• Sonuç bulunamadı

4. KITA AVRUPA'SININDA HUKUKİ VE SİYASİ DURUM

2.2. DOĞAL HAL, DOĞAL HAK VE DOĞAL HUKUK

2.4.1. Çoğunluğun Devleti Kurması

2.4.1.2. Aristokrasi

Spinoza, Politik İnceleme'de monarşik devleti inceledikten sonra mutlak devleti ve özgürlükleri korumaya daha yakın olarak nitelediği aristokrasiyi inceler. Aristokrasi, yönetim hakkının halk arasından seçilen seçkinlere ait olduğu yönetim biçimidir. Aristokratik devletlerde yönetime katılma hakkı sadece seçime dayalı olarak gerçekleşir. Demokrasilerde ise yönetime katılma doğuştan var olan doğal haktır. Bu yüzden halkın tamamı seçkin olarak kabul edildiğinde de yönetim anlayışı demokrasi değil, aristokrasidir. Aristokrasilerde yönetime katılan seçkinlerin sayısı ne kadar fazla olursa devletin bölünme ihtimali de o kadar zayıflar. Bundan dolayı devletin istikrarlı olabilmesi için, devletin büyüklüğü göz önünde bulundurularak seçkinler belirli düzeyde tutulmalıdır (2009a: 71- 72). Aristokratik devletin ilk kanunu, seçkinlerin sayısı ve bunların nüfusa göre oranını belirlemelidir. Devletin nüfusu artıkça seçkinlerin sayısı da artmalı; seçkinlerin sayısı nüfusun 1'e 50 oranında olmalı ve bu oranın altına düşmemelidir (Spinoza, 1951: 351-352). Aristokrasinin başarılı olabilmesi için yönetici sınıfın diğer insanlardan daha nitelikli yeterli sayıda "bilgi ve aklı ile sivrilen", "birinci sınıf erkeklerden" oluşmalıdır (Nadler, 2013: 485).

Spinoza, iki farklı aristokrasi türünün olduğunu bildirir: İlki, devletin meclisinin tamamı sadece başkentte oturan seçkinlerden oluşur. Yönetim hakkını seçkinlerden oluşan bu meclis kullanır. Bu yetkiyi kullananlar hem sayıca çok hem de yetkin kişiler

olduğundan halkın barış ve güvenlik adına kaygılanmasına gerek yoktur. Bu meclise seçilen seçkinler yetkisini ölünceye kadar kullanır, ölünce meclis tarafından yerine başka birisi seçilir. Venedik ve Cenova gibi kent devletlerinde bu tür aristokrasi uygulanıyordu. İkinci tür olan aristokraside ise meclis, her kentin seçkinler arasından seçip göndereceği şehir temsilcilerinden oluşur. Kentler büyüklükleri ve güçleri oranında mecliste temsil edilirler. Kentlerden büyük meclise gidecek seçkinlerin seçim sonucunda belirlenmesiyle, katılımcı ve daha geniş temsil sistemi gerçekleşmiş olur. Spinoza, yönetici sınıfı tabandaki seçmenle buluşturmayı amaçlamaktadır. Birleşik Eyaletlerde böyle bir monarşi hüküm sürmekteydi (Balanuye, 2012: 266-267). Siyasi güç tamamen merkezi değildi ve her şehir kendini yönetme hakkını kullanırdı. Her kentin seçkinleri kentin yüce meclisinde en üstün hakka sahip olup, kanunları yürürlüğe koyma ve yürürlükten kaldırma, vergi koyma, şehrin güvenliği ve diğer konularda gerek gördüğü her şeyi yapma otoritesine sahiptiler. Sadece ortak sorunlar eyaletler meclisinde ele alınırdı (Nadler, 2013: 486).

Aristokrasilerde egemenlik meclisi oluşturan üyelerin her birine değil, meclisin tamamına aittir. Bundan dolayı tüm üyeler tek bir düşünce tarafından yönetilen bir yapı oluşturmaya kanuni yollardan sevk edilmelidir (Spinoza, 1951: 353). Aristokraside mutlak olan yasama yetkisi kullanan meclisin görevleri; kanunları çıkarmak ve yürürlükten kaldırmak, meclis üyelerini ve devlet memurlarını atamak, büyük elçilerini seçmek, yeni vergiler koymak, senato tarafından alınan savaş ve barış kararlarını kesin karara bağlamaktır. Meclis bu yetkilerinden kanun çıkarmak ve kanunları yürürlükten kaldırmak hakkını başka birine ya da başka bir kurula devredemez ve devretmesi de mümkün değildir (Spinoza, 2009a: 78-79).

