• Sonuç bulunamadı

4. KITA AVRUPA'SININDA HUKUKİ VE SİYASİ DURUM

1.3. TOPLUMSAL SÖZLEŞME

Grotius'a göre insanlar yaratılışları gereği sosyal varlıklardır. İnsanlar toplumsal hayatı, barış ve güvenlik adına arzularlar. İnsanlarda bulunan sosyallik içgüdüsü küçük

yaşlarda kendini belli eder ve bu güdüyle başkalarına yardımcı olmaya çalışırlar. Bu sosyallik içgüdüsü aynı zamanda muhakeme tarafından da desteklenir. Bu duygu insanları toplumsal hayata sevk eder ve siyasal toplumun kurulmasına vesile olur. Dolayısıyla siyasal toplumun temelini toplumsal sözleşme oluşturur, ancak toplumsal sözleşme kendinden önceki filozoflarınki gibi soyut ve farazi bir sözleşme değildir. O, sözleşme kuramını tamamen tarihi bir olay olarak kabul eder (Akbay, 1945: 97-98). Doğal sosyallik içgüdüsü sadece insanları doğal toplumlar olarak birleştirmekle kalmaz, aynı zamanda özel toplulukları da bu güdü bir araya getirir. Örneğin, aileleri, ast üst ilişkisi olan toplumları, efendiyle hizmetçiyi ya da işçi işveren gruplarını bir araya getirerek bir komün içerisinde birleştirir. Aynı şekilde bu komünleri bir eyalet altında toplar ve eyaletleri siyasal toplum olarak bir araya getirir. Bu siyasal toplumları da devlet halinde birleştirir ve nihayetinde uluslararası toplumu oluşturur (Aktaran: Topçuoğlu, 1969: 397).

Ona göre bütün insanlığı kapsayan bir sözleşme değil, mevcut politik yapılanmaların sayısı kadar sözleşme yapılmıştır. Bütün devletler ve hükümetler bir toplumsal mutabakat sonucu yapılan fiili bir sözleşmeyle kuruldukları için meşrudurlar. Yapılan tüm sözleşmeler sosyallik içgüdüsünün güdülemesiyle yapılmış olsa da hepsi eşit şartlarda düzenlenmediğinden birbirlerine eşit değildirler. Ancak değişik fiili durumlarda yapılan sözleşmeler bir birine benzeyebilirler. Bu noktadan hareketle yönetilen halkın olurunun alınmış olduğunu kabul ederek, halkın egemene sürekli olarak itaat etmesinin zorunlu olduğunu toplumsal sözleşmeyle temellendirir (Vecchio 1940: 56; Akbay 1945: 98). Verilen sözün yerine getirilmesinin bir doğal hukuk kuralı olduğunu ve insanları bir araya getiren bundan daha iyi bir bağın olmadığını belirtir. Herhangi bir topluluğa katılanlar ve kralın ya da birkaç kişinin otoritesi altına girenler açık veya zımni bir sözleşmeyle, bu toplumun çoğunluğunun ya da egemenin buyruklarını kabul edeceklerine söz vermiş olurlar (Grotius, 2011: 20-21). Bir kişi, dilediğinin kölesi olabildiği gibi özgür bir halk da kendisini yönetme hakkını tümüyle başkasına aktararak, kendisini bir kişinin veya daha çok kimsenin yönetimi altına sokabilir (Grotius, 2011: 48-49). Grotius'un genel düşünceleriyle örtüşmeyen bu yaklaşımı eleştirilmiştir.

Rousseau, böyle bir hak aktarımının gerçekleşebilmesini halkın onayına dayanması gerektiğinden mümkün görmez (1968: 59). Rousseau, bireysel köleliğinin

gelir sağlamak için emeğin satılması olarak değerlendirilebileceğini, ama bir halkın geçimini kral sağlamadığından kendini krala köle yapmasının mantıki bir gerekçesinin olmadığını belirtir. Kral tam aksine gelirlerini halktan sağlar. Bir halkın herhangi bir karşılığı olmadan ya da düzen adına bir despota bağlanması akılla bağdaşmaz. Despotun neden olduğu savaşlar, vatandaşların aralarındaki uyuşmazlıklardan daha büyük sıkıntılara sebep olur. Herhangi bir kimse egemene bağlansa da, özgür olarak dünyaya gelen çocuğunu ya da başka birini egemene tabi kılamaz. Baba, çocukları mümeyyiz olduktan sonra kendi kararlarıyla kabul etmeyecekleri ve geri dönme imkânı olmayan kararlar veremez. Bu sebeplerden dolayı yönetimin meşru olabilmesi için halkın kabul ya da reddetme hakkının olması gerekir. Özgürlük insanın doğasında var olduğundan, ondan vazgeçemez ya da vazgeçmesi mümkün değildir (1968: 54-55).

