• Sonuç bulunamadı

CHP’nin Savaş Boyunca Uyguladığı İktisadi Politikalar

I. ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİLENE KADARKİ SÜREÇTE CUMHURİYET HALK PARTİSİ (1919-1945)

3. CHP’nin Savaş Boyunca Uyguladığı İktisadi Politikalar

39 toplantısı olmayıp kurultay olduğu gerekçesiyle reddetti117. Takrir, kamuoyunda heyecanla karşılanmış ve basında tartışılır olmuştu. Takririn altında imzası olan Adnan Menderes ve Fuat Köprülü, isteklerinin kabul edilmemesi üzerine, Vatan gazetesinde sert yazılar kaleme almaya başlamışlardı. Bu “hareket ve faaliyetleri partinin hedeflerine aykırı görüldüğünden” dolayı parti divanı iki milletvekilini partiden ihraç ederken, Refik Koraltan, arkadaşlarının uğradığı durumu protesto eden yazı kaleme alınca, aynı akıbete kendiside uğradı. Celal Bayar, yaşanan bu gelişmeler sonrası önce milletvekilliği görevinden, sonrada Cumhuriyet Halk Partisi üyeliğinden istifa etti. Cumhuriyet Halk Partisi’nden bu ayrılış ve istifalardan kısa bir süre sonra yeni bir muhalif partinin kurulması çalışmaları başlamıştı. Bayar 1 Aralık 1945 tarihinde, arkadaşlarıyla yeni bir parti kuracaklarını kamuoyu ile paylaşmışlardı. Dörtlü takrirle başlayan süreç, yeni bir partinin kurulmasıyla sonuçlanacak, Demokrat Parti, Bayar’ın parti başkanlığında 7 Ocak 1946 tarihinde kurulacaktır.

Demokrat Parti’nin kuruluşundan önce 1945 yılı yaz aylarında, ülkede esen demokrasi rüzgârları sonrası iş adamı Nuri Demirağ “Milli Kalkınma Partisi”ni kurmuştu.

Partinin kurucuları arasında Hüseyin Avni Ulaş gibi milli mücadele döneminden başlayarak her süreçte muhalif tavrını ortaya koyan bir siyasetçi ve muhalif tavırlarıyla bilinen asker emeklisi olan Cevat Rıfat Atılgan bulunuyordu. Parti, milliyetçi, muhafazakâr, devletçilik karşıtı ve dış politikada Doğu-İslam yanlısı özellikleriyle ön plana çıkıyordu.

Fakat gerek pati programı gerekse kurucuları kamuoyu tarafından bilinen kişiler değillerdi ve bu nedenle parti beklenilen siyasi etkiyi yaratmadı. Devletin en başında bulunan İsmet İnönü, Mecliste yaptığı 1 Kasım tarihli konuşmasında hala “bizim tek eksiğimiz hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmasıdır” ifadelerini dile getiriyordu. Milli Kalkınma Partisi basın tarafından da pek ciddiye alınmayacak, kamuoyunda parti başkanının verdiği kuzu ziyafetleri sonucu “kuzu partisi” olarak anılacaktı118.

40 rağmen, savaşla birlikte ülke içinde ekonomik alanda sıkıntılar kendini hissettirmiş ve devlet sağlıklı bir savaş ekonomisi uygulayamamıştı. Sanayi ve maden üretimi son derece yetersiz, tarımsal üretimi geri, ithalat olanakları asgari derecede düşük olan, ülke içersindeki yetersiz ulaşım ağı ile var olan ürünlerin sevk edilmesinde bile zorluk yaşayan, seferberlik ile üretimden alınarak tüketici haline getirilen nüfus ile birlikte, bu sorunlara çözüm getirecek olan her hangi bir örgütten yoksun olan idare kendisini savaşın içersinde bulmuştu119. Ülke savunmasına bütçeden ayrılan payın giderek artması, hatta savaşın ortalarında bütçe giderlerinin yarısından fazlasının savunmaya ayrılmasıyla sonuçlanmıştı120. Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri uygulana gelen denk bütçe politikası, tutarlı ekonomik yapı, savaş boyunca çeşitli dalgalanmalar ve sıkıntılar yaşayacaktı121. Ekonomisini yeni inşa eden bir ülke için, sağlıklı bir bütçe uygulamasını gerçekleştirmekte zorluklar yaşatacaktı.

