• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.3. Neo-Realizm’in Kapsamı

4.3.1. Uluslararası Anarşik Yapı

“Anarşi, en genel anlamda, kuralları zorla/tahakkümle uygulayan bir üst otorite/süper gücün olmadığı sistemdir. Uluslararası anarşi kavramı ilk kez Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1926 yılında, G. Lowes Dickonson tarafından kullanılmıştır. Dickonson’a göre savaşların en temel sebebi; uluslararası sistemde devletler arasındaki düşmanlığı engelleyecek herhangi bir üst otoritenin yokluğudur. Fakat anarşi her zaman savaş veya çatışmayla sonuçlanacak bir kaos ortamı değildir.” (Karabulut, 2016: 8). Neo-Realizm’de

144

anarşi, uluslararası sistemin düzenleyici ilkesi olarak algılanmaktadır. “Hemen hemen tüm Uluslararası İlişkiler teorisyenleri uluslararası ilişkilerin anarşik yapısını kabul etmektedirler. Aralarındaki farklılıklar anarşinin kaynağı/nedenleri ve bunu optimist ya da pesimist algılamalarında ortaya çıkmaktadır.” (Karabulut, 2016: 9). “Uluslararası İlişkiler teorilerine bakıldığında anarşi olgusuna en çok değinen ve çalışmalarını bu kavram üzerinden şekillendiren başat teorinin Kenneth Waltz’un öncülüğünü yaptığı Neo-Realizm olduğu görülecektir. Waltz’a göre uluslararası sistemin yapısı, doğası gereği anarşiktir. Böylesi bir sistemde her devlet kendi çıkarlarını gözetmek zorundadır. Bu ise hem uluslararası işbirliğini engellemekte hem de güvenlik ikilemi yaratmaktadır.” (Karabulut, 2016: 8).

Waltz, uluslararası siyasal yapıların anarşi ilkesine uygun olarak düzenlendiğini, yapıyı oluşturan unsurların ise işlevsel olarak farklılaşmadığını fakat bu parçaların kapasiteleri açısından çeşitlilik gösterdiğini belirtmiştir. Uluslararası sistemler güç dağılımı anlamında farklılaşabilmektedir. Waltz, devletlerin iç niteliklerine hiç dikkat etmemiştir (Knutsen, 2015: 364-365).

Sistemin bir yapıdan ve etkileşen birimlerden oluştuğunu belirten Waltz’a göre, yapı sistemi bir bütün olarak düşünmeyi olanaklı kılan sistem genelinde bir bileşendir. Çevre, durum, bağlam ve ortam gibi kavrayışların yerine teorik bakımdan yararlı kavramlar geliştirebilmek amacıyla Waltz, yapı kavramını tanımlamış, bu tür belirsiz ve değişken terimlere açık ve değişmez bir anlam kazandırdığı takdirde yapının yararlı bir kavram olacağını belirtmiştir. Sistem düzeyindeki ve birimler düzeyindeki değişkenleri birbirinden ayırabilmek için birimlerin karakteristikleri, bunların davranış ve etkileşimleri bir tarafa bırakılmalı ve bir soyutlama üzerinden yapı tanımlanmalıdır (Waltz, 2015: 102).

“Bir yapı, parçalarının düzenlenmesiyle tanımlanır. Yalnızca düzenlemedeki değişmeler yapısal değişmelerdir. Bir sistem bir yapıdan ve etkileşen parçalardan oluşur. Hem yapı hem de parçalar reel karar birimleriyle ve organlarla ilişkili kavramlar olmakla birlikte bunlarla özdeş değildir. Yapı gördüğümüz bir şey değildir. (…) Yapı bir soyutlama olduğuna göre, sistemin maddi karakteristikleri sıralanarak tanımlanması mümkün değildir. Bunun yerine sistem parçalarının düzenlenmesiyle ve bu düzenlenmenin ilkesiyle tanımlanmalıdır…. Yapı bir sistemin parçalarının düzenlenmesini veya düzenlenişini tanımlar. Yapı bir

145

siyasal kurumlar derlemi değil, daha ziyade bunların düzenlenmesidir.” (Waltz, 2015: 103-104).

Waltz, siyasal bir yapının, yapı olarak varlığını sürdürdükçe süreçte ve performansta benzerlik yarattığını ancak, benzerliğin birörneklik anlamına gelmediğini belirtmiştir. Yapı bir sebep olarak etki etmekle birlikte oyundaki tek sebep değildir. Kültürel ve diğer farklılıklara rağmen, benzer yapılar benzer sonuçlar üretmektedir (Waltz, 2015: 111-112).

