3. ÂHİRET İNANCI
1.3. KAZÂ VE KADER İNANCI
1.3.2. Şia'ya Göre Kazâ ve Kader
Şia'nın inanç esasları arasında özel bir başlık olarak kazâ ve kadere iman yer almasa bile onlara göre de kadere iman vaciptir. Zira kulların fiilleri Allah'ın kazâ ve
kaderine uygun olarak gerçekleşir.756
Şia'ya göre, kazâ ve kader tekvînî ve teşrîi olmak üzere iki kısma ayrılmakta, bu iki kısım da kendi içinde yine zâtî (ilmî) ve fîli
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.757
Tekvînî kazâ ve kader: Bütün yaratılmışlar Allah tarafından yaratıldıklarına göre, onların kaderlerinin tayin edilmesi ilahi takdirdir. Bu, Allah'ın fîli olması bakımından "fîli takdir" olarak isimlendirilmektedir. Allah yaratmadan önce
mahlûkatının kaderini bildiğine göre, bu takdir de zâtî (ilmî) takdirdir.758
Teşrîi kazâ ve kader: Şia'ya göre, şeriatla ilgili kazâ ve kader de vardır ki, bu teşrîi kazâ ve kader diye isimlendirilir. Şer'î vazifelerin konulması kendi kendiliğinde Allah'ın kazâsıdır ve bu vazifelerin farz, haram şeklinde taksim edilmesi ise Allah'ın
754 Buhârî, Tıp, 29; Müslim, Selâm, 32 (2219).
755 Kaderiyye ve Mürcie ile ilgili rivâyetlerin değerlendirmesi için bkz; Muradov Sefa, İbn Mâce'nin
Sünen'inde Mevzû Olduğu İleri Sürülen Rivâyetler ve Değerlendirilmesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2014, s. 114-116.
756 Şibbir, Hakku'l-yakîn, s. 89-90. 757 Sübhânî, İslamda Akîde Esasları, s. 96. 758 Sübhânî, İslamda Akîde Esasları, s. 95.
şer'î takdiridir.759
Şer'î takdir ile ilgili olarak Hz. Ali'den şöyle bir rivâyet aktarılmıştır: "Kazâ ve kader dedikte Allah'a itaati emretmek, günahlardan
çekindirmek, iyi işler yapıp kötü amellerden uzak durmak için insana güç ve kuvvetin verilmesi, Allah'a yaklaşmak için insana yardım edilmesi, günahkârların ise kendi hallerine terk edilmesi, mükâfat ve ceza hakkında verilen vaatler kastedilir. Bunların hepsi Allah'ın bizim işlerimizdeki kazâ ve kaderidir."760
Şia bu rivâyette Hz. Ali'nin yalnız şer'î kazâ ve kaderi açıklamakla yetindiğini savunmuştur. Bunun sebebi meclistekilerin düşünce seviyelerini dikkate alması olmuştur. Zira o dönemde tekvîni
kazâ ve kader ile cebr anlayışı anlaşılmaktaydı.761
Şia hadis kaynaklarına göz atıldığında bizzat imamlar tarafından kazâ ve kadere dair ayrıntılı bir şekilde açıklamalara rastlanmaktadır. Küleynî'nin kazâ ve kader akîdesi ile ilgili olarak naklettiği rivâyetlerde Ehl-i Sünnet'in bu konu ile ilgili görüşlerine benzerlik görülür. Hz. Ali'den nakledilen şu rivâyet bunun en açık örneğidir: "Emîrü'l-müminîn (Hz. Ali) Sıffîn'den döndükten sonra Kûfe'de ikamet ettiği sırada kendisine yaşlı bir adam gelerek: Ey Emîrül-mü'minîn, bizim Şam halkına karşı savaşımız hakkında bana bilgi ver. Bu, Allah'ın kazası ve kaderi ile mi idi? dedi. Hz. Ali: Evet, ey yaşlı adam. Siz Allah'ın kazâ ve kaderi olmadan ne bir
tepeye çıktınız ne de bir vadiye indiniz - dedi."762
Bu ve benzer rivâyetlerden kader akîdesinin imamlar tarafından açıkça kabul edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Şia kaynaklarındaki rivâyetlerden Ehl-i Beyt imamlarının kader anlayışı ile selef âlimlerinin kader inancı arasında bir farklılık gözükmemektedir. Yani kader inancının gerekli olduğu, inkârının mümkün olmadığı, buna karşılık cebrin de bulunmadığı, hakikatin bu iki yolun ortasında bulunduğu görüşü Şia kaynaklarındaki
rivâyetlerden ortaya çıkmaktadır.763 İnsanın yaptıklarında tam anlamıyla müstakil
olamayacağı anlamındaki kader inancını, hicri dördüncü asırda yaşamış Şeyh Sadûk'ta da görmek mümkündür. O, "O'nun (Allah'ın) bilgisi ve dilemesi dışında hiçbir şey gerçekleşemez... İradesi de bu anlamdadır" demiş ve Hz. Ali'den kader hakkında şunları nakletmiştir: "Bil ki kader, Allah'ın sırlarından bir sır, Allah'ın
759 Sübhânî, İslamda Akîde Esasları, s. 96. 760
Meclisî, Bihâr, V, 96.
