• Sonuç bulunamadı

SÖZLÜ KÜLTÜR VARLIĞINDA KIRSAL VE KENTSEL ETKENLER

Ergin ALTUNSABAK* ÖZET

Türk sözlü kültürü fıkralarla, hikâyelerle, masal ve mesellerle dolu olup geçmişten beri varlığını korumuştur. Türk sosyal hayatının değişmesiyle yeni yerleşim alanlarında yoğunlaşan halk, beraberinde birçok sosyo-kültürel değişimler meydana getirmiştir. Bunlardan biri de sözlü kültür ürünlerinin mekânsal değişimlerle üreticilik boyutunun yok olmasıdır. Her ne kadar zamanla sözlü kültür ürünlerinin yazılı kültürün bir parçası olarak kalıcılığı sağlansa da sözlü kültürün hazinesine yeni ürünlerin girmesini sağlayamamıştır. Bu mekânsal bağlamda kentsel alanlar sözlü kültüre mahsus ürünlerin üreticiliğini kaybetmesine sebep olurken kırsal alanlarda süregelen kollektif sosyal yaşantının sözlü kültüre olan katkıları, yine mekânsal bağlamda ele alındığında görülebilmektedir. Mekânın kültürel ürünlere olan olumlu veya olumsuz etkilerine bu bağlamda bir yaklaşım sergilenerek çalışmada, kentsel ve kırsal mekânların sözlü kültür varlığına olumlu ve olumsuz etkileri, yok oluş sürecinin engellenmesine yönelik yaklaşımlar tartışılmaktadır.

ABSTRACT

Turkish oral culture, abounded with the stories, fables and parables, has been maintained with her assets since the past. The communnity thah densifies new settements wiht the change of Turkish social life causes lots of cultural changes herewith. One of these is also that the productivity creativity dimension of the oral culture assets with spatial change became extinction. Even though it is ensured that the oral culture assets have been persistence as the part of the written culture, this does not make new products to the oral culture treasures possible. In this spatial context, while urban areas lead to the loss of the productivity of the oral culture assets, Contributions of the collective social life which continues in the rural areas, to the oral culture have been appeared again by taking into consideration as spatial context. Positive or negative impacts of the venue to the cultural products, by exhibiting an approach within this context, positive and negative effects of the urban and rural areas to the oral cultural assets, approaches regarding the preventing the extinction process will be discussed in this study.

Giriş

Televizyon, bilgisayar gibi iletişim araçlarının yaygınlaşması ve insanların eğlenmek vs. için seçeneklerinin çeşitlenmesiyle birlikte sözlü kültür aktarımı da azalmıştır. Bu durum dilin söz boyutunun göz ardı edilmesiyle insan yaşamının her alanıyla ilgili pratikler içeren sözlü kültür ürünlerinin de yok olması sonucunu doğurmaktadır.

Türk sözlü kültürü fıkralarla, hikâyelerle, masal ve mesellerle dolu olup geçmişten beri varlığını korumuştur. Türk sosyal hayatının değişmesiyle yeni yerleşim alanlarında yoğunlaşan halk, beraberinde birçok sosyo-kültürel değişimler meydana getirmiştir. Bunlardan biri de sözlü kültür ürünlerinin mekânsal değişimlerle üreticilik boyutunun yok olmasıdır. Her ne kadar zamanla sözlü kültür ürünlerinin yazılı kültürün bir parçası olarak kalıcılığı sağlansa da sözlü kültürün hazinesine yeni ürünlerin girmesini sağlayamamıştır. Bu mekânsal bağlamda kentsel alanlar sözlü kültüre mahsus ürünlerin üreticiliğini kaybetmesine sebep olurken kırsal alanlarda süregelen kollektif sosyal yaşantının sözlü kültüre olan katkıları, yine mekânsal bağlamda ele alındığında görülebilmektedir. Mekânın kültürel ürünlere olan olumlu veya olumsuz etkilerine bu bağlamda bir yaklaşım sergilenerek çalışmada, kentsel ve kırsal mekânların sözlü kültür varlığına olumlu ve olumsuz etkileri, yok oluş sürecinin engellenmesine yönelik yaklaşımlar tartışılmaktadır.

