• Sonuç bulunamadı

IV. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR

1.2. DEVLET İDARESİNİN OLUŞUM VE MEŞRUİYYETİNDE BİREY

1.2.3. Devlet Başkanının Niyabeti ve Niyabet Kaynağı Olarak Birey

1.2.4.3. Ümmete Niyabet

Temsiliyet çerçevesinde devlet başkanının temsil ettiği bir diğer taraf ümmettir. Cüveynî, devlet başkanının ümmetin naibi olduğunu belirtmektedir.322 Dolayısıyla devlet başkanı müslümanların yerine getirmeleri gereken görevler itibariyle ümmeti bir bütün olarak temsil eder. Ümmetin sorumluluğunda olan hükümleri ümmet adına onun naibi olarak devlet başkanı yerine getirmektedir. Görev ve sorumluluk aslen ümmete ait olup devlet başkanı burada niyabeten görevlendirilmekte ve sorumluluk yüklenmektedir. Devlet başkanının icra ettiği görevlerin aslen ümmete ait olduğuna dair Cüveynî’nin belirttiği iki örneği zikretmek istiyoruz:

Örnek 1. Cüveynî, devlet başkanının (imam) her hangi bir sebepten ötürü

muhtaçların ihtiyaçlarını karşılayamaması durumunda sorumluluğun ümmette ait olduğunu ifade etmektedir.323

Sorumluluğun ümmete rucu etmesi devlet başkanının ümmet adına bu görevi üstlendiğini göstermektedir. Vekâlet sistemi içerisinde de vekilin yetersiz kaldığı durumda iş müvekkile dönmektedir. Burada da vekil olarak devlet başkanı yetersiz kalmış sorumluluk asıl taraf olan ümmete dönmüştür.

Örnek 2. Cüveynî, devlet başkanının (imam), hazinede mal bulunmaması ve

devletin askerî anlamdaki ihtiyaçlarının karşılanması gerektiği durumlarında toplumun zenginlerinden zenginlik ve ihtiyaç fazlası mal alabileceği görüşünü savunurken, cihadın tüm müslümanlara farz oluşundan hareket etmektedir.324

Devletin toplumun zenginlerinden ihtiyaç fazlasını talep edebilmesi aslen ümmetin sorumluluğunda olan bir görevi (cihat ve savunma) devlet başkanının onlar adına yüklenmesinden kaynaklanmaktadır.

322 Cüveynî, Devlet başkanının (imamın) Ümmetin tümünün naibi olduğunu söylemektedir. el-Ğiyâsî,

s.325.

323 Cüveynî, el-Ğiyâsî, s.363. 324

75

Devlet başkanı ile ümmet arasındaki niyabet ilişkisini açıklayan bir diğer husus imamet akdidir.325 Tüm akidlerde olduğu gibi bu akitte de taraflar ve akdin mahalli bulunmaktadır. Akdin tarafları Mâverdî’nin ifadesiyle seçenler ve seçilenlerdir.326 Devlet başkanını seçenler ümmet adına ehlü’l-hal ve’l-‘akd’tir. Seçilenler ise ümmet içerisinde imamet şartını taşıyanlardır.327

İmamet akdinin konusu ise Mâverdî’nin imamet tanımında328 geçen “dinin korunması ve dünya

işlerinin yürütülmesi”dir.329

Ümmet, temsilcileri olan ehlü’l-hal ve’l-‘akd vasıtasıyla kendilerinin din ve dünya işlerinde tasarruf sahibi olacak birisini seçmektedirler. Seçen ve seçileninin olduğu bu akit devlet başkanını belirleme yöntemlerinden birincisi olan seçimdir330 ve özünde rıza ve ihtiyar bulunmaktadır.331

Şâfiî kaynaklarında devlet başkanlığının Peygamberle ilişkisi “halef”, ümmet ile ilişkisi ise “naib” kavramı ile ifade edilmektedir. Mâverdî el-Ahkâmü’s-Sultaniyye adlı eserinin imamet tanımında “Peygambere halef olarak”332

ifadesini kullanır. O aynı eserinin başka bir yerinde ise “...halifenin müslümanlara naib olması” ifadesini kullanır.333