Savaş yılları, siyasi iktidarı kaçınılmaz olarak ekonomik çıkmazlara sürükleyecekti.

Nüfusunun önemli bir kısmının kırsal alanda yaşadığı, ekonomisinin tarıma dayandığı ülkede, savaşın tüm yükü başta köylü kitlesi olmak üzere, tüm kesimler üzerinde kendisini hissettirecekti. Giderek artan hayat pahalılığı ve zirai ürünlerde ortaya çıkan fiyat yetersizlikleri, devleti yönetenleri çeşitli tedbirler almaya yöneltecekti122. Alınmaya çalışılan tedbirler enflasyonist etkilere neden olurken, fiyat artışları devlet müdahalesi, baskı ve zabıta uygulamalarıyla engellenmeye çalışılıyor, sonuçta bütün alınan iktisadi tedbirler halk kitlelerinin ezilmesi ve başıboş servet birikimi sonuçlanıyordu123. İktisadi tedbirler alanında ilk önemli girişim Eylül 1939 tarihinde hazırlanan “İktisadi Müdafaa Kanun Tasarısı” idi. Tasarı Cumhuriyet Halk Partisi gündemine alınmış, üzerinde çeşitli

119 Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), a.g.e., C. II, s. 424-425.

120 Rakamsal olarak örneklendirmek gerekirse, savaş öncesi 1938-1939 bütçesinde 313 milyonun 93,5 milyonu yani % 29,8’ini savunma giderleri oluştururken, 1941-42 yıllarında 581,9 milyonluk bütçede 322,6 milyonu yani %55,4’ünü savunma giderleri oluşturuyordu. 1945 yılına kadar bütçede savunma masraflarını oranı %50’lerin üzerinde seyredecektir. Fritz Neumark, “Türkiye’de Harp Sonrası Maliye Meseleleri”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. VIII, S. 1-4, (1946), s. 75.

121 Gülten Kazgan, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, 3. b., İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006, s. 66.

122 İkinci Dünya Savaşı sırasında ülke genelinde hayat pahalılığının artış oranları yıllara göre şöyle şekillenmiştir: 1927 yılı Ocak ayındaki fiyatları 100 olarak kabul edersek: 1937 yılında 104,4; 1942 yılında 155,3; 1943 yılında 293,8; 1944 yılında 326,5 ve 1945 yılında 317,2 olarak gerçekleşmiştir. İstatistik Yıllığı (1942-1945), C XV, Başbakanlık İstatistik Umum Müdürlüğü Yayını, Ankara, 1946, s. 330.; İkinci Dünya savaşı sırasında Bursa yerelinde zirai ürünlerin fiyat artışları baktığımızda: Buğday’ın 1939 yılında kilosu 4,91 kuruşken, 1940 yılında 7,31 kuruşa, 1942 yılında 73,02 kuruşa; Arpa fiyatı 1939 yılında kilosu 3,93 kuruşken, 1940 yılında 5,56 kuruşa, 1942 yılında 52,01 kuruşa; Mısır fiyatı 1939 yılında kilosu 3,61 kuruşken, 1940 yılında 5,24 kuruşa, 1942 yılında 48,36 kuruşa yükselecekti. İstatistik Yıllığı (1942-1945), s. 306.

123 Ekonomide enflasyonist bir hareketlenmenin ortaya çıkmasında en önemli etkenlerin başında devletin karşılıksız para basması geliyordu. 1935-1937 yıllarında tedavüldeki banknot miktarı 170-180 milyon arasında dalgalandığı halde, 1938 yılı sonunda 200 milyona, 1939 yılı sonunda 300 milyona, 1944 yılında ise 1 milyara yükselmişti. Neumark, a.g.m., s. 73-74.; Bu konuda ayrıntılı bir inceleme için bakınız: Vedat Eldem, “Milli Gelir”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C IX, S. 1-2, (1947), ss. 73-133.

