• Sonuç bulunamadı

Paradigmalar-Arası Tartışma ve “Neo-Neo Sentez”

2.3. Uluslararası İlişkiler Disiplininde “Büyük Tartışmalar” ve Realizm

2.3.3. Paradigmalar-Arası Tartışma ve “Neo-Neo Sentez”

Geleneksel olarak Uluslararası İlişkiler’e ardışık baskın paradigmalar (İdealizm / Realizm / Davranışsalcılık) damgasını vurmuş, ancak 1980’li

40

yıllardan itibaren hiçbir yaklaşım literatüre hâkim olamamıştı. Bunun yerine, her biri uluslararası siyasete dair nispeten tutarlı ve mantıklı bir açıklama sunan üç paradigma vardı. Söz konusu üç ana paradigma; Realizm (Neo-Realizm), Liberalizm (Neo-Liberalizm / Küreselcilik / Çoğulculuk) ve Marksizm (Neo- Marksizm / Yapısalcılık) olarak sıralanabilir (Smith, 2015: 18).

Realist, Liberal ve Marksist paradigmalar arasında yaşanan Üçüncü Büyük Tartışma, 1980’lerde disiplinin kimliğini şekillendiren temel tartışma olmuştur. Paradigmalar-Arası Tartışma olarak adlandırılan söz konusu süreç, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası sistemin dinamiklerinin köklü biçimde değişmesi, dekolonizasyon, küreselleşme ve Petrol Krizi, Vietnam Savaşı gibi gelişmeler sonucunda ilk iki tartışmanın oluşturduğu analiz çerçevesinin yetersiz kalması nedeniyle ortaya çıkmıştır. Paradigmalar-Arası Tartışma, bu gelişmeleri anlamaya yönelik yeni yaklaşımların içinde yer aldığı bir tartışma sürecidir. Söz konusu süreçte Neo-Realizm, uluslararası sistemin yapısının ve kapasite dağılımının devletlerin dış politikasını etkilediğini vurgulamış, Neo- Liberalizm devlet-dışı aktörlere ve ekonomik konuların önemine işaret etmiş, Marksizm’in disiplindeki yansıması olan Yapısalcılık ise dekolonizasyon süreci, azgelişmişlik ve kalkınma sorunları üzerinden bir kapitalizm eleştirisi yapmıştır (Özlük, 2016a: 109).

“Bu tartışmalar aslında Thomas Kuhn’un (1962) bilim felsefesine dair çığır açan çalışmasına dayanmaktaydı. Kuhn, bilimin iki ayrı aşama üzerinden geliştiğini söylüyordu. ‘Devrimci’ aşamada bilim teorik ayrışmalarla karakterize olmaktaydı. Bu aşamada yeni düşünce biçimleri ortaya çıkacak ve geleneksel düşünce biçimlerine meydan okuyacaktı. Devrimci aşama teorik yenilenmeyi mümkün kılsa da, Kuhn böylesi aşamaların kümülatif (birikerek artan) bilgi alanları bağlamında bir ilerlemeye yol açmayacağını tartışıyordu. Devrimci bir aşamada, teorik kahramanlar, enerjilerini herhangi bir konu alanını çevreleyen tüm bilgi deposunu beslemek yerine, teorik hâkimiyet kazanmaya harcamaktaydılar. Kuhn, bilginin yalnızca kendisinin normal bilim olarak adlandırdığı süreçlerde ilerleyebileceğini savunmaktaydı. Normal bilim dönemlerinde bir teorik okul ya da Kuhn’un deyimiyle bir paradigma hakim olacaktı. Böylesi süreçlerde bilgi birikebilirdi çünkü herkes seçilen paradigmanın geçerliliği konusunda bir anlaşma içerisinde olacaktı ve akademisyenler ortaklaşılan yöntem ve teknikleri kullanarak belirli bir alana yoğunlaşabilecekler, bulgularını kıyaslayabileceklerdi. Thomas Kuhn’un bilimsel gelişme modeli