Bu şekildeki kullanım çeşitliliğinden Şâfiî fakihlerin devlet başkanlığını hem peygambere hem de ümmete nispet ettiklerini anlıyoruz. Ancak bu nispet kendi içerisinde çelişkiye sebep olmamaktadır. Çünkü devlet başkanlığının hem Peygamberin hem de ümmetin naibi olmasında hukukî bir engel bulunmamaktadır. Vekâlet sisteminde bir kişi birden fazla kişiye niyabet edebilmektedir. Bu iki niyabette halef ve niyabet kelimelerinin seçilmesi anlamlıdır. Niyabet veya vekalet

325 İmamet akdi olarak isimlendirmesi için bk. Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.15; 28; Şirbînî,

Muğni’l-Muhtâc, IV, s.168; Ahmed b. Muhammed b. Ali b. Hacer Heytemî, Tuhfetü’l-Muhtâc fi Şerhî’l-Minhâc, Dâru İhyâ Turasi’l-Arabî, Beyrut 1983, IX, s.75.

326 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.17. 327 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.17. 328 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.15. 329 Beyâtî, en-Nizâmü’s-Siyâsî, s.224.

330 Abdülkerim b. Muhammed b. Abdülkerim Ebu’l-Kasım er-Rafi‘î, el-‘Azîz Şerhu’l-Vecîz, tahk.

Ali Muhammed ‘Avde-‘Adil Ahmed ‘Abdülmevcud, Dârü'l-Kütübi’l-İlmiyye, 1997, XI, s.72.

331 Bk. Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, 28. İmamın belirlenme yöntemlerinden seçimin dışında

veliahd bırakma ile zorla başkanlığı ele geçirme şeklinde iki şekli daha bulunmaktadır (Rafi‘î, el-

‘Azîz, XI, s.73-75).“Hükümetin meşruiyeti” başlığında detaylı olarak ele alacağımız üzere belli

şartların gerçekleşmesi ile bu iki yöntem ile de imamet akdi gerçekleşmektedir. Özünde rıza ve ihtiyarın olduğu imamet akdinin biat dışındaki yöntemlerde rıza ve ihtiyarın eksik olacağından bu şekilde göreve gelen devlet başkanın Ümmete niyabetinin tam sağlanamaycağı/eksik olacağı şeklinde bir eleştiri gelebilir.

332 Mâverdî, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.15. 333

76

tarafların onayını gerektirir. Hz. Peygamber’in kendisinden sonra kendisine vekalet edecek birisini bırakmamasından ötürü ona vekil anlamda bir tabir kullanılmamıştır. Ancak halef ardıl anlamı taşımakta ve fıkhi anlamda vekalet akdini de gerektirmemektedir.334

Devlet başkanının üstlendiği niyabete bakıldığında aslında birbirinden farklılaşan görevler üstlendiği anlaşılır. Devlet başkanının Peygamber’in halefi olarak tanımlanması Peygamber gibi ümmete başkanlık etme olarak anlaşılmalıdır. Peygamber’in ümmete başkanlık ederken Peygamberlik (vahiy alma) dışındaki diğer tüm görevler, Peygamberin şahsında ümmete yüklenilen görevlerdir. Peygamberin bu görevi ilk üstlenen ve en iyi yerine getiren kusursuz model olması fakihlerin bu makamı onunla ilişkilendirme ihtiyacı hissetmelerine sebep olmuş olabilir. Bunun yanında Peygamberle ilişkilendirerek devlet başkanlığı görevini icra edenlere üstlendikleri görevin yüceliği hususunda farkındalık oluşturmak istemiş olabilirler. Nitekim Şirbînî, imamet tanımı yaptıktan sonra “ne yüce bir mertebe” ifadeleriyle devlet başkanlığının önemine vurgu yapmıştır.335