761
Sübhânî, İslamda Akîde Esasları, s. 96.
762 Küleynî, el-Kâfî, I, 206.
perdelerinden bir perde ve Allah'ın korudukları arasında korunmuş bir şey olup Allah'ın perdesi içinde ortaya çıkarılmış, Allah'ın yarattıklarından gizlenmiş ve Allah'ın mührü ile mühürlenmiştir."764
Yine Şeyh Sadûk, eserinde Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Ömer'le ilgi aktarılan kazâ ve kaderle ilgili rivâyete benzer bir rivâyeti Hz. Ali'den aktarmaktadır. Rivâyete göre, yıkılmak üzere olan bir duvarın yanından geçen Hz. Ali duvardan aralı geçince kendisine: "Ey Müminlerin Emiri! Allah'ın kazâsından mı kaçıyorsun" denilmiş, o da: "Ben Allah'ın kazâsından kaçıp
kaderine sığınıyorum" cevabını vermiştir.765
Görüldüğü üzere ilk dönem Şia âlimleri kader konusunda Ehl-i Sünnet ile aynı görüşe sahiptirler. Bunlar kaderi Allah'ın insan fiillerini ezelde bilerek takdir etmesi anlamında bir inanç esası olarak kabul etmelerine karşılık, Mutezile ile olan beraberliğin Şia inançlarını etkilemesi sonucu birçok konuda olduğu gibi kader
konusunda da Mutezile'nin bütün görüşleri kabul edilmiştir.766
Şia'nın kader konusundaki bu değişimini ilk defa h. 413'de vefat eden Şeyh Müfîd'de görmek mümkündür. O dolaylı olarak insanların fillerinin Allah tarafından değil, kendileri
tarafından yaratıldığını savunmaktadır.767
Ona göre, Allah Teâlâ kullarına yapacakları fillerin doğru ve yanlış olanını açıklamış fakat bu filleri O, yaratmamıştır. Filler kullar tarafından kendi tercihlerine uygun olarak yaratılmaktadır. Zira Allah itaati ve masiyeti kendisi yaratmış olsaydı o zaman itaat
edene mükâfatın, isyan edene ise cezanın verilmesi anlamsız olurdu.768
Allah'ın fiillerine gelince, Şia'ya göre Allah'ın tüm yaptıkları kadere yani Allah'ın ezeli ilmine
uygun olarak gerçekleşmektedir.769
Şeyh Müfîd, Şeyh Sadûk'un kazâ ve kader
konusunda naklettiği rivâyetlerinin şaz olduğunu ileri sürmüştür.770
Hâlbuki kaderle ilgili rivâyetler Şeyh Sadûk'tan başka Küleynî tarafından da nakledilmiştir. Küleynî'nin naklettiği şu rivâyet Şia'nın kader konusundaki görüşünün aslında cebr
764
Sadûk, el-İ'tikâdât, s. 34-35.
765 Sadûk, Tevhîd, s. 369; el-İ'tikâdât, s. 35. Benzer rivâyet için Ehl-i Sünnet kaynaklarına bkz:
Buhârî, Tıp, 29; Müslim, Selâm, 98 (2219).
766 Halife Keskin, Şia İnanç Esasları, s. 106. 767
Şeyh Müfîd, Tashîhu i'tikâdâti'l-imâmiyye, s. 56, 59.