Kültürel aktarım sürecinde sözlü kültür çok önemli bir yer almış ve yazılı kültürden önce kültürel aktarım bu kanalla sağlanmıştır. Walter J. Ong’un “Birincil Sözlü Kültür” olarak belirttiği, yazı ve matbaa kavramlarının varlığını bile bilmeyen, iletişimin yalnızca konuşma dilinden oluştuğu kültürler,

günümüzde yine Ong’un ifadesiyle “ikinci sözlü kültür” sürecine girmişlerdir. Ong, ileri teknolojiden yararlanan pek çok kültürde ve altkültürde hâLâ birincil sözlü kültürden düşüncelere rastlamanın mümkün olabildiğini de belirtmektedir.(Ong 1995; 23) Ong’un ifadeleri ele alınarak bakıldığında, günümüzde Türk kültürü içerisinde birincil sözlü kültürün halen var olduğu ve önemini koruduğu görülmektedir. Ancak sosyal, ekonomik ve teknoloji gibi toplumu derinden olumlu ya da olumsuz etkileyen değişimler beraberinde kentsel ve kırsal alanlarda kültürel farklılıkları meydana getirmiştir. Bu farklılıklardan konumuz dâhilinde olanı sözlü kültür ve yazılı kültürün kullanıldığı alan farklılıklarının belirgin şekilde ortaya çıkmasıdır. Kentsel alanda yok olmaya yüz tutan sözlü kültürün kullanımı kırsal alanda halen varlığını korumakta ve nitekim yazılı kültürden daha önemli bir yer tutmaktadır.