Sonuç olarak Peygamber’e halef ve ümmete naib ile “ümmetin naibi olarak Peygamber gibi dinin korunması ve dünya işlerinin yürütülmesi” şeklinde iki niyabeti bir zeminde toplayan bir yorum getirilebilir. Birsin de Peygambere halef ile “siyasal iktidara felsefî meşruiyet

kazandıran, siyasal ve hukukî bakımdan sınırlayan, ve tarihsel köken oluşturan bir ilke ” şeklinde üç açıdan değerlendirilebileceğini belirtmektedir.336

Beyâtî, devlet başkanlığının Allah’a, Peygambere ve ümmete niyabetine ilişkin görüşleri aktardıktan sonra görüşler arasında uzlaşmacı yol izleyerek ihitilafın lafzî olduğunu belirtir. Ona göre Allaha, Resule veya ümmete niyabetten kastedilenin aynı zamanda biat akdinin konusu olan “Allah şeriatının” uygulayıcısı konusunda devlet başkanının naib oluşu kastedilmektedir.337

Ancak “Allah’ın şeriatının uygulayıcısı konumunda naib” olmak hususunda devlet başkanının Allah’a naib olarak görülmesi kısmına katılmıyoruz. Burada uygulayıcı olmak aynı zamanda

334 Halef ve vekalet kavramının seçilmesine dair değerlendirme için bk. Birsin, Maverdî’nin Devlet

Anlayışı, 198-199.

335 Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, IV, s.168. 336 Birsin, Maverdî’nin Devlet Anlayışı, 203. 337

77

peygambere ve ümmete yönelik bir görevi hatırlatmaktadır. Bu manada şeriatın uygulanmasını isteyen taraf olması açısından Allah’a görev isnad edip onun yerine bu görevi yerine getirecek bir makam ihdas etmenin doğru olmadığı kanaatindeyiz.

Diğer bir yoruma göre ise ümmetin tamamı Peygamber’in vahiy dışındaki yetki ve otoritesine sahiptir. Ümmet devraldığı Peygamber otoritesini kendi içindeki müçtehidler vasıtasıyla kullanmaktadır.338

Şer‘i hükümlerin icrasında (devletin yerine getirdiği kifayi farzlar) Peygamber merkeze yerleştirilmiştir. Hâlbuki şer‘î hükümlere muhataplık hususunda ümmet ile Peygamber arasında bir ayrım yoktur. Bu yaklaşım esasında Peygamberin masumiyetinin kim tarafından temsil edildiği fikri üzerine kurulmuştur. Şia’nın aksine masumiyetin, masum imamlar tarafından değil, ümmetin tümü tarafından temsil edildiğine inanılmaktadır. Ümmet içerisindeki müçtehitlerin icması söz konusu temsiliyeti pratik sonuca bağlamaktadır. Bu yoruma göre Peygamber-ümmet-devlet başkanı üçlemesinde niyabet merkezi olarak Peygamber gösterilmektedir.

Devlet başkanlığının kaynağı itibariyle niyabî olmasının pratikte bazı sonuçları bulunmaktadır. Örnek olarak gayri müslim birisinin bu göreve atanamamasını gösterebiliriz. O, Müslüman olmadığı için ne Resulün ne de Müslümanların mümessili olabilir. Aynı şekilde devlet başkanı da onların naibi değildir. Diğer bir deyişle gayrı müslimler ne ümmeti temsil edebilirler ne de devlet başkanlığında temsil edilirler. Mesela İmam Şâfiî’ye göre Müslüman bir hâkim velisi olmayan kâfir bir kadını evlendirebilir. Bunu yaparken de onun velisi olarak nikâha müdâhil olamaz. Çünkü din ayrılığı velayete engeldir. Ancak kızı evlendirebiliyor olması hâkim’in kız hususunda verdiği bir hüküm/karar olarak değerlendirmektedir.339

Hanbelî fakih İbn Kudâme’ye (öl. 682/1283) göre ise devlet başkanı kadına “velisi olmayanın velisi sultandır.” hadisi340

gereği velayet eder.341 Devlet başkanının

338

Yunus Apaydın bu yorumu Ehli Sünnet ve Mutezile’nin bakışı olarak sunmaktadır. “İslâm-Devlet İlişkisi”, Üçüncü 1000’e Girerken İslâm Kutlu Doğum Sempozyumu-2000, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2005, s.134.

