• Sonuç bulunamadı

3. BÖLÜM

4.4. Realist Teorinin Revizyonu ile Oluşan Diğer Teoriler

4.4.4. Hegemonik İstikrar Teorisi

Realizm’in gücü ve devamlılığı, esnekliğinden ve değişen uluslararası koşullara kendini uyarlayabilmesinden kaynaklanmaktadır. Belli bir özü olsa da, bünyesinde farklı yaklaşımları barındırabilen Realizm içinde farklı Realizmler mevcuttur. Ekonomik sorunların arttığı ve siyasi sorunlarla iç içe geçtiği 1970’lerde bazı Realistler Edward H. Carr’dan esinlenen ve ekonomik-

175

siyasi unsurları birlikte incelemenin önemini vurgulayan Realist geleneği yeniden keşfetmişlerdir. Realizm’i yeniden tanımlayarak yenileyen bu kesim, ekonomik ve siyasi faktörlerin bir arada ele alınması gerektiğini dile getirmiştir (Eralp, 2011: 160-161).

Bu görüşün en belirgin yansıması Robert Gilpin’in çalışmalarında görülmektedir. Güvenlik konuları yerine uluslararası ekonomik süreçleri incelemeye yönelen Gilpin, o dönem etkileri hızla artan çok uluslu şirketler, özellikle de ABD’nin çok uluslu şirketleri üzerine çalışmalar yapmıştır. Askeri gücün yanı sıra ekonomik gücün de uluslararası ilişkilerdeki artan önemine dikkat çeken Gilpin, uluslararası sistemde işbirliğinin artırılması ve liderliğe dair rızanın sağlanması için ekonomik ilişkilerin ve gücün önemini vurgulamıştır (Eralp, 2011: 161-162).

Liberal ve istikrarlı bir dünya ekonomik sisteminin yaratılması için hegemonik ulus-devletlerin önkoşul olduğunu ortaya koyan Gilpin, hegemonyayı ise rıza kavramı üzerinden tanımlamış ve uluslararası rızanın teşekkülü için çok uluslu şirketlerin uluslararası çapta kurdukları bağlantıların önemli rolü olduğunu belirtmiştir. Realizm’in özüne sadık kalan Gilpin için uluslararası istikrarın temel unsuru ulus-devletti ve dolayısıyla ABD hegemonyasıydı. ABD çok uluslu şirketlerinin faaliyetlerinin yaygınlaşması ve sermayenin uluslararasılaştırılması ABD dış politikası sayesinde mümkün olabilmekteydi. ABD çok uluslu şirketleri Pax Americana’ya muhtaçtı, tıpkı tarihte İngiltere’nin serbest ticaret sisteminin Pax Britanica’ya muhtaç olması gibi (Eralp, 2011: 162).

Gilpin, sermayenin uluslararasılaşması için ulus-devletlere ama özellikle hegemonik devletlere ihtiyaç olduğunu, siyasi aktörlerin bu hegemonik rolü olmadan ekonomik aktörlerin gelişemeyeceğini belirtmiştir. Uluslararası sistemde bir düzen olabilmesi için hegemonyanın önemini vurgulamış, düzen ile hegemonya arasında ilişki kurmuştur. Bu yaklaşım doğrultusunda zaman içinde Hegemonik İstikrar Teorisi geliştirilmiştir. Neo- Realizm kapsamında yer alan Hegemonik İstikrar Teorisi’ne göre, Liberal ve istikrarlı bir dünya ekonomik sisteminin oluşması için hegemonik ulus- devletlerin varlığı bir önkoşuldur. Hegemonyaların sarsıldığı dönemler istikrarsızlığa yol açmakta ancak, bu geçici istikrarsız dönemler zamanla

176

yeniden hegemonyaya dönüşmektedir. Böylece uluslararası sistemde devresel bir döngü olduğu öne sürülmektedir (Eralp, 2011: 162).

“War and Change in World Politics” adlı çalışmasında “Hegemonik İstikrar Teorisi”nin esaslarını ortaya koymaya çalışan Gilpin’e göre, uluslararası değişim hegemonik savaşlar yoluyla gerçekleşmektedir. Gilpin’in analizinde, değişim düzene doğru yol almaktadır; esas olan düzendir, değişim geçicidir. Düzen-değişim ilişkisi içinde hegemonya kavramı, uluslararası sistemin işleyişini açıklamak için kullanılan en önemli kavramlardan biri olmaktadır (Eralp, 2011: 162-163).

