• Sonuç bulunamadı

8. İslam Ortaçağı

8.2. İslam Felsefesinin Doğudaki Önemli Temsilcileri

8.2.1. Farabi ve Erdemli Şehir

8.2.1.2. Erdemli Şehir

İnsan, mutluluğa nasıl ulaşabilir? Toplum içinde kalarak mı, yoksa toplumdaki çeşitli kirli, hileli işlerden uzaklaşarak, bir tür inzivaya çekilerek mi bu amacı gerçekleştirebilir? Farabi’nin bu sorulara yönelik vermiş olduğu yanıtlar Platoncudur: Her insan kendini devam ettirmek ve en üstün mükemmelliğini elde etmek için birçok şeye muhtaç olan bir yaratılışta varlığa gelmiştir. Onun bu şeylerin hepsini tek başına sağlaması mümkün değildir. İnsan, sahip olduğu tabii yaratılışının kendisine verilmesinin gayesi olan mükemmel duruma, birbiriyle yardımlaşan birçok insanın bir araya gelmesiyle ulaşabilir. Bu insanlardan her biri, sözü edilen insanın özel bir ihtiyacını karşılar. Toplumun bütününün bu katkısı sonucunda, herkesin varlığını devam ettirmesi ve mükemmelliğe erişmesi için muhtaç olduğu şeyler sağlanmış olur (Farabi, 2004: V.XV.1).

144

İnsan vücudunu andıran devlet, kalbe ve vücudun diğer organlarına karşılık olarak yöneticiye ve yönetilenlere muhtaçtır. Devlet içinde çeşitli sınıfların meydana gelmesi, insanın, hemcinslerinin yardımı olmaksızın karşılayamayacağı temel ihtiyaçlarından kaynaklanır. Yönetici, nazarî ve amelî erdemler bakımından diğerlerinin hepsinden üstün olmalıdır. Burada söz konusu edilen erdemlerin başında adalet gelir ve Farabi’nin bu konuda dikkate aldığı kimse de Platon’dur. Farabi, herhangi bir erdemin, insanın hemcinsleriyle ilişkisinde söz konusu olan uygulanımını kasteder. Bu fikir, Platon’un nefsin ve devletteki sınıfların fonksiyonlarının uyumu şeklindeki adalet tanımını hatırlatır (Fahri, 2008: 152). Platon, adalet erdemini bulma yolunda, kendi siyasetini inşa etmişti. Onu, ilk önce daha büyük olan devlette daha sonra da bireyde aramış ve ruhun her biriminin kendi işini yerine getirmesini adalet olarak tanımlamıştı.

Bir insanın başka bir insanla ilişkisinin kurabilmesinin yolu en az iki kişinin varlığını gerektirir. Bu ilişkilerin cereyan ettiği yerler ise aile kurumu, sosyal grup, devlet… vb.’dir. Platon da bunlardan devleti seçer ve adaleti ilkin bu büyük ölçekte aramaya karar verir. Platon’un soruşturmasının ikinci boyutu ise bir kişinin ruhsal varlığı üzerinden ilerler. İnsan ruhunun akılsal, öfkesel ve hazsal olmak üzere üç yönü vardır. Onların her birine yönelik erdemler vardır. Ruhun bu kısımlarının her birinin görevini yerine getirmesi ise adalet erdemine tekabül eder. O zaman, Platon’un araştırmasının ikinci boyutu, insanın diğer insanlarla ilişkisinden ziyade bireyin kendi ruhsal yapısındaki adalet görüntüsünü öğrenmeye yöneliktir.

Fahri’ye göre, Farabi’nin siyaset anlayışının önem arzetmesinin iki temel nedeni vardır. İlki adalet erdemiyle ilişkilidir. İkincisi ise devlete neden ihtiyaç duyulduğuyla ilgilidir. Gerek Platon gerek de Farabi, devletin kuruluş nedenini işbölümü kavramına dayandırmışlardır.

İnsanları, kendileriyle hakiki anlamda mutluluğun elde edildiği şeyler için birbirlerine yardım etmeyi amaçlayan bir şehir, erdemli, mükemmel bir şehirdir (madınâ fâdıla). İnsanları, mutluluğu elde etmek için birbirlerine yardım eden toplum, erdemli, mükemmel bir toplumdur. Bütün şehirleri kendileriyle mutluluğun elde edildiği şeyler için birbirlerine yardım eden bir millet, erdemli, mükemmel bir

145

millettir. Aynı şekilde erdemli, mükemmel evrensel devlet de ancak içinde bulundurduğu bütün milletlerin mutluluğa erişmek için birbirlerine yardım ettikleri zaman ortaya çıkar (Farabi, 2004: V.XV.3).

