• Sonuç bulunamadı

Kenneth Waltz’a Göre Realizm ve Neo-Realizm Arasındaki Farklar

3. BÖLÜM

4.2. Neo-Realizm’in Klasik Realizm’den Farklılaşan Yönleri

4.2.1. Kenneth Waltz’a Göre Realizm ve Neo-Realizm Arasındaki Farklar

Kenneth Waltz’a göre, teori tesadüfi olayları ve beklenmedik gelişmeleri açıklamaz; düzeni ve tekrarı ele alır. Teori bir alanın işleyişi ve bu alandaki bütünün parçaları arasındaki bağlantıların tasviridir. Bazı faktörlerin diğerlerinden daha önemli olduğunu gösterir ve aralarındaki ilişkiyi gözler önüne serer. Teori bir alanı diğerlerinden ayırarak entelektüel açıdan inceler. Neo-Realizm, uluslararası siyaset sistemlerinin yapısını tanımlayarak

139

uluslararası siyasetin özerkliğini ilan etmekte ve böylece bu alan üzerine teori geliştirilmesini mümkün kılmaktadır (Waltz, 2013a: 443-444).

Neo-Realizm, geleneksel Realizm’in birim düzeyindeki açıklamalarına yapısal etkenleri de katarak yapının eylem ve sonuçlar üzerindeki etkisini vurgulamıştır. Örneğin, savaşın nedeni olarak insan doğasından gelen güç arzusu yeterli görülmemektedir. Etkileşim halindeki birimler ile uluslararası sonuçlar arasındaki rastlantısal ilişki yeniden ele alınmaktadır (Waltz, 2013a: 445).

“Uluslararası siyaset mantığına göre, uluslararası düzeydeki sonuçların bazı nedenlerinin birim düzeyindeki etkileşimlerden kaynaklandığına inanmak gerekmektedir; ayrıca, varsayılan nedenlerin gösterdikleri farklılıklar, incelenen sonuçlardaki farklılıklar ile örtüşmediği için yapısal düzeyde başka nedenler bulunduğunu farz etmek gerekmektedir. Birim düzeyindeki nedenler yapı düzeyindeki nedenler ile etkileşim halindedir ve bu nedenle sadece birim düzeyinden yola çıkarak yapılan yorumlar yanıltıcı olacaktır. Eğer bir yaklaşım, hem yapı düzeyinin, hem de birim düzeyinin incelenmesini sağlıyorsa bir sistem içerisinde meydana gelen değişimleri de, sürekliliği de ele alabilir. Yapısal Realizm, birbirini tamamlayan birimleri sıralanışlarına göre inceleyerek uluslararası siyasetin sistematik bir portresini sunmaktadır. Bir kuram oluşturulurken, devletler, amaçları en azından hayatta kalmak olan birleştirici aktörler olarak düşünülür ve sistemin yapı elemanları oldukları kabul edilir. Sistemin en önemli yapısal özelliği anarşidir – meşru otoritenin tek bir elde toplanmaması. Yapıda, dolayısıyla sistemde ortaya çıkan değişiklikler, büyük güç sayısındaki değişiklikler ile ortaya çıkar. Beklenen farklı sonuçlar, birimlerin varsayılan güdümlemeleri ve eylemlerini gerçekleştirdikleri sistemin yapısı aracılığı ile alınır.” (Waltz, 2013a: 445-446).

Waltz’a göre, bir sistem teorisi farklı birimlerin neden benzer davranışlar gösterdiklerini ve farklılıklarına karşın neden beklenen sonuçlar doğurduklarını açıklamaktadır. Birim düzeyindeki teoriler ise bazı birimlerin benzer konumlarda olmalarına rağmen neden farklı davranışlarda bulunduklarını göstermektedir. Bir dış politika teorisi aslında ulusal düzeyde olan bir teoridir. Farklı yönetim biçimlerinin ürettiği dış politika davranışlarını inceler. Uluslararası siyaset üzerine bir teori ise yine ulusların dış politikası ile ilgili olup esasen ulusal politikanın hangi uluslararası koşullar ile karşı karşıya kaldığını gösterir (Waltz, 2013a: 446).