Waltz, devletlerin iç siyasal yapıları ile devletlerarası sistemin yapısı arasında bir ayrıma giderek şu tespiti yapmıştır:

“Yapısal sorunlar bir sistemin parçalarının düzenlenmesine ilişkin sorunlardır. İç siyasal sistemlerin parçaları üstlük ve astlık ilişkileri içinde konumlanırlar. Bazılarına buyurma hakkı tanınmış; bazıları ise buyruğa uymakla yükümlü kılınmıştır. İç sistemler merkeziyetçi ve hiyerarşiktir. Uluslararası politik sistemlerin parçaları eşgüdüm ilişkileri içinde konumlanır. Şeklen, her biri diğerlerinin hepsine eşittir. Hiçbirine emretme hakkı tanınmamıştır; hiçbiri itaatle yükümlü değildir. Uluslararası sistemler adem-i merkeziyetçi ve anarşiktir. İki yapının düzenleyici ilkeleri belirgin bir biçimde farklıdır, aslında, birbirinin tersidir. İç siyasal yapılar somut karşılıkları olarak devlet kurum ve kuruluşlarına sahiptir. Bunun tersine, uluslararası politika ise ‘hükümet yokluğunda siyaset’ olarak adlandırılmıştır…. Sistem ölçeğinde otoriteye sahip siyasal karar birimlerinin yokluğunda, biçimsel üstlük ve astlık ilişkileri gelişmeyi başaramaz.” (Waltz, 2015: 112-113).

Uluslararası anarşik yapı kavramsallaştırması konusunda ekonomik analojiye başvuran Waltz, mikro-ekonomi teorisyenlerinin icat ettiği bir kavram olan “piyasa” kavramını uluslararası anarşik yapıyı izah ederken kullanmıştır. Buna göre, adem-i merkeziyetçi bir ekonominin piyasası köken itibariyle bireyci, kendiliğinden yaratılmış ve amaçlanmamıştır. Piyasa; amaçları ve gayretleri bir düzen yaratmaya yönelik olmayan, kendi içsel çıkarlarını muhtelif araçlarla sağlamaya çalışan birimlerin (kişilerin ve firmaların) faaliyetlerinden oluşmaktadır. Tekil birimler kendileri için faaliyette bulunmakta, birlikte eylemlerin sonucunda ise bu birimlerin hepsini etkileyen ve kısıtlayan bir yapı doğmaktadır. Piyasa bir kez oluştuğunda kurucu birimlerin kontrol etmeleri mümkün olmayan bir kuvvet haline

146

gelmektedir. Yaratıcılar kendi faaliyetlerinin yarattığı piyasanın yaratıkları olmaktadırlar (Waltz, 2015: 114).

Waltz’un benzeşimli çıkarsama yöntemine göre, uluslararası politik sistemler de buna benzer biçimde oluşmaktadır. İster şehir devletleri, imparatorluklar ya da ister uluslar olsun temel birimlerin birlikte var oluşundan uluslararası yapılar meydana gelmektedir. Köken itibarıyla bireyci, kendiliğinden yaratılmış ve amaçlanmamış olan yapılar, sistem birimlerinin birlikte eylemiyle ve bir kendine-yardım ilkesi üzerinden oluşmakta ve idame ettirilmektedir (Waltz, 2015: 115-116).

Uluslararası anarşik yapı altındaki devletler, yerine getirdikleri işlevlere göre biçimsel olarak farklılaşmazlar. Anarşi, sistemin birimleri arasında eşgüdüm gerektirir, bu da birimlerin aynılığını ima eder. Anarşi sürdükçe devletler de benzer birimler olmaya devam edecek, uluslararası yapılar sadece örgütleyici ilkenin değişmesi durumunda ya da bu söz konusu olmazsa birimlerin yeteneklerindeki değişmeler yoluyla değişime uğrayacaktır (Waltz, 2015: 118).

Devletlerin işlevlerinde değil, yeteneklerinde farklılık söz konusudur. İşlevleri benzerdir, ayrım ise esasen bunların farklılaşan yeteneklerinden kaynaklanmaktadır. Ulusal politika farklı işlevleri yerine getiren birimlerden oluşurken uluslararası politika benzer işlevlere sahip birimlerden oluşmaktadır (Waltz, 2015: 122-123).

