• Sonuç bulunamadı

Devletin Şer’î Hükmün Muhatabı Olması Açısından Bireyle İlişkisi

IV. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.3. ŞER‘Î HÜKÜMLER KARŞISINDA DEVLETİN KONUMU

1.3.1. Genel Olarak Şer‘î Hüküm

1.3.1.2. Devletin Şer’î Hükmün Muhatabı Olması Açısından Bireyle İlişkisi

Şâfiî’lerde hüküm, “Şâri’nin hitabı” olunca462

bu hitabın yöneldiği bir muhatabın olmasının gerektiği anlaşılmaktadır. Usûl kaynaklarında “mahkûmun aleyh” başlığı altında ele alınan muhatap için kullanılan bir diğer kavram ise mükelleftir.463 Şâri’nin hitabı olarak hüküm vucub, terk ile tahyir olarak mükelleflerin fiillerine ilişkin olması hasebiyle mükellefe yükümlülükler yüklemektedir. Hükme muhatap olanın hitaba karşı yükümlü olabilmesi için akıllı olması gerekmektedir. Cansız varlıklar, deli, temyiz gücü olmayan çocuğun mükellef olmamasının sebebi akıl şartının yokluğudur.464

Gazzâlî teklifin gereğinin itaat ve imtisal olduğunu belirtir. Mükelleflerin itaat edebilmeleri için hükmü anlamaları

459 Gazzâlî, el-Mustasfâ, s.59.

460 Gazzâlî, İhyâ, II, s.98; ام هبابسأ نع لحناو هنيع ي

ِف ِمي ِرْحَّتلِل ُةَب ِجوُمْلا ُتاَف ِ صلا ِهِتاَذ ْنَع َلاَخ يذلا وه قلطملا للاحلا ت

ةيهارك وأ ميرحت هيلإ قرط .

461 Ferhat Koca, “Helal”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, XVII, s.175. 462 Bk. Gazzâlî, el-Mustasfâ, s.66.

463 Gazzâlî, hükmü rükünlerine ayırırken mahkûmu aleyhi üçüncü rükün olarak zikreder ve onu

mükellef olarak tanımlar. Gazzâlî, el-Mustasfâ, s.67.

464

106

gerekmektedir ki hükmün gereğini yerine getirebilsinler.465 Hitabın imtisali ancak akıl ile olabilecek bir husustur. Bu açıdan akıllı olan tüm bireyler Şâri’inin muhatabı olmaktadırlar. Tüm bireyler derken de müslim ve gayr-ı müslim ayırımı yapmamaktayız. Tüm bireylerin Şâri’nin hitabının muhatabı olması hususu açıktır. Diğer bir deyişle müslim gayrı müslim tüm bireyler Şâri’nin muhatabıdırlar. Ancak söz konusu bu muhataplığın tüm insanları hitabın tüm içeriklerinden mükellef kılıp kılmadığı problemi ortaya çıkmaktadır. Bu problemin konumuz açısından önemi insanların dinin asıl ve fürû‘una muhatap olmaları açısından mükellef kabul edildiklerinde devletin kendileri ile ilişkilerinin hukuki mahiyetine dair bilgiler vermesidir. Birinci bölümde hükümetin yetkileri kısmında işlediğimiz üzere devletin en önemli görev ve yetkilerinden biri şeriatın/hukukun uygulayıcısı olduğu anlaşılmıştı. Dolayısıyla hukukun uygulayıcısı olan devletin gayr-ı müslimler üzerinde yetkisini kullanırken onların Müslümanlar gibi mükellef olarak kabul edilip edilmemelerinin bu hususta bir etkisinin olup olmadığı anlaşılacaktır.

İnsanların Şâri’nin inanca yönelik hitabına karşı mükellef oldukları hususu açıktır.466

Yani dinin asıllarına dair hükümlerden mükelleftirler. Gayr-ı müslimlerin dinin fürû‘una dair mükellefiyetleri hakkında ise bir birinden farklı birçok görüş olduğu belirtilmektedir. İbn Ferkâh (öl. 690/1291) bu konuda üç görüş olduğunu aktarırken Zerkeşî (öl. 794/1392) bu sayıyı dokuza çıkarır.467

