• Sonuç bulunamadı

1. BÖLÜM

1.1.1. Edebiyat Sosyolojisinin Tarihsel Gelişimi

1.1.1.5. Edebiyat Sosyolojisi’nde Kurgu-Gerçek İlişkisi

Edebi eserlerin için(d)e doğdukları toplumsal koşulları, dönemin ekonomik ve siyasi olaylarını yansıttıkları doğrudur, ancak elbette söz konusu edebiyat olduğunda kurgusallık kaçınılmaz bir unsurdur. Örneğin Gonca Kırtıl, bireysel deneyin ve yaşantıların estetik dönüşümünün sanatın önemli bir yönünü oluşturduğuna ve sanat eserinde görülen gerçeklerin göründüklerinden başka şeyleri temsil edebileceklerine, bu sebeple de gerçekliğin tıpkı rüyalarda olduğu gibi değiştirilip çarpıtılarak sunulmuş olma ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çeker:

Edebi metinleri gerçekliğin aynası olarak kabul etmek bireyleri yanlış ve kestirme sonuçlara götürebilir. Bu nedenle gerçekliğin ne şekilde dönüştürüldüğü ve çarpıtıldığı izlenmelidir. Gerçekliğin algılanmasında yazarın bireysel yaşamı ve iç dünyası kadar topluma ve döneme yön veren değer yargıları da etkendir.55

Kırtıl, toplumsal gerçekliğin dönüştürülmesi sürecinde yazarın içsel düş dünyası yanında ideolojisinin de önemli bir rol oynadığını ifade eder. “Tabii burada, yazarın herhangi bir ideolojinin savunusunu eseri aracılığıyla yapmayı planlamasından bahsedilmemektedir. Bunun yerine daha kapalı ve esere içkin bir şekilde yerleşmiş bulunan, açıkça ifade edilmeyen kodların çözümlenmesi eserin anlaşılması için yararlı bir yoldur.”56

54 Yazıcı, “Edebiyat Sosyolojisine Toplu Bir Bakış Sosyolojinin Tanımı ve Diğer İlimlerle İlişkisi”, s.

50.

55 Gonca Kırtıl, “Edebi Metinlerin Sosyolojik İmkânı Üzerine Farklı Yaklaşımlar”. Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. Yıl 5, Sayı 10, Aralık 2012, s. 310.

56 Kırtıl, “Edebi Metinlerin Sosyolojik İmkânı Üzerine Farklı Yaklaşımlar”, s. 303.

Edebiyat her ne kadar gerçeğin “ayna”sı olarak kabul edilse de çoğu zaman gerçeğe rüyayı da ekler:

Bir yanıyla gerçekliğin aynasıdır. Fakat onun diğer bir yanı gerçekliği aşar, hayali yaşama kesimleriyle içli dışlı olur. Var olmasını istediği bir dünyayı çekici kılacak hiçbir etkiyi esirgemez. Çok kez beğenmediği hayat şartlarını eleştirileriyle hırpalar ya da gülünç kılar. Bu eleştirileri nesnel sürdürmez. Yerine göre okuyucuyu belli yaşama biçimlerinden tiksindirir, yerine göre belli yaşama biçimlerine karşı okuyucuda sevgi uyandırır, gönlü belli doğrultularda kımıldatıp hareketler oluşturan bir tutum olur.57

Kısacası edebiyat gerçek olan kadar hayalleri, arzu edilenleri de dile getirir.

Toplumda olmayanı, olması arzulananı, toplumsal kurumlarda ve toplumsal olaylarda göze çarpmayanı gözler önüne serer.

Alver, edebi eserlerde görülen “çarpıtma ve dönüştürme”nin altını çizerek bunun verimli bir şekilde kullanılabileceğine dikkat çeker:

Yazar, eserinde gerçek hayatın değil düşlediği hayatın, ortamın, ülkenin, yok-ilişkilerin hikâyesini anlatabilir; içinde yaşadığı toplumsal gerçekliği olduğu gibi aktarmayabilir; bu gerçekliği değiştiriyor ya da bozuyor da olabilir. Ne ki son tahlilde yapıp etmelerinde sosyal ortam ve kendi bireysel gözlem alanını/düşsel dünyasını bir arka plan olarak kullanmak, yani örnekliğini buradan (ortam) almak durumundadır.

Gerçekliği dönüştürse dahi eserini oluştururken kullandığı malzemeyi, sosyo-kültürel ortamı gözleminden ve bizatihi orada tecrübî bir hayat sürmesinden sağlamaktadır.

