• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.4. Realist Teorinin Revizyonu ile Oluşan Diğer Teoriler

4.4.1. Savunmacı (Defansif) Realizm

“Savunmacı Realizm’i ve Saldırgan Realizm’i diğer Realist yaklaşımlardan farklılaştıran unsur, özellikle güç ve güvenliği ele alış biçimleridir. Nitekim her iki teori de güce ve güvenliğe önem vermekle birlikte güvenliğe ve bunu sağlamak için güce yükledikleri anlam ve misyon farklılaşmaktadır. Bir diğer ifadeyle her iki yaklaşımın da temel hareket noktası güç ve güvenlik olsa da izledikleri yol ve ulaştıkları sonuçlar oldukça farklıdır.” (Pirinççi, 2013: 49).

“Savunmacı Realistler, uluslararası sistemin ek güç kazanma konusunda güçlü dürtüler yarattığını kabul etseler de hegemonya peşinde koşmanın stratejik olarak aptalca olduğunu belirtirler. Bu en kötü olanın aşırı büyümesi anlamına gelecektir. Savunmacı Realistlere göre, devletler, güçlerini maksimize etmemelidir; bunun yerine makul miktarda güç aramalıdırlar.” (Mearsheimer, 2016: 91).

“Neo-Realizm’in uluslararası sistemin yapısını temel alan yaklaşımından hareket edilerek ortaya konan teorilerden birisi olarak Savunmacı Realizm; Stephen M. Walt, Charles L. Glaser ve Stephen Van Evera gibi isimler tarafından ileri sürülmüştür. Devletlerin öncelikli olarak güvenlik güdüsüyle hareket ettikleri iddia edilmekte ve güvenlik üzerinden çıkarımlarda bulunulmaktadır.” (Pirinççi, 2013: 50).

Savunmacı Realistler, anarşinin önemini fazla abartmama konusunda analistleri uyarmaktadırlar. Devletler sağduyulu stratejiler izlerse güvenlik

161

zaten hâlihazırda mevcuttur. Güç artırma çabaları yanlışlıkla düşmanlık ilişkileri oluşturabilir. Yayılmacı politikaları daha çok yerel faktörlere bağlayan Savunmacı Realistler, uluslararası sistemin devletleri aslında tedbirli ve ihtiyatlı davranmaya teşvik ettiğini ileri sürmekte, Güvenlik İkilemi’nin her koşulda ve kendiliğinden devletleri sürekli olarak güç artırmaya zorlamadığını iddia etmektedirler. Bu yaklaşımları nedeniyle statüko yanlısı olmakla da suçlanmaktadırlar (Viotti ve Kauppi, 2016: 63-64-67).

Kenneth Waltz, devletlerin aşırı güç elde etme çabalarının geri tepebileceğini belirtmiştir. Devletler kesinlikle hegemonya arayışına girmemelidirler. “Devletlerin temel meselesi” der Waltz, “gücü maksimize etmek değil, sistem içerisindeki yerlerini korumaktır.” Tam da bu nedenle Waltz, zaman zaman “Savunmacı” Realist olarak da adlandırılmaktadır (Mearsheimer, 2016: 92).

Bununla birlikte, Waltz kendisinin “Savunmacı Realist” olarak tanımlanmasını kabul etmemekte ve kendi teorisinin Savunmacı Realizm- Saldırgan Realizm bölünmesinden önceki yerini korumaya çalışmaktadır. Ona göre, bu bölünme iki teori arasındaki bir bölünme olmayıp bir teorinin farklı uygulanma biçimlerine işaret etmektedir (Waever, 2009: 212).

“Gücün önemi tüm Neo-Realistler tarafından tartışmasız olarak kabul edilse de devletlerin ne kadar güç toplaması gerektiği oldukça tartışmalı bir konuyu oluşturmaktadır. Savunmacı Realistler, devletlerin makul bir miktarda güce sahip olmaları gerektiğini ve diğerlerine oranla fazla güç elde eden, yani hegemonya kuran devletlerin büyük bir uluslararası tepki çekeceklerini ileri sürmektedirler. Onlara göre devletin gücünü diğerlerini tehlikeye düşürme pahasına artıran devletler, sonuçları felaket olan savaşlarla karşı karşıya kalabilmektedirler.” (Çıtak, 2014: 56-57).Savunmacı Realizm’e göre, güvenliği sağlamanın en iyi yolunun agresif politikalar izlemek olduğu biçimindeki yanlış inanış devletleri yayılmacı politikalara sevk edebilmektedir, oysa, devletlerin güvenliklerini sağlamak için en iyi yol ılımlı politikalar izlemeleridir (Pirinççi, 2013: 50).

