• Sonuç bulunamadı

2. Eski Hint Düşüncesi

5.1. Hazzın Önemi

Epiküros’a (M.Ö. 341-270) felsefe, göre bireyin mutluluğunu sağlayacak olanakların, araçların araştırılmasından başka bir şey değildir. Felsefe bunu her şeyden önce insanı tanrılar ile ölüm karşısında duyulan korkudan ve nesnelerin yapısı üzerindeki yanlış tasavvurlara bağlı olan ürküntülerden kurtarmakla yapabilir. Bunu da başarabilmek için doğaya dayanan, doğal olan bir dünya görüşüne dayanmalıdır. Böyle bir dünya görüşü masalı, efsaneyi, tanrıların bu dünyanın gidişatına karıştıkları anlayışını ve bir de ölümsüzlük düşüncesini ortadan kaldıracak, her şey için doğal nedenlerin olduğunu ya da olabileceğini gösterecektir. Aradığı bu dünya görüşünü Epiküros, Demokritos’ta bulmuştur; onun doğa açıklamasını benimsemekle de atomculuğu diriltmiştir. Demokritos gibi Epiküros için de “gerçek varlık”, boşluk ile

96

atomlardır. Doğada bütün olup bitenler, atomların boş uzay içindeki hareketlerinden meydana gelir.

Demokritos’a göre atomlar, başlangıçta kendiliklerinden harekete sahiptiler ve bu hareketin gerçekleşebilmesi için boşluk zorunlu olarak var olmalıydı. Atomların bu hareketleri, belli bir yönde gerçekleşmemekteydi. Atomlar, güneş ışığında toz zerrelerinin hareketlerinde görüldüğü gibi boşlukta her yönde hareket etmekte ve bu hareketleri sonucunda da birbirleriyle çarpışarak cisimleri meydana getirmekteydiler. Epiküros’a göre ise atomlar, her yönde değil, yukarıdan aşağıya doğru hareket etmekte, düşmektedirler. Düşme hareketi sonucunda atomlar birbirleriyle buluşmakta, bundan da ikinci tür hareketler, çarpma ve vurma etkisiyle ortaya çıkan hareketler meydana gelmekte, bunları birbirleriyle farklı şekillerde birleşen atomların etrafımızda gördüğümüz cisimleri meydana getirmeleri izlemektedir (Arslan, 2010: 78).

Demokritos ile Epikürcüler, sadece atomların hareketleri yönünde bir anlaşmazlığa sahip değillerdir. Zorunluluk noktasında da farklı düşünürler. Demokritos’a göre atomlar, nedenselliğe bağlı olarak, zorunlulukla hareket ederler. Epiküros ise “doğada zorunluluk bulunduğu düşüncesini” kabul etmez. Epiküros, Menoikeus’a yazmış olduğu mektubunda eylemlerin zorunlu olarak meydana geldikleri görüşünü kabul etmektense onların tanrıların isteği sonucu ortaya çıktığını

söyleyen eski hikâyelere inanmanın daha iyi olacağını söylemekten

çekinmemektedir:

“Sence kim hem tanrılar hakkında dindarca düşünen, hem ölüm karşısında korku duymayan insandan daha üstündür? Bu adam doğanın belirlediği sonu düşünmüştür, iyiliklerin sınırına ulaşmanın ve elde etmenin kolay olduğunu, ama kötülüklerin gerek süre gerek yoğunluk bakımından sınırlı olduğunu kavramıştır, bazı kimselerin her şeyin efendisi olarak gördüğü <kaderi> alaya alır <ve bazı olayların daha çok zorunlulukla>, bazılarının rastlantıyla ortaya çıktığını, bazılarının da bizim elimizde olduğunu söyler, çünkü zorunluluğun sorumlu tutulamayacağını, talihin kararsız olduğunu, bizim elimizde olanın başka efendisi olmadığını ve kınamayla övgünün doğal olarak bu sonuncuya ilişkin olduğunu görür; (nitekim, doğa düşünürlerinin getirdiği kadere köle olmaktansa, tanrılarla ilgili efsaneleri kabul etmek daha iyi olurdu; çünkü efsane, tanrıları onurlandırdığımız takdirde, bağışlanma umudunu verir, kaderin zorunluluğu ise aman dinlemez)…” (Laertius, 2010: 520)

97

5.1.1. Özgürlük

Zorunluluk sorumluluğu ortadan kaldırıyor ise eylemlerimizde özgür olabilmenin yolu nedir? Önemli bir Epikürcü olan Lucretius, Şeylerin Doğası

Üzerine adlı eserinde bu soruyu “sapma” (klinamen) kavramından hareketle

yanıtlamaya çalışır. Epiküros, kendi atomcu, mekanik varlık anlayışında, sapma kavramına değinmemiştir. Bu bağlamda sapma, ünlü bir Romalı şair olan Lucretius tarafından öne atılmış, bu kavrama bağlı olarak da hayvanların ve insanların davranışlarında özgür olabilecekleri anlayışı gelişmiştir (Arslan, 2010: 125).

