• Sonuç bulunamadı

2. Eski Hint Düşüncesi

4.2. Erdem Bilgidir

4.2.4. Cesaret

İnsan türünün yok olup gitmesinin önlemek isteyen Zeus, Hermes aracılığı ile onlara, edeple doğruluğu gönderdi. Bunlar, devlette düzeni, insanlar arasında dostluğu sağlayacak ve öteki sanatlardan farklı olarak herkese eşit dağıtılacaktı. Herkesin her sanatı bilmesi zorunlu değildi. Örneğin bir hekim birçok hastaya bakabilirdi. Ama herkes edeple doğruluktan pay almayacak olursa şehrin tutunması mümkün değildi. Yok olup gitmemeleri için insanların beraber yaşamaları, beraber yaşayabilmeleri için de edeple doğruluktan pay almaları gerekmekteydi. Zeus, “insanların hepsi payını alsın; çünkü bu erdemler, sanatlar gibi yalnız bazı insanlarda bulunursa, şehirler ayakta duramaz. Sonra da şu yasayı koy benim adıma: Edep ve doğruluktan nasibini almayan her insan, toplum için bir bela sayılacak, öldürülecektir” dedi (Platon, 1986d: 323c-323e).

İnsanların toplum halinde yaşayabilmeleri için gerekli olan erdemler bir bütün müdür? Onlar bir başkasına öğretilebilir mi? Erdemler bir bütünlük oluştururlar ve

68

onlar diğer insanlara öğretilebilirler. Protagoras erdemi öğretilebilir bir şey olarak göstermiş; doğruluk, ölçü, dindarlık gibi şeylerin bir bütün olduğunu, bu bütüne de erdem adı verildiğini söylemiştir. Yalnız bir nokta pek anlaşılmamıştır: Erdem bir bütündür de doğruluk, ölçü ve dindarlık gibi şeyler bu bütünün bölümleri midir? Bölüm sözünden yüzün bölümleri olan göz, burun, ağız gibi bir bölümü mü, yoksa bir altın külçesinin birbirinden büyüklük ve küçüklük bakımından ayrılan bölümleri gibi bir bölümü mü anlamalıyız? Erdemin bir veya birkaç bölümüne sahip olunabileceğini mi, yoksa birine sahip olan kimsenin hepsine sahip olacağını mı düşünmeliyiz?

Protagoras, erdemin bölümlerini yüzün bölümleri gibi anlıyor. Bilgelik, ölçü, cesaret, doğruluk ve dindarlığın başka başka şeylerin adı olduğunu, erdemin bir bölümüne sahip olan kimsenin hepsine sahip olamayacağını, iyiyi ve kötüyü bilmeyen bir insanın, doğru olmayan bir insanın cesur olabileceğini söylüyor (Paksüt, 1980: 60). Sokrates ise erdemi bir bütün olarak görüyor. Ondan pay alan herhangi bir kimsenin, bütün erdemlerden pay aldığını düşünüyor.

Buraya kadar çeşitli erdemleri (dostluk, dindarlık, bilgelik) inceledik. Yalnız Sokrates’in ahlaki alandaki önemi, cesaret erdeminden kaynaklanır. Bunun nedeni ise cesaretin, herhangi bir tehlike durumunda korkusuzca davranmak yerine bir bilgi olarak tanımlanmasıdır. “Cesaret, neden korkulup neden korkulmayacağına, neyin göğüslenmeye değer olup neden kaçınmanın iyi olacağına ilişkin bilgidir.” (Platon, 1986d: 360c-360d) Erdem, doğuştan sahip olunan bir doğa değildir. Bazılarının doğuştan cesur bazılarının da korkak olmamasıdır. O korkulacak ve korkulmayacak şeylere dair bilgidir. İşte bu anlayış, asırlarca önemini koruyacak ve tarihe bilgiye

dayalı bir ahlak öğretisi olarak geçecektir.

