• Sonuç bulunamadı

Edward Hallett Carr (1892-1982): Uluslararası Siyasete Eleştirel Bir Giriş

3. BÖLÜM

3.2. Realist Düşünürler ve Realizm’in Kurucu Teorisyenleri

3.2.1. Edward Hallett Carr (1892-1982): Uluslararası Siyasete Eleştirel Bir Giriş

İngiliz diplomat ve tarihçi Edward Hallett Carr, “The Twenty Years’ Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of International Relations” (1939) adlı çalışması ile dünya siyasetindeki İdealist uygulamaları eleştirerek hem Uluslararası İlişkiler disiplininin kurucu tartışmasını başlatmış hem de Realist teorinin temellerini atmıştır. Kitabına uluslararası siyaset biliminin henüz bebeklik döneminde olduğunu belirterek başlayan Carr, dünya siyasetinde gizli anlaşmalar yerine açık diplomasinin savunulmasının uluslararası siyasetin halka yayılması talebinin ilk belirtisi olduğunu ve aynı zamanda bunun yeni bir bilimin doğuşunu müjdelediğini ifade etmiştir (Carr, 2015: 52).

Edward Carr’a göre, diğer bilimlerin modelini izleyen uluslararası siyaset bilimi de, bu anlamda bir halk talebine karşılık olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte, amaçların düşünceden önce geldiğini ve onu koşulladığını, insan zihni yeni bir alanda kullanılmaya başladığında, dilek ve amacın belirgin bir şekilde güçlü olduğu, olguları ve araçları analiz etme eğiliminin zayıf olduğu veya hiç olmadığı bir başlangıç aşamasının ortaya çıktığını belirtmiştir (Carr, 2015: 54). Carr’a göre;

“Aynı şey siyaset biliminin ilkel veya ‘ütopyacı’ aşaması için de bariz bir biçimde geçerli görünecektir. Bu aşamada araştırmacılar mevcut ‘olgular’a veya sebep-etki analizine çok az ilgi gösterecek, kendilerini tüm kalpleriyle akıllarındaki sonuçlara ulaşma amacı taşıyan hayalperest projelerin, basitlikleri ve kusursuzlukları nedeniyle kolayca ve evrensel bir cazibe kazanan projelerin hazırlanmasına adayacaklardır. Ancak bu projeler çöktüğünde ve dilekle amacın arzulanan sonuçları elde etmek için tek başına yeterli olmadığı gösterildiğinde, araştırmacılar gönülsüzce analizi yardıma çağıracak ve ütopyacı bebeklik döneminde çıkan çalışma, bir bilim olarak görülme iddiasını ortaya atacaktır.” (Carr, 2015: 54-55).

Uluslararası İlişkiler’de de dileklerin ve amaçların belirgin olduğu bir başlangıç aşaması söz konusu olmuştur ve disiplinin olgunlaşması için ütopyacılıktan arınarak gerçekçi bilimsel analizlere ihtiyaç duyulmaktadır.

84

Carr, bu konuda sosyalizmin bir bilim haline gelme sürecini örnek vermiştir. Fransa’da Saint-Simon ve Fourier, İngiltere’de Robert Owen gibi kişiler daha sonraları “ütopik sosyalistler” olarak adlandırılmışlardı zira sosyalizm hedefine giden yol ve yöntemleri somut biçimde analiz etmemişlerdi. Hayali, ideal bir sosyalizm ütopyasına sahip olmalarına rağmen, onların önerdiği çözüm kapitalizm sorununu yaratan koşullarla mantıksal bir bağ içermiyor ve çözüm önerileri bir analizin değil, bir özlemin ürünü olarak ortaya çıkıyordu. Çabaları elbette kıymetliydi ancak sosyalizmi bir bilim haline getirenler Karl Marx ve Friedrich Engels olmuştu. Bu iki teorisyen dileklerin, özlemlerin ve hayallerin aşıldığı, ideallerin, ütopyaların ve amaçların bilimsel analize tabi kılındığı bir entelektüel üretim süreci sonunda sosyalizmi bir bilim haline getirdiler. Marx ve Engels elbette kapitalist sistemi ortadan kaldırma amacından ilham almışlardı ancak onların çabalarını anlamlı ve bu denli etkili kılan, ideallerinin gerçekçi ve bilimsel bir analiz üzerinde temellenmiş olmasıydı. Somut durumun somut tahlili üzerinden bir ütopyayı gerçekleştirme amacındaydılar. Edward Carr, aynı sürecin uluslararası siyaset bilimi için de geçerli olduğunu yazıyordu. Ütopyacı aşamadan gerçekçi aşamaya geçiş, Uluslararası İlişkiler’i bilim haline getirecekti. İdeallere giden yol ve yöntemler nesnel ve gerçekçi analizlere dayanmalıydı (Carr, 2015: 56-57).

