazanımların korunması ve yeni kazanımlar elde etmek şeklinde iki başlıkta ele alır.216 O, kazanımların korunmasından genel olarak ülkenin iç ve dış güvenliğini kastetmektedir. Ülkeyi kâfirlerin/düşmanların saldırısından, iç isyanlardan korumak ve vatandaşlar arası anlaşmazlıklara çözüm getirmek, devletin (imamın) kazanımları koruma konusundaki görevleridir. Devlet, bu görevleri yerine getirirken kişi görevlendirmeye/idari teşkilatlanmaya gidecek ve idari teşkilatta çalışanların (devletin tüm görevlilerinin) maaşlarının sağlanması için gelirlere ihtiyaç duyacaktır. Elde edilen gelirlerin (zekât, sadaka, fey, haraç vb.) gerekli yerlerde harcanması da kazanımların korunmasına yönelik devletin maliyeye dair icra görevidir.217

Yeni kazanımlar elde etmekten kastedilen ise cihattır. Allah yolunda cihad etmek İslam’a davetin ikinci boyutu olan güç kullanma kısmıdır. İslam’a davetin ilk boyutu İslamın delilleriyle tanıtılmasıdır.218Cüveynî’nin yeni kazanımlar elde etmekten kastettiği

toprak değildir. Burada kastedilen İslam’la tanıştırılacak yeni insanlardır. Bu görev alanları detaylıca incelendiğinde devletin topluma karşı yerine getirmesi gereken ödevlerini görürüz. Güvenli ve huzurlu toplumun sağlanıp bu huzurun devam ettirilmesi ve toplumun kazanımlarını diğer insanlara da yayıp topluma ait fert sayısının artırılması söz konusu bu görevleri arasındadır.

215 Bk. Mâverdî, el-Ahkâmu’s-Sultâniyye, s.40. 216 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.340. 217 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.342. 218 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.344.

52

Mâverdî’nin devlet başkanının (halifenin) görevlerine ilişkin zikrettiği hususları219

da dikkate alarak devletin icra alanındaki görevlerini şu şekilde tasnif edebiliriz:

a. Dini korumak. İnancı şüphe ve bidatlerden koruyup, şiar niteliğindeki ibadetlerin edasına öncü ve ön ayak olup düzeni sağlamak.

b. Şeriatı/hukuku uygulamak. Bireyler arası anlaşmazlıklarda olsun veya işlenen suçların cezalarında olsun şeriatın belirlediği hükümleri uygulamak.

c. Siyasi yapılanma. Vezir, vali, komutan gibi idari ve siyasi alanda teşkilatlanma ve görevliler belirlemek

d. Devletin gelir ve giderini yönetmek e. İç güvenliği sağlamak

f. Dış savunma g. Dini yaymak/cihad

Yukarıdaki görevlere bakıldığında devletin daha çok koruyucu, kollayıcı, uygulayıcı özellikleri ön plana çıkmaktadır. Bu hususlar aynı zamanda devletin işlevinin niteliğini ve fakihlerin devlete/imamete dair bakış açılarını da ortaya koymaktadır. Cüveynî’nin kazanımları koruma, yeni kazanımlar elde etme şeklinde üst başlıkları seçmesi söz konusu bakış açılarının sonucudur.

Devlet icra yetkisini kullanırken yukarıda aktardığımız gibi bunu siyasi ve idari teşkilatlanma üzerinden yürütür. Bu teşkilatın başında devlet başkanı bulunmaktadır. Teşkilatlanma aşağıya doğru ve görevlerin niteliğine göre değişmektedir. Türcan’ın da dediği gibi bu teşkilatta siyasal nitelikli yüksek icra işlevi ile gündelik ve teknik işlerin arası ayrıştırılmıştır.220

Bu ayırım tefviz ile tenfiz vezareti üzerinden yapılmıştır. Tevfiz vezareti devlet başkanı gibi hareket etme yetkisine sahiptir. Bu anlamda yürütme yetkisi genel olup devlet yönetimine dair esas kararlar ve politikaları kendi rey ve içtihadına göre geliştirme yetkisine

219 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.40. 220

53

sahiptir.221 Tenfiz vezareti ise halife veya tevfiz vezaretinin kararlarının uygulanmasını sağlayan halk ile üst yönetim arasında aracı bir organdır.222Söz konusu vezaretlerden yola çıkarak İslam hukukçularının yürütme işlevini oluşturan icra ve idare fonksiyonlarını ilke bazında mahiyetleri itibariyle ayırmış oldukları belirtilmektedir.223

1.2.2.1.3.Yargı Yetkisi

Yargılama kavramı İslam Hukukunda “kadâ” kavramı ile ifade edilmektedir. Kadâ sözlük anlamı itibariyle “hükmetmek, ayrıştırmak, bir şeyi geçerli kılmak, tamamlamak, takdir etmek” anlamlarında kullanılmaktadır.224

Istılahta ise “iki veya daha fazla hasım arasında ki anlaşmazlığın Allah’ın hükmü ile çözülmesi”225şeklinde