• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM: BÖLGE KAVRAMI VE BÖLGESEL KALKINMA YAKLAŞIMI

1.2. EKONOMİK KALKINMA VE BÖLGESEL KALKINMA

Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmış ve bununla birlikte ekonomik kalkınma kavramı tartışılmaya başlanmıştır.

Kalkınma (gelişme) olgusu, zaman içinde farklı anlamlar ifade etmiştir. 19. yüzyılda

“ekonomik büyüme” anlamına gelirken, temel ölçütler milli ya da kişisel gelir, yaratılan katma değer, sanayi sektöründe üretim/çalışan hacmi vb. idi. Kalkınmada temel amaç, tarımdan ziyade sanayi ve hizmetler sektörleri doğrultusunda üretim ve istihdam yapısını dönüştürmek olunca, bu yaklaşıma uygun olarak ülke refahındaki değişimlerin temel göstergesi olarak ‘kişi başına düşen gelir’ kullanıldı. (Dinçer vd., 1996:18). 20.

yüzyılın ilk çeyreğinde “sosyal refah” içeriğine kavuşan gelişme kavramı, gelir yanında insanların/ toplumların sahip oldukları kolaylıkları da (fiziksel ve sosyal altyapı vb.) kapsamaktadır. Kalkınma kavramının içine beşeri boyutlar da katıldı ve ekonomik büyüme kavramının yanı sıra yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı ve bölgesel dengesizlikler de kalkınma tanımının içinde değerlendirilmeye başlanmıştır. 20.

yüzyılın son çeyreğinde ise, kalkınma “yaşam kalitesi” ile ölçülmeye başlanmıştır.

Yaşam kalitesi, özellikle nitelikli doğal, fiziksel, sosyal ve kültürel çevrenin varlığı ve tüketilmesi/tüketilme olanağına kavuşulması anlamına taşımaktadır (DPT, 2000:7).

Kalkınma ülkelerin ekonomik ve siyasi dönüşüm süreçlerini tanımlayan bir kavramdır. Gelişmekte olan ülkeler sosyal ve ekonomik açıdan daha yüksek bir refah düzeyine sahip gelişmekte olan ülkeler seviyesine ulaşabilmek için stratejiler düzenlenmekte ve kalkınmaya çalışmaktadır. Kalkınma üretimin ve kişi başına gelirin arttırılmasının yanı sıra az gelişmiş bir toplumda ekonomik ve sosyo-kültürel yapının değiştirilmesi, yenileştirilmesidir. Kişi başına düşen milli gelirin artması, üretim faktörlerinin etkinliğinin ve miktarının değişmesi, sanayi kesiminin milli gelir ve ihracat içindeki payının artması gibi yapısal değişiklikler kalkınmanın temel öğeleridir (Han ve Kaya, 2002:2). Bunların dışında ekonomik kalkınmanın esas olarak altı amacı bulunmaktadır.

1. Yaşamı sürdürebilmek için üretim yapmak ve böylece doğayı kontrol altına almaya çalışmak (üretim ve teknoloji)

2. Yaşam standartlarını yükseltmek (insani boyutu)

3. İstihdam olanaklarını genişletmek ve çalışma koşullarını iyileştirmek 4. Toplumlar ya da ülkelerarası yarışta önde yer alma isteği

5. Kalkınma çabalarını çevreye en az zarar vererek gerçekleştirmek

6. Ekonomik, siyasal ve sosyal yönden özgürlük düzeyini yükseltmektir (Kaynak, 2005: 43)

Kalkınma ile birlikte öne çıkan diğer kavram ise ekonomik büyümedir. Büyüme kalkınmanın gerekli bir koşulu olmakla birlikte tek başına yeterli değildir. Ekonomik

kalkınma kavramının ekonomik büyüme kavramını da kapsamaktadır (Yavilioğlu, 2002a:66). Büyüme, nitelikten çok nicelik bakımından ortaya çıkan bir değişikliktir.

Bir ekonominin büyümesi mutlaka o ekonomide yapısal değişimi gerektirmez. Büyüme sadece üretimin ve kişi başına gelirin arttırılması olarak kabul edilebilir. Kalkınma sadece azgelişmiş ekonomilerle ilgili bir kavram olduğu halde, büyüme süreci gelişmiş ve az gelişmiş ekonomilerle ilgili olabilir. Az gelişmiş bir ülke kalkınmayabilir ama büyüme süreci içinde olabilir. Boudeville’ye göre büyüme ekonomik bir ilerleme, kalkınma sosyo ekonomik bir yapıyı göstermektedir.