339 Şâfiî, el-Ümm, VI, 39; s.147.

340 Hadis için bk. Malik, Muvatta el-İmâm el-Mâlik, Vizâretü’l-Evkâf el-Meclisü’l-‘Elâ li’ş-Şüuni’l-

78

genel velayeti sadece Müslümanlar üzerinde değildir. Onun velayeti devletin tüm vatandaşları üzerinedir. Devletin vatandaşı olan zimmîleri de kapsamaktadır. İbn Kudâme devlet başkanının yetkisinin kapsayıcılığından dolayı zimmî bir kadını evlendirebildiğini belirtir.342

İmam Şâfiî din ayrılığının velâyete engel oluşu kaidesine binaen devletin zimmî kadını evlendirebilme yetkisini velayet ile değil hüküm ile açıklamaktadır. Velisiz zimmî kadın devletin gerekli yargı merciine başvurabilir. Hakim de böylesi bir kadın hakkında karar verme yetkisini kullanarak kadın hakkında hüküm verebilmektedir. Bu hüküm devlet başkanının İbn Kudâme’nin iddia ettiği gibi kendinden sadır olan bir yetkisinden doğmamaktadır. Yetki hariçten kadının devletin vereceği hükme rıza anlamı taşıyan başvurusuyla meydana gelmektedir. İmam Şâfiî ile İbn Kudâme arasındaki bu anlayış farkının tezahürü olarak devletin velayetinin ülke içinde yaşayan tüm vatandaşları kapsayıp kapsamadığı problemini doğurmaktadır. İbn Kudâme açıkça kapsadığını belirtmektedir.343 İmam Şâfiî’nin ifadeleri ise kapsamadığını göstermektedir.344

Devlet başkanlığı makamının niyabî oluşu hükümet mekanizmasının oluşumunda da kendisini göstermektedir. Diğer bir deyişle hükümet, sahip olduğu yetkinin devrinde olduğu gibi kendi yapısının teşekkülü ve işleyişi de niyabîdir (vekâlet, velâyet). Devlet başkanı âmme velâyetine sahip olup kamunun tümü üzerinde yetkilidir. Diğer görevliler ise bu velayetin ancak bir kısmına sahiptirler. Diğer memurların sahip olduğu bu velayet devlet başkanı tarafından kendilerine tevkil edilmektedir.345 Devlet başkanı ülke yönetiminde kendisine yardımcı olmak üzere idari, yargı, askeri ve diğer alanlarda görevlendirmelerde bulunabilmektedir. Nitekim Mâverdî, ümmetin işlerinin tümünün devlet başkanı tarafından yerine getirilmesinin güç olduğunu ve bu görevleri ancak kendisine niyabet edecek görevliler ile yerine getirebileceğini belirtir.346

Bunun ötesinde Nevevî devlet

341 Şâfiî, el-Ümm, VI, s.39; 147; Ebü’l-Ferec Şemsüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Ahmed el-

Makdisî İbn Kudâme, el-Muğnî, tahk. Abdullah b. Abdü’l-Mühsin et-Türkî-Abdü’l-Fetteah Muhammed, Dârü ‘Alemi’l-Kütüb, Riyâd 1997, IX, s.378.

342 İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, s.378. 343 İbn Kudâme, el-Muğnî, IX, s.378. 344 Şâfiî, el-Ümm, VI, s.39; 147.

345 Bk. Özçelik, İslam Âmme Hukukunun Nazarî Esasları, s.66. 346

79

başkanının adli makamlara görevli tayin etmesini gerekli/vacip görmektedir.347

Bu görevlendirmeler ise Mâverdî’nin belirttiği gibi niyabet sistemi içerisinde muhatabı şifahî olarak (sarahaten veya kinaî lafızlarla) görevlendirmesi, gıyabi olanı ise şahitle beraber görevlendirildiğine dair yazı ile gerçekleşmektedir.348

