• Sonuç bulunamadı

UYGUR DÖNEMİ COĞRAFYA, DİN VE DİL İLİŞKİLERİ

İbrahim Ethem ÖZKAN

Adlar; kişilere, nesnelere ad olmaları ve ad bilimi açısından olduğu kadar o adları dil sürecindekullanan bireylerin adlara yükledikleri anlam ve kullanış biçimleri açısından da oldukça önemlidir. İnsanların etraflarını tanıma ve tanımlama sürecinde değişik etkenlerin rol oynadığını biliyoruz. Bu etkenlerden coğrafya (mekân) ve din (inanç) olgularının Uygur döneminde adlandırmalar üzerindeki etki ve değişimlerinin rolünü ele alacağız. Bunu imkânlar ölçüsünde tespit edebîldiğimiz kadarıyla değişime uğramış örnek adlandırmaları kullanarak ortaya koymaya çalışacağız.

Dilin değişim ve gelişim sürecinde sözcükler bildiğimiz gibi olumlu anlamdan olumsuz anlama ve olumsuz anlamdan olumlu anlama geçişler yapabilmektedir. Bu geçişleri yani anlam değişikliklerini takip edebîlmek bir o kadar da zordur. Bunu Braudel “İnsan bilimlerinin kelime hazinesi ne yazık ki, kesin tanımlara hiç izin vermemektedir. Bu terimlerin hepsi de, belirsiz veya oluş halinde değildir, ama çoğu ebediyen geçerli olarak saptanmış olmanın uzağında, bir yazardan diğerine değişmekte ve hep evrilmektedir.” diye açıklamaktadır(Braudel, 2001: 31). Bu konuyla ilgili olarak Braudel Lévi- Staruss’un da “Kelimeler, her birimizin, niyetlerini açıklama koşuluyla, istediği şekilde kullanmakta özgür olduğu aletlerdir.” dediğini ifade etmektedir(Braudel, 2001: 31).

Diller onu kullanan milletlerin düşünce dünyalarını da az çok ele vermektedir. Kültürlerin oluşturucusu olan insanlar bu oluşum sürecinde dillerini de geliştirmektedirler. Türk tarihi ve dili açısından oldukça fazla gelişim ve değişim gösteren Uygur dönemi dilimizin o dönemde geçirdiği evreleri açıklamamıza yardımcı olacak önemli verilere sahiptir. Şöyle ki büyük kitleler halinde şehirleşme ve tarım (çiftçilik) konularında bu dönemde oldukça fazla mesafe katedilmiştir. Bunu Şinasi Tekin “Uygurların şehir kurma konusunda istekli ve kararlı oldukları bilinmektedir.” diyerek ifade etmiştir(Tekin, 1976: 14).

Her milletin dili farklıdır. Çünkü kavramların ve nesnelerin zihindeki oluşumları o milletin algı dünyasına göre değişim göstermektedir. Mübahat Türker Küyel, “Çünkü her milletin dili, tıpkı yazıları gibi, türlü türlüdür. Tabii değildir. Tabii olsaydı, kavramların ve duyusalların her millette bir olması gibi, diller de bir olurdu” der(Küyel, 1979: 62).

Uygur adının ilk olarak Bilge Kagan Kitabesinde 716 yılındaki olaylar sırasında “Uygur İl-teberi”’nin adı dolayısıyla geçtiğini öğreniyoruz(Gömeç, 2009: 29). Çin belgelerinde Uygur adı; “Hui-hu, Hui-ho, Hoei-ho, Wei-ho, Wei-wu” gibi çeşitli şekillerde geçmektedir(Gömeç, 2009: 30). Tibetçe ise “Ho-yo- hor” şeklinde transkripsiyon edildiğini bilmekteyiz(Gömeç, 2009: 30). Uygur adının anlamının “uymak, yapışmak, şahin gibi hızla hücum eden” sözlerinden türemiş olduğu; “kendi kendine yeter” anlamında da kullanıldığı ileri sürülmektedir(Gömeç, 2009: 30). Bir diğer anlam olarak da Uygur’un Uy+gur şeklinde geliştiği ve “uyanlar, bir araya gelenler, akrabalar, müttefikler” anlamlarında kullanıldığı görülmektedir(Gömeç, 2009: 30).

Uygurlar hareket halinde olmalarından büyük bir dinamizm ve enerjiye sahiptiler. Bunun için de diğer Türk topluluklarından önce, büyük kültürlerle ilişki kurmuşlar, bilgi, kültür, ticaret gibi birçok yeni bilgi ve birikime sahip olmuşlardır(Ögel, 1988: 175). Uygurlar aynı zamanda Göktürk Kaganlığının son dönemlerinde Buda dinini kabul etmişler ama bu dinin kendilerine uyan taraflarını uygulamışlardır. Öyleki bu nedenle yer yüzünde et yiyen ve savaşan “Yaylacı Budistler” diye adlandırılan ilk ve son topluluk Uygurlar olmuşlardır(Ögel, 1988: 175).