Anarşik bir sistemin işlevsel olarak farklılaşmamış olan birimleri esasen benzer görevleri yerine getirmekteki daha büyük ya da daha düşük yetenekleri ile ayırt edilmektedirler. Sistemin yapısı sistem birimleri arasındaki yetenek dağılımında yaşanacak değişmeler ile birlikte değişmektedir. Yapıdaki bir değişim ise birimlerin davranış biçimlerinin ve dolayısıyla etkileşimlerinin doğuracağı sonuçların değişmesi anlamına gelecektir (Waltz, 2015: 123). Neo- Realist teoride iç toplum yapısı ve devlet biçimi ne olursa olsun her devletin uluslararası sistemin anarşik yapısından eşit olarak etkilendiği, bu nedenle bütün birimlerin (devletlerin) uluslararası sistemde aynı işlevi olduğu varsayıldığından, ne devletin özgüllüğünü inceleyen bir devlet teorisi geliştirilebilmiş ne de buna gerek duyulmuştur (Yalvaç, 2011b: 22).

Waltz, bu konuda devletlerin özniteliklerinin önemli olmadığını ifade etmiştir. Devletlerin devrimci ya da meşru, otoriter ya da demokratik, ideolojik

147

ya da pragmatik olması sorgulanmaksızın bunlar arasındaki düzene ve o düzen içerisinde yeteneklerin dağılımına bakılmalıdır. Devletlerin her tikel niteliğinden soyutlama yapılmalıdır. Bu şekilde ortaya çıkan resim, birimlerin nitelikleri bakımından değil ama konumları bakımından yazılan genel bir betimleme olacaktır (Waltz, 2015: 125).

Waltz’a göre, ulusal siyaset otorite, yönetim ve hukuk alanı, uluslararası siyaset ise güç, mücadele ve uyuşma alanıdır. Anarşik bir düzende eylem ilkesi zorunlu olarak kendine-yardımdır ve bu tür bir durum yüksek bir risk durumudur. Ekonomik alanda iflas, bir özgür devletler dünyasında ise savaş tehlikesi bu yüksek risk durumunu tanımlar (Waltz, 2015: 140-142). “Ulusal alan çeşitli şekillerde hiyerarşik, dikey, merkeziyetçi, heterojen, yönlendirilmiş, yapay olarak; uluslararası alan ise anarşik, yatay, âdem-i merkeziyetçi, homojen, yönlendirilmemiş ve karşılıklı uyum sağlama yeteneğinde olarak betimlenir. Düzen ne kadar merkeziyetçi olursa, kararların alındığı yer tepeye o kadar yakın bir noktaya çıkar. Uluslararası düzlemde, neredeyse başka hiçbir düzey olmadığından, kararlar dip seviyede verilir. Dikey yatay ikiliğinde, uluslararası yapılar yatay konumdadır.” (Waltz, 2015: 142).

Aleksander Wendt, uluslararası siyasetteki “yapı” sorunsalını üç anarşi kültürü üzerinden değerlendirmiştir. Bunlar: Hobbesçu Kültür, Lockecu Kültür ve Kantçı Kültür’dür. Hobbesçu anarşinin mantığı “düşmanlık” ile karakterize olmaktadır.

Bu, herkesin kendi başının çaresine bakmak zorunda olduğu, öldür ya da öldürül ilkesi ile hareket edilen herkesin herkese karşı savaşıdır. Aktörlerin birbirlerine asla güvenemeyeceği gerçek bir kendi başının çaresine bakma sistemi söz konusudur. Beka konusu sadece askeri güce dayanmakta ve sürekli bir Güvenlik İkilemi yaşanmaktadır. Güvenlik sıfır-toplamlı bir olgudur. Güvenlik İkilemleri, saldırı-savunma dengesinde olduğu gibi silahların doğasından değil, öteki aktörlere atfedilen niyetler nedeniyle aşırı hale gelmekte, devletler güç yerine güvenlik arzuluyor bile olsalar, ortamda hâkim olan kolektif inanç onları güç arıyormuş gibi davranmaya zorlamaktadır (Wendt, 2016: 327).

Aktörler düşmanlığı aktörlerin bireysel bir özelliği olarak değil, sisteme içkin bir nitelik olarak görürler ve böylece tüm “öteki”ler sadece sistemin birimleri oldukları için düşman biçiminde algılanırlar (Wendt, 2016: 326).

