• Sonuç bulunamadı

Toplumda Ortaya Çıkan Sosyo-Ekonomik Değişimler

I. ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİLENE KADARKİ SÜREÇTE CUMHURİYET HALK PARTİSİ (1919-1945)

4. Toplumda Ortaya Çıkan Sosyo-Ekonomik Değişimler

46 genelinde uygulanmayacak, sonucunda suiistimaller yaşanacak; mükellefin ödeyeceği vergi miktarını belirleyen temel unsur, onun dini ve milliyeti olacak, bu olumsuzluklardan en büyük oranda gayrimüslimler etkilenecekti146. Verginin uygulama safhası tam bir faciaya dönüşecek, fakat başta İnönü ve hükümet olmak üzere, vergi hararetli bir şekilde savunulacaktı147. Mart 1944 yılında Varlık Vergisi uygulaması sona erdiğinde işin iktisadi yönü son bulacak, fakat Cumhuriyet Halk Partisi kendi eseri olan verginin günahını uzun yıllar üzerinde taşıyacak; kayırma, kandırma, rüşvet ve çalışma kamplarının yarattığı hınçla anılacaktı148. Sermaye birikimine yönelik radikal devletçi müdahale olarak hatırlanacak olan bu yasal düzenleme, politik düzeyde iç ve dış iktisadi aktörlerin Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına yönelik itibar ve emniyet havasını bozarak, uzaklaşmalara neden olacak ve tamiri imkânsız yaralar açacaktı. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarından uzaklaşan girişimci sınıf, Demokrat Parti’nin serbest piyasa mekanizmasını savunan görüşleri etrafında kümelenerek, bu görüşlere güç kazandırıp, iktidar değişimine giden sürece hız verecektir.

47 gereği rekabetçi olan kapitalizme özgü siyasal örgütlenme yöntemi olarak görülüyordu ve rekabetçi bir parlamenter sistem de kapitalizme bağdaşan biricik siyasal sistemdi149.

Devleti kurulduğunda ekonomik yönden çok zayıftı. Yıllarca süren savaşlar sonrası Anadolu baştanbaşa yıkılmış, toplum maddi ve manevi olarak yıpranmıştı. Mustafa Kemal, siyasal yapıyı hızlı bir şekilde değiştirip, tam bağımsız bir cumhuriyet kurmuş olsa da, toplumsal ve ekonomik temelde sağlam adımların atılamadığı takdirde, tüm yapılanların zayıf kalarak, yıkılacağının farkındaydı150. 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresinin açılış konuşmasında ekonomik alanda gelişmeler sağlanmadığı taktirde siyasi ve askeri başarıların kalıcı olamayacağına yönelik sözü bu farkındalığın yansımasıydı151. İktisat kongresine toplumu temsilen tüm ekonomik sınıf temsilcilerinin (Çiftçi, Amele, Sanayici, Tüccar) davet edilerek, geniş kitlelerin eğiliminin tespite çalışılması ve görüşlerinin alınması, yeni idarenin bütüncül anlamda orta sınıf ve köylü kesiminin de görüş ve gelişimine değer verdiğinin bir göstergesiydi. Sonuçta, İttihat ve Terakki döneminde ortaya çıkan devletçilik, liberalizm ve milliyetçiliğin izlerini taşıyan, cumhuriyet döneminde tam bir gelişme gösterecek olan ekonomik görüş ve siyasetin yolu açılacaktı152.

Başlangıçta ulusal bir burjuvazi yaratmak adına, yerli girişimciliği teşvik edici liberal bir siyaset izlenirken, bu siyaseti destekleyici olarak 1924 yılında İş Bankası, 1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası, 1926 yılında Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştu. 1925 yılında tarımı geliştirmek amacıyla Aşar Vergisi kaldırılmış, 1926 yılında Türk denizciliğinin gelişimi adına Kabotaj Kanunu çıkarılmış, sanayi gelişimine destek olmak amacıyla da 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun uygulamaya konulmuştu. Tüm bu özel sektörü destekleme ve özendirme girişimleri 1930 yılına kadar sürdürüldü, fakat beklenilen ekonomik gelişme sağlanamamıştı. 1929 Dünya Ekonomik bunalımı sonrası toplum