Hükümetin yapısının niyabete dayandığına dair kaynaklarda devlet başkanının, devletin alt kademesindekilerini vekâlet ile görevlendirme yaptığına dair cezaların infazındaki görevlendirmeyi zikredebiliriz. Nevevî “kazif haddi ve kısas

gibi insan haklarına yönelik işlenen suçların cezalandırılmasında vekâlet cazidir.”349

diyerek bu alandaki görevlendirmelerin niyabete dayandığını belirtmektedir. Şirbînî ise Nevevî’nin bu cümlesinden Allah haklarına yönelik işlenen suçların ifasında vekâletin caiz olmadığı anlaşılsa bile işin özünün devlet başkanının (imam) Allah hakları konusunda da vekil tayin edebileceğini belirtir.350

Bu ifadelerden Allah ve kul haklarına ilişkin cezaların infazında devlet başkanın vekâlet sistemini kullanarak görevlendirmelerde bulunabileceği anlaşılmaktadır.

Halife veya imam olarak isimlendirilen devlet başkanının riyaset ettiği hükümet, kendi içerisinde niyabet usulüyle hiyerarşik bir sisteme351

sahiptir. Devlet başkanı haricindeki diğer görevlilerde devlet başkanında aranan nesep hariç diğer şartlar, farklı görev posizyonlarda esneme kaydıyla aranmaktadır.352

İbn Hacer (öl.

347 Nevevî, Ravda, VIII, s.106.

348 Mâverdî kadı ile diğer görevlendirmelerde kullanılan sarih lafızların şu dört tane olduğunu söyler:

seni atadım, seni görevlendirdim, seni halife olarak belirledim, sana niyabet verdim. Kinaî lafızlar ise örneğin sana güvendim, sana dayandım, seni vekil kıldım gibi lafızlardır. el-Ahkâmü’s-

Sultâniyye, s.117.

349

Nevevî, Minhâc, II, s.286.

350Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, II, s.286.

351 Hükümet hiyerarşisi içerisinde yetki ve alanlarının sınırına göre dörtlü bir sınıflandırma

yapılmıştır:

1. Genelin işlerinde ‘âmm velayeti olanlar. Bu gurup içerisinde vezirler yer almaktadır. Vezirler devlet başkanının işlerini yürütmede herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamışlardır.

2. Hassın (sınırlı bir alanın) işlerinde ‘âmm velayeti olanlar. Bu gurup içerisinde belde ve iklimlerin (bölgelerin) emirleri yer almaktadır. Yetkileri genel olmakla beraber bu yetki sınırlı bir alanda geçerlidir.

3. Genelin işlerinde velayeti hass olanlar. Bu gurup içerisinde kadı’l-kudat ve nakibü’l-ceyş yer alır. 4. Bir bölgenin kadısı gibi hassın işlerinde velayeti hass olanlar. (Ebu Ya‘lâ Muhammed b. Hüseyin

b. Muhammed b. Halef el-Ferrâ‘, el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, tash. Muhammed Hamid el-Fıkî, Dârü'l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, s.28).

352 Örneğin İmam Şâfiî savaşta atanacak valinin (ordu komutanın) özellikleri hakkında şunları

zikreder: Dinde sika olmak, cesur olmak, savaş hususunda akıllı ve basiretli olmak, sabırlı olup, telaşlı olmamak, Müslümanların helâk olacağı bir emri vermeyecek birisi olmak. (Şâfiî, el-Ümm,

80

852/1449), devlet başkanının/imamü’l-uzmanın habeşî bir köleyi emir olarak atadığı takdirde bu emire itaat edilmesi gerektiğini ifade etmekle beraber aynı zamanda habeşî bir kölenin devlet başkanı olamayacağını belirtir.353

Böylelikle İbn Hacer, devlet başkanlığı ile hükümetin diğer organları arasında mahiyet farkına vurgu yapmaktadır. Bunun dışında hükümet sistematiği içinde düşündüğümüzde bir beldede iki devlet başkanı olmazken bir şehirde iki emir görevlendirilebilmektedir.354

