• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: BÖLGE KAVRAMI VE BÖLGESEL KALKINMA YAKLAŞIMI

1.6. BÖLGESEL BÜYÜME MODELLERİ VE BÖLGESEL KALKINMA

1.6.2. Bölgesel Kalkınma Teorileri

1.6.2.1. Dengeli Kalkınma Teorileri

Dengeli kalkınma, ekonomide mevcut bütün sektörlerin aynı anda ve birlikte gerçekleştirilmesi anlamına gelir. Dengeli kalkınma teorileri karşılıklı bağlılığa dayanmakta ve bir denge halini temel almaktadır. Yiyecek ile giyecek, tarımsal hammaddelerle endüstri mamulleri, sermaye malları ile tüketim malları, kamu yatırımları ile diğer yatırımlar, ihracat ile iç talep için üretim arasında kurulan bir denge

durumunu ifade etmektedir. Dolayısıyla bu teoriler tamamlayıcılık bağına dayanmaktadır (Streeten, 1966: 170). Söz konusu tamamlayıcılık sadece sanayinin alt sektörleri arasında değil, tarım ile sanayi arasında da kurulmalıdır. Dolayısıyla dengeli kalkınma sadece sanayi ile sınırlanmamalı ve aynı zamanda ülkenin değişik bölgeleri arasında da oluşturulmalıdır. Bir ekonomide bütün sektörlerin birlikte büyümeleri için yatırımlar planlı ve dengeli biçimde dağıtılmış bulunuyorsa dengeli büyümenin ön şartı sağlanmış olur. Bu düşünce, kalkınma için gerekli olan tüm kaynakların o ülkede mevcudiyetini şart koşmaktadır. Halbuki gelişmekte olan ülkelerin basta gelen problemi ise kaynakların yetersizliğidir. Dengeli kalkınma modelinin temelinde, piyasa mekanizmasının kaynakların dağılımını az gelişmiş ülkelerde ya da bölgelerde yeterince sağlayamadığı düşüncesi yatar. Bu kriteri savunan iktisatçıların basında Rosenstein-Rodan, Nurkse, H.Leibenstein, Lewis ve Chenery gelmektedir.

1.6.2.1.1. Paul N. Rosenstein-Rodan Modeli

Rosenstein-Rodan’ın (1943) Büyük itiş kuramı kalkınma ve sanayileşmenin yavaş yavaş değil, büyük bir itişle başlatılacağını öne sürmektedir. Buna göre, yerel pazarın büyüklüğünün yetersiz olması bir ülkedeki ya da bir bölgedeki az gelişmişliğin temel nedeni olarak görülmektedir. Azgelişmişliğin çözümü olarak yatırımların düzenli bir şekilde yayılması bulunmuştur. Böylece firmalar ölçek ekonomilerinden (içsel ve dışsal) elde edecekleri karları toplayabilecek ve ülkenin yada bölgenin geri kalmış yerlerinde de sanayileşmeyi sağlayacaktır (Brakman vd., 2001:55).

Yaygın bir sanayileşme için çeşitli sanayilerin karşılıklı olarak birbirini tamamlamalarının en önemli koşul olduğuna inanılmaktadır. Rosenstein-Rodan’a göre azgelişmiş ülkelerde alt yapının yetersiz olması ve gelir düzeyinin düşük olması nedeniyle talebin yetersiz olması tekil yatırımların verimli olma şansını ortadan kaldırmaktadır (Öztürk, 2005:89). Çünkü tek bir firma düzeyinde ölçeğe göre artan getiri olmamakta dolayısıyla yatırımların parça parça yapılması talebi ve gelir düzeyini arttırmaya yeterli olmamaktadır. Bu nedenle bir ekonomide bütün sektörlerin birlikte gelişebilmesi için yatırımların planlı ve dengeli bir şekilde dağıtılması gerekmektedir.

Böylece dışsal ekonomiler ortaya çıkacak ve yatırımların bütün alanlarda başlatılması ekonomide büyük bir itişe (big push) neden olacaktır. Böylece ekonominin birçok sektöründe aynı anda gerçekleştirilen yatırımlar piyasaya dinamizm kazandıracak ve sektörler karşılıklı olarak birbirlerini destekleyeceklerdir (Başkaya, 2000:59).