Egemenlik meclise aitken, yürütme gücünü temsilciler ve senato kullanır. Temsilciler altmış yaşına gelmiş ve senatörlük yapmış seçkin kişilerden ömür boyu görev yapmak için yüce meclis tarafından atanırlar. Belirli sayıda seçkinden oluşan bir kuruldur ve bu sayı seçkinlerin ellide biri oranında olmalıdır. Temsilciler yüce meclise bağlı kalarak kurulların ve devlet memurlarıyla ilgili devletin temel kanunların uygulanmasını denetlerler. Ayrıca yüce meclisi toplantıya çağırmak ve mecliste alınan kararlara uygulamak da temsilcilerin görevlerindendir (Spinoza, 2009a:79-80, 85). Yüce meclise bağlı ikinci kurul "senato" ise, elli yaşına gelmiş seçkinlerden belirli süre görev yapmak için seçilirler ve belirli bir süre sonra tekrar görev alabilirler. Böylece tüm

seçkinlerin senatoda göre yapabilmelerinin önü açılmış olur. Senato üyelerinin sayısı da seçkinlerin on ikide biri olmalıdır. Senato, kanunları yayınlamak, kanunlar doğrultusunda kentlerin güçlendirilmesini sağlamak, orduya talimat vermek, vergilerin nasıl kullanılacağını belirlemek gibi kamu işlerini yürütür (Spinoza, 2009a: 83-84).

Spinoza, üçüncü olarak da mahkemeler ve adalet divanını ele alır. Yargıçlar yüce meclis tarafından soylular arasından atanırlar. Yargıçların hukuk ve ceza davalarında tarafsız ve usulüne uygun verdikleri kararlar kesindir. Yargıçlar halk, seçkinler, temsilciler ve senato üyelerinin davalarına bakarlar ve suçlu bulduklarını cezalandırırlar. Yargıçların vermiş oldukları kararların üst karar mercii temsilciler kuruludur (Spinoza, 2009a: 88-89). Spinoza'nın önerdiği aristokrasi üç kurum tarafından yönetilen bir şehir ya da devlet yapılanmasıdır: Bunlar yüce ya da yasama meclisi, temsilciler ve senatodan oluşan yürütme ve mahkemeleridir. Üç kurumun üyeleri de seçkinler arasından seçiliyordu. Devlet kurumları arasında aktif bir gözetim vardı. Her kurumun ayrıcalıkları, seçilme usul ve esasları, görev ve sorumlulukları kesin bir şekilde tanımlanmıştı, ama bunlar ulusal otoriteyi birlikte oluşturuyorlardı. Çoğunluk herhangi bir politik güce sahip olmadığından yönetici sınıfın bilgeliğine ve erdemine güvenmek zorundaydı (Nadler, 2013: 485)

Spinoza'ya göre halkın danışma ve yönetim kurullarında herhangi bir sorumluluğu ve oy hakkı yoktur, ancak halkın seçkinler arasına katılmasının önü açık tutularak bu sağlanabilir: Seçkinler sınıfına seçilmeyi mutlak bir kanunla düzenlemek sakıncalı olduğu gibi bunların saygınlıklarının da kalıtsal olması aristokrasiye aykırıdır. Bu seçkinler sınıfın dışında olanlar da yönetim hakkından dışlanmamalıdırlar. Böylece seçkinler sınıfı ile halk arsında olması gereken ilişki kurularak devlet biçiminin sürekliliği sağlanmış olur. Spinoza, aristokrasilerde de halkın belli bir ölçüde özgürlüklerden yararlanması gerektiğini ortaya koymaya çalışır: Bu özgürlüğün kaynağı halkın yöneticiler üzerinde oluşturmuş oldukları korkudur. Bundan dolayı halk belli özgürlüklerden yararlanır, fakat bu özgürlük yasal bir özgürlük değildir, zımni olarak talep edilen ve sürdürülen bir özgürlüktür (Spinoza, 2009a: 73, 78).

Spinoza, aristokratik yönetim biçimini açıklarken İlkçağ ve Ortaçağ'da filozoflar tarafından teorileştirilen ve giriş bölümünde ele aldığımız karma yönetim biçimini Hollanda'daki uygulamaları da göz önünde bulundurarak sistemleştirir. Devlet yönetimi

yüce meclis, temsilciler, senato ve yargıçlar tarafından yerine getirilmesi devletin üstün gücünün farklı fonksiyonlar icra eden üç güce bölünmesi olarak ifade edilebilir. Aristokratik yönetim biçimlerinden de başkentte oturan seçkinlerin oluşturduğu meclis yerine ülkenin tüm bölgelerinin nüfuslarına göre seçtikleri seçkinlerden oluşan meclisi tercih eder. Böylece ülkenin her bölgesinin yönetime katılmasını ve eşit bir şekilde temsil edilmesini sağlamaya çalışır. Ayrıca seçkinlerin ve temsilcilerin sayısını belirli bir sayıda tutarak devletin üstün gücünün belirli bir sayıdaki insanın eline geçmesini engellemeye çalışır. Yönetimde sadece seçkinleri söz sahibi olarak görmesi doğal hak ve hukuk görüşleriyle bağdaşmadığından halkın da seçkinler arasına katılmasına açık kapı bırakarak bu çelişkiyi gidermeye çalışır.