• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: BÖLGE KAVRAMI VE BÖLGESEL KALKINMA YAKLAŞIMI

1.6. BÖLGESEL BÜYÜME MODELLERİ VE BÖLGESEL KALKINMA

1.6.1. Bölgesel Büyüme Modelleri

1.6.1.3. İçsel Büyüme Modelleri

İçsel büyüme modellerinin temelleri Romer (1986) ve Lucas (1988) tarafından ortaya atılmıştır ve ekonomik büyümeyi Neoklasik modelde olduğu gibi piyasa mekanizmasının denetimi altında olmayan dışsal teknolojik gelişmeler yerine, piyasaların kendi dinamikleri içinde faaliyet gösteren ekonomik güçlerin, içsel olarak belirlediğini kabul etmektedir (Grossman ve Helpman 1994: 27; Ehrlich, 1990:3). Buna göre içsel büyüme modeli büyümenin gerçekte içsel bir süreç olduğunu ileri sürmektedir. Bununla birlikte, ülkeler (bölgeler) arasındaki kalkınma farklılıkları, teorik olarak, ülkelerin (bölgelerin) kendi koşullarına bağımlı olması ile açıklanmaktadır. Bu teorilerde büyümenin kaynağı olarak, fiziki sermayeye, beşeri sermayeye ve kamusal sermayeye yatırım, öğrenerek yapma, işgücünün dağılımı, araştırma ve teknolojik buluşlar gibi faktörler gösterilmektedir (Romer, 1994: 16). Bu faktörler Adam Smith’den (1776) bu yana tanımlanıyor olsa da, içsel teorilerde formüllerle gösterilerek, etkileri daha açık anlatılmaya çalışılmıştır. Neoklasik modelin tersine, içsel büyüme

modeli, sermaye için ölçeğe göre artan yada sabit getirilerin bulunmasına dayanmaktadır (Ezcurra vd., 2007:402).

Neoklasik büyüme modeli, artığın (gA) ölçülmesi konusunda ilerleyen çalışmalar üzerinde oldukça etkili olmuştur. Fakat genel olarak iki konuyla ilgili eleştiri almıştır.

İlk olarak ekonomik büyümeyi sadece nüfusun (ya da işgücünün) büyümesi ile açıklanması yetersiz görünmektedir. Bu tarif, ekonomik birimlerin faktör verimliliğinin ve dolayısıyla üretimin etkinliğini arttırmak için harcadıkları Ar-Ge çabalarını göz ardı etmektedir. İçsel büyüme modeli, beşeri ya da fiziki sermaye yatırımlarıyla ilgili belirli varsayımlara dayanarak ve uzun dönem büyüme oranlarını içselleştiren modeller geliştirerek, Neoklasik teorideki bazı problemleri düzeltmeye çalışmaktadır (Martin ve Sunley, 1998:207). Bu nedenle, Arrow (1962) ile başlayarak ve seksenli yılların ortalarına doğru devam eden çalışmalarla ekonomistler bu boşluğu doldurmaya ve toplam faktör verimliliğini içsel olarak gelişmesini modellemeye çalışmışlardır.

Temel olarak bu teknoloji düzeyi’nin (A) dinamiklerini modellenmesidir. Bu konuda iki farklı yaklaşımı birbirinden ayırt etmek oldukça faydalıdır; buna göre ürün aracılığıyla toplam faktör verimliliğinin artışının modellenmesi ve uluslararası bir yöntem olarak toplam faktör verimliliğini artması ele alınmaktadır. Her iki modelde de genel olarak sıfır maliyetle diğer firmalardan bilginin yayıldığı varsayılmaktadır (Keilbach, 2000:9). İlk yaklaşımda, Arrow (1962) yaparak öğrenme kavramını üretim teorisi çatısı altında incelemiş ve daha sonra bu yaklaşım Romer (1986) tarafından geliştirilmiştir. Romer’in varsaydığı üretim fonksiyonu şu şekildedir: Y =i h(wi,W,xi)

Burada wi ve xi firmaya özgü girdilerdir (wi i firması tarafından kullanılan bilgi stoğudur), W kısmen gizli tutulabilen ve patenti alınamayan bilgi stoğudur. Bu nedenle bu bilgi kısmen bütün firmalar arasında dağılacaktır. Yaparak öğrenme yaklaşımının varsayımı, yatırım ve sermaye mallarının kullanımı, bir makinenin kullanılması ve geliştirmesi gibi bir bilgiyi oluşturmaktadır. Böylece bilgi sermayeye bağlıdır. Bu yöntemin basit bir tanımlanması