Ekonomiye gerekli olan dinamizm kazandırıldığında yeni yatırımlar kendiliğinden harekete geçecek kendine işler hale gelen bir süreç yaratılmış olacaktır.

Dengeli kalkınma ayrıca isgücü üzerinde de etki yapar. Vasıflı ve egitimli isgücü temini daha kolay ve ucuz olur. Geri kalmış bölgelerde yada ülkelerde ortaya çıkan sanayileşme imalat sanayindeki işgücü ihtiyacını arttıracaktır. Yatırımlarda büyük bir itiş olmadıkça çevre çekirdeğe yetişemeyecektir (Murphy, Shleifer ve Vishny, 1989:1005).

1.6.2.1.2. Nurkse’in Modeli

Ragnar Nurkse tarafından ileri sürülen dengeli kalkınma teorisi, talep yetersizliği varsayımına dayanmaktadır. Bu teoriye aynı zamanda fakirlik kısır döngü kuramı denilmektedir. Bazı ülkelerin ekonomik olarak geri kalmasının nedeni sermaye birikiminin yetersiz oluşudur. R.Nurkse’e göre yatırımlar ülkenin her tarafına yaygınlaştırılmalıdır. Bu şekilde az gelişmişliğin temel sebebi kabul edilen piyasanın darlığı giderilecek ve dışsal tasarruflardan yararlanma imkanları artacaktır. Model “kısır döngülere” dayanır ve Nurkse’e göre “bir ülke fakir olduğu için fakirdir.”

Nurkse’ün kuramı azgelişmiş ülkelerde kişi başına düşen gelirin niçin yükseltilemediği açıklamakta ve sorunu hem arz hem de talep yönünden ele almaktadır.

Arz yönünden kişi başına gelir düzeyinin düşük olması tasarrufların yetersiz olmasına dolayısıyla yatırımların yapılamamasına bu da verimliliğin düşük olmasına ve gelirin düşük olmasına neden olmaktadır. Talep yönünden ise gelir düzeyinin düşük olması iç piyasadaki satın alma gücünün düşük olmasına neden olmaktadır (Öztürk, 2005:87).

Nurkse’e göre, gelişmiş ekonomiler geniş bir pazara, yüksek üretim düzeyine ve büyük ölçekli sermayeye sahipken, azgelişmiş ekonomiler yetersiz tasarruf ve yatırımlara, düşük üretim düzeyine, küçük bir pazara ve dolayısıyla düşük gelir düzeyi de sahiptir.

Düşük gelir düzeyi de tasarrufların az olmasına, satın alma gücünün düşük olmasına dolayısıyla yatırım düzeyinin düşük olmasına ve bu kısır döngünün yeniden yaşanmasına neden olmaktadır.

Böyle bir ekonomide tek bir sanayi dalına yapılan yatırımlar pazarın darlığı, sınırlılığı nedeniyle rantabl olamamakta ve kurulan sanayi ürettiği malların sürümünü gerçekleştirememektedir. O halde biri diğerinin ürettiğinin müşterisi olacak şekilde birbirini tamamlayıcı sanayi birimlerinin eşzamanlı olarak kurulması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Nurkse pazar yetersizliği fikrini esas alarak yatırımların ayarlanarak farklı sanayiler arasında dağıtılması halinde çıkmazdan kurtulmanın mümkün olabileceğinin ileri sürmektedir. Dengeli kalkınma teorisi sadece sanayinin alt sektörleri arasında değil, tarım ile sanayi arasında ve ülkenin değişik bölgeleri arasında da dengeli kalkınmayı sağlayacak yatırımları öngörmektedir (Başkaya, 2001:63).

Fakat birçok ekonomiste göre dengeli kalkınma modeli azgelişmişlik kısır döngüsünü kıracak bir model değildir. Çünkü azgelişmiş ülkelerin kaynakları birbirini tamamlayan tüm sanayi dallarının eş zamanlı olarak kurulmasına yetecek düzeyde değildir. Eğer azgelişmiş ülkeler bu şekilde farklı üretim faktörlerini bir araya getirerek farklı sanayi sektörlerini aynı anda kurabilecek kapasiteye sahip olsalardı, o zaman azgelişmişlikten söz etmeye gerek kalmayacaktı. Bu konudaki diğer engel de azgelişmiş ülkede gelir dağılımının adaletsiz olması nedeniyle gelirin büyük bir kısmının nüfusun az bir kısmına sahip olması doğal olarak iç pazarın sınırlı olmasına neden olmaktadır.