Farabi’ye göre, İlk Neden’in diğer varlıklara nispeti, erdemli şehrin hükümdarının, onun diğer kısımlarına olan nispeti gibidir. Çünkü maddeden korunmuş olan varlıkların dereceleri İlk Neden’e yakındır. O’nun altında göksel cisimler, göksel cisimlerin altında da maddi cisimler bulunur. Bütün varlıklar İlk Neden’in izinden giderler, onu takip ederler. Her varlık bunu kendi kapasitesine göre, evrende tesis edilmiş derecesine uygun olarak yapar. Onlar içinde en sondaki, kendisinin mevki bakımından biraz üstünde olanın gayesini takip eder. İkincisi de kendi payına mevki bakımından kendi üstündekinin gayesini, üçüncü mevki bakımından kendisinin üstünde bulunan gayesini takip eder. Kendileri ile İlk Neden arasında, artık başka bir varlığın bulunmadığı varlıklara ulaşılıncaya kadar, süreç böylece devam eder. Bütün varlıklar, düzene uygun olarak, İlk Neden’i takip ederler. Varlıklarını kendisine borçlu oldukları şeye baştan itibaren sahip olanlar, İlk Neden’i ve onun gayesini baştan itibaren taklit ederler. Bundan dolayı, onlar, ebedi mutluluğu tadarlar ve en yüksek mevkileri işgal ederler. Varlıklarını kendisine borçlu oldukları şeye baştan itibaren sahip olmayanlar, elde etmeyi umdukları bu şeye, kendisiyle yöneldikleri bir kuvvete sahiptirler. Onlar bu şekilde İlk Neden’in gayesini taklit edebilirler. Erdemli şehrin de böyle olması gerekir. Çünkü onun da bütün kısımlarının fiilleri ile mevkilerine göre, İlk Yöneticilerinin gayesini taklit etmesi gerekir (Farabi, 2004: V.XV.VI).

Platon’un siyasetle ilgili bilinen üç kitabı vardır. Bu kitaplar Devlet, Devlet

Adamı ve Yasalar’dır. Onlardan özellikle Yasalar’da, Platon, belirgin tutumunun

dışına çıkar ve “yöneticinin filozof olması gerektiği” düşüncesini aşar. Artık yönetici, “filozof kral” değildir. Yönetimi elinde bulunduran “rahip”tir. Yöneticideki bu değişim, aynı zamanda bu eserlerdeki politikanın yapılış tarzının da değiştiğinin işaretlerini verir. Yasalar’dan itibaren Platon, politikayı din merkezli tasarlamaya başlamıştır. Orada dinin kendisine ve dinsel hayata büyük önem vermiş, yöneticiyi de din adamı olarak belirlemiştir. Platon’un Yasalar’ında yönetime geçen “rahip”, Farabi’de “imama” dönüşmüştür.

146

Farabi’nin siyaset anlayışı Platoncu’dur. Genel perspektifi ise sadece Platoncu değil, aynı zamanda Plotinos ve Aristocu’dur da. Ancak bu durum, onun özgün bir şey ortaya koymadığı anlamına gelmemelidir. Gerçi, “özgünlük nedir? Onun ölçütleri nelerdir?” gibi soruların öncelikle yanıtlanması gerekir. Özgünlükten anlaşılması gereken şey, bir kimsenin ya da grubun hiç kimseden, hiçbir gruptan ya da genel anlamda hiçbir düşünceden etkilenmemesi ise o zaman, tarihte özgün bir filozoftan, düşünceden de bahsetmek mümkün değildir. İnsanlar, çeşitli deneylerin yapıldığı laboratuarlardaki tüpler gibi, dışsal açıdan çevresel şartlardan etkilenmeyen bir ortamda yaşamazlar. Aksine, dinamik bir sosyal çevre içerisinde yaşarlar. Sürekli olarak birbirlerinden etkilenip birbirlerini etkilerler.

İnsanların bu etkilenme ve etkileme vasfı, geçmiştekilerden bir şeyler aldığını ve geleceğe bir şeyler bırakacağını ifade eder. Geçmiş deneyim ve tecrübelerin alınması ve onların geleceğe aktarılması, eğitim kurumları ve kültür vasıtasıyla gerçekleşir. Yetişmekte olan nesiller, sosyalleşme yoluyla mevcut bilgileri ve tecrübeleri öğrenirler, benimserler. Onları geliştirirler ve gelecek nesillere başka bir form altında sunarlar. Eğer özgünlüğü, hiçbir anlamda etkilenmeme olarak alırsak bırakın yeni bir şeyler üretmeyi, insanın en temel vasfı olan düşünmeyi bile ortadan kaldırma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız.

“Her etkilenmeyi ve etkilemeyi de özgün bir çaba olarak görmemiz gerekir mi?” Bu soru da, özgünlüğe dair yanıtlanması güç sorulardan birisidir. Özgünlüğün aranacağı asıl yerin, etkileme sürecinin niteliği olması sebebiyle soruyu yanıtlayabilmek için etkileme kavramından, hareket etmeliyiz. Öne sürülen bir düşünce ya da sanat eseri, daha önceki evrenin –etkilenme döneminin- bütün niteliklerini içeriyor ve onu aşmıyorsa özgünlükten bahsedemeyiz. Önceki ürünlerin üzerine eklemlenen yeni şeylerin olmaması, özgünlüğün de olmadığı anlamına gelir. Bu bağlamda sadece Farabi değil, genel anlamda, İslam felsefesi özgündür. Çünkü yararlandığı Antik düşünsel iklime yeni şeyler katabilmiş, onu zenginleştirebilmiştir. Aynı şekilde, Ortaçağ Hıristiyan felsefesi de özgündür. Çünkü o da, Antik Yunan’ın birikimlerini, Hıristiyanlık dininin ilke ve prensipleriyle kaynaştırmıştır. Yeni kavramların, yeni sorunların öne sürülmesine vesile olmuştur.

147