149 Ahmad, İttihatçılıktan Kemalizme, a.g.e., s. 162.

150 Mustafa Kemal’in, bağımsızlık savaşının en kızgın döneminde, savaş sonrası bağımsız yeni Türkiye Devletinde uygulanması gereken iktisat politikasının hazırlanması için özel bir heyet kurdurması, O’nun yeni Türk Devletinin ekonomi sayesinde kalkınacağına yönelik kuvvetli inancını göstermesi açısından ilgi çekicidir. Heyetin Başkanı Ziya Gökalp'tir. Gazi'nin zaman zaman çalışmalarına katıldığı heyet, çalışmalarını Ankara Garında bir vagon içerisinde sürdürmüştür. Yücel Özkaya, “Altı İlke”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, C. II, S. 8, (1991), s. 661-662.

151 Mustafa Kemal’in, ekonomiye verdiği önemin arka planında, O’nun tarihten çıkarmış olduğu önemli tespitler rol oynar. O, tarihte milletlerin yükseliş ve çöküşlerinin temel sebebi olarak ekonomiyi görür. Türk tarihi incelendiğinde görülecektir ki, bütün yükseliş ve çöküş sebepleri ekonomik sorunlardan kaynaklanmaktadır. Yeni Türkiye’yi layık olduğu yere ulaştırmak için mutlaka ekonomiye birinci derecede önem vermek mecburiyetinde olunduğuna vurgu yapar. Hayat demek, ekonomi demektir. Ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz, toplumsal ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz. Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 3. b., Turhan Kitabevi, 1984, s. 246-247.

152 19. Yüzyıl Osmanlı-Türk modernleşmesinde tüm çabalar siyasi bir mücadele alanında kendini göstermiş, bu mücadele toplumun üst tabakasında yer alan aydınlarla, padişah ve çevresinde bulunanlar arasında meydana gelmişti. Aydınların başlıca kaygısı, orta sınıfların veya köylülerin ekonomik görüşleri, menfaatleri ve emelleriyle ilgilenmek değil, kendi siyasi ve kültürel amaçlarını gerçekleştirmekti. Aydınlar ekonomik araçları önemsiz olarak görürken, orta ve aşağı sınıflar, büyüyüp ağır bir ekonomik yük halini alan devlet teşkilatında şikâyetçiydiler. Karpat, a.g.e., s. 86-87.

48 içersinde baş gösteren sıkıntılar, bu sıkıntıların Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesinde ortaya çıkardığı güçlü siyasi muhalefet havası, siyasi kaygıların artmasına, “kaygan bir zemin üzerine yerleşmiş görünen iktidarın” bir an önce ekonomik anlamda atılım yapması gerektiğini görmesine neden olacaktı153. Mustafa Kemal’in 1930 yılında çıkmış olduğu uzunca bir yurt gezisi sonrası olgunlaşan ekonomide devletçilik siyaseti kaçınılmaz olarak uygulamaya konulacaktı. Ülke içersinde giderek güçlenen devletçi söylem, Batı ve kapitalizm aleyhtarı söylemleri ön plana çıkardı ve özellikle Kadro hareketi bu süreci besleyici bir hareket olarak ortaya çıktı154. Fakat ileriki süreçte görülecekti ki, ülkede uygulanmakta olan devletçilik, kapitalizmi engelleyen değil, geliştiren bir politika olmuştu155. Mustafa Kemal uygulanacak olan siyaseti şöyle tarif ediyordu;

"Bizim takip ettiğimiz devletçilik ferdî ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az zaman içinde milleti refah ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umûmi ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde bilhassa iktisadî sahada fi'ilen alakadar etmektedir”156.

Önce Cumhuriyet Halk Partisi programına sonra Anayasa’ya girecek olan devletçilik ilkesiyle planlı bir ekonomik kalkınma politikasına geçilerek, ülke içersinde hızlı bir millileştirme ve sanayileşme süreci başlayacaktı. Öncelik olarak hammaddesi ülke içinde bulunan sanayi kollarına öncelik verilecekti. Ülkedeki para politikasını denetlemek üzere 1930 yılında Merkez Bankası kurulacak, 1933 yılında kurulacak sanayi tesislerine maddi kaynak sağlama yolunda Sümerbank, madencilik alanında gelişimi sağlamak üzere 1935 yılında Etibank oluşturulacaktı. Ekonomide başlayan hareketlenmeler, toplumsal gelişmeleri beraberinde getiriyordu. Devlet fabrikalarının kurulmasıyla ortaya çıkan pamuk, üzüm, tütün gibi hammadde ihtiyaçlarını devlet özel kişilerden alıyordu. Alım her ne kadar piyasa koşullarının altında gerçekleşse de, nüfusun bir kısmı için iş olanağı sağlayarak, gelir artışı sağlamıştı. Şehirlerde sanayi alt dalları gelişiyor, devlet işletmelerinin sattığı yarı mamul mallar, özel sermaye tarafında işlenerek piyasaya sunuluyordu. Verimlilik oranları düşük kalsa da, sermaye birikimi ve yatırımı artmış, özel

