• Sonuç bulunamadı

II. DÜNYA SAVAŞI SONRASI ARAYIŞLAR:

4.3. Bütünsel Koruma Alanı, Dünya Parkı ya da Uluslararası Sömürge

4.3.2. Uluslararası Bir ‘Sinsi Sömürgecilik’ mi?

Her ne kadar Antarktika Antlaşmalar Sistemi Kıta’yı sadece bilimsel amaçlarla kullanma ve bütünsel bir yaklaşımla koruma amacını yansıtsa da 70’li yıllardan bu yana bir taraftan Sovyetler ve Japonların öncülük ettiği bir grup ülke Kiril avcılığına devam etmekte, diğer taraftan ABD ve Suudi Arabistan buz dağlarını çekerek tatlı su olarak kullanma tasarılarını geliştirmeye çalışmaktadırlar. O yıllarda Antarktika’nın maden ve petrol rezervi konusunda bir netlik olmadığından spekülatif iddialardan öteye geçmeyen savlar Antarktika Antlaşmalar Sistemi’nin oluşmasının önünde bir engel oluşturamamıştır. Kıta’daki bilimsel araştırmalardan elde edilen veriler netleştikçe, işletilmesinin ekonomik olduğu zengin yer altı kaynaklarının varlığı netleşirse, ticari ve endüstriyel baskı, Antlaşmalar Sistemi’nin hassas dengesini bozabilir455. Nitekim Kıta’da sömürülebilir yeni enerji ve gıda kaynaklarının bulunması olasılığı sanayileşmekte olan Üçüncü Dünya ülkelerinin iştahını 1970 lerin ilk yarısından itibaren kabartmaya başlamıştır. Bu dönemde, gelişmekte olan ülkelerin gıda ihtiyaçları için BM Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun (FAO) 45 milyon dolar bütçeli programına Güney Okyanus deniz mahsullerinin de alınması girişimleri, Danışman Ülkelerin lobi faaliyetleri neticesinde programın bütçesi 200.000 dolara indirilerek etkisiz hale getirilmiştir456. Madenler konusu netlik

453 Informatıon Exchange Requırements, Decision 5 (2016) Annex,

https://www.ats.aq/documents/recatt/Att603_e.pdf

454 “Antartika'da Esrarengiz İstasyon”, Haber, Hürriyet internet sayfası, 16. 02. 2009 455 Frank Pallone, “Resource Exploitation: The Threat to the Legal Regime of Antarctica”,

The International Lawyer, Vol. 12, No. 3 (Summer 1978), pp. 547 - 561, s. 547 - 548

kazanmaya başladıkça, madenciliği sınırlı da olsa mümkün kılacak bir girişim olan CRAMRA Antarktika Antlaşması ilkelerinde madencilik lehine değişiklik yapma arayışlarından başka bir şey değildi. Evet onaylanmadı. Ama gelecekte tekrar gündeme getirilmeyeceğini kimse garanti edemez. Bu gün Antarktika küresel iklim ve okyanus dengesi bakımından çok önemli kabul edildiğinden, bilimsel değerlendirmeler bu yönde olduğundan dünya parkı ya da bütünleşik koruma alanı yaklaşımı öne çıkmakta ve Antlaşmalar Sistemine şekil vermektedir. Yarın bilimsel kanıtlar ve değerlendirmeler tersine dönerse, Amerikalıların çok sevdiği fayda- maliyet analizleri, Kıta’da madenciliğin küresel dengeyi zannedildiği kadar etkilemeden etkin ve verimli şekilde yapılabileceği tezi güçlenirse her şey tersine dönebilir457.

Antarktika Antlaşması’nın prensiplerinin altında ince bir kurnazlık olduğu ileri sürülmektedir. Buna teze göre: Antlaşma, egemenlik iddialarını dondurarak Kıta’da serbestçe yer altı zenginliği arama imkânı sağlamıştır. Eğer egemenlik iddiaları geçerli olsaydı, Antarktika Antlaşması’ndan 20 yıl sonra yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Deniz Hukuk Sözleşmesi, karasal egemenliğe ek olarak, egemen devlete karasularında 200 mile kadar deniz üst ve altında egemenlik hakkı (münhasır ekonomik bölge) tanıdığı için, her hangi bir ülkenin şirketleri Kıta’da ne karada ne de denizde serbestçe yer altı zenginliği araştırması yapamayacaktı458. Zaten Deniz Hukuku Sözleşmesi müzakerelerinde güçlükleri azaltmak maksadıyla Antarktika zımnen kapsam dışı burakılmış ve süper devletler bundan memnuniyet duymuşlardır459. Sonuç olarak Antarktika Antlaşması sayesinde böyle bir

sınırlandırma olmadan, bilimsel araştırma adı altında endüstri devletleri Kıta’nın tüm yer altı zenginliklerinin haritasını çıkartmak ve bir gün Antarktika Antlaşması’nı revize ederek önceden belirledikleri maden ve petrol havzalarına el koymak niyetinde olabilirler. Ne de olsa Kıta’nın olağanüstü zor koşullarında tüm yıl kapsamlı araştırma yapmak belirli bir teknolojik düzey gerektirmektedir. Bu

457 Bernard P. Herber, “Mining or World Park? A Politico - Economic Analysis of Alternative Land

Use Regimes in Antarctica”, Natural Resources Journal, Vol. 31, No. 4 (Fall 1991), pp. 839 - 857, s. 855 - 856

458 Frank Pallone, “a.g.e.”, s. 553 459 Kurt M. Shusterich, “a.g.e.” s. 817

teknoloji her devlette yoktur. O halde süper devletlerarası bir paylaşımın hazırlıkları yapılıyor olabilir. Bu yabana atılır bir ihtimal değildir.