Çin kaynaklarının ve Cami’üt-Tevarih’in yardımıyla Uygurları meydana getiren dokuz aileyi şu şekilde sayabiliriz: 1- Yüe-lo-ko (Yaglakar hükümdar boyu), 2- Hu-to-ko (Uturkar), 3- To(Hou)-lo-wu (Kürebir), 4- Mo-ko-si-k’i (Bagasıkır), 5- A-wu-ti(tsé) (Ebirçeg-Abırçag), 6- Ko-sa (Kasar-Hazar), 7- Hu-wu-su (Buguz?-Huguzu), 8- Yüe-wu-ku (Yagmurkar), 9- Hi-ye(sie)-vu (Aymur-Eymür)(Gömeç, 2009: 33). Bu dokuz boy, Uygur birliğini ve daha sonra Türk birliğini sağlayan boylardır. Tarih Yard. Doç. Dr., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

sahnesinde sürekli olarak hükümdar boyu olarak görülen Yaglakar boyunun adıyla ilgili olarak iki şekilde açıklama yapılmaktadır. Birincisi yagmak fiiliyle veya yagı (düşman) sözcüğüyle ilgili olduğu şeklindedir. İkincisi ise Türk geleneğinde yer alan kansız kurban geleneğine atfen bu törenlerde yağlama işini yaptıkları şeklindedir. Bunu da Türk ad verme geleneğinde kişilerin veya toplulukların yaptıkları iş veya mesleklerinin daha sonra onlara soyad veya unvan olabildiği şeklinde kullanılıyor olmasına bağlamaktadırlar(Gömeç, 2009. 34).

Şehirleşme ve bunun getirdiği diğer ilişkiler Uygur döneminde zirveye çıkmıştır. Ticaret ve tarımda oldukça ileri gitmişlerdir. Melek Özyetgin “Eski Türklere ait İslamiyet öncesi sözleşme geleneği ile ilgili bilgilerimizin en zengin kaynağı Uygur dönemidir.” der(Özyetgin, 2014: 41). Bu dönemde bulunan yazılı belgeler, Uygurların şehir kültürüne çok hızlı uyum sağladıklarını ve geliştirdiklerini göstermektedir. Hatta o dönemde bir hukuk düzeninin oluştuğunu da çok net olarak göstermektedir. Bögü Kagan Çin’de çıkan isyanı bastırmak için çıktığı Lo-yang seferinde Mani inancını resmen kabul ederek, beraberinde dört Mani rahibiyle başkente dönmüştür(Gömeç, 2009: 84).Mani dini anlaşıldığı kadarıyla halk arasında çok yayılmamıştır. Bununla birlikte Uygurların ilim, edebîyat, ticaret ve diğer sanat dallarında da ilerlemelerine ve başarılar kazanmalarına aracı olmuştur(Gömeç, 2009: 85-86-87). Bögü kagan çinliler tarafından “Teng-li mou-yü” diye adlandırılmaktaydı. Bu adının yanı sıra değişik isimlerinin olduğu bilinmektedir. Bunlardan en tanınmışları “Bugu” veya “Bögü” ile “tengri” adlandırmalarıdır. “Bögü”, Uygurcada “alim, hekim” anlamlarına geldiği gibi “büyü” ya da “sihirbaz” anlamlarına da gelmektedir(Ögel, 1988: 181), (İzgi, 1987: 16). Çinlilerin Mou ya da Mo şeklinde kullandıkları bizim de Bö diye adlandırdığımız bu adın kadim Türk kagan soyunun oluşumuyla ilgili anlatılarda da geçtiği gibi “Börü ya da Böri” kurt yani Aşina soyu ile de ilgili olduğu muhtemeldir.Hatta bu adı almasını Mani dinini Uygurlar arasında yaymış olmasına da bağlayanlar bulunmaktadır(İzgi, 1987: 16).