153 Boratav, a.g.e., s. 140.

154 Kadro dergisi etrafında 1932 ile 1934 yılları arasında faal olan hareketin içersinde Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevket Süreyya Aydemir gibi aydın ve yazarlar bulunmaktaydı. Kadrocuların temel amaçları, birçok kişinin bir ütopya olarak gördüğü sınıfsız, ayrıcalıksız ve kaynaşmış bir toplum yaratmaktı.

Atatürk’ün Halkçılık ilkesinin hayata geçmesinde önemli bir görev üstlenen Kadroculara göre, Türkiye’nin kapitalist anlamda gelişmemesi ve dolayısıyla da sınıfların ortaya çıkmaması büyük bir avantajdır. Bu avantaj iyi değerlendirilmeli ve sınıfların ortaya çıkmaması için tedbirler alınmalı idi. Kadrocuların sınıfların ortaya çıkmaması için önerdikleri tek çözüm ise “devletçilik”tir. Kadro’nun önerdiği devletçilik, klasik devlet müdahaleciliğinden daha ileri bir sistemdi. Sadece ekonomik alan ile sınırlı olmayan siyasal, toplumsal ve kültürel yaşama damgasını vuracak ve belirleyecek özgün bir “nizam”dı. Temuçin Faik Ertan, “Kadro Hareketi İle İlgili Bir Değerlendirme ve Bazı Düzeltmeler”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. IX, S.

27, (Temmuz-Kasım 1993).

155 Avcıoğlu, a.g.e., C. I, s. 292.

156 Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, a.g.e., s. 525-526.

49 sanayide gelişme sağlanmıştı. Aynı şekilde tekel ürünleri, özel bayiler tarafından küçük kar paylarıyla satılırken, ticarette özel sektörün payı giderek artış gösteriyordu. Hayat standartlarında iyileşmeler görülüyor, yeni fırsatlar ve meslekler ortaya çıkmaya başlıyordu. Türkiye’nin daha önce sahip olmadığı ve sonraki süreçte Türkiye’nin değişiminde önemli bir rol oynayacak olan iş adamları, işletme yöneticileri ve teknisyenlerden oluşan yeni bir orta sınıfın oluşum süreci hız kazanmıştı.

Düzenli bir şekilde gelişme gösteren ekonomik gelişim, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte farklı bir seyir aldı. Başta ordu olmak üzere, toplumun artan mal taleplerini karşılamak üzere özel fabrikaların sayısı artarken, tüketim maddelerinin fiyatları hızla yükseldi. Ekmek gibi ana besin maddelerinde yaşanan kıtlıklar ve artan fiyatlar, bunları yetiştiren büyük çiftlik sahipleri adına büyük karlar sağladı. İthal malları istif etmek ve karaborsacılık usulden oldu. Devlet bunları engelleme yolunda çeşitli kanunsal düzenlemeler yoluna gitse de, bu süreçten kazanç sağlayan özel teşebbüse yönelik ciddi bir tehdit oluşmayacaktı. Bu süreçten en karlı çıkan esnaf ve ticaret işletmeleri, sağlıklı bir vergileme sisteminin bulunmayışı nedeniyle, vergiden muaf tutulmuş olan bir sermaye birikimini devamlı şekilde sağladı. Sermayenin bazı ellerde “göze görünmeyen” bir şekilde birikmesi ve müsrifçe harcanışı, gündelik yevmiye ve maaşla geçinenlerin ve köylülerin tepkilerine neden oldu ve Meclise yansır hale geldi.