41 değişiklikler yapılan tasarıya, parti içinden soğuk bakanlar ve kaygı ile karşılayanlar olmuştu. Fakat tek parti yapısı içinde aktif bir karşı duruş ortaya konulmamıştı. Tasarı,

“Milli Korunma Kanunu” ismi altında 26 Ocak 1940 tarihi ile birlikte yürürlüğe girmişti124. Kanunla hükümete olağanüstü nitelikte yeni görev ve yetkiler veriliyordu. Hükümet ülke içersindeki malların fiyatlarını kontrol etme, saptama, gerektiğinde el koyma, bazı malların tüketimini saptama ve sınırlama gibi çok geniş yetkilere sahip olmuştu. Bu dönemde uygulanan ekonomik tedbirlere yönelik olarak simgeleşen olay, ekmeğin 1942 yılı ile birlikte büyük şehirlerde karne ile dağıtılmasıydı. Ekonomik anlamda alınmaya çalışılan tüm önlemlere karşın, olumsuzlukların önüne geçilememiş, fiyatlar hızla yükselmiş ve orta ve alt sınıflar bu süreçten en fazla zararla çıkan kesimler olmuştu. Savaşın sonunda, savaş sırasında çeşitli zamlar yapılmış olsa da memur maaşları, savaş önceki durumun yarısı seviyesinde bulunuyordu125. Ortaya çıkan tüm olumsuzlukların baş sorumluluğu Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye yüklenecek ve aleyhine işleyen bir sürecin güç kazanmasıyla sonuçlanacak; toplumun hafızasında, “vurgunculuk”, “harp zengini”, “yoksulluk” gibi sözcükler bir dönem için Cumhuriyet Halk Partisi ile bütünleşecekti126.

Cumhuriyet idaresinin köylüyü korumak ve tarımı geliştirmek amacıyla kurduğu kurumlar savaş sırasında işlevlerini yerine getirmek bir yana, köylü üzerinde ağır bir yük halini almıştı. Bu kurumlardan en önemlisi 1932 yılında Ziraat Bankasına bağlı olarak kurulan ve 1938’de bağımsız bir kamu kuruluşu olarak çalışmaya başlayan Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’ydi. Ofisin en önemli görevi tarım mahsullerinin fiyatlarını yüksek tutup köylüyü korumak, ülke genelinde hububat arzını sağlamaktı. Başlangıçta sadece buğday için destekleme fiyatı belirleyen ve alım işlemi yapan kurumun yetkileri daha sonraki yıllarda giderek genişletilmişti. Savaş sırasında hububat üretiminde düşüşlerin yaşanması, buna karşın başta ordunun ihtiyacını karşılamak üzere talebin artması, Milli Korunma Kanunu ile birlikte çeşitli yasaklayıcı kararlar alınmasını gerektirmişti. Mahsul fiyatları hükümetin isteği ile piyasa fiyatlarından daha düşük belirlenmesi, buna karşın köylünün mahsulünü TMO’ya satma mecburiyeti köylünün Hükümet ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne olan hıncını arttırıyordu. Hükümet şehirlerdeki ekmek sıkıntısı ve hayat pahalılığına önlemek için bu tür önlemleri alırken, bu önlemlerin bütün külfetini köylülere

124 Resmi Gazete, S. 4417, 26 Ocak 1940.

125 Ayrıntılı bir çalışma için bakınız: Vedat Eldem, “Devlet Hizmetinde Çalışanların Refah Seviyesinde Husule Gelen Değişiklikler”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, C. XII, S. 1-4, (1952), ss. 230-238.

126 Çetin Yetkin, Türkiye’de Tek Parti Yönetimi 1930-1945, Altın Kitaplar, 1983, s. 182.

42 yüklüyordu. Çok Partili hayata geçiş sürecinde Bursalı köylüler Celal Bayar neden Demokrat Parti’yi desteklediklerini anlattıklarında şu ifadelerde bulunuyorlardı;

“Bütün mahsulümüzü Toprak Mahsulleri Ofisi’ne verdiğimiz halde onlara yüzde yetmiş mahsul borçluyuz. Borcumuzu ödemek için öküzlerimizi sattık. Toprağı öküzsüz nasıl işleriz; çaresiz tarlalarımızı nadasa bırakıp zenginlerin topraklarında çalışıyoruz. Şehre buğdayı biz satıyoruz, ama biz ekmeğe otuz beş kuruş öderken, onlar otuz kuruştan alıyorlar”127.