Gelişmekte olan ülkelerin ekonomik olarak yapısal bir değişim sağlaması imalat sanayinin ekonominin motoru olup olmaması ile belli olur. Kalkınma bir bakıma sanayileşme ile sağlanır. Aynı zamanda sanayileşme sürdürülebilir ekonomik büyüme için de eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Sanayileşme, doğurduğu içsel ve dışsal ekonomiler, hızlı teknolojik ilerleme ve eğitici etkileriyle kalkınmada temel itici güçtür.

Hemen hemen tüm ülkelerde başarılı bir kalkınma, toplam çıktıda imalatın payının artması ile tanımlanmaktadır. Kalkınma çabasına giren ülkelerde ve bölgelerde sanayileşme yoluyla işgücü daha verimli olacak, kişi başına düşen gelir artacak kısaca toplumun yaşam düzeyi yükselmiş olacaktır. Bu yapısal değişim hem gelir artışının nedeni hem de sonucudur. Kişi başına düşen milli gelir ile kişi başına sanayi üretimi arasında yakın bir ilişki vardır. Kişi başına düşen gelir arttıkça, kişi başına sanayi üretimi ve tüketimi artmaktadır (Rotberg, 2000:90).Sanayileşme üretilen mallara olan talebin artması, faktör paylarının değişmesi, ticari politikalar ve teknolojik ilerlemelerin karşılıklı etkileşimlerinin sonucudur. Bu faktörlerin bazıları ülkeler arasında oldukça benzer olmasına karşın, bazıları doğal kaynaklara ve uygulanan kalkınma stratejilerine göre değişmektedir (Chenery, 1979:70). Dünyadaki ülkelere bakıldığında, yaşam standartları ve sanayi faaliyetlerinde kullanılan kaynaklar arasında bir ilişki olduğu görülmektedir. Çok fakir ülkelerde hemen hemen hiç sanayi faaliyetleri gerçekleşmezken orta ve yüksek gelirli ülkeler kaynaklarının %20-40’ını sanayiye tahsis etmektedir (Thirlwall, 1999: 77–78).

Sanayi devrimiyle birlikte başlayan ekonomik kalkınma olgusu, Dünya’nın belirli bölgelerindeki bazı ülkelerde ortaya çıkmıştır. Fakat ekonomik kalkınma sanayi devrimini gerçekleştiren bu ülkelerin tüm bölgelerinde değil, ancak ekonomik gelişmeye en uygun koşullara sahip olan belirli bölgelerinde ortaya çıkmış ve oralarda yoğunlaşmıştır (Dinler, 2005:170). Böylece sanayileşmenin başlamasıyla birlikte ekonomik kalkınma sürecine giren ülkelerde, kalkınma hamlesini yakalayabilmek için

hangi sektörlere ve hangi bölgelere yatırım yapacakları konusu ortaya çıkmıştır.

Bölgeler arasındaki gelişme farklılıkları, bunun ortaya çıkardığı sosyo ekonomik sorunlar ve bölgelerin sahip olduğu karşılaştırmalı üstünlüklerin ortaya çıkarılması ve üretim kapasitelerinin bölgeler arasındaki dağılımının düzenlenmesi ülkelerin çözmesi gereken sorunlar arasında yer almaya başlamıştır. Bölgelerarasında görülen sosyo ekonomik kalkınma farklarının giderilmesi, ekonomik kalkınmanın bir koşuludur.

Kalkınma plan ve programlarında yer almaya başlayan çeşitli müdahale yöntemleri, bölgesel iktisat ve bölgesel kalkınma alanlarında kuramsal çalışmalar yapılmasını özendirmiştir. Özellikle 1929 büyük bunalımından sonra dikkatleri çekmeye başlayan bölgelerarası kalkınma farklılıkları, İkinci Dünya Savaşından sonra da başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede azaltıcı politikaların uygulamaya geçilmesine neden olmuştur.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerde üretim ve sermaye birikimlerinde meydana gelen farklılıklar sektörlerin dengesiz büyümesine ve mekandaki gelişmelerin de dengesiz olmasına neden olmaktadır. Oysa gerçek anlamda kalkınmadan söz edebilmek için, ekonominin kendi dinamiği ile gelişmesi ve ekonominin değişik sektörleri arasında organik bir bütünlük oluşturulması gerekmektedir (Başkaya, 2001:55). Bu şekilde ortaya çıkan gelişmenin mekandaki yani bölgeler arasındaki farklılığı, ekonomik büyüme belli bir düzeye ulaştıktan sonra kalkınmanın engellerini oluşturmaya başlamaktadır.

Günümüzde hemen hemen her ülkenin bölgeleri arasında kalkınma farklılıkları bulunmaktadır. Bu farkın şiddeti az gelişmiş ülkelerde gelişmiş ülkelerden nispeten daha fazladır. Ayrıca bu gelişmişlik farkı az gelişmiş ülkelerde artan, gelişmiş ülkelerde ise azalan bir seyir izlemektedir.