41

disiplin tarafından şevkle kabul edildi. Disiplin, başlangıcından bu yana uluslararası süreçleri çevreleyen kümülatif bir bilgi alanı oluşturmaya çalışmıştı. Ancak, onyıllardır süren çalışmalara karşın kilit meseleler hakkında çok az ortaklaşma vardı. Aralarındaki anlaşmazlıklara karşın, Realistler ve Davranışsalcılar ilerlemenin yalnızca daha bilimsel bir çalışma biçiminin uygulanmasıyla gelebileceğini söylemişlerdi. Kuhn’un modeli farklı ve daha muhafazakâr bir sonuca götürüyordu. Disiplinin araştırmaların birbirlerine yakınsayacağı tek bir paradigmaya ihtiyacı vardı. 1970’lerin ortasında üç paradigma teorik egemenlik için mücadele ediyordu: Realizm, Marksizm ve Çoğulculuk. Soru bu teorilerin nasıl kıyaslanabileceğine dairdi. Disiplinin ilerlemesi için hangi paradigmanın kullanılması gerekiyordu? Kuhn hiçbir yanıt sağlamıyordu. Aslında, Kuhn hiçbir yanıtın olmadığını söylüyordu; paradigmalar eşölçülemezdi; çok basit bir biçimde, birbirleriyle kıyaslanamazlardı. Teori seçimi büyük oranda estetiğin ya da Kuhn eleştirilerinden birinde adlandırıldığı gibi ‘kitle psikolojisi’nin meselesiydi.” (Kurki ve Wight, 2016: 21).

Thomas Kuhn, paradigmalar arasında bir seçim yapmanın mümkün olmadığını çünkü her paradigmanın taraftarlarının farklı dünyalarda yaşadığını belirtmiştir. Kuhn’a göre, paradigmalar arasından birini diğerine tercih etmek olanaksız görünüyordu. Paradigmaları birbirleriyle kıyaslamak imkânsızdı. Çünkü paradigmalar eşölçülemezdi. Her biri dünyayı kendi perspektifinden analiz ediyor ve uluslararası ilişkilerin farklı bir alanına öncelik veriyordu (Yalvaç, 2016: 47-48-49). Bu anlayış, her paradigmanın diğerinin varlığını kabullenmesini gerektiriyor, paradigmalar arasında mukayese yapmanın gereksiz olduğuna işaret ediyordu. Böylece, “eşölçülemezlik” kavramı üzerinden her paradigmanın kendine özgü bir kimliği ve dolayısıyla analitik anlamda özgün bir değeri olduğu kabul edilmişti. Egemen paradigma olan Realizm karşısında diğer paradigmaların savunucularına özgüven kazandıran “Paradigmalar-Arası Tartışma” süreci ile birlikte Uluslararası İlişkiler disiplini içinde önemli alt-disiplinler de gelişti. Bunlardan iki tanesi özel dikkat gerektirecek kadar önemliydi: Dış Politika Analizi ve Uluslararası İlişkilerin Ekonomi-Politiği.

Dış Politika Analizi, karar verme kuramının uluslararası ilişkilere uygulanması ile ilgiliydi ve Realizm’in, sistemsel baskılar altında benzer dış politikalar uygulayan bütüncül aktör olarak rasyonel devletler savına bir meydan okumaydı. Devlet-içi faktörlerin de hesaba katılması gerektiğini öne

42

süren bir yaklaşımdı (Aydın, 1996: 95-96). Uluslararası İlişkilerin Ekonomi- Politiği ise dünya siyasetini Karşılıklı Bağımlılık temelinde ele alıyor ve dünyanın devlet-merkezli, strateji-eğilimli Realist algılanışını reddediyordu (Aydın, 1996: 98). Dünya genelindeki iktisadi ilişkilerin siyaseten incelenmesini içeren Ekonomi-Politik Uluslararası İlişkiler’in bir alt-disiplini haline gelmişti.

Paradigmalar-Arası Tartışma sürecinin sonucunda Realist paradigmanın Uluslararası İlişkiler disiplinindeki tekelci rolü sarsılmıştır (Aydın, 1996: 95). Realizm ile Liberalizm arasındaki eski derli-toplu ayrım ortadan kalkmış ve iki paradigma Ole Waever’ın “Neo-Neo Sentez” dediği duruma ulaşmıştır (Kolasi, 2013: 155). Daha çok analiz düzeyi ve anarşi sorunlarıyla ilişkilendirilmeyi tercih eden Realizm, devletçi söylemini yumuşatmış ve ekonomik öğelerin önemini kabul etmiş, Liberalizm ise Realistlerin asli önemde gördüğü uluslararası anarşi koşullarındaki ekonomik işbirliği olanaklarını araştırmaya devam etmiştir. Sonuç olarak, kapitalist iktisadi sistem temelinde iki farklı açıklama biçimi sunan Realist ve Liberal paradigmalar, varlıklarını koruyarak birbirlerine doğru yaklaşmışlar ve zihniyet olarak bir tür senteze ulaşmışlardır. Aslında burada, iki teorik kimliğin birbirine entegre olması değil, fakat temelde dünyayı kavrayış tarzları itibariyle iki teorinin benzeşmesi ya da ortaklaştıkları konuların artması söz konusudur. Paradigmalar-Arası Tartışma sonucunda tekelci rolü sarsılmış olmasına rağmen Realizm, egemen paradigma konumunu bir süre daha korumuştur.