• Sonuç bulunamadı

Şer’î Hükmün Konusuna Göre Devletin Yetki ve Tasarrufu

IV. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.3. ŞER‘Î HÜKÜMLER KARŞISINDA DEVLETİN KONUMU

1.3.1. Genel Olarak Şer‘î Hüküm

1.3.1.3. Şer’î Hükmün Konusuna Göre Devletin Yetki ve Tasarrufu

Teklif konusu olan fiiller mahiyetlerine göre farklı şekillerde tasnif edilmektedir. Bunlardan bir tanesi Allah-kul hakkı şeklinde yapılan tasniftir. Bu tasnif temelde üç, farklı bir tasnifte ise dört bölümde ele alınabilir: Sırf Allah hakkı, sırf kul hakkı ile iki hakkın birleştiği ama birinin galip geldiği haklar. Mâverdî hakları genelde Allah ve kul hakkı şeklinde iki kısımda değerlendirmektedir.480

O, kul hakkını, kısas ve zina haddi gibi bedene yönelik ile mehir, nafaka ve erş481

gibi mala ilişkin olarak ikiye ayırmaktadır. Allah hakkını da yine namaz ve oruç gibi bedene yönelik olanlar ile zekât gibi mala ilişkin olanlar şeklinde iki kısma ayırır.482Allah haklarından saydığı kefaret hakkında eserinin başka yerinde hakların

tedahül ettiğini ve kul haklarına ilişen bir yönünün olduğunu belirtir.483

Mâverdî, bu şekilde Allah ve kul hakkının beraber bulunduğu karma haklara da değinmiş olmaktadır. Onun tasnifinde Allah hakları ile kul haklarına ilişkin verdiği örnekler şu şekildedir:

Allah hakları: Namaz, oruç, zekât, kefaret484

, hac485, zina ve içki cezaları486, öşür487

, humus488, nikâh ve talâktır.489

Kul hakları: Kısas, kazif haddi490, mehir, erş, nafaka491

ve borçlardır.492

480 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.153,161; IV, s.289, VII, s.8.

481 Yaralanan ve kesilen organlardan dolayı verilmesi gereken diyet. Bk. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk

Terimleri Sözlüğü, s.96

482

Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.153.

483 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.428. 484 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.153. 485

Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XVII, s. 57.

486 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VII, s.8. 487 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VII, s.193. 488 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.336. 489

Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XVI, s.227; Cüveynî talâkta Allah hakkının galip geldiğini söyler.

Nihâyetü’l-Matlab, XIV, s.71, 248, 271.

490 Cüveynî kazif haddinde Allah ile kul haklarının birleştiğini ama kul hakkının galib geldiği

görüşüne karşı çıkarak onu tamamen kul hakkı kapsamında değerlendirir. Nihâyetü’l-Matlab, XVII, s.215.

491

110

Bu şekilde genel bir tasnifin yanında yukarıda Mâverdî’den verdiğimiz örnekten de anlaşıldığı üzere haklar içerisinde tedahül edenler bulunmaktadır. Diğer bir deyişle her iki hakkın da bulunduğu karma haklar vardır. Örneğin yine Mâverdî, hırsızlıkta Allah ile kul haklarının birleştiğini belirtir. O, el kesmenin Allah hakkı olduğunu, çalınan mal veya bedelinin ise kul hakkı olduğunu ifade eder.493

Zerkeşî, Allah hakkından gösterilen zekât hakkında Allah hakkının ağır bastığını söyler.494

Şirbînî yol kesen hakkında Allah ve kul hakkının birleştiğini ama kul hakkının ağır bastığını belirtir.495

Hakların mahiyetlerine ilişkin tasnif hakkında İzz b. Abdusselam ise gaî bir yaklaşım sergilemektedir. O, Allah ve kul haklarını maslahat ve mefsedet açısından ikiye, her bir kısmı da kendi içerisinde üçe ayırmaktadır. Allah haklarını sırf Allah hakları, Allah hakları ile kul haklarının birleştiği ve Allah-Resul-kul haklarının birleştiği şeklinde üçe ayırır. Kul haklarını kişinin sadece kendisi üzerindeki, diğer insanların kendisi üzerindeki ve hayvanların kendisi üzerindeki hakları şeklinde yine üçe ayırır.496