Savunmacı Realizm’de sistemin yapısal olarak yayılmacılığa çok fazla imkân vermediği iddia edilmektedir. Devletlerin statükoyu desteklemesi gerektiği, tehdit edici güç yoğunlaşmaları oluştuğunda ise saldırgan bir politika

162

yerine, söz konusu tehditleri dengelemeye yönelik politikaların izlenmesinin daha uygun olacağı öngörülmektedir (Pirinççi, 2013: 51).

Savunmacı Realizm, uluslararası sistemin dışsal baskılarına karşı devletlerin mutlak üstünlük sağlamaya yönelik güç arayışını, nihai amaç olan hayatta kalma açısından akılcı bir yaklaşım olarak görmemektedir. Devletler güç arayışında olsa bile, bu arayış makul ölçülerde olmalıdır. Hegemonya oluşturma isteği iç politikaya bağlı rasyonel olmayan tercihlerden kaynaklanmaktadır. Neo-Realizm’deki Güç Dengesi Teorisi’ne göre devletler, diğer devletlerin gücünden tehdit algıladığı için ittifaklar kurmakta, Savunmacı Realizm ise ittifak politikasını sadece güç öğesine bağlamamakta, güçle birlikte bir dizi öğenin daha tehdit algısı yarattığını öne sürmektedir (Pirinççi, 2013: 51).

Stephen Walt tarafından öne sürülen “Tehdit Dengesi Teorisi”, Kenneth Waltz’un Güç Dengesi Teorisi’ne bir alternatif oluşturmaktadır. Stephen Walt, devletlerin ittifaklara girmelerinde güç yerine tehdit olgusunun temel etken olduğunu, gücün tek başına açıklayıcı olamayacağını ve diğer değişkenlerle birlikte ele alınması gerektiğini belirtmiştir. Walt’a göre, bir devletin algıladığı tehdidin dört kaynağı bulunmaktadır. Bütünleştirilmiş güç, coğrafi yakınlık, saldırı nitelikli güç ve agresif niyetler. Buna göre; bir devletin sadece askeri boyuta indirgenmeyen ve sahip olduğu tüm gücünü ifade eden bütünleştirilmiş gücü ne kadar fazlaysa diğer devletlerde o kadar büyük tehdit algısı oluşturacağı öngörülmektedir. Devletler arasındaki coğrafi mesafe de önemlidir ve ne kadar fazla ise aralarındaki tehdit algısı da o denli az olacaktır. Yine, bir devletin saldırı nitelikli gücü ne kadar fazlaysa diğer devletler o kadar fazla tehdit algılayacaklardır. Devletin agresif niyetleri de tehdit algısını artıran bir başka unsurdur (Pirinççi, 2013: 51-52).

Charles L. Glaser, rakip devletlerin yapısal nedenlerle sürekli rekabet içinde olduklarına dair geleneksel görüşe karşı çıkmış, belirli şartlar altında devletlerin güvenliklerini işbirliği yaparak da sağlayabileceklerini ifade etmiştir. İşbirliğini, başta silahlanma yarışında olmak üzere “rekabeti önleyici politikalar” olarak değerlendirmiştir. Bir devlet, silahlanmanın kontrolüne ilişkin yapılacak bir anlaşmayla rakibinin güçlenmesini de önleyeceğinden, kendisini yine güvende hissedebilir. Algılanan tehdit nedeniyle silahlanmak yerine, karşılıklı olarak ılımlı politikalar izlenmesi, devletlerin kendi

163

güvenliklerine doğrudan katkı sağlayabilir. Olası bir silahlanma yarışından kazançla çıkacağı konusunda emin olmayan bir devlet, güç kazanmak için riskli yollara başvurmak yerine, mevcut askeri dengeyi destekleyen silahların kontrolü anlaşmasını tercih edebilecektir (Pirinççi, 2013: 53-54).