140

Neo-Realizm, münferit savaşların neden çıktığını açıklayamıyor olsa bile, son bin yıl içerisinde neden tekrar tekrar savaşların çıktığını açıklayabilmektedir. Savaşlara neden olan mevcut yapıya dikkat çekmektedir. Sıcak savaşların kökeni soğuk savaşlara, soğuk savaşların kökeni ise uluslararası arenanın anarşik yapısına dayanmaktadır. Savaşların sürekli tekrarlanması uluslararası sistemin yapısı ile açıklanmaktadır. Waltz’a göre, tarihçilerin bildiğini teorisyenler açıklar: Savaş normaldir (Waltz, 2013a: 447). Neo-Realizm, sistem yapısının ve sistemsel değişikliklerin etkileşim halindeki birimler ile bu birimlerin ürettiği çıktıları nasıl etkilediğini görmek imkânı veren bir “sistem yapısı” kavramı geliştirmektedir. Uluslararası yapı, devletlerin etkileşiminden ortaya çıkmakta ve sonra da bu devletlerin eylemlerini sınırlamaktadır. Uluslararası siyasetin kesin biçimde tanımlanmış bir yapıdan oluşan bir sistem olarak düşünülebileceği görüşü, Neo-Realizm’in geleneksel Realizm’den ayrıştığı temel noktadır (Waltz, 1990: 29-30).

Neo-Realistlerin dünya algısı erken Realistlerin tasvir ettiği dünyadan farklıdır. Realistler için dünya etkileşim halindeki devletlerden oluşmaktadır. Neo-Realistler ise etkileşim halindeki devletlerin ancak yapı ile birim düzeylerindeki neden ve etkenler ayrı olarak ele alınırsa gerektiği biçimde incelenebileceğini öne sürmüşlerdir. Ayrıca, Realizm’in yaklaşımı temel olarak tümevarımcıyken Neo-Realizm çok daha yoğun bir biçimde tümdengelimcidir (Waltz, 1990: 32-33).

Waltz, Neo-Realizm’i eleştirenlerin bir teorinin uluslararası siyasi yaşamdaki her şeyi açıklamasının gerekli olmadığını anlayamadıklarını belirtmektedir; teori sadece belirli bir düzeyde açıklayıcılığı olan bir anlamlandırmadır (Waltz, 1990: 32).

Waltz’a göre, Neo-Realizm Realizm’den dört temel noktada ayrışmaktadır. İlki sistemik analiz konusundadır. Diğer üçü ise; Neo-Realizm nedensel ilişkilerin açıklanmasında bir değişiklik yapmış, gücü farklı bir biçimde yorumlamış ve birim düzeyi farklı bir şekilde incelemiştir (Waltz, 1990: 32).

Neo-Realizm, uluslararası siyasetin ancak geleneksel Realizm’in birim düzey açıklamalarına yapının etkileri eklenirse anlaşılabileceğini ileri sürmektedir. Daha genel olarak, Neo-Realizm etkileşim halindeki birimler ile uluslararası çıktılar arasında nedensel bir bağ kurmaktadır. Neo-Realist teoriye

141

göre, nedenler tek yönlü olarak oluşmazlar, yani sadece etkileşim halindeki birimlerden çıktılara doğru değil, çift yönlü olarak oluşurlar. Uluslararası çıktıların bazı nedenleri etkileşim halindeki birimler düzeyinde bulunur. Birim düzeyindeki nedenlerin değişimi gözlenen sonuçlardaki değişime tam olarak tekabül etmediği için, bazı nedenlerin uluslararası siyasetin yapısal düzeyinde olduğunu düşünmek gerekmektedir. Realistler, devletler düzeyinin üstünde bir nedensellik düşünememişlerdir, çünkü birimleri şekillendiren ve dürten bir güç olarak yapıyı tasavvur etmekte başarısız olmuşlardır. Birim düzeyindeki nedenler yapı düzeyindekiler ile karşılıklı etkileşim halindedir ve sadece birim düzey üzerinden yapılan açıklamalar yanıltıcıdır. Eğer bir teori nedenleri hem birim düzeyde hem de yapısal düzeyde ele alırsa sistemdeki değişim ve süreklilikler ile başa çıkması da mümkün olacaktır (Waltz, 1990: 34).

Birçok Realist gerek güç arzusunun gerekse çatışma ve savaşların kökenini insan doğasında bulmaktadır. Morgenthau’ya göre, güç kendi içinde bir amaçtır, uluslar bazen güçlenme düşüncesinin dışında da davranabilmektedirler fakat bu durumda söz konusu eylemler “siyasi bir doğa”ya sahip olmamaktadır. Ulusların evrensel olarak güç maksimizasyonu arzusunda oldukları iddiası Morgenthau’nun köklerini insan doğasında bulduğu “objektif” yasalardan biridir (Waltz, 1990: 35).

Neo-Realistler ise gücü kendi içinde bir amaç olarak algılamazlar; gücü devletlerin az veya çok sahip olduklarında tehlikelerle başa çıkabilmek için kullandıkları yararlı bir araç olarak görürler. Güç, yararlı bir araçtır ve duyarlı devlet adamları uygun miktarda güç edinmeye çalışırlar. Son tahlilde, devletlerin temel kaygısı güç değil, güvenlik konusundadır. Bu, Realist teoride yapılan önemli bir revizyondur (Waltz, 1990: 36).