Kırsal alanlarda yaşamını sürdüren insanların birtakım pratikleri zamanla onların birer geleneği haline gelmiştir. Bu pratiklerin gelenek haline dönüşmesindeki en önemli etken kırsal yaşamın zorunlu kıldığı kolektif yaşam şeklidir. Bu kolektif yaşam içerisinde kültür aktarımını bir sonraki kuşağa aktaran en önemli unsur ise sözdür. Sözün aktarımıyla oluşan sözlü kültür geleneğini, kırsal alanda yazılı olana göre daha çok önem arz etmiştir. Bunun sebeplerinden biri olarak Goody’nin belirttiği gibi, okur-yazar olmayan bir toplumda sözlü geleneğin, kuşaktan kuşağa söz aracılığıyla aktarılan her şeyi – başka bir deyişle kültürün tamamını – kapsamasıdır. (Goody 2009; 129) Bu aynı zamanda günümüze dek okur- yazar olmayan insanların da deneyimini aktarma da sözlü kültürün bir araç olduğunu göstermektedir. Kırsal alanda okur-yazar oranına bakıldığında kırsal için sözlü kültürün önemi açıkça görülebilmektedir. Özdemir’in; “Türk toplumu, yaşamın diğer alanlarında olduğu gibi yeni dinini de, sözel kültür bağlamında algılama, öğrenme, benimseme, uygulama ve yayma yolunu seçmiştir; bu nedenle de çok kere sureleri Arapça olarak ezberden okuyan, ancak anlamlarını çok kere ifade edemeyen durumu ile karşılaşılmıştır” (Özdemir 2006; 39) ifadesi sözlü kültürün Türk sosyal yaşantısı üzerinde etkisini açıkça göstermektedir. Özellikle kırsal alanda sözlü kültürün bu kadar dirençli olabilmesinin altında olan sebeplerden biri olarak, insanların sözün gücüne inanmaları ve o söze ihtiyaçlarının olmasıydı. Her ne kadar zamanla kırsal alanda da o sözlerin yerini medya ve iletişim araçları gibi başka unsurlar alsa da bu günümüze dek böyle süre gelmiştir. Ancak söz gücünü yitirerek beraberinde başka unsurların da yitirilmesine sebep olmuştur. Bunlar arasında sadece iki temel sorun olan sözlü kültür aktarımının sağlanamaması ve aktaranın da önemini yitirmesi birçok kültürel bozulmanın sebebiyetçisi olmuştur. Taşıyıcı işlevi üstlenen kişiler vasıtasıyla belirlenen yapı ve kurallar çerçevesinde hedef kitleye aktarılan sözlü kültür, Teatral özelliğe sahip bu iletişim olayıyla “belleğe kaydetme”, “bellekte saklama”, “hatırlama”, “dönüştürme”, kalıplaştırma”, “iletme” ve “yeniden kaydetme” faaliyetleriyle belleğe ilişkin kodlamalar yapar. Bu bir yandan zihinsel akışına devam eder, diğer yandan zamansal ve mekânsal olana dönüşerek bizatihi katılımcı grup tarafından hatırlanır ve yaşanır. (Arslan 2014; 3) Bu yolla aktarılan sözlü kültür ürünleri ait olduğu topluluğun ihtiyaçlarına, isteklerine, düşlerine, korkularına göre şekillenmektedir. Bunların yazıya geçirilmesi belki de bu ürünlerin kalıcılığını sağlamaktadır ancak burada sözlü anlatım geleneği, dinleyici ve bağlam göz ardı edildiğinde bu ürünlerin bir roman gibi bireysel bir bilinç ürünü haline gelmesini söz konusu hale getirecektir. Bu durum sözlü kültür aktarımının sağlanamamasıyla birlikte icra edildiği dönemin şartlarına ve ortamına göre şekillenebilen sözlü kültürün dinamik yapısının da ortadan kalkmasına sebep olmaktadır. Bu sözlü kültür ürünlerinin icra edildiği topluluk üzerinde sosyal, psikolojik ve eğitsel bir rolü olduğu düşünüldüğünde, toplum içerisinde geçmişte “nasihat” olarak adlandırılan sözleriyle “bilge insan” konumunda olan hayat tecrübesini bir sonraki kuşağa bir şekilde aktaran kişilerin önemini bu ürünlerin icra edilmediği toplumlarda kaybettiği görülmektedir. Buna bağlı olarak toplumda yüz tutan toplumsal rol kayıplarının olmasına ve geçmişte “bilge” olarak görülen yaşlıların bugün toplumda işlevsiz birey olarak görülmesine sebep olmaktadır. Sözlü kültür ürünlerinden biri olan masalların ve onun anlatıcılarının rolü için Barry Sanders; "Öyküler sözlü kültürlerin can damarı, masalcı ise kabile ya da topluluğun yüreğidir. Masalcı, öykülerin bütün sistem boyunca dolaşmasını sağlar. Anlattığı öyküler sıradan öyküler değildir, bunlar insanların beklediği, duymayı umduğu ve ana hatlarıyla zaten bildiği öykülerdir. Öyküler insanlara kim olduklarını bir kez daha hatırlatır; bu öyküler topluluk üyelerini birbirine bağlar. Masalcı, öykülerinin ağında her şeyi yakalar: tarih, gerçek, kahramanlık, din, felsefe, ahlak, sevgi. Bu öyküleri anlatan lider ayrıcalıklı konumuna yıllar boyu edindiği deneyimler sayesinde gelmiştir. Sözlü kültürlerin masalcıları, modern yazılı kültürlerin yitirdiği bir kavram olan ‘bilge insan’ konumuna gelirler." (Sanders 2013: 15) ifadelerini