Yukarıdaki açıklamalarda da anlaşıldığı üzere teklife konu olan fiiller farklı bakış açılarına göre tasnif edilmişlerdir. Bu haklar hakkında fıkıh kaynaklarımızda çeşitli yerlerde mahiyetlerine ilişkin açıklamalar yapılmıştır. Örneğin kul haklarının ancak kulun affetmesiyle düşeceği, Allah haklarının tevbe ve nedamete açık olduğu497, ifa önceliğinde hangisinin ilk sırada yer aldığı498

gibi izahlar yapılmıştır. Çalışmamızı doğrudan ilgilendirmediği için ayrıntıya girmeden devletin genel olarak bu haklara yönelik konumunun tespiti sadedinde hakların mahiyetlerine ilişkin yapılan açıklamaları özet bir şekilde ele alacağız.

Allah haklarında zikredilen hadlerde insanlara ait bir husus bulunmamaktadır.499

Allah haklarında bağışlanma veya bazılarının cezalarının uygulanmasında alternatif bir cezalandırma bulunabilmektedir. Örneğin Mâverdî ve

492 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VI, s.328. 493 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XIII, s.212. 494 Zerkeşî, Bahrü’l-Muhît, II, s.141. 495

Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, IV, s.239.

496 İzz b. Abdisselam, Kavâidü’l-Ahkâm, I, s.153-167.

497 Mâverdî, bu görüşü İmam Şâfiî’ye nispet ederek aktarmaktadır. el-Hâvi’l-Kebîr, XIII, s.368. 498 Terekede deyn ve zekât borcunun olması durumunda hangisinin öncelik hakkına sahip olduğuna

dair tartışma için bk. Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.368.

499

111

Cüveynî kefaret’in edasında onun kul haklarından olan deynden (borçtan) farkını izah ederlerken Allah hakkından olmasından ötürü bağışlanma olasılığının olduğunu veya oruç tutma gibi cezanın başka bir şekilde uygulanabildiğini belirtmektedirler.500

Hakkın Allah’a ait olmasından ötürü hak sahibi olan Allah’ın tövbe kapısını açık tutmasının sonucu olarak içki ve zina suçlarında kişinin ikrar etmeyip suçunu gizlemesi, tövbe ve pişmanlık duymasının mendup olduğu belirtilmiştir.501

Allah haklarından olan hadler şüphe ile sakıt olurken502

bu hadlerden zina haddi Müslüman ve zimmî olan herkese uygulanır.503

Allah haklarından örneğin zina haddinin ikrarla sabit olması durumunda bir şikâyetin olmasına gerek kalmaksızın bu ceza uygulanır.504

Hz. Peygamber döneminde recmin uygulandığı Maiz hadisesinde Hz. Peygamber’in kişinin itiraf sadedindeki ikrarı bazı kesimlerce suça ve günaha müsamaha veya Allah haklarının bireyle Allah arasındaki niteliğine ve tövbe kapısının açıklığı yönüne işaret bağlamında sıkça ele alınmaktadır. Ancak ikrar sabit olduktan sonra devletin cezayı uygulama dışında başka bir yetkisi bulunmamaktadır. Nitekim Maverdî bu hadiseyi yorumlarken Maiz’in itirafı karşısında Hz. Peygamber onun aklından şüphe ettiğini belirtir. 505

Recm gibi bir cezanın talep edilmesi onun bu şekilde düşünmesine sebep olmuştur. Ancak tekrarlanan ikrarlar onun aklı yerinde olduğunu gösterdiğinden ikrarla had cezası şüphenin ortadan kalkması sonucu uygulanmıştır.506

Bu bilgilerden hareketle Allah haklarının daha çok birey ile rabbi arasında gerçekleşen haklar olduğu anlaşılmaktadır. Bu ifademizden bu hakların topluma ve kamuya yansıyan bir yönünün olmadığı anlamı çıkarılmamalıdır. Bireyler arasında olmasına rağmen Allah hakkının söz konusu olduğu hususlar bulunmaktadır. Örneğin satıma konu olan kölenin azad edilmesi şartıyla satımı meselesinde kölenin

500 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VI, s.328; Cüveynî, Nihâyetü’l-Matlab, VI, s.411. 501 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VII, s.8.