=

=

N i

wi

W

1

’dir. N firma sayısıdır. Eğer bütün wi’ler aynı miktarda kullanılırsa Romer’in üretim fonksiyonu Y =i h(wi,Nw ,xi)haline gelecektir. Buna göre elde edilen denklem ‘büyüme denklemi’ şu şekildedir:

w K

Y g N g

g =α +(1+ )(1−α) Bu durumda sağ taraftaki toplam birden büyüktür ve ekonominin büyümesi hızlanacaktır. Bu yaklaşımda içsel olarak teknolojik bilginin

büyümenin ilk defa modellenmiştir. İkinci tip içsel büyüme literatüründe insan sermayenin rolü ve araştırma ve geliştirme açıkça dikkate alınmaktadır.

İkinci yaklaşımın hipotezi, ekonomik birimler bu faaliyetten bir kazanç sağladıkları takdirde araştırma yapacakları temeline dayanmaktadır. Ar-Ge faaliyetlerinin ekonomik birimlere yeni bir bilgi ya da plan olarak gelir getirmesi, bu malların tüketilmesinde ekonomik birimler arasında rekabet yaratmaktadır. Tabi ki yüksek maliyetli Ar-Ge işlemlerinden elde edilen projeler diğer firmalar tarafından hemen kullanılırsa firmalar Ar-Ge faaliyetleri için daha fazla yatırım yapmak istemeyecektir. Bunu önlemek için Ar-Ge üreten firmalar diğer firmalara karşı patent kanunu gibi etkili yöntemler kullanmaktadır. Fakat bu tip yöntemler de tam olarak etkili olamamakta, diğer firmalar kendi gelişmeleri için bu fikirlerin bir kısmını ya da temel düşüncesini kullanmaktadır.

Böylece, Ar-Ge ya da üretim rekabet edemeyecek ve sadece bir kısmı bu benzerliğin dışında kendine özgü olacaktır. Bu nedenle Ar-Ge kamu malı özelliği taşımakta ve üretim fonksiyonuna eklendiğinde fonksiyonu dış bükey yapmaktadır.

Bu model Romer (1996) tarafından ortaya konulmuştur ve Lucas (1988), Romer (1990), Grossman ve Helpman (1991) ve Aghion ve Howitt (1992) tarafından geliştirilen modelleri özetlemektedir. i bölgesinin ekonomisini mal üreten bir sektör ve araştırma ve geliştirme (Ar-Ge)’ye bağlı sektör olmak üzere iki şekilde tanımlandığı varsayılmaktadır. Aynı zamanda t zamanında, çıktının üretiminin Cobb-Douglas üretim fonksiyonu tarafından modellendiği varsayılmaktadır.

Yt =[φKKt]α[AtφLLt]1α ,

(

α,φK,φL

)

[ ]

0,1 (1.18)

K sermaye, L işgücü, A Y’nin üretiminde kullanılan teknoloji düzeyidir. α ve )

1

( −α terimleri üretimin esnekliklerini ve φi mal üreten sektörde kullanılan faktörlerin bir bölümünü göstermektedir. φi =1için işgücünün teknik değişimi arttırması ile Harrod nötr fonksiyon Cobb-Douglas üretim fonksiyonuna dönüşmektedir (Klump ve Preissler, 2000:43). Malların üretilmesinde, Ar-Ge’deki çıktı K, L ve A’nın kullanılmasına bağlıdır. Fakat fikirlerin ya da projelerin üretildiği Ar-Ge sektöründe durum oldukça farklıdır. Stoklar tüketimle erimemektedir. Bu nedenle, sektörde sadece var olan teknoloji düzeyinin arttırabilmektedir. Bu durum için aşağıdaki açıklama uygun olmaktadır.

( )

[

1

] [ (

1

) ]

,

(

, ,

)

[ ]

0,1

= t φK t β φL t γ tθ δA t β γ θ

t B K L A A

A& (1.19)

Bt t zamanında Ar-Ge sektöründeki teknoloji düzeyini göstermektedir. Denklem ölçeğe göre sabit getiriye göre kısıtlı değildir, örneğin bütün faktörler λ arttırıldığında Ar-Ge’deki çıktı λ(β+γ+θ) kadar artar. Bunun yerine Ar-Ge’de

(

β +γ +θ

)

>1 olması yani oransal olarak çıktının daha fazla artması daha mantıklıdır. Kişi başına düşen sermayenin bölgesel büyüme oranı şu denklemden elde edilmektedir.

