• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.2. ETKİ ARAŞTIRMALARI

1.2.4. Etkileşim Alanları

Tekşan’a göre “Etkilenme biçim ve içerikte, tür ve edebi akımlarda olabileceği gibi pek çok alanda da olabilir.”123 Öztürk ise edebiyatlar arası etkileşimin oluştuğu alanları üç grupta toplayarak aşağıdaki şekilde sıralar:

1. Bir ulusal edebiyattaki içerik, konu, motif, edebi sanatlar ve anlatım tekniklerinin diğer bir ulusal edebiyata etki etmesi,

2. Bir ulusal edebiyattaki edebi terimlerin, oluşumların, edebi türlerin diğer bir ulusal edebiyata etki etmesi,

3. Bir ulusal edebiyattaki edebi akımların diğer bir ulusal edebiyata etki etmesi”124

Edebiyatlar arası etkileşim tema, izlek ve motif gibi unsurları kapsamasının yanında, edebi oluşumları ya da türleri veya edebi akımları da içerebilir. Bunun yanı sıra edebi etkileşim bazen aynı ulus içindeki yazarların birbirlerinden etkilenmesi şeklinde olduğu gibi, çoğu zaman da farklı ulusların yazarlarının birbirlerini etkilemesi olarak görülebilir. Hem ulusal edebiyat içindeki etkileşimin hem de uluslararası edebiyatlar arasındaki temasların incelenmesi etki araştırmaları kapsamında olup Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi’nin çalışma alanı içinde yer alır. Simon Jeune’un ‘etki’

121 bkz. Öztürk, s. 14.

122 a.g.e., s. 14.

123 Tekşan, Karşılaştırmalı, s. 225.

124 Öztürk, “Edebiyatlar Arası Etkileşim” s. 10.

çalışmasını karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının merkezi olarak gördüğünü ifade eden Aydın, Jeune’den alıntılayarak “Karşılaştırmalı edebiyat özellikle farklı ulusların yazarlarının ve edebiyatlarının birbiri üzerindeki etkisi ve etkilerin dağılımıyla ilgili çalışmadır”125 der. Bu çalışmaların ulusal edebiyatın gelişimine katkıda bulunup onu canlandıran çalışmalar olduğunu vurguladığını ifade eder.

Bizim çalışmamız açısından bakıldığında, Batı’daki Absürt Tiyatro’nun Türk Tiyatrosu üzerindeki etkileri veya yansımaları hem birinci hem de ikinci gruba dahil edilebilir. Ancak bu etkileşim süreci Absürt Tiyatro’nun Batı’dan alınarak Türk oyun yazarları tarafından bire bir uygulanması şeklinde algılanmamalıdır. Yazarlarımız içerikten çok Absürt Tiyatro’nun biçimsel özelliklerine oyunlarında ağırlık vermişlerdir. Bunun yanında Batı’daki Absürt Tiyatro örneklerinin aksine, ülkenin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşullar da zaman zaman oyunlarda yansıma bulmuştur. Ancak Türk oyun yazarlığı açısından burada dikkati çeken en önemli nokta, yazarlarımızın farklı teknikler kullanarak yazdıkları oyunlara özgünlük kazandırmalarıdır.

1.2.5. Etki Çalışmalarında İki Yöntem Esastır: Genetik ve Tipolojik Karşılaştırma

Karşılaştırmalı edebiyatta genetik ve tipolojik olmak üzere iki tür karşılaştırma bulunmaktadır. Genetik ve tipolojik karşılaştırmayı aşağıdaki şekilde tanımlamak mümkündür:

1. Genetik karşılaştırma eserler arasında doğrudan ya da dolaylı ilişkiler ve etkilere dayanır. Bu tür karşılaştırmada karşılaştırılan iki ya da daha fazla eser arasında genetik bir ilişki olduğu var sayılır. Bir yazar başka bir yazardan veya eserleri karşılaştırılan her bir yazar aynı edebiyat akımından etkilenmiş olabilir. Örneğin bizim çalışmamız açısından düşünüldüğünde, Türk oyun yazarlarının genelde Batı’daki Absürt Tiyatro geleneğinden özelde ise tek tek bazı Absürt Tiyatro yazarlarından nasıl etkilenmiş oldukları ele alındığı için bu çalışma genetik karşılaştırma kapsamına dahil edilmelidir.

