• Sonuç bulunamadı

Thukydides, Sun Tzu ve Kautilya: Güç, Güç Dengesi ve Savaş

3. BÖLÜM

3.1. Realist Teorinin Tarihsel-Entelektüel Öncülleri

3.1.1. Thukydides, Sun Tzu ve Kautilya: Güç, Güç Dengesi ve Savaş

Uluslararası ilişkiler düşüncesinin tarihi, Thukydides tarafından yazılan “Peloponnesos Savaşları” adlı tarihi eser referans gösterilerek MÖ 5. yüzyıla kadar uzatılmaktadır. Niccolo Machiavelli’nin “Prens” adlı eserine kadar geçen yaklaşık 1500 yıllık süre içinde bu alanda başka bir çalışmadan bahsedilmemektedir. 17. yüzyıldan itibaren ise adeta bir düşünür enflasyonu yaşanmaktadır. Uluslararası ilişkiler düşüncesinin kendisine referans verdiği düşünürler Thomas Hobbes, Jean Jacques Rousseau, Immanuel Kant ve Friedrich Hegel ile devam ederek günümüze dek sürmektedir (Şen, 2014: 13).

İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği büyük yıkımın içinde ve İdealizm görüşünün karşıtlığı temelinde ortaya çıkmış olan Realizm; Thukydides, Sun

65

Tzu, Thomas Hobbes, Carl von Clausewitz ve Niccolo Machiavelli gibi düşünürlerin yazdığı eski eserler ışığında modern bir Uluslararası İlişkiler teorisi haline gelmiştir (Çıtak, 2014: 30). “Realizm bir Uluslararası İlişkiler teorisi olarak ortaya çıktıktan sonra geriye dönük olarak tarih ve siyaset felsefesi konularında yazmış bazı önemli isimleri kendi öncülleri olarak tanımlamıştır. Bunlar arasında Eski Yunanlı tarihçi Thukydides (MÖ 460-MÖ 400), İtalyan tarihçi ve diplomat Niccolo Machiavelli (1469-1527) ve İngiliz filozof Thomas Hobbes (1588-1679) en fazla öne çıkan isimler olmuştur.” (Balcı, 2016: 120).

Tarihte Herodotos’tan sonra gelen ikinci tarihçi Thukydides, Yunan şehir devletleri arasındaki ilişkileri ve mücadeleyi incelemiştir. Bilimsel ve nesnel tarihçiliğin kurucu olarak görülen Thukydides, Uluslararası İlişkiler araştırmacıları açısından Herodotos’tan daha fazla ele alınmış ve Realizm’in ilk savunucusu olarak kabul edilmiştir. “Peloponnesos Savaşları” adlı kitabında Atinalılar ile Spartalılar arasında (MÖ 431-404) yaşanan savaşın nedenlerini tahlil etmeye çalışmış, savaşı kaçınılmaz hale getiren nedenin Atina’nın artan gücü ve bunun Spartalılarda oluşturduğu korku olduğunu belirtmiştir. İnsan doğasına da değinen Thukydides, insanların korku, açgözlülük, kişisel çıkar ve hırs ile motive olduğunu, savaşlara yol açan nedenin ise çıkarlar için güç kullanma arayışı olduğunu ileri sürmüştür (Arıboğan, 1998: 37-38).

Herodotos “Tarihin Babası” sıfatıyla anılmakta, Thukydides ise “Tarih Biliminin Babası” olarak kabul edilmektedir. Thukydides, Herodotos gibi kendisinden önceki tarihçilere göre tarih bilimine çok önemli yenilikler kazandırmıştır. Bunların en önemlisi tarihsel monografiyi oluşturmasıdır, yani belli bir konu üzerinde araştırma yapmasıdır. Yanı sıra, kronolojik bir sıralama ile olayların neden-sonuç ilişkilerini açıklaması ve doğa dışı güçlerin hayata olan etkilerinden hiç bahsetmemesi de Thukydides’in tarih bilimine kattığı yenilikler arasındadır.

