• Sonuç bulunamadı

4. KITA AVRUPA'SININDA HUKUKİ VE SİYASİ DURUM

1.4. SİYASET FELSEFESİ

1.4.1. Devlet Hakkındaki Görüşleri

İnsanlar, birbirine duygudaşlıkla bağlanarak gönüllü olarak yaptıkları sosyal sözleşmeyle devleti kurarlar. Toplumu oluşturan bireyler devleti kurarken, kendi iradeleriyle güçlerini egemen güce devrederler (Russ, 2012: 183). Devlet, akıl ve insan doğası üzerine inşa edilmiş doğal bir kurumdur ve üyelerinin özgür iradeleriyle kurulduğu için de bireysel hakları korumalıdır (Thilly, 2002: 23). Aile içerisinde yaşayan bireyden bir devletin vatandaşına kadar herkes bulundukları ortamda farklı rollerde bulunurlar ve kendi aralarında çeşitli hukuk kuralları oluşturmaları doğal bir gerekliliktir. Egemen ve onun belirlediği normlar olmadan bir toplumu bir arada tutmak mümkün değildir. Toplumu oluşturan bireyler sözleşmeyle devletin hukuk sistemini ya da kamu gücünü kurarlar (Taşkın, 2013: 204).

Grotius'un görüşlerinin siyaset felsefesi açısından önemi, egemenin yetkisinin hukuki sınırlarını çizmesi ve egemenlik kavramından hareketle modern hukuk düzenini kurmasıdır. O, egemenin hukuki sınırlarını çizdiği gibi, devlet içerisindeki bireylerin siyasal yaşamlarının düzenlenmesini de egemenin takdirine bırakır. Böylece kurgusal olmayan bir egemenlik anlayışı ortaya koyar. Modern egemenlik kavramı içerisinde hukuk öznesinin konumunu tam olarak belirlediğinden Grotius, haklı olarak siyasi hukukun da öncüsü sayılır (Mairet, 2013: 236). O, bir hukukçu olarak devlet ve egemen kavramlarını ayrı ayrı tanımlar. "Devlet, özgür kişilerin, kendilerine tanınan haklardan barış içerisinde yararlanmak ve ortaklaşa çıkarlarını gerçekleştirmek üzere, birleşerek oluşturdukları eksiksiz bir topluluktur" (Grotius, 2011: 35).

Aristoteles'e dayanan bu toplum tanımıyla, kişisel haklar ve toplumun ortak çıkarları korunarak birlikte yaşama iradesi ortaya konur. Aristoteles var olan ailelerle siteyi kurar. Grotius ise aile reisleri olarak gördüğü özgür insanları bir araya getirerek topumu ve devleti oluşturur. Söz konusu tanımın siyasal otoritenin meşruiyetini ve kaynağını halk olarak gösteren Ortaçağ düşünceleriyle de uyumlu olduğu söylenebilir.

Egemen olanın yönetimini ilk ortaya çıkaranlar, sivil toplum içerisinde ilk kez bir araya gelenlerdir (Larrére, 2011: 350). Grotius, toplumu ortak çıkarlar etrafında uzlaştırdıktan sonra egemen kavramını açıklar: Egemen, davranışları bir başkasının otoritesine bağlı olmayan ve başka bir güç tarafından denetlenemeyen güce denir (2011: 47). O, bu tanımında egemenliğin mutlak olduğunu ifade eder. Egemenlik aynı zamanda bölünmez bir güçtür. Kralın yapacağı eylem ya da buyrukların bir senato tarafından onaylanmaması durumunda, bu senato kararının alınmamış kabul edilmesi gerekir. Senatonun bu kararı egemenliğin bölüşüldüğü anlamında yorumlanmamalıdır. Senato tarafından ortadan kaldırılan kralın buyruklarının da kralın iradesiyle gerçekleştiğini kabul etmek gerekir. Kral böyle davranarak hem kendi iradesini ortaya koyar hem de kendini korumaya çalışır (Grotius, 2011: 56). Grotius, senato ya da meclisi bir araç olarak görür ve bir görüntü olarak sunar. Rousseau, Grotius'un bu otoriter yaklaşımını şu şekilde eleştirir: Grotius ve Hobbes yüz egemeni insanlığın emrine verme yerine insanlığı yüz egemenin emrine vererek insanlar arasında olması gereken eşitlikten uzaklaşmışlardır. Onlar, çobanın sürüsünden, egemenin de vatandaşlarından üstün yaratıldığını kabul ederler (1968: 51).

Grotius, egemenliği mülkiyet hakkı olarak görür ve onu bu çerçevede tanımlar. Egemenlik mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirdiğinden, onu sahip olma hakkından ayırır. Egemen güç, egemenin kullanımında olan bir şey olduğundan, egemen güç kullanandan bağımsız olarak da vardır. Egemenlik sadece kullanıldığında var olur ve temel ilkesi varlığını yönetim biçimlerinden bağımsız olarak devam ettirmesidir. Egemenin bunu kullanmaya hakkı var ise meşru egemendir. Böylece egemenlik, onu kullanan egemene ait ''sivil hak" olarak tanımlanır (Mairet, 2013: 236-237). Grotius, egemenliğin özel ve tüzel olmak üzere iki taşıyıcısı olduğunu belirtir. Egemenliğin özel taşıyıcısı ulusların kanunlarına ve teamüllerine göre ya bir kişi ya da birkaç kişidir. Egemenliğin ortak ya da tüzel taşıyıcısı "eksiksiz ve tam bir topluluk" olan devlettir. Bu farklılığı bir benzetmeyle şöyle açıklar: Görme duyu organının ortaklaşa taşıyıcısı beden, özel taşıyıcısı da gözdür (2011: 47-48). Burada devletin özel taşıyıcısı, egemenlikle donatılmış bir kişi ya da birçok kişi, yürütme organı olarak tarif edilir (Haggenmacher, 2013: 262). Yönetim biçimlerini halk özgür olarak seçer. Grotius, siyaset felsefesi geleneğine bağlı kalarak yönetim biçimlerinin monarşi, aristokrasi ve demokrasi olduğunu belirtir; egemene yetkiyi halkın verdiğini kabul eder. Egemenin

