• Sonuç bulunamadı

Beşinci Tartışma ve Eleştirel Realizm

2.3. Uluslararası İlişkiler Disiplininde “Büyük Tartışmalar” ve Realizm

2.3.5. Beşinci Tartışma ve Eleştirel Realizm

Emilian Kavalski’ye göre, Uluslararası İlişkiler’de beşinci bir tartışma başlamıştır. Beşinci Büyük Tartışma, Pozitivizm’in bilim ve nedensellik anlayışını yeniden ve fakat Postpozitivist yaklaşımlardan daha farklı bir şekilde sorgulamaktadır. Aydınlanma paradigması tümüyle eleştirilmekte, toplumun işleyişini düzenli ve önceden kestirilebilen sonuçları olan bir “hesap makinası” gibi gören Pozitivist bilim anlayışı sorgulanmaktadır (Yalvaç, 2016: 53).

Uluslararası İlişkiler kuramının gündemine artan bir şekilde yerleşen bir bilim felsefesi olarak Eleştirel Realizm’in en önemli özelliği, odak noktasını epistemolojiden ontolojiye kaydırmasıdır. Eleştirel Realizm’in materyalist ontolojisi, kişilerin gözlem ve duyumlarından bağımsız bir gerçek olduğunu kabul eder. Gerçeği gözlemlenebilen olgular ile sınırlayan Pozitivizme olduğu kadar gerçeğin dilsel veya söylemsel olduğunu ileri süren Post-Pozitivist yaklaşımlara da alternatif bir bilim felsefesidir. Uluslararası ilişkileri farklı bir ontolojik derinliği olan bir toplumsal ilişkiler bütününün parçası olarak ele almakta ve uluslararası yapıları toplumsal ilişkiler açısından tanımlamakta, yapı ve birimler arasındaki ilişkileri dönüşümsel bir toplumsal eylem modeli temelinde geliştirmekte, böylece iradeciliğin ve Neo-Realist yapısalcılığın tek yanlı determinizmine alternatif ilkeler sunmaktadır (Yalvaç, 2010a: 3).

Uluslararası İlişkilerdeki bu yeni aşamanın bilim felsefesindeki karşılığı ise Bilimsel Realizm’dir (Yalvaç, 2016: 53). “Bilimsel Realizm’in günümüzdeki bilim felsefesi tartışmaları içinde başat yaklaşımı temsil ettiği söylenebilir. 1970’li yılların ortasında Roy Bhaskar tarafından geliştirilmiş ve zamanla birçok disiplinin tartışmaları arasına girmiştir. Uluslararası İlişkiler alanında da gün geçtikçe artarak yerini bulmaktadır. Bir bilim felsefesi olarak kullanıldığında Bilimsel Realizm, toplum bilimleriyle ilgili olarak kullanıldığında ise Eleştirel Realizm kavramları ile kullanılmaktadır.” (Yalvaç, 2012: 1-2).

Eleştirel Realizm, Pozitivist olmayan ama yine de bilimsel olan bir Uluslararası İlişkiler anlayışı sunmaktadır. Bilindiği gibi, her ikisi de insan odaklı olan Pozitivizm ve Postpozitivizm, gerçeğin temeli olarak insan

“Uluslararası İlişkiler Disiplininde Realist Teorinin Gelişimi” başlıklı bu çalışmada analizi

yapılan Realizm, Siyasal Realizm anlamındadır. Ne var ki, bu bölümde “Beşinci Tartışma”nın tarafı olarak tanıtılan Bilimsel Realizm ve Eleştirel Realizm, Siyasal Realizm’den farklıdır.

46

unsuruna öncelik vermektedir. Pozitivizmde gerçek, duyumlar tarafından tanımlanırken Postpozitivist kuramcılar için özneler arası bir nitelik taşımakta ve dil/söylem aracılığıyla tanımlanmaktadır. Bilimsel Realizm’in temel ilkesi ise insan düşüncesinin dışında yapılanmış, derinliği ve katmanları olan bir gerçeklik olduğu ve bilimin amacının bu gerçekliği ortaya çıkarmak olduğu fikridir (Yalvaç, 2016: 54).

Eleştirel Realizm’e göre, toplumsal dünya katmanlardan ve olayları ortaya çıkaran mekanizmalardan oluşmaktadır. Olaylar ile olayları ortaya çıkaran mekanizmalar ontolojik bir farklılığa işaret etmektedir. Gerçek alan (yapılar, mekanizmalar, ilişkiler), edimsel alan (fiili olaylar, eylemler) ve görgül (ampirik) alan (gözlem ve duyumlar aracılığıyla algılanan gerçek) arasında bir ayrım yapılmaktadır. Yapılar ve mekanizmalar, ortaya çıkardıkları olaylardan, olaylar ise gerçek ve duyumlanan ya da algılanan deneyimlerden farklıdırlar. Dolayısıyla mekanizmalar, olaylar ve duyumlar gerçeğin ontolojik derinliğini, farklı katmanlarını oluşturmaktadır (Yalvaç, 2016: 55-56).

Ampirik gerçekçiliğin en büyük yanılgısı, bilimi sadece görgül (ampirik) alanla sınırlamasıdır (Yalvaç, 2012: 11). Hâlbuki gerçeğin bilgisi ile gerçeklik arasında bir farklılık vardır (Yalvaç, 2016: 55). Şeyler biz bilmeden ya da biz algılamadan da var olabilirler (Yalvaç, 2016: 55).