502

Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VII, s.166.

503 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, IX, s.387. 504 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XI, s.99.

505 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XIII, s.208. benzer değerlendirme için bk. Şâfiî, el-Ümm, VIII, s.284-

285

506

112

azad olması hakkının ne satıcı ne de müşteriye ait olmayıp, Allah’a ait olduğu mezhepte esah görüş olarak kabul edilmiştir.507 Bu görüşe göre devlet, satımdan sonra müşterinin köleyi azat etmemesi halinde hakkın Allah’a ait olmasının kabul edilmesinden ötürü köleyi müşteri adına azat eder veya zayıf görüşe göre köleyi azad edinceye kadar müşteriyi hapseder.508

Dolayısıyla birey ile Allah arasında olmasından kastımız hak sahibinin Allah olmasından ötürü bireyin diğer bireylere gerek kalmadan hak sahibine hakkını farklı bir şekilde de (tövbe) olsa eda imkânının olması özeliğinin bulunmasıdır. Bu hakların bir diğer özelliği hem bireyin hem de devletin tasarrufuna kapalı olmasıdır. Cüveynî talâkta Allah hakkının baskın olmasını değerlendirirken boşamanın gerçekleşmesinden sonra tarafların (karı ile kocanın) kendi rızaları ile de olsa gerçekleşen talâkı yok hükmüne sokamadıklarını veya red edememelerini gerekçe gösterir.509 Yani boşamanın gerçekleşmesinden sonra birey olarak karı ile kocanın karşılıklı anlaşarak boşamanın gerçekleşmemiş olmasına karar verme yetkileri bulunmamaktadır. Buradan bireyin Allah hakkı olan fiillerde yetkisinin sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Allah hakkının bireyin tasarrufuna kapalı haklar olarak görüldüğünü söyleyebiliriz. Aynı şekilde devletin de bu haklar üzerinde uygulama dışında bir yetkisi bulunmamaktadır. Zina ve içki hadlerinin sabit olmasından sonra devletin uygulama dışında bir yetkisi yoktur.510

Aynı şekilde İmam Şâfiî, bulunan gömünün humusunu (beşte birlik kısmını) bireyin devlet başkanına vermeme ve devlet başkanının humusu almama yetkisinin olmadığını belirtmektedir.511

Bu hakların ifasının kontrolörü devlettir. Devlet bu hakların ifasında bir eksiklik veya kusur tespit ettiğinde bireylerden birilerinin şikâyetine ihtiyaç duymadan gereğini yerine getirir. Örneğin yukarıda zina suçunun ikrarla sabit olmasından sonra cezanın uygulanması için re‘sen hareket edip cezayı uygulayabilmesi hükmün bu özelliklerinden kaynaklanmaktadır.512

Kul hakkının ifasında birinci sorumluluk, hak sahibi olan kula aittir. Hak sahibinin kul olmasından ötürü birey ancak onun bağışlamasıyla veya bu hakkın

507

Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, II, s.45-46.

508 Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, II, s.46. 509 Cüveynî, Nihâyetü’l-Matlab, XIV, s.71. 510 Şâfiî, el-Ümm, VII, s.430; 433.

511 Şâfiî, el-Ümm, III, s.228-229. 512

113

mislini yahut kıymetini ödeyerek ifa etmiş sayılır. Bireyler arası mali borçlar da ancak mal ile ödeme gerçekleşir. Hâlbuki Allah haklarından olan kefaretlerde hem bağışlanma hem de oruç tutma gibi alternatif ödeme seçenekleri bulunmaktadır.513

Allah haklarında kefarette malın işlevselliğine engel olmayacak ayıp mazur sayılırken kul haklarından olan borçlarda mal ayıplardan arınmış olmalıdır.514

