• Sonuç bulunamadı

5. ŞİA DÜŞÜNCESİNDE HADİSİN YERİ VE ÖNEMİ

1.2. ŞİA'DA TEVHÎD İNANCI

2.1.5. Bedâ

Şia'nın kendine has inanç konularından birisi de bedâ'dır. Bedâ lügatte bir şeyin gizlilikten sonra açığa çıkması, bilgisizlikten sonra ilmin oluşması anlamına

gelmektedir.309 Allah'ın ilim, irade ve tekvin sıfatlarında değişmeler meydana gelebileceği anlamına gelen bedâ, "Allah'ın belli bir şekilde vukû bulacağını haber verdiği bir hâdisenin daha sonra başka türlü gerçekleşmesidir." Bedâ inancının ilk defa ne zaman ortaya çıktığı konusunda tarih olarak genellikle Muhtar es-Sakafî'nin (ö. 67/687) üzerinde durulmaktadır. Bir görüşe göre, Muhtâr önce Haricî iken sonra Zübeyrî sonra da Keysânî oluşunu taraftarlarına izah edebilmek için bedâ'yı ortaya atmıştır.310

Diğer bir görüşe göre ise Muhtâr'ın önceden zafer vaad ettiği ordusu Mus'ab b. Zübeyr'in ordusu karşısında mağlup olunca, "Allah bana zafer vaad etmişti, fakat daha sonra kendisine bu değişik sonuç zâhir oldu" sözüyle Allah'ın ilim ve iradesinde değişiklik meydana geldiğini ima etmiş ve bu görüşüne, "Allah

dilediğini siler, dilediğini sabit kılar" (Rad, 13/39) âyetini delil getirmiştir.311

Bedâ inancının Şia tarafından benimsenmesi ise Ca'fer es-Sâdık dönemine tesadüf etmektedir. Rivâyete göre, Ca'fer es-Sâdık kendisinden sonra imâmet makamına oğlu İsmail'i tayin etmiş lakin İsmail ondan önce vefat etmiştir. Bu durum Ca'fer es-Sâdık'a sorulduğunda o: "Allah İsmail hakkında bedâ yaptı (karar

değiştirdi)" demiştir.312

Diğer bir rivâyete göre, Ca'fer es-Sâdık: "Ben Allah'tan

oğlum İsmâil'in (benden sonra) imam olmasını istedim Rabbim ise oğlum Mûsâ'nın imam olmasına karar verdi.313

Onun benden sonra imam olmadığını bilesiniz diye Allah onu benden önce öldürdü"314 demiştir. Benzer bir hâdise Ali b. Muhammed el- Hâdî'den sonraki imamın kimliği hakkında da yaşanmıştır. İmam el-Hâdî'den sonraki imamın büyük oğlu Muhammed olması beklenirken, Muhammed'in babasından önce

ölmesi imâmetin Hasan el-Askerî'ye geçmesiyle sonuçlanmıştır.315 Bu bakımdan

Şia'nın bedâyı bir inanç olarak benimsemesinin ve buna dair hem Kur'ân ve hem de hadislerden deliller getirmesinin temelinde, her şeyi bilen bir imam tasavvurunun bu hâdiseler ile tezat teşkil etmediğini izah etmek yatmaktadır. Bundan mütevellit olarak Şia bedâ inancına, imâmet anlayışına uygun bir şekil vermiştir.

309 Abdullah Seyyid Hasan el-Musevî el-Bahrânî, Bahs havle'l-bedâ, Beyrût, 1987, s. 9. 310 Avni İlhan, "Şîa'da Usulü'd-Din", Şiîlik Sempozyumu, s. 411.

311 Avni İlhan, "Bedâ", DİA, V, 290. 312

el-Usûl sitte aşer, s. 49; Meclisî, Mir'âtu'l-ukûl, II, 124.

313 el-Usûl sitte aşer, s. 49. 314 Sadûk, el-İ'tikâdât, s. 41.