vatandaşlar üzerindeki yetkisini halkın iradesi kapsamında değerlendirmek gerektiğini belirtir (Grotius, 2011: 49). Halkın haklarını yönetim biçimlerinden bağımsız olarak ele alır ve hakların sürekliliğini vurgular. Ona göre bir halk yönetim biçimi olarak monarşi, aristokrasi ve demokrasiyle idare edilebilir. Herhangi bir nedenle yönetim biçiminin değişmesi halkın kullandığı hakları sonlandıramaz. Bu durumda yönetim biçimi değişse de halk aynı halk olarak kalır. Bir örnekle egemenliğin kökünün halkta olduğunu şöyle açıklar: "Egemenlik baş olduğu için kralın elinde olsa da, aslında gövdenin tümü olan halktadır; baş ise gövdenin bir parçasıdır." Özgür bir halkın yapmış olduğu nesnel bir sözleşme de yönetim biçiminin değişmesiyle değişmez. Böyle bir durumda egemenliği kullanan baş değişmiş olsa da, egemenliğin sahibi gövde aynı kalmaktadır. Egemenlik yetkilerinin kral tarafından kullanılması, egemenliği halkın egemenliği olmaktan çıkarmaz. Seçimle egemen olan kral ölür ya da soyu kurursa, egemenlik tekrar halka döner (Grotius, 2011:118, 149) ve kral öldükten sonra kral olacak kişi tahta geçme hakkını halktan alır. Kralın hukuka uygun olarak yapmış olduğu sözleşmeler ve vermiş olduğu sözler halefleri için de bağlayıcıdır (Grotius, 2011:134). Grotius, egemenliğin kaynağı olarak halkı görerek kendinden öncesine göre önemli bir aşama kaydeder. Jean Bodin'in (1530-1596) egemenliğin kökeni hakkındaki düşünceleriyle karşılaştırıldığında bu fark açıkça ortaya çıkar.

Doğal hukukun devrimci yönünün içini boşaltan Jean Bodin, devleti halkın iradesine değil, aristokratların iradesine dayandırır. Aristokratların taleplerinin gerçekleşmesini de bir kralın iradesine bırakır. Kral tüm kanunların kaynağıdır ve kanunlarla sınırlandırılamaz. Kral kanunların kaynağı olduğundan kimseye vereceği bir hesabı yoktur. Hukuk, doğal hukuk ve toplumsal sözleşme üzerine değil, egemenin iradesi üzerine kurulur. Eğer kanunların değiştirilmesine ihtiyaç duyulursa kanunlar değiştirilebilir (Bloch, 2002: 139-141). Ancak Bodin'e göre de kanunlar hukuka ya da adalet prensiplerine uygun olmalıdır. Egemen, doğal hukukun genel prensiplerine ve Tanrı'nın buyruklarına aykırı karar veremez ve eylemde bulunamaz. Başkasının malına göz dikmeyi ve onu almayı yasaklamıştır. Egemenin adil olabilmesi ve adil kanunlar koyabilmesi için adaletten ayrılmaması gerekir (Bodin, 2010: 25-26). Grotius, hukukun kaynağı hususunda Bodin'den ayrılır, ancak egemenin sınırlandırılması bakımından ana hatlarıyla aynı bakış açısını devam ettirir. Egemenler, doğal hukuk, tanrısal hukuk ve uluslararası hukuka uymak zorundadırlar. Egemenlerin bunlara uymak için halka

taahhütte bulunmaları da gerekmez. Egemenin doğal hukuk, tanrısal hukuk ve uluslararası hukuka aykırı olarak vermiş olduğu buyruklar yerine getirilmemelidir. Ancak egemen herhangi bir gerekçeyle bunlara aykırı buyruk ya da eylemde bulunduğunda, egemene karşı zor kullanma yerine bunlara katlanmak gerekir (Grotius, 2011: 54-59). Bunlara ek olarak egemen iktidara geldiğinde Tanrı'ya ya da ulusuna devlet idaresiyle ilgili vermiş olduğu sözler, egemenin yetkilerini kısıtlar, ancak egemen olmaktan çıkarmaz. Egemenin vermiş olduğu sözlere bağlı kalması gerekir. Temel bir ilke gereği "verilmiş bir söz, söz verilen açısından hak yarattığından" egemenin kendisinin vermiş olduğu söze aykırı emirleri ya da eylemleri haksızlık olacağından geçersiz sayılması gerekir. Egemenin vermiş olduğu söze bağlı kalması, onun bir üst otoriteye bağlı olduğu şeklinde de yorumlanmamalıdır. Söze aykırı eylemlerin yok hükmünde olması herhangi bir üst otoritenin devreye girmesinden dolayı değil, bizzat hukuktan kaynaklanır. Egemen, vermiş olduğu sözde, sözünü yerine getiremediği durumda iktidarı bırakmayı kabul etmiş olsa da onu yerine getiremediği durumunda egemenliğinden bir şey kaybetmiş olmaz. Egemen verdiği sözü yerine getirmediğinde, egemenlik belli bir süre güç kullanmayla sınırlı hale gelir (Grotius, 2011: 53- 54).