Cumhuriyet idaresi, 1923 İzmir İktisat Kongresinden başlayan süreçte, sağlıklı bir orman politikası yürütmenin çeşitli yollarını aramış, bu politikaya iktisat programlarında yer vermiş ve yasal düzenlemelere gitmiştir128. 1937 yılında çıkardığı 3116 sayılı kanunla birlikte, ormanların sınırlandırılması hareketine yönelmiş; bu hareketle ülkenin orman varlığını genişletmek ve korumak, ormanların devlet eliyle işletilmesini sağlamak, sanayileşmenin ihtiyacı olan istihsali yapmak ve halkın odun ve kereste ihtiyacını karşılamak ve orman ürünleri ihracatıyla iktisadi bünyemizi desteklemek amaçlarına yönelmişti129. Bu amaçları gerçekleştirmek üzere Orman İşletmeleri Müessesesi kurulmuş ve çeşitli yasal düzenlemelere gidilerek, ormanlardan ağaç kesilmesi, tarla açılması, ormana bina yapılması, ormanın her hangi bir şekilde işgali, ormana hayvan sokulması yasaklanmış; orman içinde veya civarında maden, kireç, kömür ocağı ve fabrika açılması gibi işlerin izinsiz yapılamayacağı belirtilmişti. Ormanlardan salep, yer mantarı, kitre, çilek, soğan, kocayemiş, alıç gibi ürünlerin toplanması izni tabi tutulmuştu130. Ormanların kullanımında çeşitli yaptırım ve sınırlamalar getiren bu kanunla, prensip olarak ormanlardan parasız olarak faydalanma devri kapanmıştı. Geçimini orman ve orman ürünlerinden sağlayan ve toplam köylü nüfusunun %57’sini oluşturan büyük bir köylü kitlesi, birçok durumda yasaya aykırı hareket etmek zorunda kalarak, resmi makamlarla devamlı çatışma halinde kalmıştı131. Savaş yıllarının getirmiş olduğu pek çok ekonomik

127 Karpat, a.g.e., s. 102.

128 Cumhuriyet idaresi orman rejimini tanzim etmek, ormanlardan faydalanmayı belli bir düzen ve plân dâhilinde gerçekleştirmek için 1924 yılında 504 sayılı “Türkiye’de Mevcut Bilumum Ormanların Fenni Usulü İdare ve İşletilmeleri Hakkında Kanun”u yürürlüğe koymuş ve ormanlar kimin mülkiyetinde olursa olsun devletin malı, milli kalkınmanın ve refahın kaynağı olarak telâkki edilmiştir. Bu kanun daha ziyade ormanları idare ve işletme konularına ilişkindir. Kanun, bir noktada orman varlığının muhafazasını amaçlıyorsa da, esas itibariyle yeni orman yetiştirilmesi veya orman alanlarının genişletilmesi gibi konularda hüküm ihtiva etmemektedir. Halil Cin, “Tanzimat’tan Sonra Türkiye'de Ormanların Hukuki Rejimi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 35, S. 1, (1978), s. 352.

129 “Orman Kanunu”, Kanun No: 3116, Resmi Gazete, S. 3537, (18 Şubat 1937)

130 Metin Özdönmez, “Devlet Ormanlarından Köylülerin Faydalanma Hakları”, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, C. XXIII, S. 2, (1973), s. 66-67.

131 1945 yılı itibariyle köylerinin %50’sinden fazlası orman içinde yada bitişiğinde olan illerin sayısı 29’dur.