Şia'nın içinde bedâ'nın mahiyeti hakkında üç farklı görüş bulunmaktadır. Birinci görüş sahiplerine göre, bedâ mümkündür ve Allah görüş değiştirebilir. O, önce bir şeyi yapmayı irade eder, sonra o şey için bedâ meydana getirerek, onu yaratmaz. Olacağı bilinen bir şeyi yarattıklarından biri öğrenmişse, bu hususta görüş değiştirmek mümkündür. Ancak kulların bildiği bir şeyde görüş değiştirmek mümkün değildir. İkinci görüş sahiplerine göre, Allah'ın olacağı bilinen ve hatta olmayacak olan şeylerde bile görüş değiştirmesi mümkündür. Nitekim onlar kulların öğrenmedikleri şeylerde Allah'ın görüş değiştirmesini mümkün görmüşlerdir. Üçüncü görüş sahipleri ise, Allah'ın görüş değiştirmesinin mümkün olmadığını iddia

eder ve Allah'ı bu türlü şeylerden tenzih ederler.316

Bu bakımdan Şia'ya göre Allah'ın ilmi ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, meleklerin, peygamberlerin ve velilerin de muttali olduğu ilimdir ki, buna ilm-i mahtum denir, ikincisi, hiçbir varlığın bilemeyeceği ve sadece zâtına mahsus olan gizli ilimdir ki buna da ilm-i meknûn denir. Bedâ Allah'ın

gizli ilimlerindendir ki, bunu kimse bilemez.317

Bedâ ile ilgili Şia'nın ilk hadis kaynaklarından kabul edilen el-Usûl sitte aşer isimli eserde rivâyetlere rastlanmaktadır. Bu da bedâ anlayışının hicri ikinci asrın

başlarında var olduğunu göstermektedir.318

Zira Şia içerisinde bedânın bir inanç olarak temellerinin İsmail b. Ca'fer'in (ö. 138/755) vefat tarihinden itibaren atıldığını söylemek mümkündür. Lakin el-Kâfî'de bedâ başlığı altında kaydedilen rivâyetlerden ikisi Muhammed El-bâkır'dan nakledilmiştir ki, bu rivâyetlerde bedâ kelimesine rastlanmamaktadır. Bu da Şia'nın inanç konuları içerisinde bedâ kelimesinin ıstılah

olarak Ca'fer es-Sâdık'tan itibaren ortaya çıktığına işaret etmektedir.319

Şia bedâ inancı sebebiyle başta Mutezile olmakla Ehl-i Sünnet ve Zeydiyye tarafından da eleştirilmiştir. Bu eleştirilerin odak noktası, Şia'nın Yahudilikten esinlenerek bu inancı benimsediği olmuştur. Hatta kendisi de Şiî olan İranlı ortaçağ filozofu Nasîruddîn et-Tûsî (ö. 672/1274) açık bir dille bedânın Yahudilere mahsus

316

Eş'arî, İlk Dönem İslam Mezhepleri, s. 71-72.

317 Küleynî, el-Kâfî, I, 198. 318 el-Usûl sitte aşer, s. 49. 319 Küleynî, el-Kâfî, I, 194-200.

bir anlayış olduğunu söylemektedir.320 Çünkü Tevrat'ta Şia'nın bedâ inancına benzer şu ifadelere rastlanmaktadır:

Rab baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi. "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum."321

Tevrat'ta geçen bu ifadelerde de görüldüğü üzere Allah varlıkları yarattıktan sonra onların yaptıklarını görünce pişmanlık duymuştur ki, bu Allah'ın ilim sıfatında bir noksanlığın olduğu anlamına gelmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de de Yahudilerin buna benzer anlayışlarına şöyle işaret edilmiştir: "Yahudiler "Allah'ın eli bağlıdır"

dediler. Kendi elleri bağlandı ve söyledikleri sözden ötürü lanetlendiler. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır, dilediği gibi verir."322

Burada Yahudilerin Şia ile benzeştiği nokta sadece Allah'ın karar değiştirmesi kısmıdır. Zira Şia'nın büyük çoğunluğu bedâyı Allah'ın ezeli ilmi çerçevesinde anlamışlardır. Şia'nın önde gelen

âlimlerinden İbnü'l-Mutahhar el-Hıllî (ö. 726/1325) de nesih ile bedâyı mukayese

ederken Yahudilerin bedâ anlayışından bahsederek en sonda bedânın Allah hakkında caiz olmadığını söylemiştir. Ona göre, bedâ cehâlete ve kötülüğe kapı aralamaktadır

ki, bu da Allah hakkında muhaldir.323

Burada Hillî'nin de bedâyı Yahudilikle ilişkilendirdiği dikkat çekmektedir.

