• Sonuç bulunamadı

HALK EDEBİYATI

B. İncili Çavuş

4.1.5.1.2. Özel Adlarla Anılmayıp Toplumun Bir Zümresini Temsil Eden Kişiler

Türk fıkraları, temsil ettikleri anlayış ve davranışlarla tiplerine göre gruplanabilir. Bektaşi, Tahtacı, Yörük gibi tiplerle, Karadenizli, Kayserili, Anamurlu gibi kendi bölgelerinde tanınmış yerel fıkra tipleri vardır.

Anamur’da, “Anamurlu” fıkraları sıkça anlatılır. Çizilen tiplerde alıklıkla akıllılık, zenginlik ile fakirlik, bilgililikle cahillik, güzellikle çirkinlik çatışması beraber işlenir. Fıkralarda, Anamur ile ilgili yer adları, bazı inanışlar, dil özellikleri, ast üst ilişkileri, yörenin iklimi ve yetiştirilen ürünler yer alır. Yörede anlatılan “Anamurlu”

fıkralarının, bazı Karadeniz fıkrarıyla benzerliği dikkat çekicidir:

a. Horolop

Dağ köylerinden biri, eşeğine biner Anamur’a gelir. Yolda geçerken portakal bahçelerini görür. Dönüşte koparıp yemeyi aklına koyar. Çarşıda işlerini halleder.

Dönüşünde hava kararmıştır. Ağaçların başına gelir, üç- dört tane koparır, heybesine koyar. Bıçağını çıkarıp, meyvelerini soymaya başlar. Dilimlerden birini koparıp ağzına atar. Ağzına attığı dilim o kadar ekşidir ki ağzını burar. Ne yapacağını şaşırır. Kızar ve şöyle der: “Ülen sizin benzerleriniz Avrupa’ya gitti, horolop (oralet) oldu geldi. Siz hâlâ şarap gibi durursunuz.”

Meğerse bizimki portakal diye karanlık olduğu için bilmeyerek turunç ağacından meyveleri koparmış. K.K.:8

b. Boncuklu Suyu

Anamur’a yeni gelen kaymakamlardan biri, ilginç bir hikâye duyar.

Boncuklu diye bir su olduğunu, bu suyu içen kişilerde normal olmayan davranışlar

başladığını duyar. Bu hikâyenin aslı olup olmadığını şoförüne sorar. Şoför, bu konuyu duyduğunu ancak, gerçekten böyle bir tesiri olup olmadığını bilmediğini söyler.

Bir gün köy ziyaretleri sırasında Boncuklu suyunun yanından geçerler.

Kaymakam ne olur ne olmaz düşüncesiyle şoförüne “Git bakalım, şu sudan bir iç” der.

Şoförü sudan kana kana içer ve geri döner. Kaymakam, herhangi bir şey olmadığını düşünerek: “Bana da bir bardak su getirsene.” der. Şoför kaymakamın yüzüne bakar ve der ki: “İniver de kendin iç.” K.K.:1, K.K.:21, K.K.:17

c. Islanmak

İki Anamurlu Taş köprü yolundan köylerine doğru yol almaktadırlar. Hava bozar. Yağmur yağmaya başlar. Bereket birinin yanında şemsiye vardır. Şemsiyeyi açar.

Arkadaşını da şemsiyenin altına alır. Islanmadan beraberce yağmurda yol alırlar.

Evlerine ulaşırlar. Üç beş gün sonra bu iki arkadaş çarşıda karşılaşırlar. Şemsiyesi olup yağmurda açan der ki: “O gün benim şemsiye olmasa amma da ıslanacaktın.” “Doğru”

der diğeri.

Birkaç gün içinde yine karşılaşırlar. Aynı muhabbet tekrar gündeme gelir.

Yanlarında üç beş kişi de vardır. “O gün benim şemsiye olmasa amma da ıslanacaktın.”

Diğeri bozulur, ama bir şey söylemez. Bir diğer karşılaşmalarında olay yine gündeme getirilir. Bizimki durmadan şemsiyeyi hatırlatıp durmasına bozulur. Bir gün taş köprüde bizim iki kafadar karşılaşırlar.

Şemsiyesi olup, diğerini ıslanmaktan kurtaran yine söze başlar: “O gün benim şemsiye olmasa amma da ıslanacaktın.” der.