“Hegemonik İstikrar Teorisi, eksik olan uluslararası düzenin hegemon bir devlet tarafından sağlanması gerekliliğini savunur ve tarihsel koşullar ile ampirik verilerin de uluslararası sistemin ancak bir hegemon devletin varlığında istikrarlı olduğunu söyler. Teorinin dikkate alınması gereken en önemli özelliği, bu önermeyi kapitalist bir altyapı ve liberal bir düzen için yapıyor olmasıdır. Ancak bu teorinin kökenlerinin Realist ve Liberal teorilerden hangisine dayandığı konusu tartışmalıdır.” (Şöhret, 2013: 380). Aslında Realizm’in ve Liberalizm’in Hegemonik İstikrar Teorisi bağlamında yaptıkları değerlendirmeler birbirine çok benzemektedir.

“Hegemonik İstikrar Teorisi, Charles P. Kindleberger tarafından 1930’ların dünya ekonomik krizini açıklamak amacıyla geliştirilmiştir. Teori, 1929’da başlayan Büyük Bunalım’ın uzun sürmesinin nedenini uluslararası sistemde önde gelen hiçbir ülkenin sistemi istikrara kavuşturacak bir role soyunacak yetenekte ve istekte olmaması olarak açıklamaktadır. Bu dönemde hegemon olmaya Birleşik Krallık’ın gücü yetmemiş, Amerika Birleşik Devletleri de yeterli gücü olmasına rağmen bu rolü üstlenmek istememişti.” (Şöhret, 2013: 400).

Hegemonik İstikrar Teorisi’nin, Realist uluslararası ekonomi politik yaklaşım içinde olduğu kabul edilmektedir. Uluslararası sistemin sürdürülebilmesi için kurallar koyan ve bu kuralların işlemesini sağlayan bir hegemon güce ihtiyaç olduğunu öne süren Hegemonik İstikrar Teorisi’ne göre, dünya ekonomisinde bir düzen olabilmesi için hegemon bir gücün sistemi düzenlemesi gerekmektedir. Malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımda olduğu açık bir uluslararası ekonomi, bir başat gücün ya da hegemonik gücün sistemi istikrara kavuşturduğu, güçlü bir rejim kurduğu

177

durumlarda işleyebilmektedir. Teorinin savunucuları Charles Kindleberger, Stephen Krasner ve Robert Keohane’dir (Şöhret, 2013: 380).

“İlk olarak Charles Kindleberger -liderlik ve sorumluluk kavramlarını kullanmaktadır- tarafından ortaya konulan Hegemonik İstikrar Teorisi’ne göre açık ve liberal bir dünya ekonomisi hegemonik ya da hâkim bir gücün varlığını gerektirmektedir…. Hegemon, liberal ekonomik düzenin kural ve normlarının inşası ve sürdürülmesi yeterliliğine sahip olduğu gibi buna istek de duymaktadır; hegemonun düşüşüyle liberal ekonomik düzen büyük ölçüde zayıflayacaktır.” (Gilpin, 2012: 95).

Charles Kindleberger’e göre, “dünya ekonomisinin istikrarı, bu istikrarı temin edecek bir güce ihtiyaç duymaktadır.” (Aktaran Gilpin, 2012: 97).

Hegemonik İstikrar Teorisi, egemen bir gücün yokluğunda uluslararası ekonominin varlığını ve işlevselliğini sorgulamamaktadır çünkü uluslararası ekonomiler tarih boyunca belirli biçimlerde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Ancak, teori Liberal bir uluslararası ekonomik düzenin egemen bir güç var olmadıkça büyüyemeyeceğini ve kendi gelişimine tam anlamıyla ulaşamayacağını öne sürmektedir (Gilpin, 2012: 96).

Hegemonik liderliğin meşruiyeti diğer devletlerin kabulüne bağlıdır. Teori ideolojik bir uzlaşmayı ya da Antonio Gramsci’nin “ideolojik hegemonya” dediği olguyu öngörmektedir. Bununla birlikte, Liberal piyasa sisteminin ortaya çıkışında ve gelişiminde üç önkoşul -hegemon, Liberal ideoloji ve ortak çıkarlar- mevcut olmak zorundadır. Hegemon devlet, hegemonik pozisyona istekli olmalı ve bu pozisyon diğer devletlerin de çıkarına olmalıdır (Gilpin, 2012: 96-97).