Ehl-i Sünnet'in meşhur kelam ve tefsir âlimi Fahreddîn er-Râzî (ö. 606/1210) de Şia'yı bedâ inancından dolayı eleştirmektedir. Râzî'nin Şia hakkındaki tespiti iki noktada cem olunmuştur. Bunlardan biri bedâ, diğeri de takiyyedir. Razi şöyle diyor:

"Rafizî imamlar, taraftarları için iki ilke koymuşlar. Bunların karşısında hiç kimse onları yenemez. Bunlardan birincisi bedâdır. Onlar, kendilerinin kuvvet ve güçleri olacağını söyleyip de, iş dedikleri gibi çıkmazsa, "Allah bu hususta fikrini değiştirdi" derler. İkincisi de takiyyedir. Her istediklerini konuşurlar. Onlara bu yanlıştır denilince veya batıllığı anlaşılınca, "biz onu takiyye olarak söyledik" derler."324

320

Nasîruddin et-Tûsî, Telhîsu'l-muhassal, Dâru'l-advâ, Beyrût, 1985, s. 457.

321 Kutsal Kitap, Eski ve Yeni Antlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul, 2001,

Yaratılış, 6/5-7, s. 7.

322 Maide, 5/64. 323

İbnü'l-Mutahhar el-Hillî, Nihâyetü'l-vusûl ilâ ilmi'l-usûl, I-V, (thk. İbrahim Bahâdirî), Kum, 1426, II, 595-596.

324 Fahreddin er-Râzî, el-Muhassal (Kelâm'a Giriş), (trc. Hüseyin Atay), AÜİFY, Ankara, 1978, s.

Râzî'nin Şia'ya karşı yaptığı bu eleştiriyi haksız bulan Meclisî, onun böyle bir iddiayı ortaya atmakla imamlara yalan, hile ve hokkabazlık isnat ettiğini söyleyerek

bu fikrine karşı çıkmıştır.325

Şia'ya bedâ konusunda yapılan itirazlara ilk asırlarda da rastlamak mümkündür. Nitekim o dönemde Şia'ya yöneltilen itirazlara cevap veren Sadûk, bedâyı Rad sûresinin 39. âyetindeki anlamdan ibaret olduğunu savunmuştur. Ona göre, bedâ neshin ta kendisidir. Hz. Muhammed'in şeriatının önceki şeriatları, Kur'ân'ın önceki kitapları hükmen ortadan kaldırması olan nesih bedâdır. O, Ca'fer es-Sâdık'ın şöyle dediğini nakletmektedir: "Kim Allah hakkında: "Bu iş bügün Allaha

izhar oldu, dün bilmiyordu" iddiasında bulunursa ondan uzak durun." "Kim Allah'ın pişmanlık sebebiyle bedâ yaptığını iddia ederse, o bize göre kâfirdir."326

Bu iki rivâyetten bedâ inancının Şia inancına göre, Allah'ın ezeli ilmi dâhilinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Yani Şia bedâ inancıyla Allah'a bilgisizlik nispet etmemektedir. Bu konudaki rivâyetlerin içeriğine bakıldığında ise Ca'fer es-Sâdık'ın sanki bedâ inancından dolayı Şia'ya yöneltilen Yahudilik benzetmesine cevap verdiği dikkat çekmektedir. Nitekim Ca'fer es-Sâdık'a nispet olunan uzunca bir hadiste de bedâ konusu Şia düşüncesine uygun olarak şöyle anlatılıyor:

"Allah bilir, diler, irade eder, takdir eder, hükmeder ve onaylar, hükmettiğini onaylar, takdir ettiğini hükmeder, irade ettiğini takdir eder. Dolayısıyla ilminden dileme kaynaklanır. Dilemesiyle irade meydana gelir. İradesiyle takdir meydana gelir. Takdiriyle hükmetme gerçekleşir ve hükmetmesiyle onaylama olur. İlim dilemeden öncedir. Dileme ikinci sıradadır. Üçüncü sırada irade yer alır. Takdir ise onaylanmış hükme dayanır. O halde Allah Teâlâ, bildikleri açısından dilediği zaman tavır değiştirebilir (bedâ gerçekleşir). Varlıkların takdir edilmesi aşamasında irade değişikliğine gidebilir. Ama hüküm verilip onaylandıktan sonra tavır değişikliği imkânsızdır..."327

Ca'fer es-Sâdık'a nispet olunan bu rivâyeti şöyle özetlemek mümkündür. Allah bir şeyi takdir etmeden önce yani son kararı vermeden bir hükmü değiştirebilir ki, bu bedâdır. Sadûk'un kaydettiği bu rivâyetin içeriğinde nesh ile bir benzerlik bulunmamaktadır. Çünkü nesih, şer‘î bir hükmün daha sonra gelen şer‘î bir delille

kaldırılması328

iken burada Allah'ın karar değiştirmesinden bahsedilmektedir. Ayrıca, nesih olunan hüküm nesih olunmadan önce belli bir süre uygulanıp sonra ortadan

325

Meclisî, Mir'âtu'l-ukûl, II, 124.

