• Sonuç bulunamadı

3. Osmanlı Devleti’nde İskân İşiyle İlgilenen Komisyon Ve Kuruluşlar

3.2. Asayişsizlik Çıkaran Aşiretlerin İskânı

Osmanlı Devleti zamanında, devlete bağlı bir şekilde yaşayıp giden bazı aşiretlerin, devleti huzursuz ettiği tarafları, göçebe halde yaşayan bu aşiretlerin, yaylak ve kışlaklarına giderlerken ekili arazileri toprakları hayvanlarına çiğnetip mahsulleri yedirmeleri ve böylelikle halkı huzursuz etmeleri olmuştur. Özellikle 17. yüzyılda devletin kendileri için belirlemiş olduğu yaylak ve kışlak yerlerini terk edip, başka yerlere yerleşmek, vergi vermemek için devlete karşı gelmek ve dolayısıyla eşkıyalık faaliyetleri yürütmeleri, devleti, bu konuda bazı önlemler almaya yöneltmiştir545. Cumhuriyet döneminde de devam eden aynı hareketler, zamanla farklı şekillerde cereyan etmiştir. Hem ekonomik, hem ziraî, hem de asayiş açısından bunları yerleşik hayata geçirmek ve bölgedeki feodalitenin en aza indirilmesi, bu dönemin politikası olmuştur. Özellikle konar-göçer bir kısım Kürt aşiretler, aşiret yapısından dolayı, aşiretten başka bir güç tanımadığı ve dolayısıyla devletin otoritesini üzerinde hissetmediği ya da hissetmek istemediği için dönem dönem şekâvete başlamışlardır.

Bu süreçteki iskânın dönem itibariyle önemi, bazı kesimlerin hükümetin iskân politikasını, Kürt aşiretleri sürgün ve asimile etme gibi düşüncelerle yargılamasından gelmektedir. Sürgün, iskân uygulamaları için, önceden beri kullanılmakta olan bir 541 BCA, 30.18.1.2 45.31.6 542 BCA, 30.18.1.2 45.37.1 543 BCA, 30.18.1.2 45.36.2 544 BCA, 30.18.1.2 45.37.3 545

yöntemdir. Osmanlı döneminde iskân uygulamalarında, sürgün yönteminin kullanıldığından bahsetmiştik. Cumhuriyet rejimiyle birlikte başlayan yeni dönemde, bir kısım Kürt aşiretlerinin bulunduğu yerlerde devletle aşiretler arasında bazı sorunlar yaşamıştır. Bu bölgelerde, her ne kadar sosyal bir düzen olduğu iddia edilse de, feodal bir düzenle hareket eden ve zaman zaman, devlet otoritesine karşı gelen grupların varlığı, zikredilen bölgelerde bazı tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır. Kürt aşiretlerin, aşiret reislerinin liderliğinde zaman zaman isyan çıkarmaları, çözüm olarak aşiret reislerinin nüfuz ettiği bölgelerden uzaklaştırılmasını gerektirmiş ve nitekim bu uzaklaştırma sürgün yöntemiyle olmuştur.