Savaş sona erdiğinde, Türkiye’de kendine güvenli ve ihtiraslı yeni bir burjuva sınıfı ortaya çıkmış bulunuyordu. Ortaya çıkan yenidünya düzeninde, bu düzenin önderi Amerika, kendi ekonomik düzenini, işbirliğini, yardımını vaat ediyordu ve artık Türkiye’de ortaya çıkan orta sınıfın bürokrata ihtiyacı yoktu157. Sonuçta, Cumhuriyet idaresinin Türk burjuvazisi yaratmak adına uygulamış olduğu politikalar 1945 yılı sonrası kendini gösterdi.

Geleneksel CHP-Tüccar ve eşraf işbirliği sona ermişti. Devletçilik ve savaş yıllarının yaratmış olduğu ekonomik dönüşüm, çok partili siyasetin ve devlet sektörünün özel sektöre bağımlı kılındığı bir karma ekonomik sistemi ortaya çıkardı158. Türk burjuvazisi, kendisini yaratan ekonomik şartlardan memnun olmayan geniş köylü kitlesini de arkasına alarak yönetici partiye meydan okuyacak ve ilk dürüst seçimlerde onu yenilgiye uğratacaktı.

157 İsmail Cem, Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi, 20. b., Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 317.

158 Karpat, a.g.e, ss. 90-94; Lewis, a.g.e., s. 465.; Avcıoğlu, a.g.e.,C. I, s. 302-303.

50 5. Basının Etkisi

Cumhuriyet idaresi basına yönelik tavrını, 1924 Anayasası'nın 77. Maddesinde ifadesini bulan "basın yasalar çerçevesinde serbesttir ve yayınlanmadan önce hiçbir teftiş ya da incelemeye bağlı değildir" hükmü ile ortaya koymuştur. Fakat Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyimi ve arkasından çıkan Şeyh Sait isyanı sonrası girilen Takrir-i Sükun Dönemi ile birlikte, basın üzerinde yoğun bir denetim sağlanmıştır. Yasa sonrası muhalif gazeteler olarak ortaya çıkan İstanbul basınındaki Tevhid-i Efkar, İstiklâl, Son Telgraf, Sebülürreşat, Tanin, Vakit, Vatan gazeteleri, İzmir'de Sada-i Hak, Trabzon'da İstikbâl ve Kahkaha, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın yayın organı olan Aydınlık dergisi ve Orak Çekiç Dergisi kapatılmıştır159. Böylece dinci ve etnik ayrılıkçı hareketle birlikte Sosyalist akımların da basın organları kapatılarak hükümetin denetimi altına alınmış ve rejim karşıtları böylece tasfiye edilmişlerdir. Serbest Cumhuriyet Fırkası ile başlayan yeni çok partili hayat denemesinde, muhalif basın organları kendilerini tekrar gün yüzüne çıkarmaya başlayarak, mevcut iktidara eleştiriler getiriyorlardı. Arif Oruç'un “Yarın Gazetesi” ile Zekeriya Sertel’in ortak olduğu “Son Posta” gazetesi ön plana çıkan muhalif gazetelerdendi. 1930 Belediye seçimleri ile birlikte ülkede gerginleşen siyasi hava ve arkasından yaşanan Menemen irticai ayaklanması sonrası, basın odak noktasına geliyordu. Meclis’te “Bazı gazetelerin izledikleri yön, yurttaşların ve yurdun siyasal kavrayış ve uygar vicdanı üzerinde açık bir düşünce haydutluğu yaparak masum ruhlan zehirleyecek nitelikler almaya başladı” ifadeleri duyulmaya başlanırken, basında müstehcen, argo ve küfürlerin insan yüzünü kızartacak denli yaygınlık kazanması eleştiri konusu olmuştu160. Bu gerekçeler ön plana alınarak, 1931 yılında mecliste kabul edilen Matbuat Kanunu ile birlikte, Cumhuriyet idaresi basını yeniden düzenleyecek yasal düzenlemeyi gerçekleştirmiştir. 10 Mayıs 1931 CHF Kurultayı'ndan sonra parti devleti politikasıyla tüm çoğulcu kuruluşların denetim altına alınma sürecinde, bu yasayla basın da denetim altına alınmıştır. 1931 Matbuat Kanunu ile sıkı denetim altına alınan basın, tek parti döneminin sonuna, yani 1945'e değin CHP'nin propaganda aracı durumuna gelmiştir.