125 Simone Jeune, Littérature générale et Littérature comparée, 1968 akt. Aydın, s. 70.

2. Tipolojik karşılaştırma aynı edebi dönem içinde eser veren yazarların birbiriyle karşılaştırılmasıdır. Bu yazarların birbirlerine doğrudan ya da dolaylı etkileri bir kenara bırakılarak eserlerinde kendi dönemlerini, çevrelerini nasıl yansıttıklarını incelenir. Bu tür karşılaştırmada esas olan eserler arasındaki etkiler ve ilişkiler değil, benzerlikler diğer bir deyişle analojilerdir. Özetle tipolojik karşılaştırmada benzer edebi özellikler incelenip karşılaştırılır.126 Örneğin 1968 gençlik hareketinin o dönemdeki tiyatro eserlerine nasıl yansıdığını ele alan bir çalışma tipolojik çalışmadır.

Tipolojik karşılaştırma yönteminin yukarıdaki tanımı dikkate alındığında bizim çalışmamızın kapsamına uygun düşmediği görülür. Bu durum da Absürt Tiyatro’nun Batı’da 1950’lerden itibaren görülürken, Türk Tiyatrosu’nda 1970’li yıllardan başlayarak uygulanmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim Absürt Tiyatro’nun Batı’da ve Türkiye’de uygulandığı yıllar ve o yıllardaki koşullar göz önüne alındığında siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelerin aynı ya da benzer olduğu söylenemez. Batı’da İkinci Dünya Savaşı’ndan, hatta iki dünya savaşından çıkmış bir toplumun umutsuzluğu ve değerlerini yitirişi bağlamında daha geniş bir alana yayılan evrensel bir durum söz konusu iken, Türkiye’de 1970’li yıllar yine çalkantılı ancak içeriği Batı’dakinden oldukça farklı olan 1971 Askeri Muhtırası’nın yaşandığı yıllardır.

Kısacası bizim çalışmamızda aynı dönemi temsil eden yazarların karşılaştırılması söz konusu değildir.

“Karşılaştırmada tipolojik çizgi der ki: Bunlar birbirinden bağımsız olarak, ama birbirine benzer siyasal, toplumsal ve dilsel şartlardan ortaya çıkmıştır. […]

genetik karşılaştırmada ise etkileme-etkilenme esastır. Tipolojik ve genetik karşılaştırmanın ortak yanı mesela edebi etkileme-etkilenme olgusunun benzer ya da aynı toplumsal-kültürel yapıyla harekete geçtiğinin kabul edilişidir.”127

Genetik karşılaştırma yöntemini “oluşumsal” ve tipolojik karşılaştırma yöntemini de “tipsel” olarak farklı ifadelerle adlandıran Sakallı, oluşumsal karşılaştırmanın dolaylı ve dolaysız etkileşimlerle oluşan temas ilişkileri araştırması olarak görüldüğünü, tipsel karşılaştırmanın ise temas olmadan, “benzer üretim ve alımlama koşulları altında ortaya çıkan benzerlikler araştırması”128 olarak

126 bkz. Tekşan, Karşılaştırmalı., s. 160-164. Ayrıca bkz. Aytaç, Karşılaştırmalı Edebiyat, s. 103, 125-126.

127 a.g.e., s. 103.