Devlet, askerî önlem mahiyetinde, bazı aşiretlerin daha uygun yerlerde iskânlarını sağlamıştır. Bunlardan bir örnek, Iğdır mıntıkasındaki Celali aşiretidir. Iğdır’da hudut üzerinde seyyar bir halde bulunan 7000 nüfustan ibaret olan Celali aşiretinin önceden beri hükümetten bağımsız bir surette, şekavet ve gaspla hayatlarını sağladıkları, hududa tecavüz ederek Ermenistan’la münasebetleri ve civarı ihlal etmeleri mümkün olabileceğinden, acil ve tesirli tedbirler alınması kararı Şark-ı Cenubi Kumandanlığı’ndan bildirilmiştir. Ayrıca, bir sakınca da, aynı bölgede bulunan metruk köylerin, müzayedelerinde, ucuz fiyatlarla bu aşiretlere verilmesidir. Bunların, bu bölgede iskânlarında mahzur görülmüş, bunlar için genel ve esaslı tedbirlerin alınmasında birçok Vekâlet, hemfikir olmuştur. 18 Ocak 1923 tarihli İcra Vekilleri toplantısında, bu konu görüşülmüş ve bu gibi aşiretlerin hudut civarından daha içeride ve daha uygun bir mesafeye alınarak iskânlarına karar verilmiştir546. Bu aşiret, hükümetin göstereceği yere kayıtsız şartsız yerleşmeleri şartıyla kabul edilmiş, aksi takdirde iadelerinin yapılacağı bildirilmiştir. Hem daha önce Türkiye’de bulunan, hem de mülteci olarak Türkiye’ye giriş yapan Celali aşiretine mensup olup, daha önceden gelenlerden, 60 hane, Van vilayetinin Havasur nahiyesinin Kızıldaş köyünde ve Muradiye’de yerleşmiş, 4 hane Van’ın yerli halkı ile beraber Urfa vilayetine, 4 hane de Edremit nahiyesine giderek, burada nüfus kayıtlarını yaptırmışlardır. Fakat güvenlik açısından bu aşiret mensuplarının, iskân yerleri Karahisar-ı Şarki vilayeti olarak belirlenmiştir. Bu belirleme ile daha önce yerleşmiş olanların, yeniden Karahisar-ı Şarki vilayetine sevk ve iskân edilmeleri, ilgili vilayet valileri tarafından tedirginlikle karşılanmıştır. Çünkü yerleşmiş olan bu aşiret mensuplarından tekrar İran’a firar eden

546

görülmemiş, şayet bunların sevkleri yapılırsa, yerli aşiret ve Kürtlerin ürkerek firar etmelerine yol açabileceği ifade edilmiştir. Hatta özellikle Muradiye’deki Celali aşireti mensuplarının, geçeceği yol güzergâhı üzerinde Haydaranlı Kürtleriyle temas edeceği, dolayısıyla bu sevk hareketinin bir propagandaya alet edilmemesini sağlamak için, sevk işi bir süreliğine ertelenmiştir. Bu tedirginliklerle 50 hane aşiret mensubunun Karahisar- ı Şarki vilayetine gönderildiği ve burada iskân edildiği görülmektedir. Bu aşiretin Erzincan ve Muş vilayetinde de iskânları düşünülmüş, fakat Erzincan’da iskân için uygun yer olmadığı ve Muş’ta da Kürt bir aşiretin yerleştirilmesi mahzurlu görüldüğü için buralarda iskân yapılmamıştır. Karahisar-ı Şarki vilayetine gelenlerin terk edilmiş köylere ve Rumlardan kalan hanelere yerleştirilmesi uygun görülmüş, fakat bunların müstakil köylerde topluca bulundurulmaları asayiş açısından mahzurlu görüldüğü için, Türklerin bulunduğu köylere, birer ikişer hane halinde dağıtılması gerektiği ifade edilmiştir. Aşiret, hayvanlarıyla beraber yola çıkmış, hayvanlarının yem ihtiyacı Karahisar-ı Şarki vilayetinde karşılanamayacağı için, bunların Bafra’da kışlandırılmasına karar verilmiştir. Fakat Samsun’da hayvanlarda veba hastalığı bulunduğu, dolayısıyla bunların Bafra’ya gelinceye kadar, bu hastalığın yayılmasına neden olacağı düşüncesiyle, Ziraat Vekili tarafından, Bafra’ya gelmelerine müsaade edilmemesi istenmiştir547.

Cumhuriyet dönemi başlangıcından itibaren çeşitli isyanlara sahne olmuştur. Bu dönemin büyük isyanlarından biri, Şeyh Sait isyanıdır548. Kürt asıllı olan Şeyh Sait, bazı kaynaklarda hilafet komitesinin, gerek Kürt istiklali, gerekse saltanatın yeniden ihyası için seçilmiş, isyanı patlatacak bir şeyhti. Şeyh’e göre ise, durum medreselerin kapatılması, bazı yazarların dine hakaret etmesi ve peygamberlere dil uzatılmasıydı549. Her ne şekilde olursa olsun, bu tarz hareketler, memleketin gelişmesi için uygulanacak programların önünde gerici bir engel teşkil etmiştir. Üstelik isyanların hemen hepsi ağa, şeyh gibi aşiret reislerinin nüfuzlarını kaybetmemek adına çıkarılmıştır. Böylelikle ülkede huzur ortamı bozulmuş, bu ortamı huzurlu ve güvenli hale getirmek işi, devlete düşmüştür.