Grotius, toplumsal sözleşmeyle devleti kurarken kendinden önceki düşünürlerin görüşlerinden de yararlanır. Onun toplumsal sözleşme kuramı Johannes Althusius'un görüşleriyle paralellik arz eder. Almanya'da doğal hukuk kuramının yerleşmesini sağlayan Althusius bireylerin temel haklarını krala karşı savunur. Ona göre egemenlik tarafların beraber imzaladıkları bir sözleşmeye dayanır. Sözleşmeyi onaylayan taraflardan herhangi biri sözleşmenin hükümlerine ya da herhangi bir hükmüne uymazsa halk devrim hakkını kullanır ve egemenliği ya da otoriteyi yeniden kurabilir (Bloch, 2002: 130-131). Ayrıca yönetim halkın çıkarlarını gözetmek zorundadır. Eğer yönetim halkın çıkarlarını koruyamaz ise halk temsilcileri aracılığıyla ya da bizzat kendisi yönetimi geri alma hakkına sahiptir, ancak ona göre halk burjuva sınıfından, devlet ise halkın temsilcilerinden oluşur (Bloch, 2002: 130). Grotius, Althusius'un toplumsal sözleşme kuramını yeniden gözden geçirerek bireysel temel hakları hukukun kaynağı olarak kurar. Bu noktadan hareket ederek bireysel haklar hukukundan siyasal topluma geçişi sağlar. Onun bu düşüncesi Rousseau kanalıyla Fransız Devrimi'ne kaynaklık eder (Bloch, 2002: 142).

Grotius, doğal hukukun toplumsal yapı için önemini gösterirken, öncelikle siyasal toplumun kökenini ve siyasal iktidarın kaynağını sorgular. Ona göre siyasal toplumun kökeni toplumsal sözleşmededir. Toplum öncesi bir doğal hal vardır ve insanlar bu halde devlet ya da siyasi bir güç olmadığından kargaşa içerisinde yaşarlar. Rasyonel bir varlık olarak insanın, doğal halde doğal hukuk kurallarını bilmesi ve bunlara göre hareket etmesi mümkün olmaz, çünkü üstün siyasi bir güç olmadığından hak ihlallerine

karşı yaptırımlar uygulanamaz. İnsanlar rasyonel doğaları sayesinde doğal halin savaş ortamından kurtulmak, barış ve güvenliği sağlamak için toplumsal sözleşme ile toplumu oluşturur, yönetim biçimini ve yöneticilerini belirlerler (Cevizci, 2010: 433). Bu sözleşme, iki aşamalı olarak gerçekleşir: Birinci aşamada birleşme sözleşmesi ya da sosyal sözleşmeyle doğal halden sivil hale geçilir. İkinci aşamada ise insanlar yönetim biçimini belirlerler ve kendilerini yönetme hakkını bir kişiye ya da bir guruba devrederler. Bu ikinciyle yönetim biçimi ve yönetici belirlendiği için buna siyasal sözleşme denir (Öktem ve Türkbağ, 1999: 138; Güriz, 2009: 177). Grotius, her ülkede yürüklükte olan anayasaların, o ülkede yaşayanlar tarafından kendileri için en uygun yönetim biçimini belirledikleri belgeler olduğunu belirtir. İnsanlar hangi yönetim biçiminin daha faydalı olduğu konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da yine de ülkede yönetim biçimini seçmek halk tarafından yapılmalıdır (Güriz, 2009: 177) Grotius, Hollanda'da uygulanan anayasal monarşiyi idealize eder. Kral kanunlarla sınırlandırılmalıdır. Grotius'un anayasal yönetim anlayışından çok önce anayasal teori Platon, Polybius gibi filozoflar tarafından da ileri sürülmüştür (Nifterik, 2011: 6).

Ortaçağ'da krallar ve kilise, egemenlik hakkını Tanrı'dan aldıklarını söyleyerek meşruiyetlerini sağlamaya çalışıyorlardı. Aynı zamanda egemenliğin kaynağı tanrısal kökene bağlanarak mutlak iktidarlar temellendirilirdi. Grotius, sivil yönetimin insani bir yönetim olması gerektiğini ileri sürerek bu öğretiyi eleştirir. Toplumun ve siyasi gücün kaynağı toplumsal sözleşmedir. Siyasi gücün kaynağı toplumsal sözleşme olunca, egemenlik Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcilerine aktarmış olduğu bir hak olmaktan çıkar (Abélés, 2012: 19). Kralların tanrısal kökene dayanan mutlakıyetçi yönetimlerine ve kilise tarafından yapılan baskıların önüne geçmek için 17. yüzyıl filozofları tarafından toplumsal sözleşmeye sıklıkla başvurulur.