Diğer köylü hiç sesini çıkarmadan Taş köprünün yan duvarı üzerine çıkar. Aşağıdaki derin suya (büğede) atlar. Sırılsıklam olur. Yüzüp çıkar. Diğerinin yanına gelir ve ona der ki: “Ulan senin şemsiye olmasaydı, bundan da mı çok ıslanacaktım?” K.K.:9

ç. Öküzler

Anamur’lu bir çiftçinin öküzleri Kıbrıs’ta bir mısır tarlasına dadanmış. Çiftten boşandıkları zaman doğru denize girer Anamur’dan yüze yüze Kıbrıs’a mısır otlamaya giderlermiş. Tarla sahibi, Anamur’lu komşusunun ahbabı olduğu için öküzlerle Anamur’a bir mektup yollamış. Mektupta, öküzlerine sahip olmasını, yoksa tarlasında mısır kalmayacağını yazmış. Anamurlu buna aldırmamış. Öküzler yine acıkınca doğruca denize gitmiş. Kıbrıslı kardeş bakmış ki olmayacak, öküzleri de kendisinin öldürmesi doğru değil; hayvanların boğazına birer dipsiz şişe geçirmiş ve denize

salıvermiş. Deniz suyu öküzleri şişirmiş ve davul gibi yapmış. Dalgalar da sahile atıvermiş. K.K.:39

d. İki Yalancı

Meşhur iki yalancı varımış, ikisi de biri birini heç görmemiş. Mersin’deki yalancı demiş ki:

“Anamur’daki yalancıyı ziyaret etsem olacak ya.”

Anamur’daki Mersin’e, Mersin’deki Anamur’a hareket etmiş. Yarangediği’nin başında buluşmuşlar:

“Merhaba argadaş.”

“Merhaba.”

“Nerden gelip nere giden argadaş?”

“Argadaş Mersin’den gelirin, Anamur’a giderin.”

“Sen nerden gelin argadaş.”

“Ben de Mersin’de bir yalancı varımış, onu ziyarete gederin.”

Orda ikisi tokalaşıp otururlar cigara yakarlar:

“Ee….ne var, ne çok argadaş”der Anamur’lu Mersinliye:

“Ülen argadaş bizim memleketde bu sene öyle böyük pancar bitti k, otuz iki gişi üç aydır pancar çapalar bir tüllü bir pancarı çapalayıp bitiremediler.”der Mersinli. Bu sefer Anamurlu gonuşur:

“Ülen argadaş bizim memleketde millet öyle azdı ki, argadaş atmışaltı gişi altı aydır bir tava yapalar, hâlâ bitiremediler.”

“Öyle böyük tava mı olur argadaş?”

“Ülen öyle böyük tava olmasa sizin böyük pancar nerde bişecek.”

Mersinli:

“Çak beşi argadaş.”der. K.K.:39

Anamur deyince ilkin Yörük kültürü akla gelir. Anamur fıkralarında Yörük tipi, çevik zeki, tabiat şartlarına alışık bir tip olarak işlenir. Yörükler, yerleşim alanlarından uzakta yaşarlar. Ananelerine bağlıdırlar. Yerleşik düzene geçenlere göre, biraz geridirler. Din duyguları, yaşam şartlarından dolayı zayıftır. Bu yönüyle, fıkralara konu olur.

e. Keş mi? Daş mı?

Ermenekli’nin biri ile yörüğün biri iddiaya girişmişler Anamur’dan, Ermenek’e kadar koşarak gidecekler. Yörük, Anamur’da sıcağı yiyince tabi biraz geri düşmüş, Ermenekli seğirderek varmış getmiş. Yörük, vara vara Ermenek çayının oraya varmış.

Ermenekli diğelmiş çayın içinde ala bir şey var ona bakar:

“Daş mı? Keş mi?” dermiş.

Yörük yanından yürümüş geçmiş getmiş. Ermenekli bir süre sonra Ermenek’e varmış, yörüğü bulmuş:

“Daşımış be.”demiş. K.K.:21, K.K.:39, K.K.:40 f. İş İnada Bindi

Ömründe hiç teravih namazı kılmamış olan bir yörük, bir gün caminin önünden geçerken, cemaatten birisi:

-Namaz vakti nereye gidiyorsun? demiş. Yörük:

-İlerde mallarım var. Oğlan başlarında biran evvel gitmem gerek.

-Sen Müslüman değil misin? Teravih namazı vakti ezanı duymazdan gelirsin?

-"Bari şu namazı kılayım da öyle gideyim." diyerek camiye girmiş. Gelgelelim, aklı dışarıda, hayvanlarında. Üç beş rekât namaz kılmış, Teravih uzun, imam daha da uzun süreler okuyor, bakmış, biteceği yok. Dışarı çıkıp oğluna seslenmiş:

-Oğlum, hayvanlara mukayyet ol. İmamla iş inada bindi! K.K.:36

Anamur’da anlatılan bazı fıkralarda “Yahudi” tiplemesi karşımıza çıkar. Bu tipleme, uyanıklık, paraya düşkünlük, hazır cevaplık, ile birlikte işlenir. Yahudilerin az para harcama özelliklerine gönderme yapan bu fıkralarda, ayrıca geçmişte yapılan haksızlıklara serzenişler de yer alır. Fıkralarda Yahudiler, tüccar ve zengin tiplemesiyle karşımıza çıkar.

g. Yahudi

Bir karı koca, ev sahibine gelirler ve kiralık katı bir yıllığına istediklerini belirtirler:

-Öyle mi ? Peki adınız ne?

-Adım Levi.

-Levi mi? Yok kardeşim benim kiralayacak katım yok.

-Nedenmiş o?