547

BCA, 272.12 49.102.3. 548

Faik Bulut, Devletin Gözüyle Türkiye’deki Kürt İsyanları, İstanbul, 1991, s. 15 v.d. Ayrıca bkz. Uğur Mumcu, Kürt -İslam Ayaklanması 1919–1925,Tekin Yayınevi, İstanbul, 1992, Şenol Yücedağ, Şeyh Sait İsyanı ve Ezeli Düşman İngiltere, İstanbul, 2010.

549

Mustafa Kemal, 1 Kasım 1925'te meclisin açılış konuşmasında Şeyh Sait isyanıyla ilgili şu değerlendirmede bulunmuştu: “Yüce meclis, çalışmalarına ara verdiği sırada Cumhuriyet ordusunun, irtica olayını bastırmak ve ortadan kaldırmak çabası içinde olduğunu bilmektesiniz. Ordu, Cumhuriyet düşmanlarını hızla ve kesin bir şekilde ortadan kaldırmıştır. En çok üzerinde durulacak ve güvenilecek nokta, ulusun Cumhuriyet’i nasıl koruduğunu kanıtlayan seferberlik ve genel milli gösterilerdeki halkın içten gelen coşkulu davranışlarıdır. Bu ayaklanma olayının, irtica ağırlıklı olduğu, genellikle önceden hazırlanmış bir fikir akımı ile birbirine bağlı hazırlıkların uygulanması sonucu oluştuğu, bir yıldan beri gelişen durum ve olaylardan bir kez daha kesinleşmiştir.” Mustafa Kemal, hastalık olarak nitelendirdiği bu olayları, ülkenin huzur ve güvenliği için, Büyük Millet Meclisi’nin sürekli ve özenle izleyeceği konusunda, halka teminat vermiştir550.

Bu isyandan sonra, gerek isyan bölgesinde, gerekse civar bölgelerde Genç, Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Van ve Hakkari vilayetleriyle Erzurum vilayetinin Kığı ve Hınıs kazalarında bir ay süreyle örfi idare ilan edilmiş551, irtica ve isyana ve memleketin sosyal nizamıyla huzur ve sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlal etmeye yönelmiş bütün teşkilatı, teşebbüsleri, teşvikleri ve yayınlarını, hükümet, cumhurbaşkanının tasdiki ile doğrudan doğruya ve idareten yasaklamaya yetkilidir. Bu gibi fiilleri işleyen kişileri, hükümet, İstiklal Mahkemeleri’ne verebilir ifadesiyle 4 Mart 1341 (1925) Takrir-i Sükûn Kanunu yürürlüğe girmiş552, aynı zamanda isyan bölgesinde suçluların yargılanması ve infazları için İstiklal Mahkemesi kurulmuştur. Nihayetinde, Şeyh Sait idam edilmiş, fakat bölgedeki olaylar durulmamıştır. Aynı yıl, bu defa Şeyh Sait isyanında idam edilen Şemdinli şeyhinin oğlu babasının intikamı için Şemdinli’de isyan çıkarmıştır. Devam eden yıllarda Reşkotan ve Reman Ayaklanması, Pervari, Güyan, Haco, Koçuşağı, Ağrı, Zilanlı Resul Ağa, Zeylan, Tutaklı Ali Can, Oramar, Buban, Sason ve Dersim Ayaklanmaları, huzursuz bir ortama neden olan ayaklanmalardı553. Ardı arkası kesilmeyen bu isyanların bir şekilde engellenmesi ve bu duruma sebep olan etkenlerin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu durumda da bir “ıslahat planı” yapılmıştı.