“Dilek, düşüncenin babasıdır. Teleoloji analizden önce gelir” diyen Carr, Uluslararası İlişkiler’in başlangıç aşamasındaki ütopyacı özelliklere dikkat çekerek şunları yazmıştı (Carr, 2015: 57):

“Uluslararası siyaset biliminin teleolojik yanı, başından itibaren dikkat çekmektedir. Kökenlerini büyük ve feci bir savaştan almıştır ve bu yeni bilimin öncülerine ilham veren ve onların düşüncelerine hâkim olan amaç, uluslararası siyasi topluluğun bu hastalığının tekrarlanmasının önüne geçmekti. Savaşı engellemeye yönelik bu tutkulu arzu, çalışmanın başlangıçtaki yönünü tamamen belirlemiştir. Emekleme aşamasındaki diğer bilimlerde olduğu gibi, uluslararası siyaset bilimi de çarpıcı ve açık bir şekilde ütopikti. Dileklerin düşüncenin önüne geçtiği, genellemelerin gözlemin önüne geçtiği ve mevcut olguların ve eldeki amaçların eleştirel bir analizi için pek çaba gösterilmeyen başlangıç aşamasındadır. Bu aşamada, ilgi neredeyse tamamen ulaşılacak sonuca yoğunlaşmıştır. Sonuç o kadar önemli görünür ki önerilen araçlara getirilen analitik eleştiriler çoğu zaman ya yıkıcı olarak ya da faydasız olarak yaftalanmaktadır.”

85

“Hem fiziki hem de siyasi bilimlerde, eninde sonunda başlangıçtaki dileme aşamasının, katı ve acımasız bir analiz aşaması tarafından takip edilmesi gereken bir noktaya ulaşılır. Fark şudur ki siyasi bilimler asla kendilerini tamamen ütopyacılıktan kurtaramazlar ve siyaset bilimci, fiziki bilimciden daha uzun bir süreliğine başlangıçtaki ütopik gelişme aşamasında oyalanma eğilimindedir” ve Carr’a göre bu tamamen doğaldır (Carr, 2015: 58).

“Ne var ki, bir bilimin gelişiminde başlangıçtaki hayalperest projelerin dağılmasını izleyen ve ütopik aşamanın sona erdiğini gösteren, düşüncenin dilek üzerinde etkili olmaya başladığı sürece genellikle gerçekçilik adı verilir. Başlangıç aşamasındaki hayallere karşı bir tepkiyi temsil eden gerçekçilik, eleştirel ve biraz sinik bir özellik göstermek eğilimindedir. Düşünce alanında olguların kabulüne ve neden ile sonuçlarının analizine vurgu yapar. Amacın rolünü değersizleştirme ve açıkça ya da örtük olarak düşüncenin işlevinin, etkileme veya değiştirme gücüne sahip olmadığı bir olaylar dizisini incelemek olduğunu iddia etme eğilimindedir.” (Carr, 2015: 59).

Bununla birlikte, Carr amacın önemini de tamamen göz ardı etmemiştir. “(…) Gerçekçiliğin, ütopyacılığın coşkusunu ıslah etmek için gerekli bir aşama olduğu gibi, başka dönemlerde de ütopyacılık, gerçekçiliğin verimsizliğini dengelemek için kullanılmalıdır. Ham düşünce genelde amaçsal ve ütopiktir. Amacı bütünüyle reddeden düşünce de yaşlılık düşüncesidir. Olgun düşünce amacı gözlem ve analizle birleştirir. Ütopya ve gerçeklik bu yüzden siyaset biliminin iki yüzüdür. Sağlıklı siyasi düşünce ve sağlıklı siyasi yaşam ancak ikisinin de bulunduğu yerlerde görülecektir.” (Carr, 2015: 59).