Aynı durumdaki ilçelerin sayısı 250’dir. Ülke genelinde 34.063 adet köy muhtarlığı içersinde ormanın içinde, bitişiğinde ya da yakınında bulunan köy muhtarlıklarının sayısı 20.903 iken, bu muhtarlıklar içersinde yaşayan nüfus yaklaşık 8,7 milyondu ve köylü nüfusun yaklaşık %62’sini oluşturmaktaydı. Cevat Geray, “Türkiye’de Dağ ve Orman Köylerinin Yerleşme Sorunları”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. XXIII, S. 1, (1968), s. 279.280.

43 sıkıntı ile birlikte gerek Toprak Mahsulleri Ofisi ve gerekse Orman İşletmeleri Müessesesi köylü üzerinde büyük bir yük oluşturmuş ve 1940-46 devresinde köylünün hükümete ve Cumhuriyet Halk Partisine karşı takındığı olumsuz tavırda önemli bir yere sahip olmuşlardı132.

Savaşın Türkiye üzerindeki etkisinin en yoğun hissedildiği dönemde, Milli Korunma Kanunu’nu ile istenilen amaca ulaşılamamış, fiyat ve ürün arzında istenilen denge sağlanamamış, bütçe açıkları kapatılamamış, halkın ve ordunun beslenme sorunu çözülememişti. Fiyatları kontrol etme siyaseti sonucunda, bir kısım ağa ve tüccar takımıyla bir kısım yüksek memurun milyoner olması ve "Hacı Ağa" deyiminin siyasi literatürümüze girmesiyle sonuçlanmıştı133. Hükümet, soruna çözüm olarak toprak ürünlerinin devlet tarafından doğrudan üreticiden alınması ön gören bir yasanın çalışmalarına 1943 yılı ile birlikte başlanmış ve Haziran ayı ile birlikte Meclis’ten “Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu”nu çıkarılmıştır134. Diğer çıkarılan yasalarda olduğu gibi, yasaya karşı parti içi muhalefet kendini göstermiş, sessiz bir direnişle tasarı kanunlaşmıştı135. Bu yasanın çıkma gerekçesinde “ekonomik zorlukların toplumda dengeli bir şekilde dağılması” amaç edinilmişti. Öncelikli hedef savaş zenginleri içinde yer alan büyük çiftlik sahipleriydi, fakat yasa büyük-küçük bütün çiftçilere uygulanacak, hükümet %8-12 arasında değişen bir vergi oranını her yıl için belirleyecek ve bu oran üzerinden üreticinin elindeki ürünün vergisi ayni ya da nakden alacaktı. Üreticiler elde edecekleri ürün miktarlarını kendileri bildirirken, sonrasında yetkililerce de kontrollere tabi tutulacaklardı. Aslınsa savaş sırasında getirilen bu uygulama, Osmanlı Devleti zamanında zirai ürün üzerinden alınan ve %10’luk bir oranı içerin Aşar Vergisi’ni hatırlatıyordu. Cumhuriyet idaresi, tarımsal gelişmeye engel olduğu ve Türk köylüsünün üzerindeki büyük bir yük olarak gördüğü Aşar Vergisi’ni 1925 yılında kaldırmıştı. Başbakan Saraçoğlu her ne kadar getirdiği verginin, eski aşar vergisine benzemediği konusunda ikna çabalarında bulunsa da, savaşın getirdiği zorluklar, aşara benzer bir uygulamayı beraberinde getirdi ve sonucunda devlet sıkıntılarının çözümünü Türk köylüsünün omuzlarına yükledi136.

132 Karpat, a.g.e., s. 101.

133 Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, 6. b., İmge Kitabevi, Ankara, 2008, s. 200.

134 “Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu”, Kanun No: 4429, Resmi Gazete, S. 5423, (7 Haziran 1943).

135 Yasa meclisten 168 milletvekilinin bulunmadığı bir toplantıda 283 oyla kabul edilmişti. Tek parti yönetimi içersinde karşı oy vermek olağan bir durum değildi. Bunun yerine oylamaya katılmamak yeğlenirdi.

Oylamada bulunmamak muhalif kalmak demekti. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 7, C. III, 33. Birleşim (4 Haziran 1943), s. 38.