550

Atatürk'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni Açış Konuşmaları, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1987, s. 149

551

Hakimiyet-i Milliye, 24 Şubat 1925. 552

Serap Yeşiltuna, Resmi Kanun, Kararname, Rapor ve Tutanaklarla Atatürk ve Kürtler, İleri Yayınları, İstanbul, 2007, s.114.

553

Yeni kurulmuş olan devlet, varlığını güçlendirmek için asıl mücadelenin cehalete ve geri kalmışlığa verilmesi gerektiği gerçeğinden hareketle, zamanı ve şartları geldiğinde yapmayı düşündüğü inkılâplar hayata geçtikçe, olumlu ve olumsuz tepkileri de beraberinde getirmiştir. Bu gelişmelere paralel olarak, 1924 Anayasası'nda da Müfettişlik yönetimi hususunda herhangi bir düzenleme yapmamıştır. Ancak, Doğu bölgelerinde Nasturi ve Şeyh Said isyanlarının vuku bulması hükümeti bu bölgelerde bazı idari reformlar yapılması hususunda mecbur bırakmıştır. O günkü şartlarda ulaşım imkânsızlıkları, bölgeler arasındaki kalkınmışlık farkları, yapılması gereken idari ve sosyal çalışmaların yapılamaması ve koordinasyonsuzluk, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde bu gibi çalışmaları yapacak, hükümetin gözü kulağı olacak ve asayişin temini maksadıyla Umumi Müfettişliklerin yeniden kurulması bir mecburiyet haline gelmiştir554.

Olaylar sonucunda, Elazığ, Urfa, Hakkâri, Bitlis, Diyarbakır, Siirt, Mardin ve Van illerini kapsayan alanda Birinci Umumi Müfettişlik oluşturuldu. İlgili yasanın kabulünden yaklaşık altı ay sonra, Diyarbakır milletvekili İbrahim Tali Öngören, bölgeye, müfettiş olarak atanmıştır555. Umumi Müfettişler, Dâhiliye Vekâleti’ne bağlı olup, görevleri, bölgede asayiş ve denetimi sağlamaktı. Bu doğrultuda birçok rapor hazırlandı. 1928 yılında Diyarbakır’da göreve başlayan Birinci Umum Müfettişlik’e, daha sonra Ağrı ili de eklenmiştir. 1929 yılında Bitlis, Muş’a bağlı bir kaza haline getirilince, bu müfettişliğe Muş ili dahil olmuştur. 1934 yılında Trakya’da İkinci Umum Müfettişlik, 1935 yılında, Erzurum, Kars, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan ve Ağrı illerinde Üçüncü Umum Müfettişlik, 1936 yılında ise, Tunceli, Elazığ, Bingöl daha sonra da Erzincan vilayetlerinin dahil olduğu, Dördüncü Umum Müfettişlik kurulmuştur556. Oluşturulan müfettişliklerin biri hariç, diğerleri ülkenin doğusunu işaret etmektedir. Bölgede, uzun yıllar öncesinden devam eden mevcut düzen ve asayiş konusu, devleti, bu bölgeye sevk etmiştir. Atatürk, cumhuriyet kanunlarının emniyetle

554

Erdal Aydoğan, Üçüncü Umumi Müfettişliği’nin Kurulması ve III. Umumi Müfettiş Tahsin Uzer’in Bazı Önemli Faaliyetleri, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Atatürk Yolu Dergisi, S.33- 34, Mayıs- Kasım 2004, s. 3. Umumî müfettişliklerle ilgili geniş bilgi için bkz. Cemil Koçak, Umumî Müfettişlikler (1927-1952), İletişim Yay., İstanbul, 2003.

555

Atatürk’ün güvenini kazanmış, asker kökenli bir siyasetçi olan ve Birinci Umumî müfettişlik görevini, beş yıl boyunca yerine getiren İbrahim Tali Öngören, 18 Mart 1934 tarihinde de İkinci Umum Müfettişliği görevine atanmıştır. Yaklaşık bir yıl kadar da bu görevi yürüten Öngören, daha sonra da Diyarbakır ve Elazığ milletvekilliği yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Koçak, Umumî Müfettişlikler, s. 81 vd.