Carr’a göre, “ütopya ve gerçeklik antitezi (daima denge ile dengesizlik arasında salınan ve asla tam anlamıyla dengeye ulaşmayan bir muvazene) kendisini düşüncenin pek çok biçiminde ortaya çıkaran temel bir antitezdir. İki yaklaşım yöntemi, yani olması gerekeni düşünürken olmuş olanı ve şu an olanı göz ardı etme eğilimi ve olması gerekeni olmuş olandan ve şu an olandan çıkarsama eğilimi, her siyasi sorun konusunda karşıt tavırları belirler.” (Carr, 2015: 61).

Carr, söz konusu antitezi detaylandırarak kendi düşünce sistematiğinde bazı dikotomiler de oluşturmuştur. Ütopya ve gerçeklik arasındaki karşıtlık

86

Carr’ın düşüncesinde özgür irade-belirlenimcilik, teori-pratik, entelektüel- bürokrat, sol-sağ ve etik-siyaset gibi bazı dikotomiler yaratmıştır. İradecilerin, teorinin, entelektüellerin, solcuların ve etiğin ütopyacılığa; belirlenimcilerin, pratiğin, bürokratların, sağcıların ve siyasetin ise gerçekçiliğe daha uygun/yatkın olduğunu belirten Carr (Carr, 2015: 61-70), bu dikotomiler üzerinden oluşturduğu yaklaşım ile bir anlamda Realist geleneğin hitap edeceği kesimleri de önceden bildirmiş olmaktadır.

Edward Carr’ın 1939 yılında yayınlanan “The Twenty Years’ Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of International Relations” başlıklı kitabı, “Ütopyacılık” olarak tanımladığı İdealizm’in en ciddi eleştirisi ve bu tartışma içinde de Realizm’in kuramsallaştırılmasının güzel bir örneği olmuştur. Carr bu kitabında 19. yüzyıl Liberalizm’inin meşhur “Çıkarların Uyumu” doktrinini eleştirmektedir. Çıkarların uyumu doktrini bireysel çıkarlar ile toplumsal çıkarlar arasında doğal bir uyum olduğunu, kendi çıkarının peşinde koşan bireyin, toplum çıkarlarını da ilerlettiğini öne sürmektedir. İdealist teori de buna benzer şekilde uluslararası ilişkilerde de çıkarlar arasında uyum olabileceğini öngörmektedir. Oysa, Carr’a göre, “biyolojik ve ekonomik açılardan çıkarların uyumu doktrini sadece kurtuluşu olmayan veya öteki dünyada bugünün dengesinin kurulacağı vaat edilen zayıfların çıkarlarını dışarıda bırakınca uygulanabilir oluyordu.” (Carr, 2015: 99).

Carr, dünya siyasetindeki derin bunalımı İdealizm’in çöküşü olarak yorumluyordu. Ütopyacılığın temel varsayımı yıkılmış ve başkalarına zarar vererek fayda sağlanamayacağı şeklindeki 19. yüzyıl klişesinin anlamsızlığı ortaya çıkmıştı. Bir buçuk yüzyıldır siyasete ve iktisada hâkim olan ahlak anlayışı iflas etmişti. Her devletin tüm dünyanın çıkarlarının peşinde koşarak kendi vatandaşlarının da çıkarını takip edebileceğine veya bunun tersine inanmak imkânsızdı. Çıkarların uyumu kavramına dayanan ütopyacılık çökmüştü ve 19. yüzyıl Liberalizm’inin öngördüğü şekliyle bir akıl-ahlak sentezi pratikte mümkün değildi. Yeni kuşaklar temelleri yeniden inşa etmek zorundaydı ve bunun yolu da ütopyacı varsayımların gerçekçi eleştirisini yapmaktan geçiyordu (Carr, 2015: 109).

Edward Hallett Carr, 1939 yılında yayınlanan ve Uluslararası İlişkiler’e dair “Bir bilimin başlangıçları” ifadesini kullandığı “The Twenty Years’ Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of International Relations” adlı kitabı

87

ile Uluslararası İlişkiler kuramının bugünkü anlamda ilk akademik temelini oluşturuyordu. Kitabının bir diğer önemli özelliği Uluslararası İlişkiler disiplininin kurucu tartışması olan İdealizm-Realizm Tartışması’nı da başlatmış olmasıydı. Böylece Edward Hallett Carr, dünya siyasetinde “ütopyacılık” olarak adlandırdığı politikaları eleştirerek Realist kuramın da temellerini atmıştı.