Dolayısıyla ortam yazara ve eserine yansımakta ve edebiyat bu alanda sosyolojik okumaya imkân tanımaktadır.58

Edebiyatın; insanın topluma uyumu ve toplumu değiştirme arzusu ile ilgilendiğini belirten Alver, edebiyat ve sosyolojinin insanı ve dolayısıyla toplumu anlama noktasında birbirleriyle kesişip birbirlerine destek olduklarını vurgular.

Kurgu dünyası ile gerçek dünya arasındaki ilişkiye değinen Noble,

“Kurgulanmış olanla gerçek dünya arasındaki bu merkezi ilişki Marksist düşünce geleneğinden beslenen edebiyat sosyolojisi alanında üretilen ciltler dolusu eserin de özünde yer almaktadır”59 der.

57 Yazıcı, “Edebiyat Sosyolojisine Toplu Bir Bakış Sosyolojinin Tanımı ve Diğer İlimlerle İlişkisi”, s.

50.

58 Alver, “Edebiyatın Sosyolojik İmkânı”, s. 13.

59 Trevor Noble, “Sosyoloji ve Edebiyat”, çev. Nurettin Çalışkan, içinde Edebiyat Sosyolojisi, ed.

Köksal Alver, Hece Yayınları. Ankara, 2012, s. 34.

Edebiyat sosyolojisi, edebi metnin bir kurmaca, hayal ürünü, uydurma olduğunu reddetmez. Ancak mütevazı bir ekleme yapmaktan da kendini alamaz. Bu ekleme aynı zamanda edebiyat sosyolojisinin temel iddialarından biri olur: edebi metin (edebiyat) toplumun birebir ifadesi, görünümü, aynası, izdüşümü, kanıtı, göstergesi olmasa da ondan tamamen kopuk, ayrıksı, yabansı değildir, olamaz da.60

Taine’e göre edebiyat eserlerinin bir vesika belge olduğunu belirten Alver, edebiyat eserlerinin bir tarihsel belge ya da siyasal bir bildiri şeklinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda tartışmalar bulunduğunu dile getirir ve ekler:

“Genel eğilim bir tarihsel belge olmasa da (ki değildir) tarihsel belge gibi değerlendirmenin imkânsız olmadığı şeklindedir.”61 Yukarıda verilen farklı görüşlere rağmen, edebiyat eserlerinde kurgu ve gerçekliğin iç içe geçmiş olduğu ve birçok edebiyat eserinde gerçeğin değiştirilip dönüştürülerek okura sunulduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu nedenle de kanımızca bir edebiyat eseri, özellikle edebiyat sosyolojisi bağlamında ele alınıp analiz edilirken eserin kurgusal yanı ve gerçeklik boyutu arasındaki ince çizgiye dikkat edilmesi doğru tespitlere ulaşmak açısından son derece önemlidir.

Toplumsal koşulların, ortam ve kurumların edebiyat üzerindeki etkisini yadsımayan Escarpit bu konudaki çalışmaların dikkatli bir şekilde yürütülmesi gerektiğini vurgular: “Edebiyat eğilimleri üzerine ortamların ve kurumların- dersler, akademiler, parlamentolar, kent merkezleri, üniversiteler- olası etkilerini büyük bir sakınımla belirtiyoruz. Bu olayları aydınlığa çıkarmak için girişilecek araştırmaların son derece sakınımlı yürütülmesi gerekir.”62 Escarpit’in bu tür çalışmaların dikkatle ve titizlikle yapılması konusundaki hassasiyetin ardında kurgu ile gerçeğin iç içe geçmiş olması ve eserde anlatılan ya da sunulan olayların ne kadarının kurgu ne kadarının gerçek olduğunun tespit edilmesinin gerekliliği yatmaktadır. Çünkü edebiyat ve daha özel anlamda bir edebi eser;

İnsan yaşamasını yoğurup değiştirir, yaşamayı belli bir anlamla süsler, donatır. […]

İşte bunun için kupkuru bilgiyle uğraşmaz. Ondan duygudan arınmış, yan tutmayan teklifler beklememeli. Edebiyatta bu budur diye kesip atmak yoktur. Onda kafadan

60 Alver, “Edebiyat Sosyolojisi ve Hayat”, s. 113.

61 a.g.e., s. 113.

62 Robert Escarpit, Edebiyat Sosyolojisi. İletişim Yayınları. İstanbul, 1992, s. 45.

çok yaşantılar konuşur. Olması gerekeni örneklerle, düşlerle, uyduruk olaylarla tanıtır, sezdirir.63

Uygur’un da vurguladığı gibi, edebi eserler gerçeği değiştirip dönüştürerek yani rüya, örnek ve uydurma olaylarla gerçeği sezdirerek daha önce de belirtildiği üzere okuyucuya/seyirciye bilinç kazandırır.