136 Bursa köylerinde verginin uygulanışında yaşanan sıkıntıları Canip Ardıç şöyle anlatır: “O yıllarda köylü sefalet içindeydi. Kimsede para yoktu. İnsanlar gündelik işlerini parayla değil, buğdayla halletmeye çalışıyordu…. Savaş yıllarında tarlamızdaki mahsulün bir kısmının memurlar tarafında toplanacağına dair özel idareden emir gelirdi. Harman bittikten sonra herkes ödemekle yükümlü olduğu tahılları öküz arabasıyla Bursa’daki ofisin, Süpürgeci Mehmet adındaki memuruna teslim ederdi. Memur buğdaya şöyle bir bakar ‘bunlar çepelli’ deyip bizi çarşıdaki kalburculara gönderirdi. Oraya gittiğimizde kalburculara biraz

44 İkinci Dünya Savaşı yılları boyunca Dünya genelinde tarım fiyatlarını artırmıştı ve bu durum bir tarım ülkesi olan Türkiye için üretimin teşvik edilmesi için önemli bir fırsattı.

Fakat Türkiye’nin savaş esnasında büyük bir genç iş gücünü ordunun hizmetine alması, iş hayvanları sayısı ve ekilen toprak yüzölçümünün azalması, ithalattaki sınırlamalar sonucu tarım makinelerinin ülkeye girişinin zorlaşması, bunların üzerine devletin tarıma yönelik koyduğu vergilerin getirdiği olumsuzluklar, üretimde ciddi düşüşler yaşatmıştır. 1940 yılında üretimde %94,3’e varan üretim endeksi, 1945 yılında %56,4’e düştü. Savaş bittiğinde 1945 yılındaki üretim düzeyi, 1935 yılının altındaydı137. Tarımda ortaya çıkan bu tablo, CHP’sinin Demokrat Parti’ye karşı kaybedişinin en başlıca nedeni olmuştu.

Savaş sırasında ortaya çıkan fiyat artışları, piyasada mal akışının yavaşlaması ve karaborsacılık, istifçilik, vurgunculuk faaliyetlerinin hız kazanması, bu süreçten küçük bir kesimin çıkarlar sağlaması ile sonuçlanacaktı138. Savaş sırasında en büyük karı iki grup sağlamıştı; tarım fiyatlarının yükselmesinden muazzam kazanç sağlayan çoğunluğu Müslüman Türklerden oluşan büyük çiftçiler ve hem Türk ihracat maddelerinin yüksek değerini hem de zaruri ithal mallarının korkunç kıtlığını istismar edecek olan ve çoğunluğunu üç azınlık topluluğuna mensup olan Rum, Ermeni ve Yahudiler oluşan İstanbul tüccar ve komisyoncularıydı139. Ülke yönetimini bu durumdan rahatsız olacak ve İnönü 1942 yılında yaptığı meclis açılış konuşmasında ülke ekonomisinde ortaya çıkan bu tabloyu net bir şekilde ortaya koyarak, uygulanacak olan yeni önlemlerinde sinyalini verecekti. İnönü; “batakçı çiftlik ağalarının, gözü doymaz vurguncu tüccarların, sıkıntıları fırsat sayan ihtiraslı ve yabancı devlet hesabına çalışan politikacıların, hükümeti başarılı kılmamak için zehirli hava estirenlerden yakınarak, üç beş yüz kişiyi geçmeyen bu insanların vatana karşı aşikâr olan zararlarını gidermek yolu elbette vardır”140 diyordu.

Savaş durumunun getirdiği şartlar sonrası kısa sürede zenginleşen ya da zenginleştiğine inanılan “üç beş kişiye” yönelik olarak 11 Kasım 1942 yılında Meclis’ten Varlık Vergisi Kanun’u çıkarılacaktı141. Kanun, kazanç ve gelir sahiplerini ve daha çok iktisadi şartların

rüşvet verir, bunun karşılığında ‘kalburumdan geçmiştir’ yazısı verirlerdi. Ofis memuru ile kalburcu anlaşmışlardı. Kalburcuya verdiğimiz rüşveti aralarında paylaşıyorlardı”. Salih Budakoğlu, Bursa Siyasetinde Demokrat Parti (1946-1960), Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Bursa, 2003, s. 12-13.