Lucretius, sapma kavramını doğa felsefesinde kullanmıştır. Ağırlıkları ne olursa olsun, boşlukta eşit hızda düşen atomların veya en azından bir aynı doğrultu üzerinde düşen bazı atomların bu sapma sayesinde hareket yönlerinde bir değişiklik meydana gelmekte ve böylece onların birbirleriyle çarpışmaları mümkün olmaktadır.

İstenç özgürlüğü sorununun Epiküros için de büyük bir önemi vardır. Bir

indetermizim olarak istenç özgürlüğü, Yunan felsefesinde, ilkin Epiküros’ta tam bir

açıklıkla ortaya çıkmıştır. Felsefenin tek amacını insanı mutluluğa ulaştırmada bulan Epiküros’un öğretisinin, insanın kör bir zorunluluğun elinde bir oyuncak olmadığı, onun kendi kaderini kendisinin belirleyebileceğini kanıtlamaya girişmesi çok doğaldır. Onun için, Epiküros, insanın istenç eyleminin pek çok iç ve dış koşullara bağlı olduğunu doğru bulmakla birlikte, insanın bu etkilere mutlak şekilde bağlı olmadığını, hatta bunlara karşı da karar verebileceğini, nedensiz de seçebileceğini söyler (Gökberk, 2007: 89).

Epiküros, Kireneliler’in hedonizmini (hazcılığını) alıp canlandırır. Haz (hedone), Epiküros için canlının her türlü çaba ve isteminin doğal amacıdır. Epiküros haz deyince “acıdan kurtulmuş olma” anlamındaki olumsuz hazzı anlar. Acıdan kurtulma, vücudun ıstıraptan, ruhun huzursuzluklardan arınmış olmasıdır (ataraxia). Haz acısızlıktır, acı karşısındaki özgürlüktür. Epiküros, hazları canlı ve durgun hazlar, beden gereksinimlerinin bol bol doyurulmasıyla elde edilen ya da yalnız bunların giderilmesiyle varılan hazlar diye ayırır. Bunların arasında durgun hazlar doğal olanlardır, dolayısıyla da en değerli olanlardır. Bütün bu düşüncelerini Epiküros şu sözde toplar: “Hayatın amacı, vücudun bir andaki acısızlığıdır; geçmiş

98

durumlar için hoş anıları olmak, gelecek için güven içinde bulunmaktır.” Epikürosçular’ın bu düşünceleri derleyip toplayan şöyle bir deyişleri de vardır: “Aç kalmamak, susamamak, üşümemek! Vücudun istekleri, özledikleri bunlar. Bu durumda olan ve ileride bu durumda olacağını umabilen kimse, mutlulukta Zeus ile tanrıların bu en yücesiyle yarışabilir.” (Gökberk, 2007: 90).

Epiküros, herhangi bir arzunun doyurulmasının kendi adına haz verdiği görüşünü paylaşıyor fakat aydınlanmış bir şekilde haz arayanın daha sonraki zararlı etkilerinden ötürü şiddetli ve aşırı hazlardan kaçınacağını düşünüyordu. Genelde sade ve azla yetinen kanaatkâr bir hayat sürmenin “daha iyi” (yani uzun vadede daha haz verici) olduğuna inandı. Ekmek ve süt, havyar ve şampanya kadar heyecan verici olmayabilir fakat onların hazımsızlık ve ayyaşlık gibi durumlara yol açmaları çok muhtemel değildir (Jones, 2006a: 469).

Epikürosçular, Kireneliler’in haz anlayışlarından yararlanmış olsalar da, onlar arasında bütünüyle bir örtüşmenin olduğu söylenemez. Kireneliler, hareketsiz veya “statik” (katastematik) hazzı, hazdan saymamakta ancak hareketli veya “dinamik” (kinetik) hazları kabul etmektedirler. Buna karşılık Epiküros, her iki tür hazzı da, haz olarak kabul etmektedir. Kireneliler bedensel acıların ruhsal acılardan daha kötü olduğunu ileri sürmelerine karşılık Epiküros, ruhsal veya zihinsel acıların bedensel acılardan daha kötü olduğunu ileri sürmektedir (Laertius, 2010: 521 ).