768 Şeyh Müfîd, Tashîhu i'tikâdâti'l-imâmiyye, s. 56; Şibbir, Hakku'l-yakîn, s. 90. 769 Şibbir, Hakku'l-yakîn, s. 90.
ve tevfîz arasında yani mecburiyet ve serbestlik arasında bir inanış olduğunu göstermektedir.
.... Emîrül-Mü'minîn dedi ki: "Sen her halde bunun kesinleşmiş bir kaza, bir hüküm, kaçınılmaz bir kader olduğunu sanıyorsun. Eğer böyle olsaydı Allah tarafından gerçekleştirilen sevabın, cezanın, emir ve yasağın, menetmenin bir anlamı olmazdı. Vaadin ve azab tehdidinin anlamı kalmazdı. Günah işleyenin yerilmesi, iyilik yapanın övülmesi söz konusu olmaz; hatta günah işleyen iyilik yapandan daha iyi konumda olurdu. İyilik yapan günah işleyenden daha çok cezaya layık olurdu. Bunlar putlara kulluk sunanların, Rahman'a kafa tutanların ve şeytan hizbinin, bu ümmetin kadercilerinin ve Mecusilerinin sözleridir. Allah Teâlâ, insanları serbest bırakarak onlara yükümlülük vermiştir. Sakındırarak yasaklarını yöneltmiştir. İşlenen az bir iyiliğe büyük bir sevap vermiştir. O'na karşı çıkanlar bu işe zorlanmak üzere alt edildikleri için böyle bir günahı işlemiş değildirler. O'na itaat edenler, bu eyleme mecbur bırakıldıkları için O'na itaat etmiş değildirler. İnsanlara tam bağımsız olarak hareket etsinler diye bu mülkü onlara vermemiştir, onlara kontrolsüz serbestlik yetkisini tanımamıştır. Gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları boşuna yaratmamıştır. Peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndermesi, anlamsız, amaçsız değildir. Bu kâfirlerin zannıdır. Ateşte kâfirlerin vay haline."771
Son dönem Şia âlimleri de kazâ ve kader konusunda Küleynî'nin naklettiği bu rivâyete uygun olarak mecburiyet ve serbestlik arasındaki bir anlayışı kabul
etmişlerdir.772
Şia hadis kaynaklarında Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi kazâ ve kader konusunun anlaşılması zor konulardan olduğu için tartışılmaması gerektiğine dair
rivâyetlere de rastlanmaktadır.773 Fakat Şeyh Müfîd bu rivâyetlerdeki nehyin herkese
değil, özel bir gruba ait olduğunu söylemiştir.774
Sonuç olarak, Şia hadis kaynakları tarandığında kazâ ve kader konusunda Ehl-i Sünnet ile benzeri bir tutumun hâkim olduğu görülür. Rivâyetlerin içeriği her ne kadar yakın olsa da, Şia hadis kaynakları Ehl-i Sünnet'le mukayesede bu konuda daha çeşitli ve daha geniş rivâyetler ihtiva etmektedir. Zira Ehl-i Sünnet hadis kaynaklarında bu konuyla ilgili rivâyetlerin çoğunluğu Hz. Peygamberden gelirken, Şia hadis kaynaklarında rivâyetlerin büyük çoğunluğu imamlardan nakledilmiştir. Ayrıca Şiî rivâyetlerde imamların yaşadıkları dönemlerdeki kader konusundaki tartışmalara birebir cevapların verildiği dikkat çekmektedir. Her ne kadar Şia
771
Küleynî, el-Kâfî, I, 206-207.
772 Hâşim Ma'rûf, Usûlu't-teşeyyu', s. 93; Muhammed Rızâ el-Muzaffer, Akâidu'l-İmâmiyye, s. 30-31. 773 Sadûk, et-Tevhîd, s. 365.
774
içerisinden farklı bir ses olarak Şeyh Müfîd kader ve kaza konusunda yeni bir yaklaşım ortaya koymaya çalışmışsa da onun bu adımı Şia'nın geneli tarafından benimsenmemiş ve sonraki dönemlerde de Küleynî ve Sadûk'un naklettikleri rivâyetler doğrultusunda bir kader anlayışı hâkim olmuştur.
2. EHL-İ SÜNNET'İN İNANÇ ESASLARI ARASINDA GEÇMEYEN HUSUSLAR