556

sığınılacak tek yer olduğunun anlaşılması ve bu bölgede huzur ve gelişmelerin sağlanabilmesi için, özellikle şark vilayetlerinin bir kısmında kurulan Umumî Müfettişlik’in isabetli ve faydalı olduğunu ifade etmiştir557.

Hükümet, isyanın bastırılmasından sonra Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde çok geniş çapta girişimlerde bulunacağının işaretini vermiştir. Zaten, kurulan müfettişliklerin asıl görevi, bölgede devletin varlığını hissettirmekti. İsmet İnönü, isyanının bastırılmasından sonra, Meclis’te yaptığı konuşmada isyanın bastırılmasından sonra harekâtın bitmediğini, devam ettiğini isyanın tam olarak bastırıldıktan sonra idari tedbirler alınarak bazı ıslahatlar yapılacağını vurgulamıştır.

8 Eylül 1925'te kurulan ve isyan bölgesini inceleyerek bir rapor hazırlayan encümen, 24 Eylül 1925 yılında hükümete sunduğu “Şark Islahat Planı’nda” tehlikeli bulunan ailelerin batıya iskân edilmesini önermiştir. Buna göre; “İsyanı teşvik ve idare etmiş olanlar ile bunların akraba ve taallukatı ve rüesadan hükümetin şarkta kalmalarını muvafık görmediği eşhas, aile ve taalukatı ile beraber garpta hükümetin göstereceği mahallelere nakledilecektir. Terk edecekleri emval ve arazi hükümetçe satın alınarak bedeli nakden ita veya nakledilecekleri mahallerde aynı kıymette emlak ve arazi teffiz olunacaktır.”Aynı raporda, “Dersimlilerin, Dersim’den çıkmak isteyen kısımları Sivas garbinde gösterilecek mıntıkaya nakledilebilirler. Müfettişlik mıntıkalarından bu suretle Anadolu dâhiline nakledilmeyi arzu edenlerin, hükümetçe

gösterilecek yerlere nakilleri de mümkündür”558 denilerek, nakiller konusuna

değinilmiştir.

Islahat programının en önemli tedbirlerinden biri isyana destek veren ve tehlikeli olabilecek aşiretlerin batıya nakilleridir. İsyana karışan veya destekleyenlerin batıya nakline daha isyanın devam ettiği dönemde başlanmıştır. Nakiller, genelde Trakya ve İç Anadolu ve Ege bölgesine yapılmıştır. Niğde, Ermeni ve Rumlardan kalan ev ve dükkânlarla boş bir saha olduğu için, buraya çok sayıda kişi gönderilmiştir. Aydın, Kütahya, Manisa, Balıkesir ve İzmir de, doğudan gelenlerin iskânlarının yapıldığı belli başlı illerdendir. 1925 yılında isyana katılan aşiretlerin erkekleri, İran ve Irak’a geçmişler, kadın ve çocuklar batıya nakledilmiştir.

557

Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, s. 1060. 558

Olaylar sonucunda, olaylara karışan bazı kişilerin bölgelerinden tecrit edilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, olayların önü alınabilinecektir. Devlet kuvvetleri tarafından bastırılan isyandan sonra bölgede alınan tedbirler, Atatürk’ün ifadesiyle, isabetle ve başarıyla uygulanmıştır559. Fakat daha kalıcı tedbirler gerekmektedir. Şeyh Sait isyanından sonra, gözler feodalitenin en çok hüküm sürdüğü bölge olan Dersim’e de çevrilmiştir. 1926 yılında Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in devlete verdiği raporda, tamamı Kürt olmayan Dersim bölgesinin, gittikçe Kürtleştiği, bölgede Seyit Rıza’nın aşiretlerle ittifak kurmakta olduğunu -ki nitekim bu ittifak, daha sonraki yıllarda isyana zemin hazırlamıştır. Dersim bölgesinin, hükümet için bir çıban olduğunu ve bu çıbana kat’i bir ameliye yapmanın, memleketin selameti için mutlaka gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca, aynı raporda, alınacak tedbirlerden biri de “… reis, şeyh, bey, ağa namlı eşhas ve mütegallibeyi ve bunların akarip ve müteallikatını derhal uzak vilayetlere nakil ve