1.6.2.1.3. H. Leibenstein’in Görüşleri

Harvey Leibenstein az gelişmiş ülkelerin içsel yapılarının bir fakirlik kısır döngüsüne neden olduğunu belirtmektedir. Buna göre, azgelişmiş ülkelerde neredeyse istikrarlı bir fakirlik dengesi ortaya çıkmaktadır. Leibenstein’e göre azgelişmiş kısır döngüsünü yıkarak, gelişme sürecine geçebilmek için kişi başına düşen gelir düzeyinin artması gerekmektedir. Bu durum kişi başına düşen geliri arttırıcı ve azaltıcı unsurlara bağlıdır. Kişi başına düşen gelirin geçimlik düzeyde olduğu azgelişmiş bir bölgede, gelirdeki küçük artışlar, geliri eski düzeyine dönüştürecek etkenleri harekete geçirir (Kazgan, 2004:265). Kişi başına düşen gelir düşük olduğunda geliri düşürücü etkenler daha etkili olmaktadır. Azgelişmiş bir bölgedeki yatırımlar kişi başına düşen geliri ve dolayısıyla nüfusu arttırır, bir süre sonra ise nüfus artışı kişi başına düşen geliri düşürmektedir. Nüfus artış hızının kişi başına düşen gelirden yüksek olması gelişmeyi önleyen engellerden biridir.

Azgelişmiş bölgelerdeki ya da ülkelerdeki girişimcilerin faaliyetleri de gelir yükseltici etkenlerin yanı sıra gelir düşürücü etkenleri harekete geçirir. Girişimcilerin sağladığı bireysel karlılık çok yüksek fakat toplumsal faydası çok düşüktür ve milli gelire katkısı çok azdır. Bu nedenle azgelişmiş ülkelerde gelişme piyasa koşullarında sağlanamayacaktır. Birçok ekonomist azgelişmiş ülkelerin kendi içsel güçleriyle gelişebileceğini veya gelirdeki küçük artışların bu kısır döngüyü kırabileceğini kabul etmezler.

Kalkınma için gerekli yatırım hacminin büyüklüğü konusunda ise, Leibenstein gibi dengeli kalkınma görüşündeki iktisatçılara göre azgelişmiş ülkelerdeki düşük tasarruf oranı nedeniyle durağan durgunluk dengesinde bulunan bir ekonomiyi kurtarmak ve yatırımların optimal dağılımı için büyük hacimde yatırım yapmak gerekmektedir.

Küçük hacimde ve ayrı zaman dilimlerinde yapılacak yatırımların doğuracağı gelir

artışı, tek bir kerede yapılacak aynı tutardaki yatırımın doğuracağı gelir artışından daha küçüktür (Kazgan, 2004:271).

1.6.2.1.4. W. Arthur Lewis

Lewis’ın sınırsız emek arzı ile kalkınma kuramının en belirgin özelliği, ekonomide birbirinden kopuk iki farklı sektörün varlığı ve aralarındaki ilişkinin zayıflığı görüşüdür.

Bu sektörler ‘geleneksel sektör’ olarak tarım sektörü ve ‘modern sektör’ olarak sanayi sektörüdür. Lewis kalkınma sürecini geleneksel sektörden modern sektöre geçiş olarak algılamaktadır. Geleneksel sektör aşırı nüfusa sahip kırsal sektördür. Burada, işgücünün marjinal verimliliği sıfırdır. Dolayısıyla, geleneksel sektörden diğer sektöre aktarılacak işgücü, Lewis’e göre üretim kaybına yol açmamaktadır. İkinci sektör ise yüksek verimliliğe sahip, modern kentsel endüstriyel sektördür. Kalkınma sürecinin başlaması, endüstriyel sektörün, tarım sektöründeki gizli işsizleri kendine çekmesi ile başlar.