belirtmektedir. Sanders’in ifadesiyle “modern yazılı kültür” ün yoğun olarak etkili olduğu kentsel alanlarda bu öykülerin aktarılması ve aktarıcının da bu işlevini sağlaması pek mümkün olmamaktadır. Ancak kırsal alan kolektif yaşam ve kırsalın beraberinde getirdiği yaşam koşullarının aşılması için, insanların hayat tecrübesinin aktarılmasını bir ihtiyaç haline getirmektedir. Zamanın ve ortamın ihtiyaçlarını bilen insan kendini sürekli yenileme ihtiyacı duyar. Bu durum kırsal alanda hem bu tür sözlü kültür ürünlerinin sürekliliğini hem de aktarıcılarının önemini korumasını sağlamaktadır. Toplumsal belleğin oluşabilmesinde ve aktarılabilmesinde de bu tür bir dinamiğin yaşanması gerekmektedir. Kuşaklar arası geçişi sağlayan bu faktör kentsel alanda sözlü kültür alanlarının az olması sebebiyle görülememektedir. Ne var ki günümüzde sözlü kültür aktarıcıları da doğal süreçlerini kaybetmişlerdir. Kentsel alanlarda gelişen elektronik ve teknolojik imkânlar dinleyici açısından birçok kolaylık sağlarken anlatıcı tarafından aktarılan sözlü kültür içerisinde, günümüzde medya ve iletilişimde yayınlanan unsurlarla dolu olmasına sebep olmuştur. Anlatıcının ve anlattıklarının doğal bir süreci olmadığını bilen dinleyici kitlesinin olduğu kentsel alanlarda buna bağlı olarak yazı daha önemli bir yer edinmiştir. Nitekim yazının altında bulunan imza, yazan hakkında bilgi vermekte, bununla inandırıcılığını korumakta ve varlığını kabul ettirmektedir. Ancak kırsal alanda bu durum görülmemektedir. Nüfus yoğunluğunun az olduğu bu alanlarda, aktaranın sözü, onun imzası anlamına gelmekteydi. Anlatıcıyla ilgili olarak bir köy yaşamı örneğini ele alan Connerton; köy ortamında eksik olanın kentin fiziksel ortamı değil; aynı zamanda kentin alışılagelmiş yollarla düzenlediğimiz performatif uzamı olduğunu ifade ederek kentte yabancı insanların ortamında davranmaya alıştığımızı belirtmektedir. Orada başkalarının yaptıklarına ve söylediklerine tanık olduğumuz insanların çoğu, genellikle tarihleri hakkında pek az bilgiye sahip oldukları ya da hiçbir bilgiye sahip olmadıkları gibi, geçmişlerinde görülmüş benzeri eylemlerle ve sözlerle ilgili pek az deneyim sahibidirler. Bu, belli bir kişinin, bilinen bir durumda inanılacak biri olduğu yolunda yargıda bulunmayı güçleştiren nokta olurken pek tanımadığımız kimselerden oluşan bir dinleyici grubu karşısında inanılır bir rol oynanabilmesi için kişinin ya kendisi hakkında bir tarih üretmesi gerekmekte ya da geçmişi ve kökeniyle ilgili üstü örtülü de olsa bilgi vermesi gerekmektedir. (Connerton 1999; 31) Bu anlatıcının orada olmasının resmi olmayan bir açıklaması olurken aynı zamanda aktarılan sözün niteliğini de belirlemektedir. Geçmişi aktarandan dinleyen bu kitle bu sözlü kültür ile kendi geçmişiyle bugününü bütünleştirerek, milli inşasını sağlarken bunu aktaranın kendinden biri olduğunu bilerek söz konusu unsurları “öz”üne katmaktadır. Kentsel alanların kültürü ve bireyleri tek tipleştirmesine karşın sözlü kültürün var olduğu alanlarda süregelen coğrafyaya, iklime ve benzeri unsurlara bağlı olarak farklılık gösteren kültürler, birey ve öz ilişkisini kurmakta temel etmen olabilmektedir. Buna bağlı olarak kırsal alanlarda yaygın olan benlik duygusu üzerinde de sözlü kültürün büyük bir tesiri bulunmaktadır. Kentsel yaşamdaki bireyselliğe göre kırsal alanda var olan kolektif yaşamla birlikte oluşan aitlik duygusu sözlü kültürün kimlik oluşturan yönünü de ortaya çıkarmaktadır. Yine Sanders’in “Öyküler insanlara kim olduklarını bir kez daha hatırlatır; bu öyküler topluluk üyelerini birbirine bağlar.” İfadesi sözlü kültür ürünlerinin kimlik üzerindeki etkisini göstermektedir.