“Hegemonik İstikrar Teorisi’nin çekiciliği, hegemon olarak adlandırılan gücün hâkimiyetinin sömürüden çok ‘liderliği’ yansıtabileceğini göstermesindedir. Bu nedenle her ne kadar hegemon gücün askeri, ekonomik ve siyasi baskı unsurlarına yeterince sahip olmasına ve bunları kullanma kapasitesine sahip olmasına rağmen temelde uluslararası sistemi koruma ve gözetmesine diğer devletlerin rıza göstermesine bağlıdır.” (Şöhret, 2013: 411).

“Teori, uluslararası rejimi yaratacak ve idare edecek bir egemen gücün yokluğunda uluslararası ekonominin istikrarsızlaşacağını önermektedir; zira böyle bir durumda liberalizm ve serbest ticaret ekonomik milliyetçiliğin

178

güçlerine yol verecektir. Bunun yanında, hegemonun büyümesi ve dinamizmi piyasa sisteminin faydalarına hizmet ederken, sistemin geri kalanı için bir büyüme motoru teşkil edecektir; hegemonun ithalatları diğer ekonomilerin büyümesini canlandırırken, yapacağı yatırımlar da büyüme için gerekli finansı sağlayacaktır. Teknoloji transferi ve bilgi yayılımı süreçleriyle de gelişmekte olan ekonomilere sanayileşme ve ekonomik kalkınmada ihtiyaç duydukları teknolojiyi ve teknik uzmanlığı sağlayacaktır. Egemen gücün ekonomik büyümenin küresel sürecindeki bu rolü, sistemi bir arada tutan çimento niteliğindedir; bu büyüme düştüğü zaman, merkezkaç güçler artan şekilde kendilerini ortaya koyacaklardır.” (Gilpin, 2012: 99-100).

“Eğer diğer devletler hegemonun faaliyetlerinin sadece ona hizmet etmeye başladığına ve kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarıyla çatıştığını düşünmeye başlarlarsa, hegemonik sistem büyük ölçüde zayıflayacaktır. Yine egemen gücün vatandaşları diğer devletlerin ihanet ettiğine inanırlarsa ya da liderliğin maliyeti algılanan yararları aşarsa sistem kötüleşecektir. Böyle durumlarda, güçlü gruplar sistemin devamı için kendi çıkarlarını geri plana koyma noktasında isteksiz olurlar.” (Gilpin, 2012: 97).

Hegemonik İstikrar Teorisi; Realist, Liberal ve Tarihsel Yapısalcı perspektifleri kullanan teorik bir çerçeve olarak dünya ekonomisinin tek bir devletin hegemonyası altında iktisadi istikrara kavuşacağı düşüncesini temel almaktadır. Realist uluslararası ekonomi politik yaklaşım içinde sayılan bu teoriye göre, dünya sistemine dâhil olan ülkeler arasındaki koordinasyon, hegemonik devletin önderliğinde işlemelidir. Hegemonik devletin bu pozisyonuna yönelik karşı duruşlar ortaya çıkarsa, söz konusu devlet zorla da olsa bu karşı duruşları tersine çevirecek güç ve yeteneğe sahip olabilmelidir (Şöhret, 2013: 402-403).

Robert Gilpin’e göre, istikrarlı bir Liberal uluslararası düzenin hegemon bir güç olmadan ve işbirliği ile kurulması aslında mümkündür ama bu, tarihte hiçbir zaman söz konusu olmamıştır (Gilpin, 2001: 93).

Hegemonik İstikrar Teorisi’nin en ayrıntılı ve sistematik incelemesi bir iktisat tarihçisi olan Barry Eichengreen tarafından yapılmış, teoriye en güçlü destek de yine iktisatçılardan gelmiştir. Robert Mundell, Robert Baldwin, Bruno Frey ve Mancur Olson gibi iktisatçılar Hegemonik İstikrar Teorisi’nin geçerliliğini desteklemişlerdir. 19. yüzyılda Büyük Britanya’nın ve İkinci

179

Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin uluslararası para sistemindeki rolünü inceleyen Barry Eichengreen, bu iki ülkenin söz konusu dönemlerde uluslararası işbirliğini teşvik ederek çok önemli bir etkide bulunduklarını tespit etmiştir. Ona göre, bir hegemon güç olmadan ticari ve parasal konularda uluslararası işbirliğinin sağlanması imkânsız değilse de, son derece zordur (Gilpin, 2001: 94-95-96).