Uluslararası ilişkiler alanının fikir babası ve Realist geleneğin ilk yazarı olduğu düşünülen Thukydides’in “Peloponnesos Savaşları” adlı eseri MÖ 5. yüzyılda Atina ile Sparta arasındaki 28 yıllık savaşın 21 yılını kaydetmektedir. Kahramanlık ve vahşet, zafer ve mağlubiyet, zekâ ve aptallık, onur ve aldatma ile dolu bir başyapıt olarak “Peloponnesos Savaşları” aslında çağlar boyu

66

devam eden savaşların ortak özelliklerini tespit etmiş olması itibariyle klasik bir eserdir (Viotti ve Kauppi, 2016: 42).

Peloponnesos Savaşları’nın tarihini yazarken Thukydides’in amacı, olayları basit bir biçimde aktarmaktan çok daha fazlasıydı. Sadece kendi zamanında meydana gelen olayları açıklamıyor, aslında savaşın doğası ve neden sürekli olarak tekrarlandığı ile ilgili bir şeyler söylemek istiyordu. Thukydides’e göre, geçmiş geleceğin rehberiydi. Olayların görünen nedenlerinden ziyade altta yatana nedenleri onu daha çok ilgilendiriyordu. Savaşları ortaya çıkaran derin faktörlere dikkat çeken Thukydides’in Peloponnesos Savaşları’nı ele aldığı eseri Realistler açısından bir askeri ve siyasi güç mücadelesi çalışmasıdır (Viotti ve Kauppi, 2016: 42).

Thukydides, MÖ 424’te Peloponnesos Savaşları’nın sekiz yılı boyunca Atinalı bir general olarak görevlendirilmiş, Trakya’daki görevindeyken Spartalıların bir şehri ele geçirmesini önleyemeyince yirmi yıllık sürgünle cezalandırılmıştı. Atinalılar bir generallerini kaybetmişler ama dünya bir tarihçi kazanmıştı. Atina’nın en tanınan ailelerinden birinin çocuğu olan Thukydides, savaşın geri kalan kısmında olayları gözlemlemiş, seyahat ederek savaşa katılanlar ile görüşmüştür. Savaşın taraflarının ve liderlerinin uyguladığı politikaları anlamaya öncelik vermiştir. Amacı, çalışmasını gelecekte de okuyacak devlet adamlarına tarihi dersler verebilmekti (Viotti-Kauppi, 2016: 43).

Thukydides’in adı Uluslararası İlişkiler literatüründeki klasik yazarlar arasında en çok anılanıdır ve nasıl ki Plato ve Aristo’nun eserleri siyaset teorisinin ilk klasikleri olarak kabul ediliyorsa, Thukydides’in “Peloponnesos Savaşları” adlı eseri de Uluslararası İlişkiler teorisinin ilk klasiği olarak nitelenmektedir. Uluslararası İlişkiler’de Realist ekolün ilk fikir babalarından biri olarak anılan bu Yunan tarihçi; mesafeli ve soğuk anlatımı, savaşın nedenlerine dair keskin ve çıplak tahlilleri ve savaşan taraflar arasındaki çarpıcı diyalogları aktarması ile tam anlamıyla bugünün Realizm’inin olmasa bile, Reelpolitiğin bir klasiğini sunmuştur (Yurdusev, 2010: 32-33).

“Atinalılar ve Peloponnesoslular arasında Otuz Yıl Barışı’nın bozulması savaşın başlangıcına işaret ediyordu. Gün olur da insanlar gelip bu savaşın nedenini merak ederler diye bunları anlatıyorum. Ancak hiç kimsenin itiraf etmediği asıl neden Atinalıların aşırı derecede güçlenmeleri ve Spartalıların da

67

onlardan çekinmeleriydi” (Thukydides, 2017: 17) şeklinde yazan Thukydides’e göre, savaşın esas nedeni güç dengesinin değişmesiydi.

