• Sonuç bulunamadı

Birden Fazla Devlet Başkanı ve Bireyler Üzerindeki Egemenlikler

IV. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.2. DEVLET İDARESİNİN OLUŞUM VE MEŞRUİYYETİNDE BİREY

1.2.5. Birden Fazla Devlet Başkanı ve Bireyler Üzerindeki Egemenlikler

Birden fazla devlet başkanı günümüz diliyle birden fazla devletin imkânı ve meşruiyeti anlamındadır. Konunun bizim açıdan önemi; niyâbî özellik taşıyan devlet başkanlığının diğer devlet bireylerinin temsiliyetinin imkânı veya sorunudur. Konuyla alakalı İmam Şâfiî’nin herhangi bir ibaresine rastlamadık. Onun eserlerinde konuya en yakın sayılabilecek mevzu Haricilerin hareketleri ve devletin bu harekete karşı konumudur.418

Fakat Harici hareketleri daha sonraları tartışılacak olan iki imamın imkânı meselesinden ziyade tüm fıkıh eserlerinde adil imama karşı isyan olarak ele alındığından bu konu bağlamında İmam Şâfiî’nin görüşlerini tespit etmek zordur. Ancak devlet başkanının (halife) namaz kıldırma önceliği hakkında sarf ettiği şu cümleden onun konuyla alakalı düşüncesi anlaşılabilmektedir: “Halife kendisinin

yönetimi altında olmayan veya kendisi dışında bir valinin olduğu bir yere uğradığında namaz kıldırma önceliği onundur. Çünkü beldenin valisi, halifenin görevlisi olması sebebiyle orayı yönetmektedir. Aynı şekilde bir adamın yönetimi ele geçirdiği bir beldeye uğradığında da öncelik halifenindir”.419

Bu ibareden anlaşılacağı üzere namaz kıldırma önceliği meşru üstün iradenindir. Halifenin hilâfeti kendi toprakları ile fiilen elinde olmayan diğer topraklar üzerinde devam etmektedir. Fiilen ele geçirmediği dârü’l-harb ile yönetimi başkası tarafından ele geçirilmiş bölgede meşru devlet başkanına tanınan namaz kıldırma önceliğinin halifeye verilmesi hilâfetin bölünmezliği anlayışının İmam Şâfiî’de olduğunu söyleyebiliriz. Aynı şekilde şu ifadesi de onun görüşüne ışık tutmaktadır: “İster tek bir halifenin

418 Bk. Şâfiî, el-Ümm, V, s.521-528. 419

97

egemenliğinde koyunlarından biri doğuda diğeri batıda olsun ister farklı iki valinin egemen olduğu yerlerde olsun zekâtın vucubiyeti mülkün sahibi olmasıdır. Zekâtın vucubiyeti ne vali ile ne de bölgelerin uzaklık ve yakınlığıyla ilgilidir.”420 İmam Şâfiî’nin bu ifadesinde dikkat çeken husus tek yönetimden bahsederken “halife” kavramını, yönetimin farklılaşmasından bahsederken “vali” kelimesini tercih etmesidir.

Şâfiî fakihler tarafından devlet başkanlığının tam ve genel olarak veya Hz. Peygamber’e niyabet makamı olarak tanımlanmasından da anlaşılacağı üzere mahiyeti itibariyle bir ikilik kabul etmemektedir. En üstün irade, tam ve genel riyaset421 makamı olan imametin bu anlamı muhtevi olabilmesi için velayetini üstlendiği tüm Müslümanların niyabetini almalıdır. Aksi halde genel bir riyasetten bahsedilmeyecektir. Devlet başkanlığının söz konusu bu mahiyetine işaret sadedinde İbn Hacer, devlet başkanlığının (imamın) şartlarından biri olarak tek olması gerektiğini belirtmektedir. Görüşünü ise “İki halifeye biat edildiğinde onlardan birini

öldürünüz” hadisine422 dayandırmaktadır.423

Mâverdî’ye göre ümmete aynı anda iki imamın başkanlık etmesi caiz değildir. Aynı zamanda iki beldede iki imam seçilmesi durumunda ikisinin de imameti gerçekleşmez.424

Yine İzz b. Abdisselâm’a (öl. 660/1262) göre şeriat, iki halifenin atanmasını yasaklamıştır. İki halife arasında maslahatlar içerisinde aslah olanı ile mefsedetler içerisinde efsed olanın belirlenmesinde ihtilaf çıkacağından şeriat, bu ihtilafın önüne geçmek açısından iki halifenin atanmasını menetmiştir.425

O, meseleye maslahat açısından yaklaşmaktadır ve yönetimde ikiliğin devlet başkanlığından beklenilenin yerine getirilmesine engel olacağı düşüncesindedir.

