• Sonuç bulunamadı

Savaşın Ortaya Çıkardığı Yenidünya Düzeni ve Türkiye’nin Dış Politika Arayışları

I. ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİLENE KADARKİ SÜREÇTE CUMHURİYET HALK PARTİSİ (1919-1945)

2. Savaşın Ortaya Çıkardığı Yenidünya Düzeni ve Türkiye’nin Dış Politika Arayışları

60 bulunduğu vaziyet benim fikrimce sulh sırasında Türklere, Müttefiklere iltihak ettikleri takdirde elde etmiş olacakları kuvvetli mevkii temin edemeyecektir”195.

2. Savaşın Ortaya Çıkardığı Yenidünya Düzeni ve Türkiye’nin Dış Politika

61 Türkiye Sovyet talepleriyle karşılaştığı sırada, dış politikadaki en önemli sorunu yalnızlık ve Ruslar Türkiye üzerinde istekler bulunmada çok uygun bir zamanı seçmişlerdi.

Özellikle savaşta takip ettiği politika ve Rusya’nın kurulacak olan yeni düzende başrolde yer alması, diğer büyük devletlerin Türkiye’yi desteğinden mahrum bırakmıştı. Yalta Konferansı’nda (4-11 Şubat 1945) İngiltere ve Amerika, Sovyetlerin Boğazlar konusundaki değişiklik taleplerine olumlu yaklaşmışlardı. Fakat zamanla bu ülkelerde Sovyet taleplerinin, kendi çıkarları açısından da kabul edilemez olduğunu anlayarak, bu istekler karşısında Türkiye’ye desteklerini ifade etmeye başlayacaklardır. Bu yönde ilk önemli sinyal, müttefiklerin birbirleri arasındaki ayrımın netleşmeye başladığı Potsdam Konferansında (17 Temmuz-2 Ağustos 1945) İngiltere’nin Sovyet taleplerine soğuk bakmasıdır. İngiltere, Sovyetlerin Boğazlar meselesine yalnız Türkiye ile arasında bir sorun olarak algılamasına karşı çıkarak, Türkiye üzerinde her hangi bir baskıyı uygun görmediğini ifade etmiştir. İngiltere’nin boğazlar konusundaki görüşlerine Amerika başkanı Truman’da katılmış, fakat toprak taleplerini her iki ülke arasında çözülmesi gereken sorun olarak addetmiştir. Amerika’nın bu tavrı, Sovyet davranışlarının gerçek anlamını kavrayamamasından, Sovyetlerle savaş sırasında devam eden işbirliğinin hala devam ettirilebileceği kanısından ileri gelmekteydi. Fakat, Amerika, 1945 yılı sonlarıyla beraber, Türk Boğazlarının uluslar arası statü dışında tutulması gerektiğine inanarak, Türkiye’nin egemenliğine bırakılması gerektiğini savunmaya başlayacaktır. İngiltere ve Amerika’da Türkiye’ye yönelik algıların değişmesindeki en önemli etken, başta Doğu Avrupa ve Balkanlar olmak üzere, Sovyet yayılmacılığının giderek hız kazanması olmuştur. Sonuçta hem İngiltere hem de Amerika, 19 ve 21 Ağustos 1946’ta Rusya’ya verdikleri notalarla, Türkiye’nin Boğazları kontrol ve savunmasında tek sorumlu olarak kalması görüşünde olduklarını belirteceklerdir.

Batılı ülkelerin Türkiye’ye yönelik algılarının olumlu bir seyir almaya başladığı bir ortamda, Türkiye bu algıları ülke içersinde gerçekleştireceği siyasi ve ekonomik gelişmelerle destekleyecekti. İnönü, iç gelişmelerle dış gelişmelerin birbirleriyle olan yakın ilişkisinin farkında olan bir liderdi ve bu durumu ifadelerine de yansıtıyordu: “Ben uzun

zaman için düşmanla bile diyalog ve temastan kaçınmamış, düşmanlık ilişkisinde aşırılıktan kaçındığı gibi, dostluklara gereğinden fazla bel bağlamamak gerektiğini bilmiştir. Tarih bilgisine güvenen ve bu yönde devamlı okuyan Atatürk, Dün’ü çok iyi bildiği için bugünü gayet ustalıkla kavrıyor, böylece yarını da önceden tahmin edebiliyordu. Diplomaside karşı tarafa güvenilirlik duygusunu veren bir anlayışı hep hâkim kılmıştı. Gerektiğinde kendi gücüne güvenen ve bunu karşı tarafa hissettiren, ama gerektiğinde de ittifaklarda yer alabilen bir anlayışı ön planda tutuyordu. Atatürk içerde ve dışarıda Türkiye’ye milli bir yapı kazandırmaya çalışırken, aşırlığa kaçmaktan sakınmıştı. Atatürk dönemi dış politikasının temel nitelikleri bu şekilde ortaya konurken, dış politikadaki temel hedefleri de şu şekilde özetlenebilir: Milli bir devlet kurmak, bağımsızlığın korunması, barışın korunması, modernleşme ve demokratlaşma. Mehmet Gönlübol - Ömer Kürkçüoğlu, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bir Bakış”, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, C. I, 2. b., Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2004, ss. 151-159.