326 Sadûk, el-İ'tikâdât, s. 40-41.

327 Sadûk, Tevhîd, (trc. Zafer Aydaş), el-Mustafa Yayınları, İstanbul, 2014, s. 581. 328 Abdurrahman Çetin, "Nesih", DİA, XXXII, 579.

kaldırıldığı halde, bedânın önceden hiçbir uygulaması yoktur. Yani nesih var olan bir hükmün kaldırılması, bedâ Allah'ın bir şeyi var etmeden karar değiştirmesidir. Belki bu sebepledir ki, Şia'nın önde gelen âlimlerinden Müfîd de: "Ben bedânın anlam olarak müslümanların cumhuru tarafından kabul edilen nesih olduğunu söylüyorum"

demektedir.329 Meclisî de muhaliflerin Şia'nın bedâ hakkındaki meramını

araştırmadan kelimenin zâhirinden hareketle onlara iftira attıklarını söylemiştir.330

Aynı şekilde çağdaş Şia âlimi Sübhânî de bedâ etrafındaki tartışmaların manevi

tartışmalar değil, lafzî tartışmalar olduğunu belirtmiştir.331

Görüldüğü üzere mahiyet olarak Şia bedânın nesih ile aynı anlamda olduğunu söylemektedir. Sadûk, Müfîd, Meclisî ve Sübhânî gibi Şia'nın önde gelen âlimleri bedâ inancından kaynaklanan eleştirilere cevap vererek yapılan eleştirilerin haksız olduğunu ispat etmeye çalışsalar da Şia'nın temel kaynaklarında bu inancın abartılı ifadelerle yer alması sürekli olarak

eleştirilmesine yol açmıştır.332

Şu da bir gerçektir ki, yukarıda isimlerini zikrettiğimiz âlimler her ne kadar bedânın nesih anlamında olduğunu söylemekle bedâ inancına haklılık kazandırmaya çalışsalar da, aslında bedâ ile kastettikleri nesih değil, Allah'ın karar değiştirmesi anlamındaki bedâdır. Çünkü Şia kaynaklarındaki deliller neshe işaret etmemektedir.

Şia bu eleştirilere cevap verirken sürekli olarak Ehl-i Sünnet kaynaklarında da bedânın geçtiğine vurgu yapmıştır. Buhârî'de kel, kör ve alaca hastalığı olan üç kişiden bahseden rivâyette geçen - ( ْمُهَيِلَتْبَي ْنَأ هلَج َو هزَع ِ ه ِلِلّ اَدَب) "Allah onları imtihan etmek istedi" - "bedâ" ifadesinden hareket ederek Şia bedâ anlayışının aslında Ehl-i Sünnet'te de olduğunu ispat etmeye çalışmıştır. İbnü'l-Esîr (ö. 606/1210), buradaki "bedâ" kelimesinin "hüküm, karar" vermek anlamına geldiğini söylemektedir. Ona göre, bedâ önceden bilinmeyen bir şeyin bilindikten sonra onaylanmasıdır. Bu da

Allah hakkında caiz değildir.333

Zira Allah'ın ilmi ezelidir. İbn Hacer (ö. 852/1448) de hadiste geçen bedâ kelimesinin Allah'ın, ilminde var olan bir şeyi ortaya çıkarmak istemesi anlamına geldiğini söylemiştir. Ona göre, burada gizli olan bir şeyin izharı

329 Müfîd, Evâilu'l-makâlât, s. 80. 330 Meclisî, Mir'âtu'l-ukûl, II, 122.

331 Sübhânî, el-Bedâ fî davi'l-kitâb ve's-sünne, Tahran, 1986, s. 12-13. 332

"Allah'ın bedâ gibi ululandığı başka bir amel yoktur." "Allah'a yönelik ibadet içinde bedâ gibisi yoktur." Küleynî, el-Kâfî, I, 198; Sadûk, et-Tevhîd, s. 332.