Devlet başkanlarının yönettiği ülkelerin biribirinden uzaklığı şartıyla bunu caiz görenler de vardır. Bunlar, Cüveynî’nin aktardığına göre Ebu Hasan el-Eş‘arî

420 Şâfiî, el-Ümm, I, s.535. 421 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.217. 422

Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc b. Müslim el-Kuşeyrî en-Nisâbûrî, Sahîhu Müslim, Muhammed Fuad Abdülbaki, Dâru İhyâi Türâsi’l-Arâbî, Beyrut t.y, 33 Kitabü’l-imâre, 15/61.

423 Askalânî, Fethu’l-Bârî, XII, s.156. 424 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.29.

425 Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b. Ebi’l-Kâsım es-Sülemî ed-Dımaşkî,

98

(öl. 324/935-36) ile Ebu İshak el-İsferayinî (öl. 418/1027)’dir.426 Bağdadî (öl. 429/1037-1038) de beldelerin uzaklığına binaen iki devlet başkanının imkânına cevaz vermektedir. O iki belde arasında deniz olup iki halkın birbirine yardımda sorun yaşaması durumunda iki bölge halkının kendilerine ayrı ayrı devlet başkanı seçebileceği görüşündedir.427

Rosenthal, Bağdadî’nin bu görüşüyle alakalı şu değerlendirmelerde bulunmaktadır: “Ne var ki Bağdadî, aslında bunu onaylamasa da

birbirilerinden çok uzakta bulunmaları şartıyla buna cevaz verir. Böylece zaten varolan bir gerçeği tanımış olur. Böyle bir tavır, fıkıhçıların siyasî gerçeklikten etkilenmede ve teorik ideali tehlikeye atmada ne kadar ileri gidebildiklerini açıkça gösterir. Zaten Kur’an da “otorite sahiplerine” (ulu’l-emr) itaatı emrediyor. Hâlbuki burada açıkça kastedilen otoritenin meşru otorite olduğu ise pek vurgulanmamıştır.”428

Rosenthal değerlendirmesini yaparken fakihlerin tavizkâr olduğunu ima etmektedir. Fakihlerin içinde yaşadıkları toplumdan ve zamanın şartlarından etkilendikleri doğrudur. Ancak bu onların pasif, çağa ve şartlarına boyun eğen bir konumda oldukları anlamına gelmemektedir. Fakihler içerisinde yaşadıkları asrın problemlerine aktif olarak çözümler üretirken yorum alanları belli ve sınırlıdır. Kati nass olan alanda fakihin yapabileceği pek bir şey yoktur. Ancak zannî nass olan alanda maslahat ve mefsedet ilişkisi de göz önünde bulundurularak daha önce verilmiş olan hükümler tekrardan gözden geçirilebilmektedir. Örneğin bu konuyla alakalı olarak Cüveynî, devlet başkanının çeşitli sebeplerle hâkimiyet kuramadığı alanlarda iki devlet başkanın tartışılabileceğini çünkü konunun zannî olduğunu belirtmektedir. Aynı şekilde hâkimiyet kurulabilen alanda ise tek devlet başkanı hükmü (üzerinde icma olduğundan ötürü) katidir.429

Dolayısıyla Rosenthal’in ima ettiği gibi fakihler teorik ideali tehlikeye atmamaktadırlar. Teorik ideal ile (tek devlet başkanı, tek devlet) gerçekleştirilmek istenen maksadı teorik ideali de gözeterek farklı çözüm önerileriyle gerçekleştirmek istemektedirler. Roshenthal’in değerlendirmesinde öne çıkan bir diğer husus ulu’l-emre itaati emreden ayette

426 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.322. 427 Bağdadî, Usûlu’d-Dîn, s.274.

428 Erwın I.J. Rosenthal, Ortaçağda İslâm Siyaset Düşüncesi, Çev. Ali Çaksu, İz Yayıncılık, İstanbul

1996, s.49.

429

99

otoritenin meşru olup olmamasından bahsedilmemesinin iki devlet başkanının imkânına kapı araladığına dair imasıdır. Hâlbuki ulu’l-emr olabilmek veya diğer bir deyimle ümmetin işlerinin naibi olabilmek için zaten meşru olmak gerekir. Meşruiyyeti olmayana itaat zorunluluğu bulunmamaktadır. Dolayısıyla ulu’l-emr vasfını itaati emrolunandan başkası yüklenemez.