Hükümetin iç işleyişi vekâlete dayandığı gibi bireylerle ilişkilerinde yetkisini kullanırken niyabetin diğer bir türü olan veli olarak ta hareket etmektedir. Velayet hükümetin mahiyetinde olan bir yetkidir. Diğer bir deyişle devletin velayeti mahiyetinin bir gereğidir. Istılah anlamı itibari ile sözün istesin ya da istemesin başkası üzerindeki nüfuzu olarak tanımlanan velayet, has ve âmm velayet şeklinde iki kısımda değerlendirilmiştir. Has velayet belirli şahıslar üzerinde olan velayettir. Âmm velayet ise kadı veya emiri’l-müminin gibi yetkililerin belirli olmayan şahıslar

V, s.390) Kâtiplerin vasıfları: Adil olmaları, şahitliği geçerli olmaları, akıllı olmaları, kandırılmayacak yapıda olmaları, anlama hususunda cehaletten gelmeyen bir istekte olmaları, temiz ve tamahtan uzak olmaları. (Şâfî, el-Ümm, VII, s.522) Kassamın (terikenin yazım ve taksimini yapan memur) vasıfları: Kâtibinki gibidir. Adil, şahitliği geçerli, güvenilir, hesabı bilen, en azından kandırılacak cahil ve ahmak ile tamahkar olmayan biri olması gerekir. . (Şâfiî, el-

Ümm, VII, s.522) İmam Şâfiî hükümet kademelerinde görevlendirileceklerin o posizyona uygun vasıfları taşıması gerektiğine dikkat çekmektedir. Aynı zamanda devletin kurucu unsuru olmayan ama zimmet akdiyle bağlı olan zimmîlerin çeşitli mevkilerde görevlendirilmelerine Müslümanlara zillet endişesinden dolayı uygun karşılamadığını belirtmektedir. (Şâfiî, el-Ümm, VII, s.522) Zimmî’nin hükümet teşkilatında görev almasıyla alakalı endişeler genellikle güven ve Ümmetin acz ve zilleti kapsamında değerlendirilmiştir. Diğer yandan hükümetin mahiyeti itibariyle niyabet sistemi içerisinde işlediğini düşündüğümüzde zimmîler için düşünülen makamların karar verme değil uygulamaya dönük işler olduğu görülür. Mâverdî zimmî’nin bu çerçevede tenfiz vezaretinde görevlendirilebileceğini belirtmektedir. (el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.69) Ona göre tenfiz vezaretinin yetkisi daha zayıf, şartları daha azdır. Tenfiz vezaretinde bulunanın idareciliği devlet başkanının/imamın görüş ve idaresi ile sınırlıdır. Müstakil veya kendi başına karar veren bir makam değildir. (el-Ahkâmü’s-Sultâniyye, s.56) Hükümet’in İslamî görüntüsü yanında aynı şekilde erkek merkezli bir oluşum olduğunu da görüyoruz. Devlet başkanının erkek olması gerektiği hususunda Cüveynî şu ifadeyi sarf etmektedir: “Şehadetinin caiz olduğu konularda kadının kâdı olabileceği tartışmalı ise de kadının devlet başkanı/imam olamayacağı hususunda (âlimler) icma etmişlerdir.” (Kitabü’l-İrşâd ilâ Kavâti‘i’l-Edilleti fî Usûli’l-İ‘tikâd, tahk. Muhammed Yusuf Musa-Ali Abdülmün‘im Abdü’l-Hamid, Mektebetü’l-Hancî, Mısır 1950,

s.426) Bayanın kadı olarak görevlendirilmesi de devlet başkanı gibi kabul görmemiştir. (Nevevî,

Ravdatü’t-Tâlibîn,VIII,s.83) Bunun için dayanılan gerekçe “kadının işlerini üstlendiği kavim

iflah olmaz” hadisidir. (Buhârî, Sahihü’l-Buhârî, Kitâbü’l-Megâzî, 82; Kitâbü’l-Fiten,18).

353 Askalânî, Fethü’l-Bârî, XIII, s.127.

354 Askalânî H.z Peygamber’in Yemen’e Ebu Musa’yı ve Muaz b. Cebel’i görevlendirdiğine dair

rivayetten bir şehrin iki emir arasında görevlendirme itibariyle paylaştırılabileceği sonucunu çıkarmaktadır. Fethü’l-Bârî, XII, s.275.