( ) ( ) dinamiklerinden elde ederek tespit edilebilir. Zincir kuralı kullanılarak aşağıdaki denklemler elde edilir. (1.21)’dag&A =0 olarak göstermektedir (Keilbach, 2000:9–12).

İçsel büyüme teorisi, bilginin içsel olarak toplanmasını ya yapılmış bir yöntem sonucu ya da bir ürün aracılığıyla hesaba katılması şeklinde modellemektedir. İçsel büyüme teorisi genellikle zaman içinde biriken dinamik etkilerle ilgilidir ve içsel büyümenin biçimsel modellenmesindeki odak noktası genellikle ulusal düzeydedir.

Birçok teorisyene göre içsel büyüme teorisi tarafından varsayılan etkiler ve yayılmalar daha çok coğrafik olarak yoğunlaşmış bölgelerde meydana gelmektedir (Martin ve Sunley, 1998:208). Bölgenin fazla sayıda olması durumunda ortaya çıkan soru, bilginin sadece yerel olarak mı ya da global olarak mı elde edilip edilmeyeceğidir yani komşu bölgelerden bilginin dağılıp dağılmayacağıdır. Lucas (1988) aynı sanayideki insanlar

arasındaki öğrenme ile ilgili yayılmalar için en büyük fırsatın üretimin yoğunlaştığı kentler ya da bölgeler olduğunu belirtmiştir. Buna göre bilgi akımı ve teknolojik dışsallıklar coğrafik olarak yakın bölgelerde meydana gelmektedir (Grossman vd., 1994:39).

Yaparak öğrenme yaklaşımına göre ise, öğrenme sermaye stoğu ya da işgücü stoğuna (ya da büyümesine) bağlıdır. Buna göre öğrenerek yapma, işgücünün verimliliği ve dolayısıyla ücretlerle arttırmaktadır. Aynı zamanda yaparak öğrenme yaklaşımı içindeki ‘tecrübe ile öğrenme’ de zaman içinde emek verimliliğinin armasında önemli bir rol oynamaktadır (Villanueva, 1994:4). Eğer bilgi sadece yerel olarak elde edilir ve faktörler göç edebilirse, büyük bölgeler bilgiyi daha hızlı toplayacaktır, böylece işgücü verimliliğindeki farklılık artacak ve işgücü büyük bölgeye gidecektir.

Eğer iki bölge yerine kent merkezi ve çevresini ele alırsak, işgücü havuzunun yoğun olduğu kent merkezine çevreden işgücü çekecektir. Başka bir değişle, bölgeler arasında bilgi dağılımını olması ve bölgenin öğrenerek yapma etkisiyle komşularından yararlanması, bilgi dağılımının olmaması durumuna göre daha fazla sermeye ve işgücü verimliliği sağlamasına neden olacaktır. Bu etki özellikle büyük bölgelerde daha fazla beşeri sermaye stoğunun olduğundan beri küçük bölgeler için daha önemlidir. Ücretin marjinal verimliliğe eşit olduğu varsayımında, küçük bölge daha yüksek ücret verebilir ve faktörleri kendine çekebilir. Böylece bölgeler aynı sermaye yoğunluğuna yakınsayacaktır. Düşük sermaye yoğunluğuna sahip bölge daha hızlı büyüyecek ve dengeye ulaşıldığında, bölgeler aynı oranda büyüyecektir. Bu durum beşeri sermayeye dayalı yaklaşımda da aynı sonucu vermektedir. Beşeri sermaye de bir bölgenin büyüme oranını belirlemektedir. Bölgeler arasında beşeri sermaye dağılımının olmadığı durumda, daha fazla beşeri sermayeye sahip olan bölge daha hızlı büyüyecek ve sermaye stoğunun ve işgücünün tamamını kendine çekecektir. Sonuçta bölgesel kişi başına düşen gelir ıraksayacaktır. Eğer beşeri sermaye bölgeler arasında dağılırsa, iki bölge de aynı sermaye yoğunluğuna yakınsayacak ve aynı oranda büyüyecektir (Keilbach, 2000:17). Buna ek olarak, İçsel büyüme teorisine göre, yeni teknolojilerle ilgili yayılmanın önemini vurgulamak için farklı mallarda uzmanlaşma farklı büyüme şekilleri yaratmaktadır. Buna göre bir bölge, yayılım için daha fazla potansiyeli olan mallarda uzmanlaştığında diğer bölgelerden daha hızlı büyüyecektir (Leichenko, 2000:310).