Bu haklarda asıl olanın birey olmasından ötürü hakkın mevcudiyetine dair ikrar gerekli515 olup hakkın gizlenmesi doğru değildir. Kul haklarına yönelik ceza olan diyet, şüphe ile sakıt olmamakta516

hakkın ifasında müslim -gayr-ı müslim ayırımı yapılabilmektedir.517

Yine bu hakların merkezinde kul olmasından ötürü söz konusu hakkın ifası devlete iletilmediği müddetçe devletin müdahale yetkisi bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle devletin hakkın ifası noktasındaki yetkisi bireyin şikâyeti ile başlamaktadır. Mâverdî, kâdıların kendileri arasında davaları tevdi etmeleri ile alakalı olarak kendisine davanın yazıyla gönderildiği kâdının dava üzerindeki tasarrufundan bahsederken Allah ve kul haklarına yönelik bir ayrım yapar. Kâdı, kendisine hükmü karara bağlanmış davanın sonucunun uygulanması talebi ve davanın delilleri iletilmişse dava konusunun kendi içtihadına muhalif olması durumunda kararı re’sen bozabilir. Allah haklarının iktiran ettiği nikâh ve talâk gibi bir alanda kâdı talep olmaksızın verilmiş hükmü bozabilir. Sırf kul haklarının olduğu konularda ise ancak aleyhine karar verilmiş olanın talebi üzerine kararı bozabilir.518

Aynı şekilde dal vb. sarkıntılarla komşusunun evinden kendi evine doğru bir rahatsızlık oluşmasında devletin (muhtesibin) re’sen hareket etme yetkisi bulunmamaktadır. Devletin bu tür hak ihlallerine müdahalesi ancak hakkı ihlal edilenin başvurusuyla mümkün olabilmektedir.519 Bu verilerden de anlaşıldığı üzere devlet (kâdı-muhtesib) Allah hakkında re’sen hareket edebilirken kul hakkında talep üzerine hareket edebilmektedir. Bireylerin kul haklarının ifasında devlete müracaat etme

513 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, III, s.428.

514 Mâverdî, diyete karşı verilecek olan malın ayıplardan selim olması gerektiğini belirtmektedir. el-

Hâvi’l-Kebîr, XII, s.193.

515 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VII, s.8. 516 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VII, 166. 517 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, IX, s.387. 518 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XVI, s.227. 519

114

yükümlülükleri bulunmamaktadır. Kendi aralarında veya aralarındaki anlaşmazlığı hukuka uygun olarak çözmesi için kâdılık vasıflarına sahip bir bilgine başvurabilirler (tahkim). İmam Şâfiî bireyin başkasında olan hakkını almada devletten (sultandan) izin almasına gerek olmadığını belirtir. Ona göre birey kendi hakkını mal sahibinden gizlice alabilir. Kendi malının mislini bulamaması durumunda başka bir mal alıp hakkı olanı almak için satabilir.520

Kul haklarında asıl olan bireylerdir. Devlet burada sadece hakkın ifasında yardımcı olmaktadır. İmam Şâfiî, devletin (sultan) kimin hak sahibi olduğu bilgisini veren müftülük ile hakkı ödemede imtina edene güç kullanma dışında bir yetkisinin olmadığını belirtmektedir.521

Bireylere hakkı aşmayacak şekilde haklarını ifa etmelerinden dolayı bir sorumluluk yüklenememektedir. Örneğin kısas cezasının uygulanmasında hakkı aşmamak kaydıyla bireylerin sadece kendi haklarını ifa etmelerinden ötürü devlet tarafından cezalandırılamamaktadırlar. Kısasın uygulanmasında devletten izin alınmadan cezanın uygulanmasında bireyin devleti yok saymasından ötürü bireye tazir cezasının verilmesi522

hükmü de bu görüşümüzü teyid etmektedir. Devlet, kısas cezası verilen bir katilin öldürülmesinde maktülün velilerini beklemeksizin cezayı uygulamasından ötürü devlet başkanının (imamın) öldürülmesi gerekliliği kul hakkı mantığında önceliğin kula ait olduğu fikrine dayanmaktadır. Nitekim maktulün velileri veya onlardan bir tanesinin bile kısas tercihinden vaz geçme ihtimali bulunmaktadır.523

Sonuç olarak kul haklarında devletin yetki alanı Allah haklarına nazaran daha sınırlıdır.