Bu görüşler içerisinde ortak olan üç tanesi şöyledir: Gayr-ı müslimlerin şeriatın fürû‘a ilişkin hitaba muhatap olmadıkları, fürû‘a ilişkin hitaba muhatap oldukları ile fürû‘un yasak içerikli hitabına muhatap olup fürû‘un emir içerikli hitabına muhatap olmadıkları şeklindeki görüşleridir.468

465 Gazzâlî, el-Mustasfâ, s.67.

466 Zerkeşî (öl. 794/1392) Gayrı müslimlerin şeriatın asıllarıyla mükellef oldukları hususnda icma

olduğunu belirtir. Bahrü’l-Muhît fî Usûli’l-Fıkıh,Vizâretü’l- Evkâf ve’ş-Şü’ûni’l-İslamiyye, Kuveyt 1992, I, s.397; ayrıca bk. Ebû Bekr Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es- Serahsî, Usûlü’s-Serâhsî, tahk. Ebü’l-Vefâ el-Afgânî, Lecnetü İhyâi’l-Mearifi’n-Nü‘maniyye, Haydarabat t.y, I, s.73.

467

Zerkeşî, Bahrü’l-Muhît, I, s.397-403.

468 Abdurrahman b. İbrahim b. Seba‘ İbn Ferkâh el-Fezârî el-Mısrî eş-Şâfiî, Şerhü’l-Varakât, tahk.

Muhammed Hasan Muhammed Hasan İsmail, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Lübnan 2010, s.42; Zerkeşî bunlara ek olarak sadece emirlere muhatap oldukları, cihad dışındaki hükümlere muhatap oldukları, zimmî ile harbi arasında ayırım yapan ve mükellefiyetin sadece zimmîlere yönelik olduğunu iddia eden görüşleri de ekler. (Bahrü’l-Muhît, I, s.397-401).

107

Gayr-ı müslimlerin dinin fürû‘una dair hükümlere karşı mükellef olmadıkları görüşü Hanefîlerin cumhuruna nispet edilmektedir.469

Debûsî (öl. 430/1039), Irak’lı Hanefîlerin küfrün muhatap olmaya ve dinin fürû‘uyla mükellef olmaya engel olmadığı görüşünde olduklarını aktarır.470

Dolayısıyla Irak’lı Hanefîlerin, dinin fürû‘una dair hükümlerinde gayr-ı müslimlerin mükellef oldukları görüşünde oldukları anlaşılmaktadır. Serahsî gayr-ı müslimlerin ukûbât hükümleri ile mükellef olmaları hakkında ihtilafın olmadığını, zimmet akdiyle de kendilerini Müslümanların muamelata dair hükümlerine bağladıklarını ancak itikadi konular ile ibadete dair hükümlerde sadece ahirette sorumlu olmak açısından mükellef olduklarını belirtir.471

Hanefîlerin bu görüşü devletin gayr-ı müslimler üzerinde ukûbât ve muamelat alanına dair hükümleri uygulama yetkisinde olduğunu ve bunun gerekçesinin de biri şer‘i diğeri zimmet akdi olan ihtiyari tekliften kaynaklandığı sonucuna bizi götürmektedir.

Şâfiîlerin benimsediği görüşe göre ise gayr-ı müslimler fürû hükümlerine karşı itikadî hükümlerde olduğu gibi mükelleftirler. Bu konuda fürû hükümleri arasında ayırım yapılmamaktadır.472

Zerkeşî, bazı fakihlerin gayr-ı müslimlerin fürû hükümlerine muhatap olduklarını ispat sadedinde getirdikleri örnekleri zikreder.473

Bunun yanında içki içmelerinden dolayı içki haddiyle cezalandırılmayacakları, ipek giysi giymekten engellenemeyecekleri, kendi inançlarınca kıydıkları nikâhlarının geçerli kabul edilmesi şeklinde temelde kabul edilen ilke olan muhatap oluşlarına aykırı hükümleri içeren örnekler de verir.474

Zerkeşî, fürû örneklerinden muhatap alındıklarına uygun düşen örnek ve istisnaları zikrettikten sonra muhatap olmalarının faydasının uhrevi cezayı ağırlaştırmaya dönük olduğunu belirtir.475

Muhatap kabul etmenin gayr-ı müslim üzerinde bir birinden farklılaşan hükümlere sebep olması Şâfiîleri bu sonuca götürmüştür. Örneğin mükellef kabul edilmelerine rağmen

469

Zerkeşî, Bahrü’l-Muhît, I, s.399.