128 Peter V. Zima, Vergleich als Konstruktion, 2000, s. 20 akt. Sakallı, Karşılaştırmalı Yazınbilim, s.

250.

kullanıldığını vurgular. Bu iki yöntem ayrı ayrı adlandırılmasına rağmen birbirini tamamlayarak bir bütün oluşturur. Sakallı’nın genetik ya da kendi deyimiyle oluşumsal karşılaştırma yöntemi tanımında geçen “dolaylı ve dolaysız etkileşimlerle oluşan temas ilişkileri araştırması” ifadesi bu yöntemin bu çalışma için daha uygun olduğunu göstermektedir. Çünkü çalışmada oyunları incelenen Türk oyun yazarlarının dolaylı ya da dolaysız şekilde Batı’daki yazarlardan etkilendikleri gözlenmektedir.

Sakallı, farklı ulusların edebiyatları ve eserleri arasındaki benzerlik ilişkilerini genetik ya da oluşumsal karşılaştırma kapsamında “yazın-tarihsel saptanabilen temas ilişkileri ile oluşmuş benzerlikler” ve tipolojik karşılaştırma yönteminin alanına giren

“tesadüfi gerçekleşmiş benzerlikler” olarak iki gruba ayırır. Diğer bir deyişle bunlar

“oluşumsal temas ilişkileri” ve “tipsel bağıntılar”dır. “Temas, etki ya da alımlama kavramları yazınlar arasındaki gerçek tarihsel ilişkilere gönderme yaparlar. Buna karşın; tarihsel-tipsel benzerlikler yapıtlar ya da yazarlar arasındaki gerçek ilişkilerle oluşan benzerlikleri değil; bunlar dışında kalan bağıntıların neden olduğu benzerlikleri vurgular.” 129 Başka bir deyişle genetik karşılaştırma kapsamındaki etki araştırmaları nedenli benzerlikler üzerine yoğunlaşır. Tipolojik karşılaştırma yöntemi ise rastlantısal benzerlikler ya da koşutlukları araştırır.

Ancak “[…] oluşumsal ilişki benzerliğin ya da akrabalığın bilinen nedenlerini irdelerken, oluşumsal ilişkiler içerisinde tipsel bağıntı ve koşutlukların var olabileceği de göz ardı edilmemelidir.”130 Sakallı’nın bu ifadesi, iki yöntemin birbirinden farklı olmasına rağmen bu yöntemlerin kullanımında yine de temkinli olunması gerektiğinin;

zaman zaman genetik ve tipolojik benzerliklerin iç içe geçebileceğinin altını çizmektedir.

129 a.g.e., s. 249.

130 a.g.e., s. 250.

2. BÖLÜM

ABSÜRT TİYATRO GELENEĞİ

2.1. SÖZLÜK ANLAMI İLE ‘ABSÜRT’

Absürt özelliklere sahip tiyatronun anlamını tartışıp tanımlarını değerlendirmeden önce absürd kavramı üzerinde durmak Absürt Tiyatro’nun özüne inmek ve onu daha iyi kavramak açısından faydalı olacaktır. Türk Dil Kurumu’nun Türkçede Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü’ne göre Fransızca kökenli olan “absurd/e”

kelimesinin anlamı “saçma, zırva”1 olarak verilmektedir. Kelime anlamı olarak absürt,

“akla uygun olmayan”, “mantık dışı” anlamlarına da gelmektedir. J.S. Bixler,

“absürt”ün sözlüklerde “saçma”, “gülünç” ve “gülünecek ölçüde tutarsız”2 olarak geçtiğine işaret eder. Oxford Türkiye İngilizce-Türkçe Sözlük’te de absürt kelimesine karşılık gelen kelimeler neredeyse Bixler’in verdiği kelimelerle örtüşmektedir :

“Saçma”, “gülünç”, “anlamsız.”3 Cambridge Advanced Learner’s Dictionary’e göre de absürt, “gülünç veya mantıksız; komik bir şekilde aptalca”4 olarak tanımlanmaktadır. Yusuf Eradam’ın Longman Dictionary of Contemporary English’den aktardığı anlamıyla ise absürt: “mantığa veya sağduyuya aykırı; açıkça yanlış veya aptalca; açıkça uygunsuz veya imkânsız olduğu için komik”5 tir. Absürt’ün tanımında kullanılan “aptalca”, “yanlış” gibi ifadeler bizim çalışmamızın konusu bakımından çok sığ kalan ifadelerdir. Bunun yerine mantığa aykırı, kurallara aykırı ya da uyumsuz gibi ifadeleri tercih etmek daha anlamlı olacaktır.

