• Sonuç bulunamadı

HALK EDEBİYATI

4.1. ANAMUR HALK EDEBİYATI NESRİ 1. Masal

4.1.4. Halk Hikâyesi

4.1.4.3. Tuna ile Suna Hikâyesi

Bu diyarın toprağı bir başkadır. Bahar geldi mi insanı yaylalara, kış geldi mi de sahile çeker. Konargöçerler, ot biten yerlere doğru, akın akın giderler. Göçülen yerler bir müddet ıssız kalır. Yeni göç vakti gelip obalar konunca yeniden şenlenir, dağa, taşa ses gelir. At kişnemeleri, eşek anırmaları, deve bozu lamaları, oğlak melemeleri, kuzu sesleri, köpek havlamaları dağlarda yankılanır.

Böyle bir baharda, yaylalar diyarına develer yüklenmiş, ala kilimler üzerine atılmış, kuzular, koyunlar öne katılmış, Yörük delikanlıları at sırtında, yollara

düşülmüştür. Birçok yerde konaklamalardan sonra, bundan tam üç yüz yıl önce, Yörüklere bahşiş olarak verilmiş Barcın yaylasına varılmıştır.

Yayla hayatı sürüp giderken sevdalar da bir yandan alevlenmeye başlar. Bir düğün olacağı vakit kızlı, oğlanlı dibek başına toplanılır, düğüne keşkeklik darılar, buğdaylar dövülür. İşte bu esnada birbirini gören Yörük delikanlıları, güzelleri tanışıp, karşılıklı göz koyar.

Dibek başında tutuşan gönüller, bir gün gelip davulların çalınıp, oyunların oynanacağı, düğün gününün kendileri için de gelmesini beklemeye koyulur.

Bir yaz ki ne yaz! Mehmet Tuna’nın gönlünde aşk yelleri esmektedir. Sevgi tomurcukları al al çiçek açmaya başlamıştır. Gerce Köyü’nden bir kıza tutulmuştur.

Mah yüzlü kızın adı Selvinaz’dır. Selvi boyludur, biraz da nazlıdır ama Mehmet’in sevgisi karşısında naz edememektedir. Gün geçtikçe gönlüne düşen ateş onu alev alev yakmakta, buram buram terletmekte ve geceleri uykusuz bırakmaktadır.

Mehmet, sever de onun aşkı hiç karşılıksız kalır mı? Selvinaz’ın gönlü de aşk ateşi ile tutuşmakta, sevdiğine kavuşacağı, Mehmet’in kendisine, “Alyanaklı, sürmeli gözlü, dal boylu, tokucak beliklim.” diyeceği günleri beklemektedir artık.

Yaz ortalarında beklenen gün gelir. Mehmet kız evine düğürcü gönderir. Yürük obasının büyükleri kendi aralarında anlaşarak iki gencin birbirine nişan edilmesine karar verirler. Nişanlarını yaparlar. O yaz bu aşk hikâyesi dillerde dolaşır, tenhelerde söylenir.

İki gencin aşkları mutlu sona doğru gitmektedir. Çobandı, sürüydü, ottu, otlaktı derken beklenen mevsim gelip çatmıştır. Sahillere, yaz başında kalkıp gelinen yerlere dönüş zamanı gelmiştir. Obalar peş peşe sahillere dökülür.

Mehmet’in nişanlısı da kendilerinden önce sahile göçmüştür. Mehmet için hasret günleri başlamıştır. Bu hasret kış boyunca da devam edecektir. Çünkü Mehmet bir gurup arkadaşıyla birlikte, Davırdas köyündeki medreseye talebe olmuştur. Orada ilim tahsil edecektir. İlim tahsil etmeye eder ama gönül hep uzaklarda sevdiğindedir…

Medrese hocası, Fil Ahmet lakabıyla anılan çok ünlü bir hocadır. Yörükler arasında efsaneleştirilmiş, hikâyeleri bire bin katılarak anlatılmaktadır. Fil Ahmet’in oğlu, düşmanları tarafından kurşunlanarak öldürülmüştür. Bunun üzerine hoca “Karhan”

kitabıyla on beş günde düşmanını yatağa düşürmüş ve sonunda onu öldürmüştür.