470 Ebû Zeyd Abdullah (Ubeydullah) b. Muhammed b. Ömer b. Îsâ, Takvîmü’l-Edille fî Usûli’l-

Fıkıh, tahk. Halil Muhyiddin, Dârü’l-Kütübü’l-İlmiyye, Beyrut 2001, I, s.74; 477.

471 Serahsî, Usûlü’s-Serâhsî, I, s.73-74. 472

Şâfiîlerin görüşleri için bk. İbn Ferkâh, Şerhü’l-Varakât, s.42.

473 Zerkeşî, Bahrü’l-Muhît, I, s.405-408. 474 Zerkeşî, Bahrü’l-Muhît, I, s.408-409.

475 Zerkeşî, Bahrü’l-Muhît, I, s.409. Benzer görüş için bk. Beydâvî, Minhâc, s.75, Molla Halil b.

Hüseyin es-Si‘ridî, Minhâcü’l-vusûl ila İlmi’l-Usûl, tahk. Muhammed Hadi el-Mardînî, Mektebetü’s-Seydâ, Diyarbakır 2011, s.24.

108

küfürle ibadetleri sahih olmayıp, Müslüman olduktan sonrada geriye dönük kaza sorumluluğu da bulunmamaktadır. Eğer muhatapsa edasının sahih, kazasının vacip olması gerekirdi şeklinde işaret edilen tezattan çıkış olarak muhatap kabul etmenin uhrevi cezayı artırma faydasını içerdiği belirtilmektedir.476

Şâfiî usulcülerin vardığı bu sonuçtan muhatap probleminin kendi mezheplerinde devlet-gayr-ı müslim ilişkisinin mahiyetine yansıyan bir yönünün olmadığını söyleyebiliriz. En azından ilişkiyi bu tartışma sonucunda vardıkları sonuç üzerine bina etmemişlerdir. Devlet gayr-ı müslim ilişkilerinde devletin onlar üzerindeki yetki kaynağı olarak onların zimmet akdiyle devlete bağlanmalarını söyleyebiliriz. Ancak mezhep içerisinde devletin onlara yönelik cezaların uygulanma gerekçesinin farklılaştığını görüyoruz. Mâverdî konuyu haklar (Allah hakları, kul hakları ve karma haklar) ve devletin egemen olduğu topraklar çerçevesinde ele almaktadır. Devletin bazı suçlar karşısında hâkim olduğu topraklarda zulüm ve çirkinliğe müsaade edemeyeceği ilkesinden dolayı müdâhil olduğunu belirtmektedir. Örneğin O, zimmî’nin zimmî’yle zinası konusunda mezhep içerisinde farklı görüşlerin olduğunu belirttikten sonra devletin işlenen bu eyleme kayıtsız kalamayacağını belirtir. 477

Maverdî, zimmînin yine zimmîye karşı işlediği hırsızlık suçunda elinin kesilmesi ile ilgili mezhep içerisinde iki görüşün olduğunu aktarırken devletin malı tazmin edip sahibine vermesi gerektiği hükmünü yine devlet egemenliğinde zulme ve haksızlığa izin verilmeyeceği gerekçesine dayandırır.478

Şirbînî ise hırsızlık ve zina eylemlerinde onların rızalarına bakılmaksızın İslamî hükümlerin uygulanması gerektiği hükmünü bu eylemlerin kendi dinlerinde de yasaklanmış olmasına dayandırmaktadır.479

Görüldüğü üzere biri ülke egemenliği diğeri ise onların da hukuklarının aynı cezayı öngörmesi şeklinde iki gerekçe ileri sürülmektedir. Kanaatimizce iki husus da birlikte ele alınması gerekmektedir. Devletin gayr-ı müslimler üzerindeki yetkisinin ülke egemenliğine dayalı olduğu hususu açıktır. Diğer yandan devletin onların kendi aralarında mubah kabul ettikleri içki içme satma gibi tasarruflara müdahale edememesi de yine onların kendi

476 Bk. Beydâvî, Minhâc, s.75.

477 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XIII, s.327-328. 478 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, XIII, s.327-328. 479

109

inançlarının buna uygun olmasındandır. Ancak bunu alenen yerine getirdiklerinde ise devlet bu sefer de münkere engel olma adına duruma müdahale edebilmektedir.