Charles L. Glaser, Savunmacı Realizm’e “Savunma-Saldırı Dengesi” gibi farklı bir boyutla katkıda bulunmuştur. Savunma-Saldırı Dengesi, Glaser’ın Savunmacı Realizm’de önemli yer tutan ve aynı zamanda Realizm’deki Güvenlik İkilemi’ni sona erdirmeye yönelik yaklaşımıdır. Bu bağlamda, öncelikle Savunmacı Realistlerin güç kavramı yerine “gücün niteliğine” vurgu yaptıkları belirtilmelidir; gücün niteliği hem Güvenlik İkilemi’nin hem de devletlerin muhatap olduğu güvenlik tehditlerinin oluşması açısından önemlidir. Glaser, gücü monolitik bir yapı olarak ele almak yerine, güce “Savunma-Saldırı Dengesi” ve “Savunma-Saldırı Ayırt Edilebilirliği” gibi iki farklı perspektiften yaklaşmış ve bu kavramların Güvenlik İkilemi açısından önemli değişkenler olduğunu belirtmiştir (Pirinççi, 2013: 53-54).

Savunma-Saldırı Dengesi, bir devletin askeri kapasitesini oluştururken birimlerine yüklediği görevle ilgilidir. Gerek silahlar gerekse askeri örgütleniş biçimleri saldırı veya savunma karakterine göre ayırt edilebilmektedir. Örneğin bir devletin, gelişmiş savaş uçakları alması ile hava savunma sistemi alması diğer devletlerde farklı oranda tedirginlik ve tehdit algısı yaratacaktır. Benzer şekilde, bir devletin kitle imha silahlarının takılabileceği balistik füzeler alması ile füzesavar füze (anti-balistik füze) alması veya üretmesi rakip devletler üzerinde aynı etkiyi doğurmayacaktır (Pirinççi, 2013: 54-55).

Savunma-Saldırı Ayırt Edilebilirliği ise bir devletin savunma nitelikli askeri gücünü saldırı amaçlı olarak ya da saldırı nitelikli askeri gücünü savunma amaçlı olarak kullanabilmesi ile ilgilidir. Bir devletin askeri kapasitesi saldırı ya da savunma karakterli şeklinde ayırt edilebiliyorsa rakip devletlerin algı ve tutumları da buna bağlı olarak değişecektir. Örneğin, bir devletin kendi hava sahasının güvenliğini sağlamaya yönelik aldığı uçaklar aynı zamanda saldırı amaçlı da kullanılabiliyorsa rakip devletlerin tehdit algısı da farklı olacaktır (Pirinççi, 2013: 55). Böylece, devletlerin Savunma-Saldırı Dengesi ve Savunma-Saldırı Ayırt Edilebilirliği kavramlarını kullanarak, güvenliklerini sağlamak için izleyecekleri politikaları belirleyebilecekleri

164

öngörülmüştür. Silahlanma yarışı, silahların kontrolüne yönelik işbirliği ya da tek taraflı savunmacı politikalar bunlar arasındadır.

Bir başka Savunmacı Realist Stephen Van Evera ise güç kavramının ve güç dağılımı konusunun materyal anlayışına düşünsel yönü de eklemeye çalışmıştır. Yanlış algılar, inanışlar ve diğer yanlış fikirler savaşa sebebiyet veren unsurlar arasındadır. Savaş, devletlerin zaferi kazanmanın kolay olduğuna inandıkları zaman çok daha muhtemeldir. Savaşın ucuz, hatta faydalı olacağı inancı da savaşlara neden olabilmektedir (Viotti ve Kauppi, 2016: 66). Dolayısıyla, devletlerin doğru bilgiler üzerinden doğru algılar ve doğru fikirler oluşturarak akılcı, makul ve ılımlı politikalar izlemesi Savunmacı Realizm’e göre, barışın egemen olması açısından son derece önemlidir.

Savunmacı Realizm, devletlerin esas amacının güvenlik arayışı olduğunu vurgulamaktadır. Devletler, revizyonist politikalar yerine savunmacı politikalar ile güvenliklerini sağlamalıdırlar. Ilımlı ve savunmacı politikalar diğer devletlere karşı olumlu niyetlere sahip olunduğunu göstermesi ve kuşku uyandırmaması açısından da önemlidir. Devletlerin temel amacını bekaları için güvenliklerini garanti altına almak şeklinde belirten Savunmacı Realistler, bunun için de güce dayalı agresif politikalar yerine yine güce dayalı savunmacı politikalar izlenmesi gerektiğini düşünmektedirler (Pirinççi, 2013: 55).

Savunmacı Realizm’in dünya algısının Lockecu kültür ve anarşi mantığı üzerinden oluştuğu söylenebilir. Devletlerin güvenlik maksimizasyonu ilkesi ile hareket ettikleri varsayımı temel alınmaktadır.