Karısına, oğlu öldürüldüğü zaman şöyle söylediği de anlatılmaktadır:

“— Ne ağlan Emine?

Gel her ne derdin var ise;

Fil Ahmet'e söyle.

Canı Mevlam kıyar mıydı, Fil Ahmet'in oğluna?

Domdom kurşunu atmışlar, Kara domuz niyetine, Gel gel Emine, Her ne derdin var ise;

Fil Ahmet'e söyle.”

Acı kader o günlerde Fil Ahmet’e çektirdiği evlat acısını, talebesi Tuna Molla Mehmet’e, sevgili acısı olarak çektirmektedir. Yüreğinin ta derinliklerini inim inim inleten, cümle bildik tabiplerde ilacı olmayan bir şifasız derttir bu.

Kötü bir haber gelmiştir. Gercebahşiş köyünden; Mırcı adında bir kişinin oğlunun arası başka bir aileden bir kızla açılmıştır. İki sevgili aralarında tartışmışlardır.

Havva, onu reddetmiştir. Mırcı’nın oğlu da Havva’ya; “Bana yâr olmayanı, başkalarına yâr etmem, seni öldürürüm.” demiştir. Mırcı’nın oğlu öyle bir hırsa kapılmıştır ki mutlaka Havva’yı vuracaktır. Bir gün, Havva yoldan geçerken evlerinin penceresinden, dolma çifte tüfeğini uzatır. Kurşunları peş peşe atar. "Grav… Grav."

Eyvahlar olsun. Kötü bir kaza olmuştur. Ateş ettiği Havva'dır ama isabeti alan oradan geçmekte olan Mehmet'in sevdiğidir, Selvinaz’dır. Mırcı’nın oğlu kendi sevdiğini değil Mehmet’in sevdiğini vurmuştur. Kanlar içerisinde yerlere cansız olarak uzanıverir Selvinaz. Kendisini vuran ise gerçekte kardeş oğludur. Yakın akrabasıdır.

Acı haber tez duyulur. Sevgili ölür de, canan ölür de, canın haberi olmaz mı?

Yüreğinden yaralanmıştır Mehmet. İnsafsız kurşun onun yüreğine çakılmıştır sanki yüreği derinden derinden kanar.

Acı haberi alan Mehmet şok geçirir. Çaresizlik içinde kıvranır. Ağlar, sızlar, feryat eder. Sevgiliye olan duyguları izahta nutku tutulur, derdini açamaz, söyleyemez, dili sanki lâl olmuştur. Onun bu üzüntüsünü en iyi yine hocası Fil Ahmet anlar. Çünkü sevgili acısının bir benzerini kendisi evlat acısı olarak yaşamıştır. Sarıveliler ilçesinden

olan Fil Ahmet, bütün ihtişamı ile şairliğini konuşturur. Acıyı kendisi çekiyormuşçasına, duygulanır. Tuna Molla Mehmet'inin eline bir destan yazıp verir.

Tuna Molla Mehmet bu destanı kendine avuncak yapar. Yıllarca dilinde türkü olur. Teselliyi bu türküde bulur. O günden bugüne dillerde âşıkların hikâyesi anlatıla gelir. K.K.:21, K.K.:16

Tuna’m ben vuruldum yapış elimden.

Çöz önceği kan olmasın, belimden.

Ben kalmışım sen de kalma yolundan, Gül iken solduran Tuna’m ağlasın.

Ecel oku geldi cana dayandı, Turunç memem al kanlara boyandı Bu ölüme Tuna’m nasıl dayandı?

Gülün koklamayan Tuna’m ağlasın.

Yalan dünya senden uzak kalmadım, Gelin olup koşun ata binmedim.

Senimle bir gün mihman olmadım, Gülünü yitiren Tuna’m ağlasın.

Gümüş kemerimi çözün belimden, Ben vuruldum; Tuna’m, sen tut elimden.

Al kanlarım aktı beyaz tenimden, Sayıp selamım Tuna’m ağlasın.

Kınalı parmakta yüzük kaş idin.

Güzeller içinde gayet kişiydin.

Yörük kızlarının deste baş idin.

Sayıp selamım Tuna’m ağlasın.