iskân etmek” olarak devlete öneride bulunulmuştur560. Dolayısıyla, doğudaki bazı

kişilerin aileleriyle birlikte batıda iskân edilmeleri söz konusu olmuştur. Bunun için çalışmalara başlayan hükümet, zorunlu yer değiştirme işlemini yasalaştırmak amacıyla 1926 sonunda Dâhiliye Vekâletince hazırlanan mazbatayı, Bakanlar Kurulu’nda görüşerek Meclise göndermiştir. Kanun, Meclis’te görüşülmüş, tarihe intikal eden sultanlar devrindeki sistemin, doğuyu, her zaman tehlike arz edecek şekilde ihmal ettiğini ve bu muhitlerin, mütegallibenin idare ve nüfuzu altına bırakıldığı, bunun da cumhuriyet idaresine yakışmadığı, hükümet içinde ikinci bir hükümet olan mütegallibenin zararı ve bölgede yapılacak ıslahatların önünde engel teşkil eden bu mütegallibenin uzaklaştırılması gerekliliği, kanuna gerekçe olarak sunulmuştur561. Bu anlayışla, isyanlara karşı tedbir mahiyetinde, 19 Haziran 1927 tarihli ve 1097 sayılı “Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garp Vilayetlerine Nakillerine Dair Kanun” 4 Temmuz 1927’de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Çıkartılan yasayla, örfi idarenin ilan edildiği yerlerde ve Beyazıt vilayetinde idari, askeri ve içtimai sebeplerden dolayı 1400 kişinin aileleriyle birlikte batıya nakilleri için hükümete yetki verilmiştir. Nakil işleminin Ağustos 1927 sonunda gerçekleşeceği, tarımla uğraşanlara ise Kasım ayına kadar Bakanlar Kurulu karalıyla

559

Mustafa Kemal’in 1926 yılında Meclis’te yaptığı konuşma için, bkz. Öztürk, Atatürk’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, s. 1042 v.d.

560

Devam eden yıllarda da umum müfettişlik raporlarında doğudan batıya nakl ve iskân önerileri verilmiştir. Dersim, Jandarma Genel Komutanlığı’nın Raporu, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2000, s. 167 vd.

561

izin verileceği belirtilmiştir. Nakledilenlerden muhtaç olanların nakil ve yoldaki iaşeleri iskân oluncaya kadar devlet tarafından karşılanacaktı. Nakledilenler, borçlanma kanunu doğrultusunda adiyyen iskâna tabi tutulacaktır. Nakil edilenler gösterilen yerlerde iskâna mecbur kalmıştır. Seyahat tamamıyla serbest olmakla birlikte topraklarının bulunduğu bölgeye gidemeyeceklerdir. Buna uymayanlar ise cezalandırılacaktı. Mahkûmlar ceza bittikten sonra aileleriyle o zaman birlikte iskân edilecektir. Nakledilenler gayrimenkullerini istedikleri gibi tasarruf edeceklerdir. Ancak bu kişiler mallarını iki senede satamazlarsa hükümet tarafından satılacak, para kişiye verilecekti. Nakledilenlerin arazisi hazineye devredilecektir. Kazalarda mahalli en büyük mal memuru veya görevlendireceği bir kişi tapu memurları ile ziraat odasının bulunmadığı yerde seçilen bir kişinin oluşturduğu üç kişilik heyet tarafından değer tespit edilecektir. Kişiler bu belirlenen değere itiraz edebilme haklarına sahip olacaklardır. Ancak mahkeme kararlan kesin olarak kabul edilecektir. Nakil edilen kişiler terk ettikleri gayrimenkul kıymeti kadar adiyyen iskân suretiyle kendilerine verilecektir. Eğer terk ettikleri gayrimenkul daha fazla ise gerektiği kadar daha gayrimenkul verilmesi, hatta bu yasayla nakil, iskân ve tefviz işlemlerinin 8 ay içerisinde bitirilmesi kararlaştırılmıştır. Naklolunan kişileri alacak talepleriyle mahallerindeki en büyük mal memurları ilgilenecektir. Nakil işleminden doğacak her türlü masraf, Dâhiliye Vekâletinin İskân Müdüriyeti Umumiyesi bütçesinden karşılanacaktır. Bunlarla ilgili uygulamalardan Adliye, Dâhiliye ve Maliye Vekâleti sorumlu tutulmuştur562.