Epikürosçu hazcılık dinginliğe büyük önem verir. Epiküros’un dinginlikten anladığı şey, hem fiziksel bir anlamda durgunluk ve sıradan hayatın hayhuyu karşısında sükunetle dinlenme hem de ruhsal anlamda dertsizlik, tasasızlıktır. İnsanlar rahat yaşama adına tüm gereksiz ve zorunsuz arzuları elemeyi öğrenebilir ve aynı zamanda zihinsel dinginliğe kavuşabilirlerse Epiküros’un düşüncesine göre, bir kutluluk hali kazanırlar. Rekabet dinginliği yok eder. Gam, kasavet de dinginliği ortadan kaldırır. Epiküros’a göre, dinginliği kesintiye uğratıp bozan iki ana kaygı, ölüm korkusu ve dünyanın doğal süreçlerine tanrısal müdahale korkusudur. Kendimizi bu kaygılardan kurtarabilirsek kutluluk olan zihin dinginliğini kazanmak kolay olur. Bu kaygıların her ikisi de temelsiz boş inançlardır ve Epiküros’un tezine

99

göre, atomcu fiziğin esas değeri, her iki kaygıyı da silip süpürmesidir (Jones, 2006a: 474- 475).

Zevkli bir hayatı meydana getiren şey aralıksız içki sofraları ve âlemler, cinsel hazlar, balıklar ve zengin sofraların verdiği zevkler değildir. Seçilmesi ve kaçınılması gereken her şeyin nedenini araştıran, insan ruhunda en büyük karışıklıklara yol açan yanlış inançları kaldırıp atan, sakin akıl yürütme, muhakemedir. Böylece onun ilkesi ve en yüksek iyisi, bilgeliktir. Bundan dolayı bilgelik, felsefeden bile daha değerlidir. Bütün diğer erdemler ondan kaynaklanır. Çünkü o bize akıllı, onurlu ve doğru bir hayat sürmedikçe haz verici bir hayat süremeyeceğimizi, haz verici bir hayat sürmedikçe de akıllı, onurlu ve doğru bir hayata sahip olamayacağımızı öğretir. Çünkü erdemler doğal olarak haz verici bir hayatı meydana getirirler ve haz verici bir hayatın onlardan ayrılması imkânsızdır (Laertius, 2010: 519-520).

5.1.2. Erdemlerin İşlevleri Doğru Yaşamanın Araçları Olmalarından Kaynaklanır

Erdemler diye adlandırdığımız şeyler, erdemsizliklerden daha fazla haz veriyorlarsa değerlidirler. Çünkü biricik haz iyi ise doğru söylemenin anlaşılır tek nedeni, bu yolla haz elde edebileceğimizdir. En azından belli bir süre Epikürosçular tam da bu şekilde akıl yürüttüler. Sözgelimi, “Herhangi bir haz üretmedikten sonra tükürürüm onuruna da onur düşkünlerine de.” (Epicurus, 1926: 134) Epiküros’un kendisi çok açık bir şekilde şunu söylüyordu: “Güzellik ve erdem ve buna benzer şeylerin, eğer haz veriyorlarsa, onurlandırılmaları gerekir; fakat haz vermiyorlarsa, onlara elveda demek zorundayız.” (Epicurus, 1926: 123)

Erdemler; ancak, doğru bir yaşayış için araçtırlar. Erdemlerin anlam ve değerleri buradadır. Başlı başına bir değerleri yoktur ancak mutluluğa yaramaları, hizmet etmeleri bakımından değerli şeylerdir. İnsan için ana erdem olan bilgeliğin değeri de bu yüzdendir. Bilgelik sayesinde insan, öteki erdemlerin de zorunlu olduğunu anlar. Onun için bilgelik, “en yüksek iyi” ( megiston agaton) dir (Gökberk, 2007: 90).

100

Epikürosçular, Sokratik okullardan Kireneliler’in ahlaki hedonizmini alıp, işleyip kendi görüşlerini oluşturmaya çalışırlarken; Stoacı düşünürler de bir başka Sokratik okul olan Kinikler’in temel önermelerini benimsemişler, onları geliştirme yoluyla kendi ahlak görüşünü şekillendirmişlerdir. Metafiziksel bağlamda ise Epikürosçular, Atomcuların görüşlerini alıp işlemişlerken; Stoacılar, Herakleitos’un varlık hakkındaki görüşlerinden yararlanmışlardır. Özellikle de Herakleitos’un her şeyin altındaki yatan akılsallık olarak gördüğü, tanrı ile özdeşleştirdiği ateşi, Stoacılar, kendi tanrıları olarak kabul etmişlerdir.