Bugünün birçok meselesinden biri insanların “öz”den uzaklaşmasıdır. Bu durum beraberinde birçok toplumsal sorunları getirmektedir. Toplumun temel kodlarını içeren kültürün bozulma ve tek tipleştirme sürecine doğru girmesiyle, sözlü kültür ürünlerinin sadece kentsel alanda yitirilmesi değil kırsal alanda da bir yok oluş sürecine girdiği söz konusu olmaktadır.. Ayrıca sözlü geleneğin kaybolması sorunu yalnız ülkemizde değil, dünyada da var olan bir sorundur. Sözlü kültür ürünlerinden biri olan masal geleneğinin yaşatılması için Avrupa’da, Dünya Masal Anlatıcılığı Günü ilk defa 21 Mart 1991-92 yıllarında İsveç'te ulusal bir gün olarak kutlanmıştır. Daha sonra 1997 yılında Perth (Batı Avustralya), aynı yıl Meksika ve Güney Amerika ülkelerinde de ulusal masal anlatıcılığı günü kutlanmıştır. 2002 yılında Norveç, Danimarka, Finlandiya, Estonya; 2003 yılında Kanada ve birkaç ülkenin katılımıyla bu gün Dünya Masal Anlatıcılığı Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. 2005 yılındaki etkinliğe ise 5 kıtadan toplam 25 ülke katılmıştır. Türkiye'de ise bu gün ilk kez 18 Mart 2012' de İstanbul'da Galata Şifahanesi’nde kutlanmıştır. (www.edebîyathaber.net) Kültür aktarımının devam etmesi için etkinlikler yapılması, yeni kuşaklara masal anlatıcılığının tanıtılması ve yaygınlaştırılması konusunda bu tür girişimler önem kazanmaktadır. (Tuzcu 2014; 5) Ne var ki bugün ki sorun bu ürünlerin sadece aktarılamaması değil yok olmaya yüz tutmuş olmasıdır. Bununla ilgili olarak Türk sözlü geleneğinin, kentlerdeki bölümü ya da köylerden kentlere taşınan bölümlerinin dışlanarak açıklanamayacağını ifade eden Özdemir, yerelin sözel kültüründeki değişme ve yok olmalarının nedenlerinden önemli bir bölümünün kentli dinamikler

olduğunu belirtmektedir. (Özdemir 2006;38) Ürünün yok oluş süreciyle ilgili olarak Oğuz ise şu ifadeleri belirtmiştir;

XXI. yüzyıldan geriye doğru baktığımız zaman üç yüzyıla yayılan macerasında, ürünün her zaman

üretim, üreten ve üretim yerinin ününde geldiği görülmüştür. Bu dönem kuramlarının, folkloru akmaya

devam eden bir ırmak gibi görerek, incelediği konulara bu ezelden beri akan ırmaktan alınan bir bardak durgun su gibi yaklaştığı görülecektir. Tıpkı suyun şişeye konulup taşınması, korunması ve tahlil edilmesi gibi, bu dönemde folklor ürünleri kayda geçirildi, kente taşındı ve tahlil edildi. Irmağın eskisi gibi akmaya devam ettiği veya öyle kabul edildiği dönemler boyunca, bu işlem heyecanla tekrarlandı. Irmağın suyu bulanmaya, yatağı değişmeye, kaynağı kurumaya başlayınca, yani eski kuramlara göre eski halk eski şeyleri üretmemeye başlayınca sorunlar baş gösterdi. Herkes okuryazar oluyordu, her yere teknoloji giriyordu ve köylü nüfus azalıyordu. Folkloru eski köyde eski ürün olarak tanımlayan kuramlara göre çalışanlar için bu durum folklorun sonu demekti. Çünkü artık saf, temiz ve en önemlisi binlerce yıl ötelerden süzülüp gelen ürün bulmak zorlaşıyordu. (Oğuz 2007; 30)