81

üzerindeki velayetidir.355 Mâverdî ise hüküm, akit ve akrabalıktan dolayı oluşan üç tür velayetten bahsetmektedir. Hüküm velayeti âmm ve has olmak üzere ikiye ayrılır. Âmm velayet devlet başkanının/imamın velayeti, hass velayet ise kâdının velayetidir. Akitten doğan velayet ise canlının velayetidir. Vekâlette müvekkilin ölmesiyle akit sona erer. Nesepten doğan velayet ise küçük çocuk üzerindeki baba ve dededen oluşan usulun velayeti olan hass velayet ile asabenin356

velayeti olan genel velayet olmak üzere ikiye ayrılır.357

Görüldüğü üzere hükümetin velayetini Mâverdî hüküm velayeti olarak nitelemektedir. Burada hükümetin, hüküm velayetine dair kaynaklarımızda geçen biri âmm diğeri hass velayete dair iki örnek aktaracağız.

Örnek 1. İmam Şâfiî’ye göre velisinin izni olmadan evlenen kadının nikâhı

geçerli değildir.358

Böyle bir yetkiye sahip olan veli yetkisini kötüye kullanması durumunda kızın mağdur edilmemesi için devlet başkanı (sultan) devreye girmektedir. Devlet başkanı (sultan) veliye kızını evlendirmesi emrinde bulunur. Evlendirmemesi durumunda devlet başkanı (sultan) kızı ya kendisi evlendirir, ya da başka bir veliyi kızı evlendirmesi için vekil tayin eder.359

Örnek 2. Kâdı kendi yetki sahasındaki kimsesizlerin velisidir. Söz konusu

velayet Peygamber’in “velisi olmayanın velisi sultandır.” hadisine dayanmaktadır. Şirbînî, küçük çocuğun mallarında tasarruf yetkisi olanları sıralarken en sonunda kâdı’yı (sultanı temsilen) zikreder. Çocuğun bir beldede mallarının ise başka bir beldede bulunması durumunda mallarının bulunduğu yerdeki kâdı, çocuğun malları üzerindeki yetkisi gaibin velayeti kapsamında sadece koruma ile sınırlıdır. Malların ticarî olarak değerlendirilmesi yetkisi çocuğun bulunduğu beldedeki kâdıya aittir. Çünkü bu kâdı çocuğun hem nikâhının hem de mallarının velisidir.360

355

Muhammed Revas Kal‘acî-Hamid Sadık Kuneybî, M‘ucemu Luğati’l-Fukahâ, İkinci Baskı, Darü’n-Nefâis, 1988, I, s.510.

356 Mirasta pay sahipleriyle bulunduğunda onlardan arta kalanı alan veya onlardan kimsenin

bulunmadığı zaman terikenin tümünü alan kimselerdir.(Mustafâ el-Buğâ- Mustafâ el-Hen-Şeyh Ali eş-Şerbecî, el-Fıkhü’l-Menhecî ‘alâ Mezhebi’l-İmami’ş-Şâfiî, Dârü’l-Mustafâ, Dımeşk 2010, s.526).

357 Mâverdî, el-Hâvi’l-Kebîr, VIII, s.340. 358 Şâfiî, el-Ümm, VI, s.35.

359 Şâfiî, el-Ümm, VI, s.35; VI, 427. 360

82

Bu iki örnekten de anlaşıldığına göre devlet bireylerle ilişkisinde veli olarak da hareket etmektedir. Devlet gerektiğinde bireylerin velisi olarak yetkisini kullanabilmektedir. Birinci örnekte velisi tarafından evlendirilmeyerek mağdur edilen kız üzerinde devlet onun yine velisi olarak müdâhil olurken ikinci örnekte kimsesiz bir çocuğun malları üzerinde veli olarak müdâhil olmaktadır. Sonuç olarak devlet birey ilişkisinde en önemli husus olarak devleti yöneten hükümetin bir bütün olarak ümmetin naibi olduğunu ve buna dayalı olarak onlar üzerinde yetkili olup tasarrufta bulunabildiğini ifade etmek mümkündür.