Hegemonik İstikrar Teorisi’nin Uluslararası İlişkiler’de Güç Dengesi Teorisi’nin tamamen karşıtı olan bir teori olduğunu söylemek mümkündür (Şöhret, 2013: 384). Düzen ve istikrarı temel alan, değişimi ise hegemonik savaşlara bağlayan Robert Gilpin, “Hegemonik Savaş Teorisi” başlıklı makalesinde ise daha çok, değişimi sağlayan hegemonik savaşlar konusunda bir incelemede bulunmuştur. “Hegemonik Savaş Teorisi” başlıklı makalesi ile Robert Gilpin, Hegemonik İstikrar Teorisi’ni tamamlamak ve bu teorideki hegemonik değişim ve savaş konusunu daha detaylı bir tarihsel analize tabi tutmak istemiştir.

Hegemonik savaş olgusunun tarihsel bir analizini yapmayı deneyen Gilpin’e göre, Hegemonik Savaş Teorisi, uluslararası sistemin belirli bir yapısından doğan ve o yapıyı değiştiren savaşlardan bahsetmektedir (Gilpin, 2013: 425).

Hegemonik savaş bir hastalık gibi fark edilebilen semptomlar göstermektedir. İlk aşamada, devletlerin hiyerarşik biçimde sıralandığı göreceli istikrarlı bir uluslararası sistem söz konusudur. Zamanla ikincil bir devlet yükselişe geçmekte ve hegemonik devletle çatışmaya girmektedir. İki devlet arasındaki mücadele sistemin kutuplaşmasına, önlenemez bir krize ve nihayetinde hegemonik bir savaşa yol açmaktadır. Sonuçta, bir tarafın lehine neticelenen savaş ile yeni bir güç dağılımı ve uluslararası sistem kurulmaktadır (Gilpin, 2013: 426).

Robert Gilpin’in yaklaşımına göre, uluslararası ekonomik sistemin hegemon bir gücün varlığında istikrara kavuştuğu ve gelişebildiği varsayılmış, hegemonyanın bir unsuru ise Gramşiyan anlamda rıza olgusu olarak kabul edilmiştir. Liberal bir uluslararası iktisadi düzen, hegemonik istikrar koşulları altında gelişim yaşamakta, bu hegemonik düzenin değişimi ise büyük ya da hegemonik savaşlar yoluyla olmaktadır. Robert Gilpin, iktisadi meselelerin siyasi ve askeri konularla birlikte düşünüldüğü Realist bir mantaliteye sahiptir.

180

5. BÖLÜM

21. YÜZYILDA REALİZM’İN PARADİGMATİK KONUMU VE SORUNLARI

Edward Carr, Hans Morgentahu ve Reinhold Niebuhr gibi öncü teorisyenlerin ürettiği düşünceler ile Uluslararası İlişkiler disiplininde bir teori olarak konumlanan Klasik Realizm, gelişim süreci içerisinde çeşitli tartışmaların tarafı olmuş ve birçok eleştiri almıştır. Aldığı haklı eleştiriler, Realistlerce de anlaşılmış ve teorinin revize edilmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bunun bir sonucu olarak 1970’lerin sonunda Klasik Realizm revize edilmiş ve Kenneth Waltz’un öncülüğünde yeni bir teori, Neo-Realizm oluşmuştur.

Zamanla Neo-Realizm de birçok eleştiriye maruz kalmış ve özellikle küreselleşme sürecinde 21. yüzyıl dünya siyasetini açıklamakta yetersiz kalmıştır. Genel olarak Realist paradigmanın Soğuk Savaş’ın sona ermesini öngörememesi ve sona erme nedenlerini de açıklayamaması bizzat paradigmaya içkin bir yetersizlik olarak değerlendirilmiştir ki Neo-Klasik Realizm’in kuramsallaştırılması da bu nedenledir.

Aldığı güçlü eleştirilerin yanı sıra küreselleşme süreci de Realist paradigmanın 21. yüzyıl dünya siyasetini analiz etmedeki yetersizlikleri konusunda bir hayli önemlidir. Zira yaşanmakta olan bir realite olarak küreselleşme, dünyanın geçmiş dönemlerinden oldukça farklı ve karmaşık bir süreçtir ve bu süreç, Realist paradigmanın yetersizliklerinin sadece eleştiri aldığı konularda değil ama aynı zamanda dünya siyasetindeki gerçekliklerden de kaynaklandığını göstermektedir. Eleştirel Dönem’de aldığı eleştirilerin yanı sıra Realist paradigma, küreselleşme realitesini de tam olarak açıklayamadığı için, artık dünya siyasetinin analizinde yetersiz kalmış bir paradigmadır.