Erdemin ve genel anlamda da ahlakın bilgiye dayalı olduğu bu teze göre, doğru bilgi veya daha basit olarak bilgi, doğrudan doğruya eylemi meydana getirmektedir. Bilgi ile eylem arasına başka hiçbir şey girmemekte veya bulunmamaktadır. Gerçekten öyle midir? Ahlaki eylemlerde irade gücünün veya zayıflığının hiçbir rolü yok mudur? (Arslan, 2006: 135) İnsanlar yapacağı eylemlerin sonucunu bildikleri halde, yanlış eylemleri gerçekleştirmiyorlar mı? Sigara, alkol,

69

hap… v.s türünden birçok zararlı alışkanlığın nedeni sadece bilgisizlik mi? Yoksa bunun yanında, eylemin zararlı sonuçlarının farkında olunmasına, o eylemi gerçekleştirmemesi gerektiğini bilmesine rağmen, onu bu davranışa iten başka sebeplerde mi var? Evet, bu da insanın sadece bilen, akıllı bir varlık olmamasından kaynaklanıyor. Onun arzu ve istekleri de vardır.

Gerçekleştirilen bir eylemde özgür olmanın hiçbir ehemmiyeti yok mudur? Varsa bunun belirleyicisi nedir? Sokrates’in bu konuya değindiğini, Xenophon (Ksenophon)’un Sokrates’ten Anılar adlı eserinden öğrenmekteyiz. Xenophon’un Sokrates hakkındaki yazmaları ile Platon’un Sokrates diyalogları, Sokrates literatürünün günümüze eksiksiz ulaşan yegâne bölümüdür (Taylor, 2002: 40). Bu eserde Sokrates, özgürlüğün güzel ve değerli bir kazanç olduğunu ve onun sınırını çizen şeyin de ölçülülük erdemi olduğunu söyler:

''Söyle bakalım, Euthydemos, sence özgürlük insan için ve toplum için güzel ve değerli bir kazanç mıdır? – “Hem de çok”. “Beden zevkleriyle yönetilen, bu yüzden de en iyiyi yapamayan insanı özgür sayar mısın?”

– “Hiç olur mu?” – “Belki de sence en iyiyi yapmak özgürlüktür, bunu engelleyecek kimseler olması özgürlüğün

sonudur, öyle mi?” – “Tam anlamıyla öyle” – “Ölçüsüz insanın özgür olmadığına da tam olarak katılıyor musun?” – “Zeus hakkı için elbette.” ” (Ksenophon, 1994: 104) “Ölçüsüzlüğün özgürlük olmadığı” anlayışını Platon’da da görmek mümkündür. Devlet’te Platon, aristokrasi, timokrasi, oligarşi, demokrasi ve tiranlık olmak üzere beş tip yönetim şekli sıralamıştır. Demokrasinin egemen olduğu devletlerin her yerinden eylem ve konuşma özgürlüğü fışkırır ve herkes istediğini yapmaktadır. Bu açıdan demokrasi, en güzel devlet düzeniymiş gibi görünür. Bir giysinin göz alıcı renklerle rengârenk süslenmesi gibi, bu düzen de binbir çeşit karakterlerle kaplıdır ve harika bir görünüm sunar. Bu düzende, insanların yanındaki hayvanlar da önemli ölçüde serbestliğe sahiptir. Eski bir atasözünün de ifade ettiği gibi, hanımefendi neyse köpeği de odur. Ayrıca eşekler ve atlar da diledikleri gibi hareket etmeye alışmışlardır. İnsanlar onlarla karşılaşmaları durumunda yer

70

vermelidirler; yoksa önlerine çıkan herkese çarparlar. Kısacası her şey özgürlüklerle dolup taşar (Platon, 2006: 563c).

Özgürlük, yurttaşların ruhunu duyarlılaştırmaktadır. Onlar, küçük bir eşitsizlik, tabi olma durumunda huysuzlaşacaklardır. Çünkü tepelerinde bir efendiye asla tahammül edemeyecekleri için ne yazılı ne sözlü yasaları umursarlar. Sınırı aşan özgürlük, gerek bireysel gerek de toplumsal düzlemde köleliğe neden olur (Platon, 2006: 563d-564a). Demokratik bir düzenden tiranlığa, despot bir yönetime geçilmesine neden olur.