1935'te kurulan Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve 1938'de çıkarılan Basın Birliği Yasası’nın amaçları da, basını tek elde, tek amaç doğrultusunda toplamaktı161. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sırasında, yayınlanan gazetelerin büyük bölümünün İstanbul’da

159 Cumhuriyet döneminde devletin basın üzerinde yapmış olduğu denetim ve sansür hakkında ayrıntılı bir çalışma için bakınız: Mustafa Yılmaz - Yasemin Doğaner, Cumhuriyet Döneminde Sansür (1923-1973), Siyasal Kitabevi, Ankara, 2007; Alpay Kabacalı, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Basın Sansürü, Gazeteciler Cemiyeti Yayını, İstanbul, 1990.

160 Nurşen Mazıcı, “1930’a Kadar Basının Durumu ve 1931 Matbuat Kanunu”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, C. V, S. 18, ss. 140-146.

161 A.g.m., s. 153.

51 çıkması ve 1940 yılında İstanbul’da sıkıyönetimin bulunması, basın üzerinde hükümetin etkisini yoğunlaştırıyordu162. Ülke içinde ve dışında ortaya çıkan gelişmeler basında belli sınırlar içersinde yer alıyordu. Savaş sırasında Türk dış politikasıyla basın arasında yakın bir ilişki bulunuyor, milletvekillerinin bazılarının gazetelerin başyazarları olması, devlet-basın ilişkisini açık bir şekilde ortaya koyuyordu163. Dış politikada süreçler içinde yaşanan değişim ve farklılıklar gazete sütunlarına, hükümetin hoşgörü sınırını kendisinin belirlediği oranda yansıyordu164. Savaşa ilişkin haberler tek sütunlar halinde verilirken, iç politikaya yönelik haberlerde hükümetin denetim ve gözetimi içersinde gündemdeki yerini alıyordu.

Bu dönemde iç politikaya ilişkin ve askeri konularda yayın yapılmaması, İsmet Paşa’nın şahsı ile ilgili yazılarda ve dış politikaya ilişkin haberlerde Anadolu Ajansından yararlanılması, ülkede yaşanan iktisadi olumsuzluklara değinilmemesi, savaşan ülkelerin aleyhine onların ordularını küçük düşürücü nitelikte yayın ile Türk sularına giriş çıkış yapan gemiler hakkında yazı yazılmaması yönünde talimatlarla basın yönlendiriliyordu165. Basın üzerindeki bu denetimlere karşın, 1943 yılı yaz aylarıyla beraber, özellikle Tan ve Vatan gazetelerinde, demokrasi içerikli makaleler kaleme alınmaya başlanmıştı. Fakat bunlar çok sık rastlanan ve istisnai olarak ortaya konan yazılar olarak kalmıştır166.

19 Mayıs 1945 yılında İsmet İnönü’nün "Harp zamanlarının ihtiyatlı tedbirlere lüzum gösteren darlıkları kalktıkça, memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir" sözleri, basın üzerinde etkisini hızlı bir şekilde hissettirecek, “demokrasi” ve “demokrasinin araçları” tartışılmaya başlanacaktı.

Demokratikleşme çabalarının izleri, basın üzerindeki baskının hafifletilmesiyle ortaya

162 1939-1945 yılları arasında hükümet ve sıkıyönetim tarafından kapatılan gazeteler arasında Cumhuriyet 5 ay 9 gün olmak üzere 5 kez; Tan gazetesi 2 ay 13 gün(12.8.1944’den itibaren süresiz) olmak üzere 7 kez;

Vatan gazetesi 7,5 ay 9 gün (30.09.1944’den itibaren süresiz) olmak üzere 9 kez; Tasviri Efkar gazetesi 3 ay (03.09.1944’den itibaren süresiz) olmak üzere 8 kez; Vakit gazetesi 12 gün olmak üzere 2 kez; Yeni Sabah gazetesi 6 gün olmak üzere 3 kez; Akbaba gazetesi 47 gün olmak üzere 4 kez; Son Posta gazetesi 11 gün olmak üzere 4 kez; Haber gazetesi 10 gün olmak üzere kez kapatılmıştır. Kabacalı, a.g.e., s. 143.