Çalışmada kırsal alan olarak belirtilen, açıklamalarında Oğuz’un ve Özdemir’in köy olarak belirttiği, bir zamanlar medya ve kitle iletişim araçlarından uzak olan alanlarda medya ve yazılı kaynaklar olmaması sebebiyle sürekli üretim gereksinimi bulunmaktaydı. Bu süreç doğal bir işleyişle devam ederken yazılı kaynakların ve” ikincil sözlü kültür”ün tesiri altında olan kentsel alanlar gibi kırsal alanlarda üretken olmayan kültürel bir sürece girilmesi, ninelerden dinlenen masalların, dedelerden dinlenen hikâyelerin yerini, belirli kalıpların içine sokularak Türk kültürüyle özdeşleşmeyen kodlarla dolu olan medya ürünlerinin almasına sebep olmuştur. Bu toplumun medya ürünlerinden tamamen uzaklaşması gerektiği anlamına da gelmemektedir. Ancak Türk kültürüyle özdeşleşmeyen unsurların, medyatik kanallarla toplumu olumsuz etki altında bırakmasını ve kanalize etmesinin önüne geçilmesi gerekmektedir. Özdemir’in ifadesiyle; İnternetteki köy sitelerinde kimin kiminle evleneceğinin ya da nişanlanacağının duyurulduğu bu çağda “bilimsel yerellik” dönemi kapanmalı ve geçmiş-an-gelecek yeniden okunarak değerlendirilmeli ve kurgulanmalıdır. Ancak bugün dahi kültürün sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla yürütülen projeler kırsal alanlarda kültürün değişmeden sürdürüldüğü düşüncesiyle sadece kentsel alanlarla yürütülmektedir. Bu durum geçmişte kırsaldan derlenen ve arşivlenen ürünlerin alan çalışanları tarafından yerinden alınarak incelenmesinin ötesine geçilememesinden kaynaklanmaktadır. Ürün ve mekan ilişkisi de bu noktada karşımıza çıkmaktadır. Günümüz sözlü kültürünün kalıcılığını ve sürdürülebilirliğini sağlama konusunda teşkil eden bir diğer sorun kentsel alanların sürekli bir dönüşüm ve değişim içerisinde olduğu düşünülürken kırsal alanların fiziki ve sosyo-kültürel olarak aynı şekilde kalıyor olduğunun düşünülmesidir. Oysaki kentsel alanların sosyal yapısının değişimine paralel olarak kırsal alanlarda da bu değişim meydana gelmektedir. Sosyal, ekonomik, teknolojik gelişmelerle bir çok yaşam kolaylığı kırsal alanda sağlanırken birçok folklor ürünün yok oluşu da meydana gelebilmektedir. Buna bağlı olarak kültürel bellek aktarımı kırsal alanda da zorlaşır hale gelmektedir.

Küreselleşme ve sosyal değişim süreçlerinin, topluluklar arasında diyalogu yenileme koşullarını oluşturmakla birlikte, hoşgörüsüzlük olgusunun yaptığı gibi, özellikle korumaya yönelik kaynakların yetersizliğinden dolayı, somut olmayan kültürel mirasla ilgili bozulma, yokolma veya yıkılma gibi ciddi tehditleri arttırdığını kabul ederek, İnsanlığın somut olmayan kültürel mirasının korunması konusunda evrensel istenç ile bir ortak kaygının varlığının farkında olarak,(http://www.unesco.org/) bu gibi unsurları temel alan ve 17 Ekim 2003 de imzalanan Unesco sözleşmesi , Türk sözlü kültürünün de içinde bulunduğu somut olmayan kültürel mirasın korunması ve aktarılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu sözleşme ile açılan yolla kurulmuş olan somut olmayan kültürel miras müzeleri ve bununla birlikte belediye ve kaymakamlıklar tarafından oluşturulan köy odalarında bu alanda çalışan kültür gönüllülerinin etkinlikler düzenlemesi çalışma içerisinde bahsi edilen sorunların giderilmesinde çok önemli adımlar olmuştur. Bu bağlamda ürün, üretim ve aktarım gibi sorunların giderilmesi, toplum belleğinin canlı tutulabilmesi için bu tür çalışmalar genişletilmelidir.

KAYNAKÇA

Arslan, Mustafa. “Sözlü Tarih ve Kültürel Bellek Aktarımı Bağlamında Denizli Yöresi Efe Anlatıları” Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, Yıl VI, Sayı 2, Temmuz 2014

Connerton, Paul. Toplumlar Nasıl Anımsar?, İstanbul, AyrıntıYayınları, 1999 Goody, Jack. “Sözlü Kültür” Milli Folklor, Sayı 83, Yıl 2009, S. 128-132 Oğuz, Öcal. “Folklor ve Kültürel Mekan” Milli Folklor, Sayı 77, Yıl 2007

Ong, Walter J. Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi İstanbul, Metis Yayınları, 1995

Özdemir, Nebi. “Türkiye’de Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Geçiş ve Meddahlık-Medya İlişkisi” Mitten Meddaha Türk Halk Anlatıları Sempozyumu Bildirileri, Ankara, Gazi Üniversitesi. THBMER Yayını, 2006 Sanders, Barry. Öküzün A’sı, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2013

Tuzcu, Gönenç. “Günümüzde Masal Anlatıcıları ve Yeni Masalların Üretilmemesi Sorunu” Ankara, Yayınlanmamış Bildiri Metni, 2014

http://www.edebîyathaber.net/bugday-dernegi-ve-atlas-dergisinden-bir-ilk-dunya-masal-anlaticiligi-gunu- kutlaniyor/ 02.10.2014

Outline

Benzer Belgeler