Bu nasıl iştir ağalar beyler,

Sevdiceğim Tuna’m ah çekip ağlar,

Göçülen aştım, sineni dağlar, Sayıp selamım Tuna’m ağlasın.

Tuna’m varsın hocasına okusun.

Garip bülbül gül dalında şakısın, Gelin anam al astarı dokusun, El yerine baksın dursun, ağlasın.

Acı merhem, tatlı merhem düzmeyin, Yaram derin düğmeleri çözmeyin, Mezarımı yoldan uzak kazmayın, Yâr gelip geçtikçe baksın ağlasın.

Sürünün önünde sürmeli koçlar, Akranım kızlar salınır saçlar, Zeyve deresine inince göçler, Göç çekip geçtiğim yollar ağlasın.

Barçın yaylasının güzel kuşuydum, Gümüş feslerin inci taşıydım, Aşiret kızlarının deste başıydım, Seven akranlarım ansın ağlasın.

Sarı yaylam yaylayamadım kar iken.

Palazını avlayamadım tor iken, Bu cihanda acı ölüm var iken, Geride kalanlar yansın ağlasın.

Ne serin yayladır şu bizim yayla.

Soğuk subaşında var gönül eyle, Bu sevgi, muhabbet kalırsa böyle, Yiğit Tuna’m, güzün dönsün ağlasın.

Al fistanı anam dokusun, Has bahçede bülbüller şakısın.

Verin mektubumu Tuna’m okusun, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Eline almış kırmızı lökünü.

Üstüne vurmuş hesapsız yükünü, Dolanıp gider Ermenek bükünü, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Nedir ağalar beyler hele de bunlar, Göç çekip açtın dumanlı, karlı dağlar, Ah etsin gözünden içtiğim yosunlu muarlar, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Çeşmeler başında altın tas mısın?

Aşiret kızlarının deste başı mısın?

Al kınalı parmakta yüzük, elmas kaş mısın?

Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Meyvem bitmeden, yaprağım düştü, Yüklendi kervanım amanın göçtü.

Zeyve boğazını az öte geçti,

Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Konduğum konaklar gelemem gayrı, Ben bu dertlere derman bulamam gayrı, Sevdiceğim Tuna’m ah çekip ağlasın gayrı, Hasret mahşere kaldı den ahbaplar.

Yansın kavrulsun da Anamur çalı, Savrulsun göklere külü dumanı, Adını sevdiğimde Kervan alanı, Gök öncekli Bahşiş kızı geçti mi?

Doku hey sevdiğim kilimler doku, Erkenden yüklemiş, Selvinaz yükü, Sana derim sana Zeyve’nin bükü, Gök öncekli Bahşiş kızı geçti mi?

Sevdiğimin çekip gider obası, Gençken de vermiş idi babası.

Kurban olam Ortaköy’ün ağası, Top kâküllü Bahşiş kızı geçti mi?

Havayadır deli gönül havayı, Alıcı kuşlar yüksek yapar yuvayı.

Bahşiş kızı katarlamış mayayı, Çeke çeke yaylasına geçti mi?

Nehiridir kara gözlüm nehiri, Elinden içeydim bir tas zehiri, Ey sevdiğim Ermenek’in nehiri, KebenindenYörük kızı geçti mi?

Fil Ahmet yazdı bunları yegâne, El değmedik teni boyandı kane.

Ah edip ağladık hep yane yahe.

Göç çekip de bu dağlardan geçti mi?

80–90 yıl önce Anamur'a yerleşik olan Bahşiş Yörükleri, yaylaya göçmeden önce göç katarının önünde bulunan başına başlığı takılmış, süslü, heybetli, “Beserek”

devesini çekmek için yörenin en güzel Yörük kızını seçerlermiş. Bu en güzel kız, o yılın

yaylagüzeli olurmuş. İşte Hasret Türküsü son seçilen yaylagüzeli Suna'nın (Selvinaz, Mümine) aynı köyden Tuna'ya ait aşkını, Tuna'nın Suna'ya kavuşamamasını, acıyı anlatır. O dönemlerde Sarıveliler'de yaşayan “Fil Ahmet” adlı halk ozanının Tuna'nın derdine derman olmak için yazdığı Suna ve Tuna türküsü dillerden dile dolaşır. K.K.:16, K.K.:17