Cüveynî ilke olarak aynı anda iki kişinin yönetimde olmasına karşı çıkmaktadır. Ancak iki devlet başkanı/imam arasında mesafenin olması durumunda konunun tartışılabilecek bir yön kazandığını ve kesin hüküm verilmiş alandan çıktığını belirtmektedir.430

O konuyu iki kısma ayırarak devlet başkanının (imamın) İslam coğrafyası üzerinde tasarrufunun kolay olması durumunda ikinci bir devlet başkanını caiz görmez. Devlet başkanlığından amaçlanan şey farklılaşan görüşlerin ve zihinlerin bir arada toplanmasıdır. Cüveynî’ye göre devlet başkanlığından amaçlanan birliğin sağlanması da ancak devlet başkanının tek olmasıyla mümkün olabilmektedir. İki devlet başkanının belirlenmesi ve her ikisinin de tüm İslam coğrafyasında hüküm sürmesi tartışmayı ve kaosu beraberinde getirecektir. Her birinin yetkisinin geçerli olduğu, sınırları belirli bölgelerde görev yapmaları şartıyla atanmaları da imametten beklenen ümmetin birliğini sağlayamamaktadır. Diğer bir deyişle imametle gerçekleştirilmek istenen maksatlardan biri olan birlik sağlanamayacaktır.431

Aksine ayrılık ve tefrika vucut bulacaktır. Cüveynî, İslam coğrafyasının tümünde bazı nedenlerden ötürü devlet başkanının oraya hâkim olamaması durumunda yöre halkının imam seçebileceğine dair bir görüş olduğunu aktarır.432

O, kelam alanında yazdığı Kitabü’l-İrşâd’ta kısaca toprakların tümünün hükmedilebilecek nitelikte olması durumunda tek devlet başkanı hakkında icma olduğunu aktarır. Ancak bölgelerin birbirinden uzakta olması durumu hakkında kesin hüküm olan bir husus olmadığını ve iki imamın imkânının tartışmaya açık olduğunu belirtir.433 Ancak Ğiyâsî adlı eserinde ise devlet başkanının (imam) hâkimiyet kuramadığı bölgedeki alan için emir seçebileceğini veya yine bu bölge insanlarının devlet başkanına (imama) bağlı olarak kendilerine emir seçebileceklerini ancak 430 Cüveynî, el-İrşâd, s.425. 431 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.320-323. 432 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.322. 433 Cüveynî, el-İrşâd, s.425.

100

bunun imam olarak adlandırılamayacağını ifade eder.434

Cüveynî konuyu her ne kadar fıkhın zannî alanına çekip tartışılabileceğine hükmetmişse de, tercihini tek devlet başkanından yana kullanmaktadır. O, devlet başkanının herhangi bir sebepten ötürü yönetemediği bölgedeki halkın kendileri yönetmek üzere seçtikleri kişinin meşruiyetini de devlet başkanına bağlanmalarıyla sınırlandırmıştır. Böylelikle devlet başkanlığından amaçlanan ümmetin birliği de gerçekleşmiş olacaktır.

Nevevî, bölgeler birbirinden uzakta olsalar bile aynı zaman diliminde iki imamın görev yapmasının caiz olmayacağına dair görüşü cumhurun görüşü olarak aktarır ve kendisinin de bu görüşte olduğunu belirtir.435

Şirbînî de imametin gerçekleştirmek istediği maksat olan ümmetin birliğinden hareket ederek iki devlet başkanının aynı anda caiz olmayacağını belirtir.436

Mâverdî döneminde Endülüs Emevilerine, Mısır’da Fatımîler’in hilâfetlerine, Büveyhî emirilerinin ülke üzerindeki nüfuzu ile Cüveynî ve Gazzâlî dönemindeki Selçuklu sultanlarına rağmen Şâfiî fakihler fiiliyatta ve gerçeklikte varolan ayrılığa cevaz vermemiş ilke olarak tek devlet başkanı hükmünü korumaya çalışmışlardır. Tüm bunlardan yola çıkarak birkaç devlet başkanının (imamın, halifenin) olması durumunda bunlardan ancak birinin bireyler üzerinde egemen olma hakkının olduğu diğerlerinin ise meşruiyetinin ve bireyler üzerinde tasarruf salahiyetlerinin olmadığı sonucunu çıkarabiliriz.