• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.4. Realist Teorinin Revizyonu ile Oluşan Diğer Teoriler

4.4.2. Saldırgan (Ofansif) Realizm

“Uluslararası İlişkiler biliminin üzerinde en çok çalışılmış teorilerinden birisi olan Realizm, 21. yüzyılda da varlığını devam ettirmektedir. Kenneth Waltz’un kendinden öncekileri klasik veya geleneksel Realist teorisyenler olarak nitelendirmesi ile birlikte Realist teori kendi içinde yeni bir alana evrilmiştir. Waltz’un ‘Yapısal Realizm’ olarak adlandırdığı alan zamanla ‘Neo- Realist’ olarak kabul edilmiş ve modern teorisyenlerin pek çoğunu etkilemiştir. Bu bağlamda John J. Mearsheimer da Neo-Realizm teorisinden etkilenerek ilk teorik çalışmalarını oluşturduğunu belirtmektedir. Mearsheimer, Waltz’un

165

teorisindeki bazı eksikliklerin altını çizerek kendi teorisini ‘Saldırgan Realizm’ olarak adlandırmaktadır.” (Varol Sevim, 2013: 60).

“ABD’li Realist teorisyen John J. Mearsheimer, Amerikan askeri akademisi olan West Point’te askeri eğitim almasına rağmen askerlikten hiçbir zaman hoşlanmamıştır. Amerikan ordusunda eğitim aldığı sırada henüz bir akademisyen olmamasına rağmen Vietnam Savaşı’nın anlamsız olduğunu düşünmüştür. Kendi Realist düşüncesini ‘Offensive Realist’ (Saldırgan Realist) olarak adlandıran Mearsheimer, Neo-Realist teorisyen Waltz’un çalışmalarından etkilenerek ilham aldığını belirtmektedir. Buna rağmen Mearsheimer, Waltz’un teorisinde öne sürdüğü fikirlerine eleştiri niteliğinde çalışmalar gerçekleştirmiştir.” (Varol Sevim, 2013: 48). Mearsheimer, Waltz’un teorisindeki temel prensipleri kabul etmiş, ek olarak, devletlerin hegemonik politikalar izlemelerinin akılcı olabileceğini iddia etmiştir. (Varol Sevim, 2013: 60).

“Günümüzde Yapısal Realizm’in yaşayan en önemli temsilcisi olan John J. Mearsheimer (1947), devletlerin uluslararası sistemde ne kadar güç istediği sorusuna farklı bir cevap verir. Mearsheimer’a göre, devletler için güç bir amaçtır ve devletler güvenlik değil, güç azamileştiricileridir. Mearsheimer, Yapısal Realizm’de Saldırgan Realizm kavramı ile ifade edilen bu yaklaşımı, Realist teori geleneğinin kurucu eserlerinden biri haline gelen ‘Büyük Güç Siyasetinin Trajedisi’ isimli eserinde ortaya koyar.” (Ersoy, 2016: 177).

“Kenneth Waltz güçlü bir teori geliştirmesine rağmen, temel bir soruya ikna edici bir cevap sunamamıştı: Kapasitelerin belli bir şekilde dağıtıldığı anarşik bir uluslararası sistemde tüm devletler hayatta kalma motivasyonu ile varlıklarını sürdürüyorlarsa içlerinden birini ya da birkaçını bu durumu değiştirmek noktasında bir adım atamaya iten motivasyon nedir? Ya da şayet bütün devletler hayatta kalma peşinde koşuyorsa, hayatta kalma olgusuna yönelik tehlike nereden geliyor?” (Balcı, 2016: 137).

Bu soru önemlidir çünkü aslında anarşi durumunda Güvenlik İkilemi’ni yaratan şey sistemdeki birimler arasından yayılmacı bir devletin ortaya çıkma ihtimalidir. Anarşi ve kendine-yardım kavramları herkesin herkesle savaşını açıklamakta yetersizdir. Randall Schweller, bu noktada başka bir dinamik olarak maceracı devletlerin analize dâhil edilmesi gerektiğini belirterek,

166

Waltz’un nereyi eksik bıraktığını açık bir biçimde göstermiştir (Balcı, 2016: 137-138).

Neo-Realizm içinde kalarak Schweller’ın sorusuna ikna edici bir cevap veren kişi John Mearsheimer olmuştur. Waltz’un teorisini “Savunmacı Realizm” olarak tanımlayan Mearsheimer, kendisini “Saldırgan Realizm”in teorisyeni olarak sunmuştur (Balcı, 2016: 138). Mearsheimer’a göre, bir devletin hayatta kalmasının tek ve garanti yolu diğer devletlerin meydan okumasını önleyebilecek kadar güçlü olmaktır. Güç Dengesi hayatta kalmayı garanti etmediği için devletler hegemon güç olma peşinde koşmaktadırlar (Balcı, 2016: 138).