Thukydides’in bu savaş analizi; silahlanma yarışı, caydırma, güçler dengesi, ittifaklar, diplomasi, strateji, itibar kaygısı, güçlü ve zayıf yönlerin algılanması gibi önemli konularda günümüz Realist teorisine ışık tutmuştur. Atina-Sparta savaşı sırasındaki diplomatik görüşmelerde Atina tarafının Meloslu yetkililere söylediği aktarılan, “Diğerinden güçlüyseniz bir sorun yoktur…. Sizler güçsüzsünüz…. Sizin çıkarınız en büyük felaketlere katlanmak, bizimki ise sizleri öldürmemektir…. Sizlerin de bildiği gibi her iki taraf birbirine eşitse adalet olur. Ancak taraflardan birisi diğerinden daha güçlüyse, zayıf olana boyun eğmek yakışır” (Thukydides, 2017: 275-276-277) cümleleri ile Thukydides aslında Uluslararası İlişkiler’de güç ve güç ilişkileri konusundaki Realist bir yaklaşımı çağlar öncesinden aktarmış olmaktadır. Güçler Dengesi ve Klasik Reelpolitik gibi konularda yaptığı tespitler ile bir tarihçiden çok daha ileri olan Thukydides’in “Peloponnesos Savaşları” adlı eseri Uluslararası İlişkiler teorisinin ilk klasiği olarak nitelenmektedir. Thukydides, Uluslararası İlişkiler alanının öncül tarihsel kişiliklerinden ve Realist ekolün de fikir babalarından biri olarak anılmakta ve Realist geleneğin ilk yazarı olduğu düşünülmektedir.

Çin’de; “insanları iyiye, güzele ve doğruya yönelik ideal sistemler yaratabilmeleri konusunda teşvik eden dinsel tavırların dışında, gerçek dünyanın ve siyasetin nasıl yapıldığını analiz eden siyasi düşünürler ve askeri kimlikler de o dönemin genel yaklaşımları arasında önemli bir yer tutmuştur. Bir asker olan ve savaş stratejileri konusunda gerçek bir Realist yöntem öngören Sun Tzu’yu (MÖ 500’ler), bu isimlerin başında saymak mümkündür. Tzu, ‘Savaş Sanatı’ adlı eserinde savaş yapma sanatının bir devlet açısından hayati önem taşıdığından söz ederken, savaşı bir hile ve aldatmaca oyunu olarak tasvir etmektedir.” (Arıboğan, 1998: 48). “Askeri eylem ulus için önem taşır çünkü bu, var olma ya da yok olma yolu, ölüm-kalım meydanıdır. O nedenle iyi incelemek gerekir” (Tzu, 2013: 53) diyen Sun Tzu’ya göre, savaş sanatının beş değişmez kuralı vardır. Bunlar; halkın önderliğin talimatlarıyla uyum içerisinde olması ve gerektiğinde ölüme bile çekinmeden gitmesini sağlayacak olan ahlak kurallarının varlığı, ortamın ve hava koşullarının elverişliliği, arazi ve savaş alanının güvenli olması, önderliğin yetenekli

68

olması, bilgeliği ve kararlılığı, ordunun düzenli ve disiplinli oluşu olarak özetlenebilir (Tzu, 2013: 54-55). “Başarı için hükümdara ve komutana mutlak itaati öngören Tzu’nun akıl ve kurnazlık üzerine kurulu öğütleri Realist yaklaşımlar açısından ilklerden birisi olarak kabul edilebilmektedir.” (Arıboğan, 1998: 48).

Esrarengiz bir Çinli savaşçı ve filozof olan Sun Tzu tarafından yazılan “Savaş Sanatı” dünyanın en etkili ve saygın strateji kitaplarından biridir. Yazıldığı dönemden günümüze askeri önderler ve stratejistlerce olduğu kadar çağdaş politikacılar ve yöneticiler tarafından da okunan klasik bir yapıttır. Sun Tzu’nun bu kitabında geliştirdiği stratejiler, çağdaş politikaya ve hatta iş dünyasına dâhi uygulanabilmektedir. Kişiler arasından uluslararasına dek tüm seviyelerdeki çatışmalara ışık tutan bir çalışma olarak öngördüğü amaçlar; yenilmezlik, savaşmadan zafer ve özellikle çatışmanın psikolojisini kavrayarak saldırılamayacak bir güce ulaşmaktır (Cleary, 2013a: 9).