333 İbnü'l-Esîr, en-Nihâye fî ğarîbi'l-hadîs, I-V, (thk. Tahir Ahmed ez-Zâvî ve Mahmud Muhammed

söz konusu değildir. İbn Hacer, hadisteki kelimenin ravi tarafından değiştirilmesinin de muhtemel olduğunu ileri sürerek, hadiste kastedilen mananın "Allah onları imtihan etmeyi takdir etti" olduğunu söylemiştir. Buradaki "bedâ" ile bir işin

değiştirilmesi kastedilmemektedir.334

Sonuç olarak, öyle anlaşılıyor ki, Şia'nın bedâ inancını benimsemesi gayba ait bilgileri bildiklerine inanılan imamların, vuku bulacağını önceden haber verdikleri olayların sonradan başka türlü gerçekleşmesi üzerine inandırıcı bir izah bulmak

sûretiyle etrafındaki grupların dağılmasını önleme zaruretinden doğmuştur.335 Ayrıca

Şia'nın kendi içinde bedânın mahiyeti konusunda farklı düşüncelere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bu sebeple de Şia'yı bedâ'yı kabul etmeyenler, nesih anlamında kabul edenler ve tevilsiz kabul edenler olmakla üç kısma ayırmak mümkündür. Bedâ'yı kabul etmeyenlerin başında Nasîruddîn et-Tûsî gelmektedir. O Şia kaynaklarında bedâ ile ilgili geçen o kadar rivâyete rağmen tek Ca'fer es-Sâdık'ın oğlu İsmail hakkındaki rivâyete dikkat çekerek bu rivâyetin haber-i vahid olduğunu

ve haber-i vahidin de itikadî konularda hüccet kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.336

Meclisî, Tûsî'nin bedâ konusundaki bu açıklamasına itiraz ederek onun bu tavrına

şaşırdığını söylemiştir.337

Lakin Usûl-i Kâfi'nin şerhinin ta'lîkât bölümünde Mirze Ebü'l-Hasan eş-Şârânî bedânın tek Tûsi tarafından inkâr edilmediğini, bilakis muteber birçok Şia âliminin de Tûsi'ye yakın görüş ortaya koyduklarını ifade ederek Seyyid Murtazâ, Ebû Ca'fer et-Tûsî, İbnü'l Mutahhar el-Hıllî gibi âlimlerin isimlerini

zikretmiştir.338

Şia'nın beda konusundaki ağırlıklı görüşü nesih ile bedânın müradif olduğunu söyleyen görüştür. Başını Sadûk, Müfîd ve Meclisî gibi Şia âlimlerinin çektiği bu grup her ne kadar görünürde bedânın nesih anlamında olduğunu söyleseler de pratikte tevil yoluyla bedâya nesihten farklı bir anlam yüklemektedirler. Buna şöyle bir itiraz da yapılabilir. Eğer bedâ nesih anlamındaysa neden tek kelime üzerinde karar kılınmayıp farklı iki kelimeyle aynı fikri anlatmaya çalışmışlardır? Ayrıca

334 İbn Hacer, Fethü'l-bârî, VI, 502.

335 Avni İlhan, "Şîa'da Usulü'd-Din", Şiîlik Sempozyumu, s. 412. 336

Tûsî, Nasîruddin, Telhîsu'l-muhassal, s. 421-422.

337 Meclisî, Mir'âtu'l-ukûl, II, 123-124.

338 Muhammed Sâlih el-Mâzenderânî, Şerhu Usûli'l-Kâfî, I-XII, (tlk. Mirza Ebü'l-Hasan eş-Şa'rânî),

nesih, var olan bir hükmün ortadan kaldırılması, bedâ ise Allah'ın bir şeyi var etmeden karar değiştirmesidir. Allah'ın karar değiştirdiği nasıl bilinmektedir? İmamlar Allah'ın ezeli ilmine muttali olmuşlar mı? Bu ve benzeri itirazlar sebebiyle Şia'nın bedâ konusunda diğer konular kadar kararlı olmadığı ve kendi içinden de farklı seslerin yükseldiği görülmektedir.

Bedâ hakkındaki hadislerin büyük çoğunluğunun Ca'fer es-Sâdık'a nispet olunduğu dikkat çekiyor. Bunun sebebi, muhtemelen Şia'da bedâ inancının Ca'fer es- Sâdık'la başlamasıdır. Rivâyetlerin içeriğine bakıldığında sanki kelamî bir tartışmayı anımsatmaktadır. Bu da rivâyetlerin bedâ hakkındaki tartışmalar üzerine ortaya çıktığına işaret etmektedir.