-Ben Yahudiye ev vermem

-Ama ben yahudi değilim ki. Katoliğim.

-Katolik mi ama nasıl olur?

-Bayağı olur, ben de sizin gibi her Pazar kiliseye giderim.

-Sahi mi? Peki kilisenin dibinde ne vardır.

-Çarmıha gerilmiş İsa.

-Yaşa be. Peki İsa nerede doğmuş.

-Bir ağılda.

-Hımm. Neden ağılda doğdu peki.

-Neden mi? Çok basit. O zamanlarda Yahudilere ev vermeyen sizin gibi budalalar vardı. O yüzden. K.K.:36, K.K.:21, K.K.:39

h. Yahudi’yle Kayserili

Yahudinin biri antikacılık yaparmış. Yolu Kayseri’ye uğrar. Bakmış ufak bir çocuğun parmağında bir yüzük var.

“Ben bunu çöcukdan çaparın.”demiş:

“Oğlum sen bana bu yüzü satan mı?

“Yok amca gıymeti ne bunun da ben sana bedava veririn.”

“Daşın başına çık, eşek gibi üç sefer anır.” Yahudi üç sefer anırır.

“Nasıl oğlum.”

“Tamam amca.” Yahudi elini uzatmış.

“Ver tamam yüzüğü.”demiş.

“Ülen amca. Sen bir eşek olarak bu yüzüğün gıymetini biliyon da, ben bir Gayserili olarak değerini bilmeyecekmiyin.” K.K.:37

ı . Bektaşi

Bektaşi fıkraları, mistik anlayışa göre oluşan fıkralardır. Fıkralarda, Allah’la senli benli, adeta ona çıkışan bir arkadaş üslubuyla konuşan, eğitimsiz bir köylü kimliğiyle karşımıza çıkan bir tip karşımıza çıkar. Alevi-Bektaşi kültüründe var olan Allah’tan korkmak değil de Allah’ı sevmek ilkesiyle Allah’la içten, yakın, hatta kavga edecek kadar cesur bir biçimde konuşma üslubu Bektaşi fıkralarının en belirgin özelliğidir. Fıkraların odağında, sünni inanışa sahip olan insanlarla Alevi-Bektaşi inanışa sahip insanlar arasındaki inanç kaynaklı sevimli bazı zıtlıklardan doğan ince nükteler yer alır. Bektaşilere göre, Allah’a karşı bu cüretkârlık bir saygısızlık üslubu değil, içtenlik göstergesidir:

i. Napalım?

Bektaşi’nin birisi caminin önünden geçerken girip namazımı kılayım demiş.

Namazı kılmışlar iş duaya gelmiş. Dua ediyorlar. Bektaşi “Allah’ım bana içki parası ver.” diye dua etmiş. Hoca: “Yaşından başından utan, burada herkes iman isterken sen içki parası istiyorsun” demiş. Bektaşi “E napalım demek ki onların içinde iman yok iman istiyorlar, benim de param yok para istiyorum” demiş. K.K.:37

j. Altı Üstünden İyidir

Adamın biri, sohbetlerinde gündelik yaşamdaki olumsuzluklardan örnekler vererek:

-Böyle giderse kıyamet kopacak, dünyanın altı üstüne gelecek.”diyerek hiç durmadan çevresindeki insanları karamsarlığa itiyormuş. Bu konuşmalardan birisini duyan Bektaşi dayanamayıp cevap vermiş:

-Gelsin imanım demiş, şu dünyanın haline bak, belki altı üstünden iyidir.

K.K.:37

k. Camide Vaaz

Bektaşi’nin yolu camiye düşmüştür. Cami imamı o gün ki vaazında içkinin kötülüklerinden bahsetmektedir. Cami imamı uzun bir vaazdan sonra cemaate birde örnek verir:

-Ey cemaat eşeğin önüne bir kova su, bir kova da rakı koyun hangisini içer? diye sorar. Bektaşi elini kaldırarak cami imamının sorusunu yanıtlar:

-Hocam suyu içer.

İmam:

-Tabi ki suyu içer, peki neden suyu içer? diye sorunca, Bektaşi cevaplar:

-Neden olacak hocam, eşekliğinden! K.K.:37 l. Halim yok

Sohbet sırasında Bektaşi’ye sormuşlar:

-Baba Erenler niçin oruç tutmazsın? Bektaşi’de mazeret hazırdır:

-Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok. Bektaşi’yi zorda bırakmak için bir soru daha sorarlar:

-İftara çağırsalar gider misin?

-Doğrusu ne yapar eder giderim. Bektaşi’nin bu cevabına itirazlarını bildirirler:

-Bu nasıl olur? Allah’ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetini kaçırmıyorsun! Bektaşi’nin cevabı hazırdır:

-Bunda şaşılacak ne var? Bilirsiniz ki Cenabı Hakk merhametlilerin merhametlisidir ve affedicidir. Fakat insanlar böyle midir? Onlar, en küçük bir sebepten güceniverirler. Bunun için kulların davetlerini kaçırmamak gerekir. K.K.:38