137 Kazgan, a.g.e., s. 69.

138 Korkut Boratav, İkinci Dünya Savaşı esnasında iktisadi alanda yaşanan karışık ve karanlık ortamın, Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinde stratejik önem taşıyan bir ilkel birikime yol açtığını ifade etmektedir.

Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, 2. b. İmge Kitabevi, Ankara, 2006, s. 288.

139 Lewis, a.g.e., s.296.

140 İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmaları (1939-1960), C II, Ankara, 1993, s. 33.

141 Resmi Gazete, S 5255, 12 Kasım 1942. Varlık Vergisi Kanunu, CHP grubunda gerçekleşen gizli oturumda uzun ve hararetli tartışmaların ardından, meclis oturumuna katılan 350 milletvekilinin oybirliği ile kabul edilmiştir. İçersinde Hüseyin Cahit Yalçın, Reşat Nuri Gültekin, Celal Bayar, Hasan Ali Yücel, Mahmut Esat Bozkurt, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi dönemin ileri gelen partililerin bulunduğu 76 milletvekili oylamaya katılmamıştır. Rıdvan Akar, Varlık Vergisi, Belge Yayınları, İstanbul, 1992, s. 50.; Yasanın Halk Partisi

45 darlığından doğan güçlükleri istismar ederek, yüksek kazançlar elde ettikleri halde, kazançları ile orantılı derecede vergi vermeyenlere yönelik hazırlanmıştı. Ülke çapında yüksek bir gelir elde edilmesi düşünülen bu vergi kapsamında planlanan, bütçenin finansmanı sağlamak, olağanüstü dönemde elde edilen spekülatif kazançları vergilemekti.

Ayrıca spekülatörlerin ellerindeki stokları piyasaya sürmeleri sağlanacak, karaborsacılık azaltılarak ve fiyatlar düşürülecekti. Devlet bu kanunla artan giderlerini karşılamak üzere yeni bir kaynak kapısı yaratırken, aynı zamanda savaşın getirdiği olumsuz şartlardan yararlanarak zenginleştiğine inandığı, özellikle azınlıkların içinde bulunduğu kesimleri cezalandıracaktı142. Bu kesimler içinde tüccar, emlak ve büyük çiftlik sahipleri ön plandaydı. Temelde yıllık toplam geliri 2500 lira olanlar ile bina ve vergide kayıtlı değeri 5000 lira olan arsa sahipleri yükümlü tutulacaktı. Vergiyi ödemekle yükümlü tutulan kişiler, ödeme yapmadıkları takdirde sürgününde içinde bulunduğu, genel hizmetlerde çalıştırılma gibi yaptırımlara tabi tutulmuşlardı143. Savaş yıllarında pek çok Avrupa ülkesinde

“olağanüstü kazançların vergilendirilmesi”, “savunma vergisi” veya “varlık vergisi” adı altında toplanan vergilerle Türkiye’deki Varlık vergisini ayıran en önemli fark; verginin tarh, tahakkuk ve tahsil aşamalarındaki adaletsizlik ve ülkede yaşanan azınlıkların hedeflenmiş olmasıdır144. Uygulama sırasında vergi ödeyecek olan kişilerin seçimi, ne kadar vergi ödeyecekleri gibi konular takdir ve kanaatlere bırakılacaktı145. Her hangi bir standart ülke

içinde rahatsızlıklar yarattığı, başta Recep Peker olmak üzere bazı ileri gelen yöneticilerin şiddetli itirazlarda bulunduğuna değinen Hilmi Uran, verginin Meclis’ten çıkan bir yasa ile uygulandığı ve bütün vekillerin gözü önünde gerçekleştiğin, bütün günah ve kabahatinin Halk Partisi’nde ve hepimizde olduğunu ifade etmektedir. Uran, a.g.e., s. 316.

142 Yasanın çıkarılması ve yasanın uygulanması sürecine hâkim olan en önemli düşünce, Türk halkının yaşadığı ekonomik sıkıntıların en büyük sorumlusunun azınlık durumundaki vatandaşlar olduğuydu. Savaş döneminde “harp zengini”, “istifçi”, “vurguncu” karikatürlerinde genellikle Yahudi tiplemeleri yer almaktaydı.

