• Sonuç bulunamadı

4. KITA AVRUPA'SININDA HUKUKİ VE SİYASİ DURUM

1.4. SİYASET FELSEFESİ

1.4.3. Uluslararası İlişkiler Hakkındaki Görüşleri

Grotius, doğal hukuk alanında olduğu gibi uluslararası ilişkiler hususunda da Vitoria ve Suarez'den etkilenmiştir (Köksal, 1961: 413). Vitoria, Yeni Dünya'nın keşfiyle birlikte Hristiyanlığın dünya görüşünün gerçekle bağdaşmadığını ifade eder. Vitoria' ya göre hâkimiyet Tanrı'ya aittir. Doğal hukuk gereği ne papa ne de kral evrensel otoriteye sahiptir. Bunlar Ortaçağ Hristiyanlık inancının bir sonucu olarak bu hakkı kullanmışlardır. Vitoria, kurulması gereken yeni uluslararası düzeni doğal hukuktan ilham alarak pozitif hukukla kurmayı planlar. Doğal hukuk kuramından hareketle uluslararası barışı tesis etmeye çalışır (Akal, 2005: 39). Vitoria, "Kızılderililer ve Savaş Hukuku Konusunda Dersler" eserinde Amerikan yerlilerinin Hristiyanlar gibi özel ve kamusal haklara sahip olduklarını, doğal olarak köle olmadıklarını belirterek insan haklarını bir taslak olarak belirler. Zaten Amerikan yerlileri İspanyollar kıtaya gelmeden önce de özel ve kamusal haklara sahiptiler. Vitoria, savaşta üç kurala bağlı kalınmasını belirtir: (1) Savaşa sudan sebeplerle değil, baskı altında olunduğu durumlarda kerhen başvurulmalı; karşı taraftaki ulusu kökten yok edecek şekilde değil, vatanın ve devletin savunmasını sağlamak için yapılmalı; savaşın sonunda kazanan taraf bir savcı gibi karşı tarafı suçlamamalı, adil bir yargıç gibi karar vermeli ve zarar gören tarafın zararını tazmin etmelidir (Vitoria, 2010: 14-17). Vitoria, bir taraftan İspanyolların Yeni Dünya'yı işgallerini meşrulaştırmaya çalışırken bir taraftan da yerli halklara uygulanması gereken temel kuralları, doğal hukuka dayalı olarak belirlemeye çalışır (Atalay, 1997: 27).

Grotius'un uluslararası ilişkilerle ilgili düşüncelerini değerlendirirken; onun ailevi durumunu ve yaşadığı yüzyılın dini ve siyasi değer yargılarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Ülkesinde etkili olan aristokratik bir aileden olması erken yaşlarda uluslararası ilişkilerin farkına varmasına ve ilgi duymasına sebep olmuştur (Taşkın, 2013: 207). Grotius, Birleşik Eyaletler genel meclisi tarafından Fransa'nın desteğini almak için gönderilen Johan van Oldenbarnevelt'e eşlik eder. Birleşik Doğu

Hindistan Şirketi'nin mimarı Oldenbarnevelt, cumhuriyetin kurumsallaşma aşamasında

büyük başarılara imza atar ve fiilen cumhuriyetin lideri konumuna yükselir. Grotius, Oldenbarnevelt himayesinde kariyerinin ilk günlerini geçirir ve aynı zamanda onu destekler (Wood, 2012: 133). 1618 yılında başlayan 30 yıl savaşları sonucunda

Oldenbarnevelt hem makamını kaybeder hem de Grotius ile birlikte tutuklanır (Wood, 2012: 143). I. William, İspanya kralına karşı Hollanda isyanını 1568'de başlatmasıyla ülke yıllarca devam eden savaş ortamına girer. Hollanda, Cumhuriyet olarak 1588'de kurulur ve 1648 Vestfalye barışı imzalanana kadar 80 yıl savaşla devam eder (Wood, 2012: 133).

Grotius'un uluslararası ilişkiler ile yakından ilgilenmesinin sebeplerinin en önemlilerinden birisi de 1618-1648 yıllarında Avrupa'da yaşanan Otuz Yıl Savaşları'dır. Otuz Yıl Savaşları'na, Katolikler ve Protestanların dini konulardaki farklı anlayış ve yorumları neden olur. Protestanlar, İngiltere, Fransa ve Hollanda'nın desteğini alarak 1618 yılında Katolik Alman devletlerine karşı ayaklanırlar. Katolik Alman devletleri ise Protestanlara karşı Kutsal Roma İmparatoru'nun desteğini alır. Başlangıçta mezhep farklılıklarından kaynaklanan savaş, daha sonra Kutsal Roma İmparatorluğu'na karşı, bağlı devletlerin bağımsızlık savaşına döner. Otuz Yıl Savaşları son aşamada birçok ülkeyi içine alarak uluslararası savaşa dönüşür. Grotius'un ülkesi Hollanda da savaşa dâhil olur (Alganer ve Çetin, 2007: 292).

Avrupa'da yaşanan dini ve siyasi ayrılıkların sürüklemiş olduğu çatışmalar, Grotius'u uluslararası ilişkileri yeniden ele almaya sevk eder. Farklı mezheplerden insanların bir araya gelmeleri birçok dini ve hukuki sorunun da ortaya çıkmasına sebep olur. Böyle bir ortamda Hristiyanlığın sunmuş olduğu tanrısal hukuk da yetersiz kalmıştır (Köksal, 1961: 413-414). Nitekim Grotius, doğal hukuku, uluslararası ilişkilerin düzenlenmesinin temel dayanağı olarak görür. O, ulusların üzerinde anlaştıkları ya da şair, filozof, tarihçi ve söylevcilerin muhtelif zaman ve bölgelerde üzerinde anlaştıkları evrensel doğrular olduğunu belirtir. Bu herkesin katıldığı genel bir isteği uluslararası hukuk olarak tanımlar (2011: 24, 26).