Aynı zamanda Göktürk döneminin sonlarına doğru Uygur birliğini kuran P’u-sa adının da Sanskritçe “Bodhisatva”’dan geldiği ve kelimenin “B’uo-sat” olduğu bilinmektedir(Ögel, 1988: 175-176). Dinin Kagan adlarında bile bu kadar etkin olduğunu düşünürsek kişi adlarında da önemli rol oynadığını anlayabiliriz. Uygurlar, bu dini de kendilerine uydurmuşlar ve geniş coğrafyaya yayılmak için kullanmışlardır. Çin başkentinde yetmiş iki adet Mani mabedi bulunmaktaydı. Bu mabedleri bizzat Uygurlar kendileri inşa ediyorlar ve rahipleri de Uygurlardan oluyordu. Bu mabedler sayesinde oldukça genişbir istihbarat ağına sahip olmuşlardır(Ögel, 1988: 189). Yine bu dinin etkisini kaganların Türkçe unvanlı isimlerinde de “Ay Tanrıda Kut Bulmuş ……. Kagan” şeklinde görmekteyiz(Kafesoğlu, 1977: 118).

“Ak kaya” yer adı Güney Sibirya bölgesinde kendisine kutsallık izafe edilen bir yer adıdır(Aydın, 2012: 29). Şato Türklerine de Uygurlar Ak Tatar adlandırması yapmaktadırlar. Ak sözcüğüyle bir kutsallık atfı yapılmaktadır(Gömeç, 2009: 116). Uygurlar Mani rahiplerini de beyaz elbise giydikleri için “Ak Giymiş Göğün Oğulları” diye adlandırmaktadırlar(Gömeç, 2009: 118).

Kansu Uygur Kaganı Yinçü (Jen-ju) Tölös Tengli Tutug diye bilinmekle beraber bu hükümdara Çin’den gelen elçiler “Medeniyete Şekil Verdiren Kagan” ünvanını getirmişlerdir. Bu kaganın adı Miran Metinlerinde “Tenglig Apa” biçimnde geçmektedir.

Avrupa’da çok sonraları bilinen ve faydalanılan kömürün bile o dönemlerde Uygurlar tarafından çok iyi bilindiği ve demircilikte kullanıldığını biliyoruz. Hatta bu coğrafyada bulunan bir dağın adı “Kömür Tag” şeklindedir(Aydın, 2012: 132), (Gömeç, 2009: 49).

948 yılında tahta çıkan Uygur Hanının ünvanı “İdi-Kut”’tur. Bu Kaganın adına atfen dönemin başkenti Koço’nun adına İdi-Kut şehri denilmiştir(Gömeç, 2009: 124).

Bolçu (Bulçu ögüz) bu coğrafyada bir ırmak adıdır. Sonradan yörede oluşan bir yerleşim yeri adı olarak da kullanılmıştır(Aydın, 2012: 62-63).

Bazen coğrafi adların kişi adı bazen de kişi ya da boy adlarının coğrafi ad olarak kullanıldığını görmekteyiz. Bu dönemde de başarılar gösteren iki boy olan “Süngüz” ve “Başkan” adlarının hükümdarın yerleştiği kutsal bir yere (tepeye) ad olarak verildiğini görmekteyiz(Gömeç, 2009: 59). Sonuç olarak Uygurlar yazı ve edebîyatta o kadar çok ilerlemişlerdir ki siyasi olarak devlet son bulduğunda nüfuzu altına girdikleri devlette bile etkili olmuşlardır.Moğollar Uygurlara son vermekle birlikte onların kuvvetli kültürlerine tabi olmuşlardır. Uygur yazısını almışlar, Uygur katipleri ve devlet adamları bütün sivil idareyi ellerine geçirmişleridr. Hemen hemen Moğollar Türkleşmeye başlamışlardır. Timur’un Tüzüğü ve Altınordu yarlıkları hep Uygur yazısı ile yazılmıştır. On beşinci yüzyıl sonuna kadar resmi, devletler arası yazışmalarda ve paralarda Uygur yazısı devam etmiştir. KAYNAKÇA

Aydın, D. E. (2012). Eski Türk Yer Adları. Konya: Kömen Yayınları. Braudel, F. (2001). Uygarlıkların Grameri. İstanbul: İmge Kitabevi. Gömeç, P. S. (2009). Uygur Türkleri Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

İzgi, D. Ö. (1987). Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.

Kafesoğlu, İ. (1977). Türk Milli Kültürü. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları. Küyel, P. M. (1979). Fârâbî'de Düşünce ve Dil Arasındaki İlişki. DTCF Felsefe Araştırmaları Dergisi,

59-63.

Ögel, P. B. (1988). Türk Kültürünün Gelişme Çağları. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.

Özyetgin, P. M. (2014). İslam Öncesi Uygurlarda Toprak Hukuku. İstanbul: Ötüken Neşriyat A.Ş. Tekin, D. Ş. (1976). Maytrısimit. Ankara: Atatürk Üniversitesi Yayınları.

KÜLTÜR İNŞASI VE MİLLİYETÇİLİK AÇISINDAN DENİZLİ

Outline

Benzer Belgeler