1923–1929 yılları arasında Batıya nakledilenlerin sayısı 2774 olarak belirtilmektedir563. Doğudan batıya nakledilenlerin, akraba olanlarının bir arada ikametlerine müsaade edileceği kararı alınmıştır.

1097 sayılı kanunun çıkarılmasından sonra 5 ay geçmeden, 5 Aralık 1927 tarihinde hükümet 1178 sayılı, “Bazı Eşhasın Şark Menatıkından Garp Vilayetine Nakillerine Dair Kanunun Ref’ine Dair” bir kanun çıkarmıştır. Bu kanunun gerekçesinde; idari, askeri ve içtimai esbaba binaen Şark idare-i örfıye mıntıkasiyle Beyazıt vilayetinden 1097 numaralı kanunun verdiği salahiyetle bazı eşhas ve aileler Garp vilayetlerine nakledilmişti. Bunlar arasında, Şeyh Sait isyanı ile ve bu isyanı takibeden şakavet hadiseleriyle bilfiil alakaları olmadıkları halde orada ittihaz olunacak tenkil ve teskin tedbirleri arasında bazı ailelerin de garbe nakilleri muvafık

562

İskân Mevzuatı, s.45 vd. 563

görülmüştü. Bilahare Şark vilayetlerinde yapılan müessir inzibati hareketler hasebiyle, artık bu gibilerin mahallerine iadelerinde idari ve siyasi ve içtimai mani kalmadığından, memleketlerine iadesi tensip edilmiştir. Ancak müstemir şakavet ve tegallübü ve her fırsat zuhurunda isyanı itiyat edinmiş ve ileride de mahallerinin nizamı içtimaisini ihlal edecekleri ve medeni şeraite intibakına hail olacakları muhakkak olan ailelerin Garp vilayetlerinde iskân ve terfihleri Türk Cumhuriyetinin takip ettiği temdin gayesi itibariyle zaruri görülmüştür. Kanun mucibince Garbe nakledildikleri halde kanuna riayet etmeyerek ve firar ederek, şakavete sülûk edenlerin aileleri hakkında nakil hükmünün ref’i ve bu firarilerin kanunun neşri tarihinden itibaren üç ay zarfında,

bilakayduşart dehaletlerine talik edilmiştir... 564

Bu kanunla, 1097 sayılı kanun gereğince, askeri, idari ve sosyal sebeplerle, gerekli ve zorunlu olan tedbirlerle, batıya nakledilmiş olup, Şeyh Sait ve bu olayı izleyen eşkıyalıklara şahsen karışmayan ve naklolundukları yerde, herhangi bir kötü hali görülmeyenlerin, eski yerlerine geri dönebilmeleri için, hükümete yetki verilmiştir. Mahallerinde sorun yaratanlar ve aileleriyle, iskân edildikleri yerlere gitmeyerek, firar edenlerin de, bu yasadan yararlanmaları için üç ay zaman verilmiştir. Geri döneceklerden muhtaç olanların masrafları ise, İskân Müdüriyeti Umumiyesi bütçesinden karşılanacaktır.

Hükümet, bu kanunla, bölgede askeri güçler tarafından sağlanan güvenli ortamdan dolayı, artık batıya nakledilenlerin, yerlerine dönmelerinde bir sakınca