Modern sektörde kişi başına düşen gelir ve verimlilik daha fazladır, bu da ücretlerin yüksek olmasına neden olmaktadır. Bu durumda geleneksel sektördeki marjinal verimliliği düşük olan sınırsız emek arzı modern sektöre yönelmektedir (Öztürk, 2005:85-86). Böylece ekonomi genelinde marjinal verimlilik artacak, üretim artarken tasarruf imkanları genişleyecek ve yeni sermaye birikimine kaynak oluşacaktır. Böylece ekonominin yapısı değişerek, geleneksel tarımsal sektörden endüstriyel sektöre geçiş olacaktır.

Lewis iki sektörlü kalkınma kuramının temeline işgücü hareketliliğini koymaktadır.

Geleneksel sektörden modern sektöre sürekli bir göç akımının modern sektörü genişleteceği, buradan da bütün ekonominin gelişeceği ileri sürülmektedir (Freyssinet, 1985:278). Modern sektörün geleneksel sektördeki sınırsız emek arzından yararlanabilmesi için belli bir sermaye birikime gereksinim duymaktadır, bunun içinde tassarrufların artırılması gerekmektedir. Fakat Lewis’in kuramı yalnızca arz yönünde durduğu ve talep yönünü dikkate almadığı için çeşiti eleştirilere uğramıştır. Yapılan çalışmalara göre ise, azgelişmiş bölgelerde geleneksel kesimde emek fazlalığının arttığı gözlenmektedir. Bununla birlikte Lewis’ın modelinde sanayileşme tarımsal gelişmenin dışında tutulmaktadır.

1.6.2.1.5. Chenery’in Görüşleri

Dengeli kalkınma teorisyenlerinden birisi de Hollis B. Chenery’dir. Chenery, öncelikle geri kalmış ekonomilerde kaynak dağılımı ile piyasa arasındaki bağın zayıf olduğunu, dolayısıyla kaynak gelir ilişkisinin istenen yönde oluşmadığını vurgulamıştır.

Ona göre bu durum söz konusu ekonomilerde dengesizlik yaratmaktadır. Bundan başka

piyasa dengesini güçleştiren iki faktör daha bulunmaktadır. Bunlar tam istihdam seviyesinin altında, dış alım-satımın sınırlı olduğu bir ortamda, üretim faktörlerindeki yapısal dengesizliklerle birlikte üretici sektörlerin birbirinden etkilenebilirliğinden kaynaklanan dengesizliklerdir (Yavillioğlu, 2002b,57). Piyasa dengesizliklerinin olduğu bir ortamda, üretim faktörlerinin piyasa fiyatları, sosyal maliyetleri yansıtmamaktadır.

Sosyal maliyetleri yansıtmayan bu fiyatlara göre kar girişimcinin sağladığı özel kar ile sosyal karlılık arasında farklar ortaya çıkmaktadır. Bu farklar ne kadar büyükse, ekonomideki kaynak dağılımı optimaliteden o kadar uzaklaşmış demektir. Chenery’in azgelişmiş ülkeler için önerdiği planlama yoluyla piyasaya müdahale, dengeli kalkınma stratejisi üzerine oturmaktadır (Han ve Kaya, 2002:229).

Chenery klasik ve Neoklasik karşılaştırmalı üstünlükler görüşünü eleştirerek bir takım katkılarda bulunmuştur. Chenery’ye göre, Engel Kanunu gereğince bir ülkede sanayinin payının yükselişi, kişi basına gelirdeki yükselişe eslik eder. Ancak, bu her ülkede görülmeyebilir. Çünkü iç talebin kompozisyonundaki değişim, dış ticaret yolu ile dengelenebilir. Birincil üretimde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olan bir ülke, sanayi payının yükselmemesine rağmen, daha yüksek bir gelir seviyesine gelebilir. Bu durumda Chenery, bir ülkenin büyümesinin, tarihsel olarak, ticaret ve teknolojinin değiştirdiği bir yapı içinde ortaya çıkabildiğini ileri sürmektedir. Chenery’ye göre, sanayileşme, iktisadî yapıda üç değişimi gerektirir: Birincisi, tüm sektörler içerisinde imalât sanayinin öneminde artış; ikinci, sanayi üretiminin kompozisyonunda değişim (yatırım malları, ara mallar ve tüketim malları) ve son olarak, her bir mal için üretim teknikleri ve arz kaynaklarında değişim. Chenery’ye göre, gelir artıkça tüketim mallarının payı düşerken, yatırım mallarının payı artmaktadır (Tüylüoğlu ve Çeştepe, 2002: 37–38)