Toplumsal barışın, düzenin ve bunların sürekliliğinin sağlanması için monarşiyi en iyi yönetim biçimi olarak öngören Hobbes da egemenliğin kaynağını toplumsal sözleşme üzerine kurar. İnsanlar iç ve dış tehditlerden korunmak, dünyadaki kaynaklardan daha fazla yararlanmak ve daha mutlu bir şekilde yaşamlarını sürdürmek için oy çokluğuyla toplumsal gücü tek bir kişiye ya da bir kurula devrederler. Toplumsal sözleşmeden sonra bir kişinin ya da kurulun toplumsal barışın korunması adına yaptıklarını herkesin kabul etmesi ve onların iradesine tabi olması gerekir. Haklarını bırakarak tekbir irade etrafında uzlaşan toplum, tüm davranışlarına o iradeyi

yetkili kılarak devleti (Leviathan) ya da ölümlü tanrıyı kurar (1985: 227). Hobbes, insanların fayda mülahazasıyla haklarını devrettiklerini, eğer bir faydaları yoksa haklarını devretmelerinin bir anlamının da olmadığını belirtir. Bir insanın kendisini öldürmeye kastedene karşı direnme hakkını bırakması düşünülemez. İnsanların haklarını devretmelerinin amacı, canlarını ve canlarının korunmasını sağlayacak unsurları güvence altına almaktır. Bundan dolayı yaşam hakkı gibi bazı doğal haklar açıkça ya da zımni olarak egemene devredilecek haklar değildir (1985: 192). Ayrıca Hobbes hukuku, doğal hukuk ve pozitif hukuk olarak ikiye ayırır; pozitif hukukun egemen tarafından konduğunu ve ilan edildiğini (1985: 330); kanun koyucu meclis ya da kraldan başka kimsenin kanun koyamayacağını ve yürürlükten kaldıramayacağını belirtir. Yönetim biçimi ne olursa olsun egemen kanunlara tabi değildir, çünkü egemen, kanunları koyma, kaldırma ve değiştirme hakkını elinde bulundurduğundan memnun olmadığı kanunları istediği zaman değiştirebilir (1985: 313). Böylece o hukuku insan doğasına ve egemenin iradesine dayandırarak, kralların tanrısal hakka dayanan egemenlik anlayışını ortadan kaldırır (Atabay, 2004: 20-21).

Grotius, toplumsal sözleşmenin tarihi bir gerçeklik olduğunu ve mevcut siyasal yapılanmaların sayısı kadar yapıldığını belirtir. Fakat bunun tarihi bir gerçeklik olduğunu ispatlayacak herhangi bir akli ya da nakli delil sunmaz. Ayrıca bu sözleşme kuramının kendi içerisinde de tutarlılığı yoktur. Bundan dolayı devletin kuruluş aşamasını açıklamaya çalışan bir faraziye olarak değerlendirilmelidir. Onun için toplumsal sözleşme mevcut düzeni savunmak için bir araçtır (Okandan, 1943: 45; Vecchıo, 1940: 57). Toplumsal söyleşmeye bakış açısı modern sözleşme kuramlarından özü itibarıyla çok farklılık arz eder. Modern yaklaşımla arasındaki fark şu şekilde özetlenebilir:

Grotius, toplumsal sözleşmeyi Locke ve liberallerle aynı şekilde değerlendirmez. Locke ve liberaller, toplumsal sözleşmeyle bireylerin eşitliğini ve doğal haklarını korumayı amaçlarlar. Devletin sürekliliğini bu hakları korumasına bağlarlar. Eğer devlet bu hakları koruyamaz ise varlığını tehlikeye sürükler. Onlar sözleşmeyi siyasi düzeni değerlendirmek için bir araç olarak görürler. Grotius, toplumsal sözleşmeyi devletin yerine getirmesi gereken standartların apriori kökenini belirlemek için değil, var olan siyasal düzeni haklı göstermek için kullanır. Ayrıca modern sözleşme teorilerinde

bireysel haklar devredilmezken, Grotius bu hakların devredilmesini de uygun bulur (Vermeulen ve Wal, 1995-1996: 77).