163 Cumhuriyet gazetesinde Yunus Nadi, Akşam gazetesi Necmettin Sadak, Vakit gazetesinde Asım Us ve Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit Yalçın gazete sahibi ve milletvekilidirler. CHP 1939 tarihli Nizamnamesi’nde, “Partili Gazetecilerin Riayet Edecekleri Noktalar” başlıklı 160. Maddesinin içeriği şöyledir; “Sahibi partili olan gazete ve mecmuaların yazıları ile parti azalarının neşriyatı, parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur. Partili gazeteciler, mecmua sahipleri ve muharrirlerle bu yolda görüş birliğine yarayacak temas ve toplantılar yapılır. Partililer, sermayesiyle alakalı, idaresinde müessir bulundukları gazete, mecmua ve matbualarda parti program ve nizamnamesine, iç ve dış siyasetin ana hatları ile yüksek devlet menfaatlerine aykırı düşen yazıları neşrettiremezler”. CHP Nizamnamesi, Ankara, 1939, s. 39.

164 Bu dönemde izlenen dış politikaya yönelik olarak basın üzerinde gerçekleşen bir müdahale, Alman yanlısı yayın yapan Cumhuriyet gazetesinin üç ay süreyle kapatılmasıdır. Cumhuriyet başyazarı Nadir Nadi’nin Avrupa’da ortaya çıkan “Alman realitesi” başlıklı Alman yanlısı yazısı ile Yeni Sabah gazetesinde yazan Hüseyin Cahit Yalçın ile başladığı karşılıklı yazı dizisi sonucunda, hükümet 10 Ağustos 1940 tarihinde Cumhuriyet gazetesini kapatmıştır. Emin Karaca, Türk Basınında Kalem Kavgaları, Bizim Kitaplar Yayınları, İstanbul, 2008, ss. 165-178.

165 1938-1949 yılları arasında çeşitli gerekçeler ile Bakanlar Kurulu tarafından yasaklama kararı getirilen yayın sayısı 177’dir. Yılmaz - Doğaner, a.g.e., s. 10, 18.

166 Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), a.g.e., C. II, s. 341.

52 çıkmaya başlamıştı. 1944 yılı sonu itibariyle Vatan, Tan, Tasvir-i Efkar gibi muhalif gazetelerin yayın yasakları kaldırılarak167, yeniden çıkmaya başlamışlardı168. Ahmet Emin Yalman gazetesi Vatan’da, Amerikan tipi demokrasiyi savunurken, Tan gazetesinde yazan Sabiha ve Zekeriya Sertel’ler sosyalist etkileri barındıran bir demokrasi fikrinde birleşiyordu169. Haziran 1945 yılında Zekeriya Sertel, “Demokrasi Modası” isimli yazısında sert bir eleştiri getirerek, “totaliter rejimler memleketlerinde demokrasiyi kurma vazifesini de üzerlerine aldılar” ifadelerinde bulunurken; bu ifadelerini daha net bir şekilde tek parti iktidarını yönlendiriyor ve “Değişmeyi bu meclis yapamaz. Bu hükümet yapamaz. Bu parti yapamaz” başlıklı üç makaleyle, bu kurumların demokratik bir nitelikte oluşturulmadıklarını ve bu nedenle ülkeye demokrasiyi getiremeyeceklerini kaleme alıyordu. Bu yazılara destek Ahmet Emin Yalman’dan geliyor ve demokrasi talep eden yazılar kamuoyunun ön planında yer alıyordu170. Tan ve Vatan gazetelerinde başlayan demokrasi taleplerine karşı, Cumhuriyet Halk Partisi yayın organlarında cevap niteliğinde yazılar yazılıyor, Tanin başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın, Akşam başyazarı Necmettin Sadak, Tasvir-i Efkar’da Peyami Safa, Ulus’ta Falih Rıfkı Atay demokrasi tartışmalarına katılıyordu. Çok partili demokrasiye gidilen süreçte, Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü gibi kişilerin yazılar kaleme alacağı, kurulacak olan muhalif partinin yayın organı olarak tasarlanan

“Görüşler” isminde haftalık derginin 1 Aralık 1945 tarihinde Serteller tarafından çıkarılmasıyla, basındaki demokrasi tartışmaları içeriği ve dozu çok artmış, süreç gergin

167 Bu gazetelerinin yayınlarının yasaklanmasındaki gerekçeler şöyledir; Tan gazetesi için, “Yurt içinde tehlikeli nifak tohumları eken ve vatandaşları birbiri aleyhine tahrik eder mahiyette yazılar ve haberler neşretmekte ısrarlı ve sistemli bir surette devam etmek”; Vatan Gazetesi için, “son günlerdeki neşriyatlarında varlık vergisi mevzuu yeniden ele alınarak vatandaşları birbiri aleyhine tahrik edici mahiyette yazılar görülmekte olduğundan”. Yılmaz - Doğaner, a.g.e., s. 98.