Cemil Meriç, edebiyat tarihi ile sosyolojinin ilişkileri üzerine çalışan Lanson’un Fransız edebiyatını aydınlatan altı kanun ya da kural sıraladığını ifade eder ki bu kurallardan ilki çalışmamızın konusu açısından oldukça dikkate değerdir:

İlk kanun şu: Edebiyat toplumun ifadesidir. Edebiyat sosyolojisinin bu en eski düsturunu De Bonald kelimeleştirmiş. Bütün harcı-alem hakikatler gibi yarım ve aldatıcı içtimai müesseselerin düşünce eserlerini etkilediği doğru. Nükte, ima, içtimai bir baskının habercisi. Bastil korkusu edebiyatçıyı nezakete zorlar. Sibirya susturur veya isyan ettirir. Bir kelimeyle gevşek bir istibdat, ölçülü ve ince bir edebiyat geliştirir. Hürriyete kavuşulunca üslup sertleşir. Tehlike kalmamış, baskı ortadan kalkmıştır. Edebiyat hayatı dile getirmez yalnız, zenginleştirir de. Gerçeğe rüyayı ekler. Hangi gerçeğe? Hayatın dörtte üçünü bir yana iter: Gündeliği, ortalamayı, anlamsızı. Realist roman da fevkaladeyi işler, idealist roman gibi. Reelin eksikliklerini kapar edebiyat. Münasebetleri bozar. Göze çarpmayana çeker dikkatimizi.64

Meriç burada da yine Lanson aracılığıyla edebi eserin kurgu ve gerçekliğin iç içe geçmesiyle, birlikte yoğrulmasıyla ortaya çıktığını; edebi eserin ne tamamen gerçekliği yansıttığını ne de tamamen kurgusal olduğunu, bir edebi eserin hayatın gerçeklikleri içindeki eksik yerlerin ve boşlukların doldurulmasıyla oluşturulduğunu ifade eder. Konu bağlamında bakıldığında edebiyat; sevinç ve mutluluğu değil, yaşamı zorlaştıran bireysel trajedileri, aykırılıkları işler. Bunlar da toplumun inşa ettiği değerlerle çatışan ve çelişen olaylar ile kişilerdir. Burada üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise rüya, nükte ve imanın kullanılmasının ardında korku ve baskı faktörlerinin yatmasıdır. Korku ve baskı faktörleri yazarların tarzı üzerinde etkili olur.

Yazarlar ülkenin içinde bulunduğu kritik durumlarda hükümeti açık biçimde eleştirerek iktidar ile ters düşme, eserlerinin sansüre uğraması ya da cezalandırılma korkusuyla örtük bir anlatım kullanmakta ve farklı teknikler uygulamaktadırlar.

Cemil Meriç Kırk Ambar adlı kitabındaki “Edebiyat ve Sosyoloji” başlıklı bölümde edebiyatın sosyoloji ve dolayısıyla toplumsal olanla bağlantısını, “gerçeğin

63 Yazıcı, “Edebiyat Sosyolojisine Toplu Bir Bakış Sosyolojinin Tanımı ve Diğer İlimlerle İlişkisi”, s.

50.

64 Cemil Meriç, Kırk Ambar Cilt 1. İletişim Yayınları. İstanbul, 2006, s. 452.

edebi esere bütünüyle sığdırılamayacağı ve olduğu gibi değil de değiştirilip dönüştürülerek okura sunulacağı” şeklindeki tezi destekleyecek biçimde açıklar:

Her eser canlı bir modelin taklidi. Taklit bütünü kucaklamaz. Bir seçim demektir.

Kanunun ruhunu, yaşayan tarafını belirtmeye çalışır yazar. Her yaratıcının zevklerine, seçişlerine yön veren bir ana meleke var (yani yazar realiteyi kendi dehasına göre biçimlendirir), her eserin de kendine has bir temel karakteri olduğu gibi. Tüm sanat iki kelimenin içinde: sıkıştırarak canlandırmak.65

Özellikle Absürt Tiyatro’da yazar direkt olarak hayatı ve gerçekliği yansıtmak yerine bireyden hareket etmekte ve birey üzerinden aslında topluma ve bireyin parçası olduğu toplumsal gerçekliğe işaret etmektedir. Burada söz konusu bir edebi tür olarak tiyatro, toplum ve toplumsal gerçeklik olduğu için de edebiyat ile toplumu aynı çatı altında birleştiren edebiyat sosyolojisini bir yöntem olarak benimsemek kaçınılmaz hale gelmektedir.