Doğal hukuk başlığı altında da belirttiğimiz gibi Grotius uluslararası ilişkileri doğal hukuk normlarına göre düzenler ve bu normların ihlal edilmesinin devletleri felakete sürüklediğini belirtir. O, yaşadığı yüzyılda yaşanan hadiselerden hareketle uluslararası ilişkileri düzenleyen bir hukukun olması gerekliliğini ve Avrupa'nın içinde bulunduğu durumu şöyle ifade eder: Hristiyanlık dünyasında savaş hususunda tamamen başıboş hareket edilmektedir. Sudan bahanelerle savaşa girişildikten sonra da ne tanrısal hukuk ne de pozitif hukuk gözetilir (2011: 25). Grotius'a göre tanrısal hukukla önüne

geçilemeyen iç savaşlar ve insanlığın başına gelen felaketler, bir gün insanların yaptığı pozitif kanunlarla azalacak, hatta son bulacaktır. Bu sağlandığında tanrısal bir düzenden beşeri bir düzene geçilmiş olacaktır (Hazard, 1999: 288). Grotius, her ne kadar seküler bir anlayışla evrensel değerlerden bahsetse de, Hristiyanlar arasında birliği tamamen dini değerlerden hareketle sağlamaya çalışır. Bu tutum da onu seküler anlayıştan uzaklaştırır. Aşağıda örnek olarak sunulan paragrafta onun bu tutumu açıkça gözükmektedir:

Hristiyanlar bir bedenin uzuvları gibi olduklarından birbirlerinin sıkıntılarına duyarlı olmaları gerekir. Bu duyarlılık hem bireyler ve halklar hem de krallar tarafından gözetilmesi gereken bir kuraldır. Hristiyanlar ellerinden geldiği ölçüde Hz. İsa'ya hizmet etmekle yükümlüdürler. Hristiyan bir devlete herhangi bir saldırı olduğunda bu ödevlerini yerine getirmek için Hristiyan halklar ve devletler, ittifak kurarak birbirlerinin yardımına koşmaları gerekir. Hristiyanlar geçmişte ittifak yaparak Hristiyan birliğinin başına kutsal Roma İmparator'unu getirmişlerdir. Bu ortak amacı gerçekleştirebilmek için kurulacak ittifaka tüm Hristiyanlar güçleriyle orantılı olarak ekonomik katkı ve asker desteği sağlamalıdırlar. Hristiyanlık dışındaki din mensuplarıyla antlaşma yapmak doğal hukuka aykırı değildir, ama Hristiyanlıktan uzak olan devletlerle antlaşma yaparken dikkatli olunmalı ve bu devletleri aşırı derecede güçlendirecek antlaşmalardan kaçınılmalıdır (Grotius, 2011: 141). Grotius, farklı din ve mezheplere mensup olan devletlerin birbirleriyle olan ilişkisini belirlemeden önce "din" kavramını tanımlar. Bu tanımından hareketle kendi düşüncelerini açıklar.

Ona göre tarih boyunca kabul edilen gerçek din, dört temel ilkeye dayanır: (a) Tanrı: vardır ve tektir, her şeyin yaratıcısıdır; (b) yaratılmış şeylere benzemez ve bunlardan çok üstündür; (c) insanların işleriyle ilgilenir ve (d) onları adaletle yargılar (2011: 186). Bunlardan Tanrı'nın tek olması ve insanların işleriyle ilgilenmesi ilkeleri evrensel değerlerdir. Bundan dolayı bu ilkelere karşı çıkanlar insanlık adına engellenebilir, hatta cezalandırılabilir. Bir de kendi Tanrı'sına karşı saygısızca davrananlar cezalandırılabilir. Ancak tanrısal yardımdan yoksun olanlar, insan yargısıyla cezaya çarptırılmamalıdır. Hz. İsa da dini değerlerin dünyevi cezalarla benimsetilmesini istememiştir. Hristiyanlığın, yanlışlıkların eklenmemiş öz haliyle, topluma yararlı olmayacak ya da zarar verecek bir yanı yoktur. Yeni bir öğreti onurlu şeylerle uğraşır ve yüce kişilere saygı duymayı öğretir ise böyle bir öğretiyi

cezalandırmamak gerekir. Hz. İsa'nın kanunlarına inanmakla beraber farklı yorumlayanların cezalandırılması da haklı bir davranış değildir. Hristiyanlığı kabul etmek istemeyen insanlara karşı onları cezalandırmak için girişilecek savaş haklı olamaz. Hristiyanlar böyle bir savaşa girdiklerinde kendileri haksız olduklarından, asıl cezalandırılmayı kendileri hak ederler (Grotius, 2011: 185-188). Grotius, mezhep taassubunun önüne geçmek için dini konuları farklı anlayan ve yorumlayanlara karşı savaş açılamayacağını belirtir. Aynı şekilde Hristiyanlığın diğer din mensuplarına zorla benimsetilmesinin Hz. İsa'nın öğretisine aykırı olduğunu belirtir. Bu gerekçeyle yapılan savaşların haklı olamayacağını, hatta böyle bir savaşa katılanların cezalandırılması gerektiğini ifade eder. Böylece din farklılığından doğan savaşların önüne geçmeye çalışır.