“Yöntemsel olarak Bilimsel Realistler Pozitivizmin kantitatif ve Yorumsalcıların kalitatif yöntemleri yerine yöntemsel bir çoğulculuk benimserler. Eleştirel Realizm’e göre, açıklanmak istenen nesneye göre bir yöntem benimsenmesi gerekir. Dünya ontolojik olarak çok karmaşıktır. Bu nedenle ne epistemolojide ne de metodolojide a priori bir tercih yapmamak en doğrusudur. Paul K. Feyerabend’ın yöntemsel anarşi fikri Eleştirel Realizm içinde benimsenebilecek bir anlayıştır.” (Yalvaç, 2016: 56).

Eleştirel Realizm’in bilim anlayışını en iyi Karl Marx’ın şu sözü özetlemektedir: “Şeylerin dış görünüşleri ve özleri aynı olsaydı bütün bilim anlamsız olurdu.” (Aktaran Yalvaç, 2012: 36). “Realizm’in eleştirel olması bizim deneyim ve algılarımız dışında bir gerçeklik olduğu görüşüyle sıkı sıkıya bağlıdır. Dünya sadece bizim düşündüğümüz gibi olsaydı eleştiriye de gerek kalmazdı. Gerçeğin ontolojik derinliği dünya hakkındaki bilginin hiç bitmeyeceği anlamına da gelmektedir. İyi bir sosyal bilimin bu anlamda hiç bitmeyecek bir eleştirel yanı var demektir.” (Yalvaç, 2012: 36). Bhaskar’ın

47

ifade ettiği gibi toplum bilimlerinin eleştirel niteliği tasarrufa bağlı, “opsiyonel” bir ekstra değildir; toplum bilimlerinin açıklayıcı işlevlerine içseldir (Yalvaç, 2012: 36).

Ayrıca, bilimsel pratikler belli tarihi ve toplumsal şartlarda gerçekleştiği için genel-geçer bir bilim felsefesi olması da imkânsızdır; zira bilimsel etkinlik süreci potansiyel olarak sonsuzdur ve bu sonsuzluk içinde tarihsel ve toplumsal koşulların değişmesiyle elbette bilim felsefesi de değişecektir (Yalvaç, 2016: 55).

Toplumu Pozitivist olmayan bir şekilde incelemesi, maddi (ekonomik) toplumsal yapı ve süreçlere odaklanması ve eleştirel niteliği nedeniyle sosyal bilimlerde Eleştirel Realizm’e en yakın toplum teorisi Marksizm’dir.Böylece, bugüne dek Uluslararası İlişkiler’de sadece bir ideoloji ve siyaset olarak değerlendirilen Marksizm’in, Eleştirel Gerçekçilik ile birlikte artık felsefesi, epistemolojisi ve metodolojisi ile de Uluslararası İlişkiler disiplininde kısmen de olsa yer bulmaya başladığı söylenebilir (Yalvaç, 2016: 58). Eleştirel Realizm, somut durumun somut tahlilinde, gerçekliği oluşturan derin yapıları ve görünmeyen çelişkileri de ortaya çıkarabilecek bir yaklaşım olarak Uluslararası İlişkiler’in gelişimine önemli katkılar sunabilir ve bu anlamda ciddi bir potansiyele sahiptir.

Dünyanın algılanmasındaki farklılıklara dayanan “Büyük Tartışmalar”, disiplinde teorik çeşitliliğe, epistemolojik ve metodolojik farklılaşmalara neden olmuştur. Disiplindeki paradigmalarda ekol-içi farklılaşmalara da neden olan “Büyük Tartışmalar”ın olumsuz bir sonucu ise disiplin-içi bölünmelere de yol açmış olmasıdır.

Bununla birlikte, disiplinin tarihini “Büyük Tartışmalar” üzerinden yazmak, disiplinin oluşum ve gelişim sürecine dair kronolojik bir çerçeve sunduğu gibi, teorik, epistemolojik ve metodolojik farklılaşmalara rağmen disiplinin kapsamı ile ilgili bir bütünsellik görünümü de oluşturmaktadır.

“Büyük Tartışmalar”ın Realist paradigma ile de doğrudan ilgisi bulunmaktadır. Kurucu Tartışma’da Realizm’in İdealizm’e yönelik eleştirileri söz konusu olmuş ve böylece disiplinin hem özerkliği pekişmiş hem de kuramsal özerkliği sağlanmıştır.

Hâkim paradigma konumu edinen Realizm, Gelenekselcilik- Davranışsalcılık Tartışması’nda Davranışsalcılardan aldığı metodolojik

48

eleştiriler nedeniyle genel olarak Pozitivist bir yöntem benimsemiş ve zamanla Neo-Realizm’e evrilmiştir. Paradigmalar-Arası Tartışma’nın sonucunda tekelci konumunu kaybeden Neo-Realizm’in, Pozitivizm-Postpozitivizm Tartışması ile beraber disiplindeki hâkim pozisyonunun da sarsıldığı görülmektedir.

“Büyük Tartışmalar”ın başat aktörü olan Realist paradigma, gerek diğer paradigmalara yaptığı eleştiriler gerekse diğer paradigmalardan aldığı eleştiriler nedeniyle disiplinin itici gücü olan ve bu anlamda büyük entelektüel dinamizme sahip güçlü bir teorik gelenektir. Uluslararası İlişkiler’de “Büyük Tartışmalar”, merkezinde Realist paradigmanın yer aldığı bir eleştiri ve teorik gelişim süreci olarak da algılanabilir.