148

“Lockecu kültür”ün mantığı ise daha farklıdır, çünkü düşmanlık yerine rekabete dayalı bir rol yapısı içerir. Rakipler de benlik ve öteki algıları üzerinden oluşturulmaktadır fakat Lockecu kültürde “öteki”ler daha az tehdit edicidir. Rakipler birbirlerinin egemenliklerini, yaşam ve özgürlük haklarını tanımakta, işgal etmeye ya da hâkimiyet kurmaya çalışmamaktadırlar. Lockecu anarşinin mantığı kolektif bir temsil olarak rekabettir. Rekabet sistemin yapısına içkin bir özellik olmaktadır (Wendt, 2016: 344-348-349).

Aleksander Wendt, son üç yüzyıldır Westfalya sistemine Lockecu varsayımların hâkim olduğunu belirtmektedir. Zaman zaman Hobbesçu kültür de yaşanmış olmasına rağmen yaşa ve yaşamasına izin ver sisteminin hâkimiyeti uluslararası politikada çok daha belirgindir. Bununla birlikte, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Kuzey Atlantik devletleri kendi aralarında bir güvenlik “ekibi” olarak faaliyet göstermişlerdir. Soğuk Savaş döneminin çift kutuplu yapısı nedeniyle Batı içindeki rekabetler geçici olarak ertelenmiş, şiddetten kaçınma ve kolektif güvenliğe dayalı yeni bir uluslararası siyasal kültür ortaya çıkmıştır. Bu, Kantçı kültürdür ve dostluğa ilişkin bir rol yapısına dayanmaktadır (Wendt, 2016: 364-365).

Wendt’e göre, her anarşi kültürünün merkezinde sadece bir özne konumu bulunmaktadır: Hobbesçu kültürde bu “düşman”dır, Lockecu kültürde “rakip” ve Kantçı kültürde “dost”tur. Düşmanlar birbirlerine karşı şiddette sınır tanımazken, rakipler birbirlerini öldürmekten kaçınmakta fakat çıkarlarını artırmak için şiddet kullanabilmektedirler. Dostlar ise anlaşmazlıkları çözmek için şiddete başvurmazlar ve güvenlik tehditlerine karşı kolektif biçimde hareket eden müttefikler olabilirler (Wendt, 2016: 318-319).

Aleksander Wendt’e göre, Kenneth Waltz tarafından resmedilen anarşi, esasında Lockecu bir sisteme işaret etmektedir, zira Waltz’un temel ilgi odağında bulunan Westfalya Sistemi de Lockecu bir kültürden oluşmaktadır. Ne var ki, Waltz, “Lockecu anarşi mantığı”ndan hiç bahsetmemiştir (Wendt, 2016: 351).

“Waltz yapıyı üç boyutla birlikte tanımlamaktadır: Birimlerin sıralanışını belirleyen ilke, birimlerin ve işlevlerinin ayrıştırılması ve yetilerin dağılımı. Uluslararası siyasette, Waltz açısından sabit değer olan, düzenleyici ilke anarşidir ve iç politikadan farklı olarak birimler işlevsel olarak ayrıştırılmamış

149

olduğundan bu boyut dışarıda bırakılmıştır. Bu, yetilerin dağılımını uluslararası yapının tek değişken boyutu kılmaktadır. Her ikisi de ortak fikirlere dayanan dostluk ve düşmanlık örüntüleri ve uluslararası kurumlar -muhtemelen anarşide makro düzeyde bu tür fikirler olamayacağından- birim düzeyde olgular olarak görülmektedir. Waltz özellikle ‘materyalist’ olmayı hedefleyerek yola çıkmış gibi gözükmese de, onun yapı tanımını ortak fikirlerden arındırmak, onun teorisini daha çok, Marksizm’in, üretim ilişkilerini fiziksel güçlerden türetmeye çalışan ‘Köktenci’, teknolojik belirlenimci biçimlerini andırır hale gelmektedir.” (Wendt, 2016: 312).

Neo-Realizm’in anarşi algısını özgün bir biçimde yorumlayan Aleksander Wendt’e göre Kenneth Waltz, Lockecu kültür ve anarşi mantığı ile tanımlanabilecek bir uluslararası yapı tahayyül etmiştir. Söz konusu uluslararası anarşik yapı “rekabet”e dayalı olup, bu yapı dâhilindeki birimler “güvenlik maksimizasyonu” çabasındadırlar. Neo-Realizm’e göre, rekabeti öngören ve birimlerin davranışlarını sınırlandıran uluslararası anarşik yapı, kendine-yardım ilkesi temelinde hayatta kalmaya çalışan devletlerin “güvenlik maksimizasyonu” hedefiyle hareket ettikleri bir uluslararası sistem ortaya çıkarmaktadır.