Aynı teze göre 12 Haziran 1975 tarihinde Oslo’da gerçekleştirilen 8. Danışman Ülkeler Toplantısı’nda, Antartika Antlaşması’nın mimarı ABD’nin temsilcisi Robert E. Hughes, egemenlik iddialarının altında Kıta’nın yer altı kaynaklarının ele geçirilmesi düşüncesi olduğunu vurgularken aynı zamanda Antarktika Antlaşması’nı biçimlendirirken taşıdıkları kaygıları itiraf etmiş oluyordu460. Antarktika Antlaşması sayesinde egemenlik iddilarını dondururken bu kaygılarından kurtuldukları gibi Kıta’yı bilimsel araştırma adı altında kendi faaliyetlerine sınırsızca açmış oluyorlardı. Bu Amerikan emperyalizminin ustaca peçelenmiş bir halinden başka bir şey değildi. Burada en önemli madde de Antartika Antlaşması’nın egemenlik iddialarını donduran IV. maddesiydi461. Elbette bunlar

bazı tarihsel kanıtlara dayanan varsayımlardır. Birer niyet okuma değildir. Fakat çok güçlü argümanlarla desteklendiğini söylemek de mümkün değildir. Yine de Kıta’yı sınırlı da olsa madenciliğe açmayı hedefleyen CRAMRA’nın onaylanmamasının altında süper devletlere karşı duyulan güvensizliğin payı olabilir. Çünkü bu sözleşme süper devletler tarafından destekleniyordu.

CRAMRA’yı destekleyen ülkelerin başında ABD, İngiltere, Japonya ve Güney Afrika Cumhuriyeti gelmekteydi. Fakat Ekim 1990’ın son günlerinde, Santiago’da madenler konusunda yapılacak özel bir ATCM toplantısı öncesinde Amerikan Konresi, kabul ettiği bir yasayla Amerikan şirketlerine Antarktika’da madenciliği yasakladı. Ayrıca Kongre, Dışişleri Bakanlığı’na Antarktika Anlaşmalar Sistemi’nde madenciliğin yasaklanması için çalışması çağrısı yaptı. Daha da ilginç olanı, ABD başkanı Bush’un madenciliğin tamamen yasaklanmasına karşı olduğu bilinirken bu yasayı onaylamış olmasıydı. Bu gelişme üzerine CRAMRA’nın onaylanma ihtimali daha da azalmış ve mümkün olamamıştır462.

Ayrıca yukarıda ele alındığı gibi, Malezya başta olmak üzere bir grup gelişmekte olan ülkenin, Antarktika’nın Birleşmiş Milletler vesayetinde yönetilmesinin daha adil ve katılımcı olacağı yönündeki tezlerinin özellikle süper

460 Frank Pallone, “a.g.e.”, s. 554

461 Ayrıntılı bir analiz için Bkz: Shirley V. Scott, “a.g.e.”, s.56 - 59 462Bernard P. Herber, “a.g.e.”, s. 855, dpn:79

devletler tarafından destek görmemesi de şüpheleri arttıracak niteliktedir. Çünkü bu, süper devletlerin Kıta’yı mümkün olduğunca az devletle paylaşmak niyetlerinin bir göstergesi sayılabilir. Hatırlanırsa ABD, Washington Konferansı’nın hazırlık döneminde Sovyetleri’i dışarda bırakmak için çaba göstermiş fakat başarılı olamamıştır. Eğer başarsaydı, Kıta’yı ABD liderliğindeki müttefiklerin kontrolüne almış olacaktı. Prüz çıkartabilecek Arjantin ve Şili gibi ülkeler de arka bahçe düzenlemesiyle hizaya getirilebilirdi.

Antarktika Antlaşması’na göre Kıta öncelikle bilimsel araştırma amaçlı olmak üzere barışcıl amaçlarla serbestçe kullanıma açık olsa da Kıta’nın, ‘Özel Koruma Alanı’ (Specially Protected Area / ASPA), ‘Özel Yönetim Alanı’ (Specially Managed Area / ASMA) ve ‘Tarihi ve Anıtsal Alan’ (Historic Site and Monument / HSM) statüleri altında Danışman Ülkeler arasında paylaşıldığı gözden kaçmamaktadır463. Kıta’nın Danışman Ülkeler Toplantıları kararlarıyla ASPA, ASMA ya da HSM adı altında yüzölçümü tanımlanmış çeşitli büyüklükteki bölgeler halinde belirli bir Danışman Ülkeye tahsis edilerek parsellendiği öne sürülebilir. Bu bakış açısından, arslan payını da Yeni Zelanda, ABD ve İngiltere’nin aldığı görülmektedir.

Biz burada ‘şeytanın gör dediği’ misali, en kötü olasılıklara ilişkin görüşleri ortaya koymaya çalıştık. Kıtanın geleceğine ilişkin bizim görüşümüz farklıdır.