168 Hürriyet Konyar, Ulus Gazetesi, CHP ve Kemalist İlkeler, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1999, s. 30.; Ahmet Emin Yalman, Dünya’da demokrasiyi temsil eden taraf her yerde kazanmaya başladığında, Tek parti yönetiminin bunu farkına vardığını ve bu kervana katılmak zorunda olduğunu hissettiğini; bu durumdan cesaret alarak, kendileri gibi tatilde bulunan Tasvir-i Efkar ve Tan gazeteleriyle beraber, ne netice alacaklarını bilmeden, şanslarını deneyerek, hükümetten tatillerini sona erdirmeleri konusunda istekte bulunduklarını söyler. Sonrasında bir şaşkınlıkla göreceklerdir ki, hükümetin böyle bir müracaat beklemektedir. Sonrasında, kendilerine tatlı cevap telgrafları geldiğini ve Başbakan Saraçoğlu’nun, tek bir gün kaybetmeden derhal gazetelerini çıkarmaları konusunda adeta kendilerini zorladığından bahsetmektedir. Dünya değişmiş ve akışa uymak çaresiz bir şey olmuştur. Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, yay. haz. Erol Şadi Erdinç, 2. b., C. II, Pera Yayınları, İstanbul, 1997, s. 1282.

169 1944’ten itibaren ülke içersinde başlayan demokrasi tartışmaları içersinde en kesin tavrı alan gazete Tan gazetesi ve Sertellerdir. Gazetede bu yönde çıkan bazı yazılardan örnek vermek gerekirse; Millet Meclisi, milletin bir zümresi, bir nüvesi, bir hülasasıdır. Fakat Millet Meclisi kuvvetini halktan ve efkârı umumiyeden alır; Mecliste cereyan eden müzakerelerin matbuata aynen aksetmesi ve efkarı umumiyeye verilmesi icap eder; Halk en mukaddes siyasi hakkını teşkil eden reyini kullanmaya alışmamıştır. Halkımızın siyasi terbiyesini inkişaf ettirmek için çok az şey yapılmıştır; Halk hâkimiyeti, halkın reyini serbest kullanmasıyla temin edilir. Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, 4. b., İmge Kitabevi, Ankara, 2008, s. 453.

170 Bu dönemde kaleme alınan yazıların başlıklarından birkaç örnek vermek gerekirse; “Memlekette Hürriyet Var”, Zincirli Hürriyet”, “Türkiye’de Demokrasinin Tekamülü”, “Seçime Bir An Evvel Geçmek Lazım”, “Fikir Hürriyeti Etrafında Karışık Mütalaalar”, “Değişiklikleri Kim Yapacak”. Karaca, a.g.e., ss. 188-215.

53 bir noktaya ulaşmıştı171. Bu gerginlik toplumsal bir kalkışma hareketine dönüşerek, 4 Aralık 1945 yılında Tan gazetesinin basılmasıyla sonuçlanacaktı172. Bu somut olay, demokrasi tartışmalarının basın üzerinde yaratmış olduğu sarsıntının bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu.

1946 yılı ile birlikte liberal fikirler güç kazanırken, basında eleştiriler daha özgürce dile getirilmeye başlanmıştı173. Özellikle toplumun kitleler halinde muhalefet tarafında yer almaya başlaması, seçimlerin bu durumu somut olarak ortaya koyması, muhalif basını cesaretlendiren gelişmelerdi. Hükümet bu gelişmeler ışığında 1 Haziran 1946 yılında basın yasasında yaptığı değişiklikle, gazete ve dergileri geçici kapatma yetkisini kaldırıyordu. Türk dış politikasında, İkinci Dünya savaşı sonrası oluşan değişim basın üzerinde de etkisini göstermişti. Sovyet Rusya ile bozulan ilişkiler, ülke içersinde sosyalist yayınların yasaklanmasıyla sonuçlanmış, buna karşın Amerika ile başlayan yakınlaşma, basın da liberal, orta ve sağ eğilimlerin egemenliği ile sonuçlanmıştı174.