Gücün devletler arasındaki dağılımı ve bu dağılımdaki değişiklikler yapının ve yapıdaki değişimlerin de tanımlanmasına yardım eder. Gücün objektif biçimde nasıl ölçülebileceği sorusu ise teoriyle değil, pratikle ilgili bir konudur. Teori pratikte uygulanırken karşılaşılan bir meseledir (Waltz, 1990: 36).

Neo-Realizm, kendisini bir teori olarak ortaya koyarken temel Reelpolitik ilkelerini korumakta ancak, araç ve amaçlar, neden ve sonuçlar farklı bir biçimde ele alınmaktadır. Devletlerin sürekli güçlenme çabasıyla hareket ettiklerini öne süren Morgenthau, gücü devletler için başlı başına bir

142

amaç olarak görmüş, güç dışındaki kaygılar ile hareket ettikleri durumlarda ise eylemlerinin siyasi bir doğaya sahip olmadığını belirtmiştir. Oysa Neo- Realizm, gücü devletler için bir amaç değil, bir araç olarak algılamaktadır. Devletlerin en büyük kaygısı güç değil, güvenliktir. Bu, Klasik Realizm ile Neo-Realizm arasındaki çok önemli bir farktır (Waltz, 2013a: 444).

Realistlere göre, anarşi belirgin bir yapıdan ziyade genel bir durumdur. Anarşi, devletlerin başa çıkmak zorunda olduğu bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Devletler hükümet biçimi, karar alıcıların karakteri, ideoloji türü ve diğer birçok konuda birbirlerinden farklılaşmaktadır. Farklı biçimde yapılanmış devletler hem Realistlere hem de Neo-Realistlere göre, farklı biçimde davranır ve farklı çıktılar üretirler. Bununla birlikte, Neo-Realistlere göre, devletler yeteneklerindeki temel farklılıklara rağmen yapının sınırlaması altında benzer fonksiyonlara sahiptirler. İç ve dış çevre değiştikçe yapının ve devletlerin taşıdığı nedensel ağırlık da değişir. Analiz düzeylerinin göreceli önemi konusundaki bir soru, kuramsal olarak ve kesin biçimde yanıtlanamaz. Yapılar birimleri ve birimler de yapıları etkilediğinden bu konudaki belirsizliğin çözülmesi mümkün değildir. Bazıları bunun Neo-Realist teorideki bir eksiklik olduğunu düşünmüştür (Waltz, 1990: 36).

Neo-Realizm’in odaklandığı bir sorun da, uluslararası siyasi sistemin yapısının, onu oluşturan ve etkileşim halinde bulunan parçalardan nasıl ayrılabileceğidir. Bu soru cevaplandığında, ilgi de yapının etkileşim halindeki birimler üzerinde oluşturduğu etkiye yönelecektir. Realistler, devletlerin heterojen yapısı üzerine odaklanmışlardır çünkü birimlerin bileşimindeki farklılıklar davranışlarda ve çıktılarda farklılık yaratmaktadır. Bu önermenin hatalı olduğunu fark eden Neo-Realistler ise yapının birim davranışlarını ve çıktıları nasıl etkilediğini açıklayan bir teori ortaya koymuşlardır (Waltz, 1990: 37).

Sistemin kabilelerden, uluslardan, oligopolistik firmalardan ya da sokak çetelerinden oluşup oluşmadığına bakılmaksızın, anarşi mantığı varlığını sürdürmektedir. Waltz’a göre, sistemin organizasyon prensibi olan anarşi sabit kalmaktadır. Neo-Realist teoride birimlerin konumu ve rolü hakkında daha fazla şey söylenmesi gerekir. Ayrıca, devletlerin eylemlerini gerçekleştirdikleri zeminin koşullarındaki değişimler hakkında da daha fazla şey söylenmelidir. Örneğin, devletlerin endüstriyel ve askeri teknolojilerindeki değişimler,

143

sistemin karakterini değiştirebilir. Fakat devletlerin eylemlerini açıklayan teoriyi değiştirmeyecektir. (Waltz, 1990: 37).

Sonuç olarak, Neo-Realistlerin Realist akımda yaptığı en önemli yenilik, Davranışsalcılar tarafından yöneltilen “bilimsel/teorik yetersizlik” iddialarına karşı sağladıkları “bilimsel/teorik tutarlılık” olmuştur (Demir ve Varlık, 2013: 77).