Thomas Cleary’ye göre, savaşta hilenin asli önemine vurgu yapan Sun Tzu’nun “Savaş Sanatı” adlı eserindeki temel paradoks, savaş karşıtı oluşunda yatmaktadır. Sun Tzu aslında bir savaş aleyhtarıdır ve “Savaş Sanatı”nda savaşmadan kazanmaya dönük bir eğilim söz konusudur (Cleary, 2013b: 41- 42). Thomas Cleary, gerek Batılılar için yazan Doğuluların, gerekse Batılılar için yazan Batılıların Taocu ve Budist yazını genellikle paradoksal biçimde tanımladıklarını belirtmiştir (Cleary, 2013b: 48). Dolayısıyla, Realizm’in öncüllerinden biri olarak da kabul edilen Sun Tzu’yu “Savaş Sanatı” adlı eseri bağlamında değerlendirirken olası perspektif kaymalarını ve eserin farklı koşul ve ruh durumlarında okunduğunda oldukça farklı anlamlara yol açtığını dikkate almak gerekmektedir (Cleary, 2013b: 50). Zira Sun Tzu, bu eserinde en iyisinin savaşmadan kazanmak olduğunu belirtmiştir (Cleary, 2013b: 30).

“Savaş Sanatı’nın kadim Çin’in MÖ beşinci yüzyıldan üçüncü yüzyıla dek süren Savaşan Eyaletler döneminde yazıldığı aşikârdır. Bu, beş yüzyıl önce I Ching’i kaleme alan siyasal bilgelerce kurulan Chou (Zhou) sülalesinin uzatmalı dağılış dönemiydi. Eski düzenin çöküşü, eyaletler arası ilişkilerin istikrarsızlaşması ve durmaksızın değişen ittifak ve çatışma biçimlerinin orta yerinde hegemonyayı eline geçirmek isteyenler arasındaki bitmez tükenmez savaşla betimlenmekteydi.” (Cleary, 2013b: 38-39).

69

Eski Çin’de emperyal bir dünya görüşü hâkim olmasına rağmen Çin İmparatorluğu hiçbir zaman Roma İmparatorluğu kadar merkezileşmemişti ve tam anlamıyla bir siyasi birlik yoktu. Hatta bazılarına göre, MÖ 711-481 ve 480-221 yılları arasında eski Çin’in siyasi coğrafyası bugünkü Realist yaklaşımın resmettiği biçimde anarşik bir durumdaydı. Bununla birlikte, imparatorluk hep asıl birim olarak görülmüş ve imparatorun üstün otoritesi tanınmıştı (Yurdusev, 2010: 29).

Sun Tzu’nun eseri, Çin’de söz konusu dönemdeki anarşik siyasi durum karşısında savaş stratejileri ile ilgili yazılmış görüşlerden oluşmaktadır. “Savaş Sanatı”, kaotik bir ortamda çıkabilecek savaşlara dair bir rehber niteliğindedir ve bu özelliği ile Realist teorinin tarihsel-entelektüel öncüllerinden biri olarak da kabul edilebilmektedir. Ne var ki, Thomas Cleary’nin bu konudaki uyarısı da dikkate alınmalıdır.

Sun Tzu’dan yaklaşık bir yüzyıl sonra Maurya (Hint) imparatoru Chandragupta’nın bakanı Kautilya (MÖ 4. ve 3. yüzyıl) benzer söylemlerle ortaya çıkmıştır. Thukydides’in güçlenme dürtüsüyle ilgili savları Hintli Kautilya tarafından da savunulmuştur. Bu anlamda, Yunan uygarlığı ile Uzak Doğu uygarlıkları arasındaki benzerlikler dikkat çekicidir. “Arhaşastra” adlı eserinde Kautilya; hukuk ilkeleri, adalet sistemi, askerlik bilimi ve toplumlar arası ilişkileri incelemiş, kutsal yasalar ile rasyonel yasaların çatıştığı durumlarda ikincisinin galip gelmesi gerektiğini belirtmiştir. Ahlaki değerlere pek fazla yer vermemiş, kralına tavsiyesi ise gücünü artırmaya yönelik bir siyaset izlemesi olmuştur. Bir kral her zaman gücünü artırmaya çabalamalıdır. Bu felsefe Maurya İmparatorluğu’nun yayılmacı amaçları ile de uyum sağlamış, bugünkü Realist yaklaşımın ilkeleri uygulanmıştır. Kautilya, aslında Realizm’in temel düşüncelerinden bahsetmekte ve dolayısıyla da bu teorinin tarihteki entelektüel öncüllerinden birisi olarak kabul edilmektedir (Arıboğan, 1998: 49-50).