Öymen, Bir Dönem, Bir Çocuk, a.g.e., s. 334; Türk dünyasında ortaya çıkan bu düşüncenin ilk izleri Cumhuriyet öncesi dönem olan İttihat ve Terakki Dönemine ve o dönemde uygulanan “Türk Burjuvazi”si yaratma sürecine kadar götürülebilir. Cumhuriyet’in ulus-devlet politikası kapsamında ulusal burjuvazi yaratma isteği ve bu alanda yapılan teşebbüslerle devam etmişti. Fakat sonuçta azınlıkların gerek dış gerekse iç pazarlarla olan ilişkileri, geçmiş birikimleri, bu sınıfın ekonomik anlamdaki gücünün kırılmasına engel olmuştu. Yani azınlıklara yönelik olarak katı bir şekilde uygulanan bu verginin ortaya çıkışında sadece ekonomik değil, ayrıca tarihi ve siyasi şartları da ön plana almak gerekmektedir. Başbakan Saraçoğlu kapalı toplanan parti grubunda yaptığı konuşmasında kanunu savunurken şu ifadelerde bulunmaktadır; “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz”. Faik Ahmet Barutçu, Milli Mücadeleden Demokrasiye Siyasi Hatıralar, C. I, 21. Yüzyıl Yayınları, Ankara, 2001, s. 594.; Bernard Lewis, Varlık Vergisi hakkında şu yorumu getirir; “Uzun vadede Türk devletinin haysiyet ve vakarına büyük zarar vermişti… Hitler Almanya’sının hakim olduğu bir Avrupa’da, Cumhuriyet Türkiye’sinin tek bir işkence denemesi yumuşak ve ılımlı bir olaydı”. Lewis, a.g.e., s. 301.

143 Varlık vergisinde belirtilen miktarları ödeyemeyenler Erzurum’un Aşkale ilçesine çalışmaya gönderilmişlerdir. 27 Ocak 1943’te ilk kafilede azınlıklarında yer aldığı 32 kişi yer alırken, sadece İstanbul’dan gidenlerin sayısı 410 kişiyi bulacaktı. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945), a.g.e., C. II, s. 500.

144 Akar, a.g.e., s. 44.

145 O dönem İstanbul Defterdarlığı görevinde bulunan Faik Ökte, vergi miktarlarını belirleyen memurların ellerinde sağlam gelir gider tabloları bulunmadığı için, bazen kendilerini belli etmeden ticarethanelerin önlerinden geçtiklerini, eşten dosttan malumat sızdırmaya çalıştıklarını, fakat en sonunda tek

46 genelinde uygulanmayacak, sonucunda suiistimaller yaşanacak; mükellefin ödeyeceği vergi miktarını belirleyen temel unsur, onun dini ve milliyeti olacak, bu olumsuzluklardan en büyük oranda gayrimüslimler etkilenecekti146. Verginin uygulama safhası tam bir faciaya dönüşecek, fakat başta İnönü ve hükümet olmak üzere, vergi hararetli bir şekilde savunulacaktı147. Mart 1944 yılında Varlık Vergisi uygulaması sona erdiğinde işin iktisadi yönü son bulacak, fakat Cumhuriyet Halk Partisi kendi eseri olan verginin günahını uzun yıllar üzerinde taşıyacak; kayırma, kandırma, rüşvet ve çalışma kamplarının yarattığı hınçla anılacaktı148. Sermaye birikimine yönelik radikal devletçi müdahale olarak hatırlanacak olan bu yasal düzenleme, politik düzeyde iç ve dış iktisadi aktörlerin Cumhuriyet Halk Partisi iktidarına yönelik itibar ve emniyet havasını bozarak, uzaklaşmalara neden olacak ve tamiri imkânsız yaralar açacaktı. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarından uzaklaşan girişimci sınıf, Demokrat Parti’nin serbest piyasa mekanizmasını savunan görüşleri etrafında kümelenerek, bu görüşlere güç kazandırıp, iktidar değişimine giden sürece hız verecektir.