Saldırgan Realizm hem devletlerin nasıl davrandığı hakkında tasvir edici bir kuram hem de devletlerin tehlikeli dünyada hayatta kalmaları için uymaları gereken reçete niteliğindedir. Savunmacı Realistlerin, devletlerin güçten aldıkları payı artırmak yerine var olan güç dengesini sürdürmeyle daha çok ilgilenmelerine odaklanmasını eleştirir. Aksine, devletlerin güç konumlarını en üst seviyeye çıkarmaya çalıştıklarını düşünür; prensipte bir devletin nihai hedefi sistemde egemen olmaktır. Mearsheimer’ın devletlerin gücü en üst seviyeye çıkarmalarını sadece “amaca götüren bir araç (hayatta kalma) olarak değil, aynı zamanda kendi başına bir amaç” olarak nitelendirmesinde Morgenthau’nun daha önceki uluslararası politikada gücü kavramsallaştırmasının yankıları duyulabilir. Fakat bir Yapısal Realist olarak Mearsheimer, bu güç arzusunun insan doğasının değil, uluslararası sistemin bir fonksiyonu olduğu konusunda Waltz’a katılmaktadır (Viotti ve Kauppi, 2016: 64-65).

Realist paradigmanın savunucuları arasında, devletlerin neden güç istediği sorusuna verilen cevaplar üzerinden bir ayrışma söz konusudur. Klasik Realistler, güçlenme isteğini insan doğasına bağlarken Neo-Realistler uluslararası sistemin yapısını bu konuda belirleyici bir faktör olarak görmektedirler. Benzer şekilde, Neo-Realistler arasında yine güç kavramına dayalı bir ayrışma yaşanmıştır. “Ne kadar güç yeterlidir?” sorusundan kaynaklanan ikinci bir bölünme Neo-Realistleri “Savunmacı Realistler” ve “Saldırgan Realistler” olarak iki gruba ayırmıştır (Mearsheimer, 2016: 86-87).

Devletlerin neden güç için mücadele ettiklerine dair Neo-Realist açıklama beş varsayıma dayanmaktadır. İlk varsayıma göre, dünya siyasetinin

167

temel aktörleri büyük güçlerdir ve anarşik bir sistemde hareket etmektedirler. İkincisi, tüm devletler saldırgan bir askeri yeterliliğe sahiptir. Bu yeterlilik devletler arasında farklılık göstermekte ve her devlet için zaman içerisinde değişebilmektedir. Üçüncüsü, devletler asla diğer devletlerin niyetlerinden emin olamazlar. Bir devletin revizyonist mi, statükocu mu olduğu kesinlikle asla bilinemez. Çünkü niyetler ampirik olarak doğrulanamazlar, karar alıcıların zihinlerinde olduğu için sezinlenmeleri de özellikle zordur. Ayrıca bugün statükocu olan bir devletin gelecekte revizyonist olup olmayacağını da kimse bilemez. Dördüncüsü, devletlerin temel amacı hayatta kalmaktır. Her devlet ülkesel egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını, dolayısıyla varlığını korumak ister, hayatta kalabilmek devletlerin temel amacıdır. Beşincisi, devletler rasyonel aktörlerdir. Akılcı stratejiler geliştirerek hareket ederler. Zaman zaman yanlış bilgiler ve hesaplamalar nedeniyle hatalı biçimde de davranabilmektedirler ancak, esas olarak rasyonel davranan aktörler oldukları kabul edilmektedir. (Mearsheimer, 2016: 88-89).

Bu varsayımlardan hiçbiri tek başına, devletlerin neden bir güç mücadelesine girdiğini açıklamamaktadır. Ancak, tüm varsayımlar bir araya getirildiğinde devletlerin neden Güç Dengesi ile yetinmedikleri ve birbirlerinin pahasına güç kazanma eğiliminde oldukları anlaşılmaktadır (Mearsheimer, 2016: 89).

John Mearsheimer da bir Neo-Realist teorisyendir. Waltz’un teorisini eleştirel bir okumaya tabi tutmuş ve kendince eksiklerini düzeltmiştir. Bir anlamda, Neo-Realizm’i revize eden Mearsheimer, böylece Neo-Realizm içinde bir ayrışma yaşanmasına neden olmuştur. Neo-Realizm’in pratikteki yansıması, Savunmacı Realizm ve Saldırgan Realizm olarak iki farklı biçimde ortaya çıkmaktadır.

Aslında Mearsheimer’ın akıl yürütmesi oldukça düz görünmektedir: Rakipleri karşısında bir devlet ne kadar güçlüyse saldırılma olasılığı da o kadar az olacaktır. Özünde, sistemin yapısı tüm büyük güçleri -statükodan tatmin olabilecek devletleri bile- revizyonist bir devlet gibi düşünmeye ve davranmaya zorlamaktadır (Mearsheimer, 2016: 90).

“Barışın, eğer tüm temel güçler statükodan memnunsa sağlanabileceği düşünülebilir. Bununla birlikte, sorun, hiçbir devletin diğerlerinin

168

niyetlerinden, hele ki gelecekteki niyetlerinden emin olamayacak olmalarıdır. Bir komşu devlet statükocu bir güç gibi görünebilir; ancak gerçekte revizyonisttir. Ya da bugün statükocu olan bir devlet, yarın çizgisini değiştirebilir. Anarşik bir sistemde, nihai bir belirleyicinin olmadığı bir alanda hayatta kalmak isteyen devletlerin diğer devletlerin niyetleri hakkında en kötüsünü varsaymak ve onlarla iktidar mücadelesine girmek dışında hiçbir seçenekleri yoktur. Büyük güçler politikasının trajedisi budur.” (Mearsheimer, 2016: 90).