Sevda Şener, yabancı bilim insanlarının tanımlarını derleyerek bir tanımlama yapar:

Absürd sözcüğü, akla, mantığa uymayan, saçma, boş, anlamsız anlamına gelir.

Camus, bu sözcüğü biraz farklı bir anlamda, her şeyin akla mantığa aykırılığını, saçmalığını, tutarsızlığını anlamış kişi ya da us anlamında kullanmıştır. Martin Esslin,

1 Türk Dil Kurumu (Çevrimiçi), http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&view=bts , 22 Ocak 2015.

2 J. S. Bixler, “On Being Absurd!”, çev. Arzu Özyön, in The Massachusettes Review, Vol. 10, No. 2 (Spring, 1969), s. 407.

3 Oxford Türkiye İngilizce-Türkçe Sözlük, (ed.)Warren, Helen, Oxford University Press, 2004, s. 3.

4 Cambridge Advanced Learner’s Dictionary, çev. Arzu Özyön, (ed.)Walter, Elizabeth, Cambridge University Press, 2005, s. 5

5 Eradam,“The Theatre of The Absurd and Jean Genet”, s. 16.

absurd dram tanımını yaparken Camus’den yola çıkarak, “insan durumunun saçmalığının verdiği metafizik acının dramı” açıklamasını yapmış [tır].6

Bu tanıma göre insan sürdürdüğü yaşamın absürtlüğünün ayrımındadır, ancak yine de bu yaşamı sürdürmeye devam eder. İnsanın yaşamın absürtlüğünün ayrımında olması, onun bilinçli olduğunu gösterir ki, bilinç absürt’ün ayrılmaz bir parçasıdır.

Absürt Tiyatro’nun başlıca amacı izleyici/okuyucuyu düşündürmek ve tedirgin etmektir.

“ ‘Saçma’nın sözcük anlamına göre, ‘akıl’ ve ‘mantık’ dışı, ‘boş’ ve ‘anlamsız’

olan her şey saçmadır. Bu sözcükleri tırnak içine almamızın nedeni, her sözcük için

‘kime ve neye göre?’ sorusunun sorulması gerektiğindendir.”7 Bu nedenle bir kişiye göre “boş”, “anlamsız”, “saçma” olan bir diğerine göre son derece anlamlı olabilir;

yani “saçma”, “anlamsız” ve “boş” göreceli kavramlardır.

Martin Esslin “Absürtün Absürtlüğü” adlı çalışmasında bir müzik terimi olarak absürtün “ahenksiz” olarak tanımlandığını ifade eder ve kelimenin diğer anlamlarını sıralar: “adetlerle ve mantıkla uyumsuz; uygunsuz, makul olmayan, mantıksız.”8 Manuel L. Grossman ise Esslin’e göre Absürt Tiyatro’nun, “absürt” kelimesinin fazlaca özelleştirilmiş bir tanımına dayandığına9 dikkat çeker ki, Esslin’in Absürd Tiyatro adlı kitabındaki tanımda kavramın farklı özelliklerinin ortak noktası

“uyumsuz” olarak verilmektedir:

‘Absürd’ aslında müzikal bağlamda ‘armoniden yoksun’ demektir. Bu yüzden sözlükte: ‘ Bir kural ya da nedene bağlı olarak uyumdan yoksun; uyuşmaz, usa yatkın olmayan, mantıksız’ olarak tanımlanır. Yaygın kullanımında ‘absürd’, kısaca ‘saçma’

demektir ama Camus’nün kullandığı ve bizim Absürd tiyatrodan söz ettiğimizde kullandığımız bu değildir. Kafka üzerine bir yazısında, Ionesco bu deyimden kendi anladığını şöyle açıklıyor: ‘Absürd amacı olmayandır… Dinsel, metafizik ve deneyötesi köklerinden kopmuş bir kayıptır; onun bütün eylemleri anlamsız, absürd, yararsızdır’10

Absürt insanın gülünç ya da komik bulduğu ancak başına gelmesini arzu etmediği durumdur. Absürt günümüzde neredeyse gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Örneğin telefonda konuşan birinin sanki karşısındaki kişiyi

6 Sevda Şener, Dünden Bugüne, s. 300.

7 Abdüllatif Acarlıoğlu, Saçmanın Tiyatrosu, s. 15.

8 Martin Esslin, “The Absurdity Of The Absurd”, çev. Arzu Özyön, The Kenyon Review, Vol. 22, No 4 (Fall, 1960), s. 671.

9 Grossman, “Alfred Jarry and the Theatre of the Absurd”, s. 473.

10 Martin Esslin, Absürd Tiyatro.(çev. Güler Siper). Dost Kitabevi Yayınları. Ankara, 1999, s. 25.

görüyormuşçasına el-kol hareketleri, jest ve mimikler kullanarak konuşması da absürt bir sahne oluşturmaktadır. Tıpkı insanların yemek ya da koltuk takımı alarak bunları hiç kullanmadan vitrinlerde ya da misafir odasında yıllarca saklı tutması gibi.

Yukarıdaki bütün tanımlar göz önünde bulundurulacak olursa, absürt kavramını sadece “gülünç”, “saçma”, “aptalca” ya da “mantıksız” kelimeleri ile tanımlamak çok yüzeysel bir tanım elde edilmesine yol açacak ve Absürt Tiyatro’yu ayrıntılı bir biçimde incelemeyi hedefleyen bu tezin amacına hizmet etmeyecektir.

Çünkü absürt ne tek başına “gülünç” ya da “ciddi”, ne de tek başına “saçma” ya da

“mantıksız” dır. Absürt dendiğinde aslında akla ilk gelen iki insan, nesne ya da durum arasındaki “uyumsuzluk”, daha doğrusu “ikilik”tir, burada vurgulanması gereken ikilik ise insan ile dünya arasında yer alan ikilik olmalıdır. Camus’nun da savunduğu ve absürt ile ilişkilendirilen Varoluşçuluk Felsefesi’ne göre, insan tek başına yaşamak üzere fırlatıldığı bu dünyadan beklenti içindedir ama dünya insanın bu beklentilerine kulaklarını tıkamıştır adeta ve insana karşı son derece duyarsızdır. Bu durum karşısında zaten köklerinden koparılmış, geçmişi olmayan insanın geleceğe dair bir umudu, hatta bir geleceği de yoktur. Geçmişi ve geleceği karanlık olan insan sürekli

“şimdi”yi “şu an”ı yaşamaya mahkûm olmuştur. Temelinde insan-dünya ikiliğinin (dualite) yer aldığı absürt içinde daha birçok ikilik barındırmaktadır. Örneğin absürt daha önce de belirtildiği gibi sadece “gülünç” değil, aynı zamanda “acıklı”dır da.

İnsanın dünya ile arasındaki bu ilişki dikkate alındığında, absürtü yüzeysel ve yanıltıcı bir biçimde “saçma”, “mantıksız”, “anlamsız” ya da sadece “gülünç” olarak tanımlamak yerine zamanı ve mekânı belli olmayan uyumsuz bir ikilikler bütünü olarak tanımlamak bu çalışma için en uygun tanım olacaktır.