Saldırgan Realizm, uluslararası ilişkilere dair açıklamalarını daha ziyade büyük güçler üzerinde yoğunlaşarak yapmıştır. “Büyük güç” olma kriteri ise bir devletin sahip olduğu nispi askeri kapasite ile ölçülmektedir. Tüm devletlerin kaderinin büyük güçlerin aldığı kararlar ve uyguladığı politikalar ile belirlendiği iddia edilmektedir (Pirinççi, 2013: 56).

Kenneth Waltz’un perspektifinde devletler son tahlilde “Güvenlik Maksimizasyonu” hedefiyle hareket etmektedirler. Bu anlamda güç, Waltz’a göre güvenliği sağlamanın bir aracı olarak görülmektedir. John Mearsheimer’ın perspektifi ise devletlerin “Güç Maksimizasyonu” hedefi ile hareket ettiklerini varsaymaktadır (Brooks, 1997: 460). Bu yaklaşım Hans Morgenthau’nun gücü kendi içinde bir amaç olarak gören algılama biçimini andırmaktadır.

Neo-Realizm içindeki bu ayrışmaya dair vurgulanması gereken temel nokta, devletleri Savunmacı Realizm’in “Güvenlik Maksimizasyonu”, Saldırgan Realizm’in ise “Güç Maksimizasyonu” hedefiyle hareket eden birimler olarak algılıyor olmasıdır.

Kendi pozisyonunu güçlendiren bir devlet, bunu diğerlerinin aleyhine gerçekleştirmektedir. Sıfır-toplamlı bir mücadele ortamında süreklileşmiş bir güvenlik rekabeti söz konusudur. Bu noktada Yapısal Realistler, devletlerin ne kadar gücü kontrol etmesi gerektiği ile ilgili bir ayrışma yaşamışlardır. Saldırgan Realistler, devletlerin daima güç kazanmak için çabalaması gerektiğini söylemekte ve güç maksimizasyonu ilkesiyle hareket eden devletlerin nihai hedefini hegemonya olarak görmektedirler. Çünkü hayatta kalmayı garanti altına almanın en iyi yolu budur (Mearsheimer, 2016: 90-91).

Uluslararası siyasetteki aktörlerin temel hedefinin güç maksimizasyonu olarak tespit edilmesi Klasik Realizm’de de var olan bir yaklaşımdır ancak bu konuda Saldırgan Realizm’in bir farklılığı vardır. Bilindiği gibi, güçlenme

169

arzusu Klasik Realizm’de insan doğasına içkin bir özellik ve kendi içinde bir amaç olarak görülmüştür. Saldırgan Realizm ise güç maksimizasyonunu devletlerin amaçlarını gerçekleştirmek ve diğer devletlere egemen olmak için araçsal bir mekanizma olarak değerlendirmektedir (Brooks, 1997: 461-462). Araçsal bir mekanizma olarak algılanan güç, aslında Saldırgan Realist perspektifte de kendi içinde bir amaçtır. Devletler, temelde güç azamileştiren birimler olarak görülmekte fakat güçlenme eğilimi insan doğasına değil, uluslararası sistemin anarşik yapısına bağlanmaktadır. Saldırgan Realizm, Klasik Realizm’den yapısalcı bir analiz yöntemini benimsemiş olması itibariyle ayrılmaktadır.

Stephen G. Brooks’a göre, Realizm’in bu şekilde iki kola ayrılması teorinin daimi olarak iki kampa bölünmesi anlamına gelmemelidir. İki yaklaşım arasındaki bir düelloyu andıran söz konusu ayrışma ancak ampirik olarak gözlemlenebilir ve hangi yaklaşımın varsayımlarının daha yararlı olduğuna da bu şekilde karar verilebilir (Brooks, 1997: 473). Saldırgan (Ofansif) Realizm, kimi zaman “Post-Klasik Realizm” terimi ile de tanımlanmaktadır. Uluslararası siyasetteki bir kriz veya çatışma durumunda olay Saldırgan Realizm ile analiz edildiğinde çatışmayı başlatan taraf açısından, Savunmacı Realizm ile analiz edildiğinde ise saldırgan politikalara cevap veren taraf açısından değerlendirilmektedir. Krizi başlatan taraf Saldırgan Realizm’in, düşmanca harekete maruz kalan taraf ise Savunmacı Realizm’in odak noktasında yer almaktadır (Pirinççi, 2013: 56).

Saldırgan Realizm’in dünya algısının Hobbesçu kültür ve anarşi mantığı üzerinden oluştuğu söylenebilir. Devlet davranışlarının açıklanmasında güç maksimizasyonu ilkesi temel alınmaktadır.