62 tecrübelerimle şunu görmüşüm: Hiçbir harici meseleyi dâhili mesele ile ihtilaf etmeden ve hiçbir dâhili meseleyi, harici mesele ile karıştırmadan hallettiğimi bilmiyorum. Biri mutlaka diğerini tahrik eder”200. Dış dünyanın şartları, Türkiye’yi Batı ile bütünleşmeye itiyordu ve bütünleşme sürecinin temel aracı ülke içinde daha fazla demokrasinin hâkim olmasıydı.

İtalya ve Almanya’da tek parti idarelerinin ortadan kalkması, tek partili yönetimlere olan inançları zayıflatmıştı. Amerika Birleşik Devletleri’nin başını çektiği Batı Dünyasında, politik sistemini daha demokratik bir hale getirmedikçe, Türkiye’nin Batı’da kazanmak istediği ve ihtiyacını duyduğu manevi itibarı gerektiği derecede elde edemeyeceği gösteriyordu201. Ülke içersinde yaşanan iç gelişmeler sonrası, özellikle savaş sırasında güç kazanan siyasi ve ekonomik çevreler, Batı ittifakının ve yabancı sermayenin baş savunucuları haline gelmişlerdi202.

Yeni Dünya düzeninin şekillenmeye başladığı San Francisco Konferansına katılan ve burada son şeklini alan Birleşmiş Milletler Anayasasını kabul eden Türkiye, daha hür bir rejime geçmeyi taahhüt ederken; anayasanın kabulü, tek parti sistemine karşı koymaya elverişli bir ortam hazırlamış, muhaliflere tek parti sistemine karşı kullanabilecekleri manevi ve hukuki deliller sağlayarak, onları muhalefetlerini açığa vurmaya ve halkın desteğini aramaya teşvik etmiştir203. Birleşmiş Milletler Anayasa’sının Meclise onay için getirildiği dönemde muhalefet, liberalizm lehine gelişen süreçten cesaret alarak, demokratik gelişme taleplerini daha sert ifadelerle gündeme getiriyordu. Adnan Menderes, yenidünya düzeninde demokrasi prensibinin hâkim olduğunu ifade ettiği konuşmasında

Demokrat milletlerin, kendi topluluklarında diktatörlük idaresine katlanan ülkeler bulunmamasına dikkat etmeleri, Birleşmiş Milletlerin barış ve güvenlik ihtiyacından doğan bir zarurettir…” ifadelerinde bulunurken, Birleşmiş Milletler Anayasası ile kendi anayasamızın aynı ruhu taşıdığını yalnızca mevcut fiili durumla bazı ahenksizliklerin ortadan kaldırılması gerektiği üzerinde duruyordu. Böylece ülke içinde toplumsal ve siyasi

200 Barutçu, Milli Mücadeleden Demokrasiye Siyasi Hatıralar, a.g.e., C. II, s. 752.

201 Karpat, a.g.e., s. 127.

202 Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, 4. b., C. 2, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1969, s. 374; Timur, a.g.e., s. 65.

203 Karpat, a.g.e., s. 129.; Türkiye Birleşmiş Milletlerin kurucu üyesi olarak, San Francisco konferansına faal bir şekilde katılmış, Birleşmiş Milletler yasasının daha demokratik, Genel Kurula daha fazla ağırlık veren, hak ve adalet kavramlarını içeren bir belge olması yönünde çalışmış, ihtilafların çözümünde Uluslar arası Adalet Divanı’nın rolünü öne çıkarmak için çaba harcamıştır. Bunu yaparken Türkiye, büyük devletlere karşı tutum alan daha küçük devletlerle birlikte hareket etmiştir. Fakat sonraki yıllarda, iki kutuplu dünya düzeninde stratejik bir konumda bulunan Türkiye için güvenlik endişeleri hep ağır basmış ve bu endişeler dış politikasına büyük ölçüde yön vermiştir. Bu sebeple, Türkiye Birleşmiş milletlerde Batılı devletlerle dayanışma halinde olmaya özen göstermiş, üçüncü dünyanın sorunları ile genellikle fazla ilgilenmemiştir.

Örneğin, sömürge imparatorluklarının dağılma sürecinin hız kazandığı bu dönemde, Türkiye, geçmişte kendi kurtuluş savaşı ile az gelişmiş ülkelere örnek olduğu sömürgeciliğin tasfiyesi sürecini bir kenara iterek, müttefikleriyle birlikte hareket etmiştir. Mustafa Akşin, “Birleşmiş Milletlerde Türkiye’nin Tutumu”, Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç Sempozyumu (15-17 Ekim 1997), yay. haz. İsmail Soysal, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1999, s. 501.

63 tabanda giderek büyüyen ve vücut bulan siyasi harekete, dış gelişmeler koruyucu bir kalkan ve teşvik edici güç olacaktı.

Türkiye’nin politik anlamda Batı ile başlattığı yakınlaşma, iç kamuoyunda yansımasını hızlı bir şekilde bulmuştur. 1946 yılı ile birlikte Amerika’nın Rus talepleri karşısında Türkiye’yi destekler durum alması, Türk kamuoyunda Amerika lehine algıların gelişimini hızlandıracaktır. Türkiye’nin Amerika merkezli oluşan yeni dış politikasında, kamuoyunu bu duruma hazırlama yolunda ilk önemli girişim, Amerika Birleşik Devletler Başkanı Truman’ın, Amerikan donanmasının en büyük zırhlı gemisi olan Missouri’yi, savaş sırasında ölen Türk büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ün cenazesini getirmek üzere Türkiye’ye göndermesidir204. Amerika bu davranışıyla Sovyet Rusya’ya, Türkiye’nin yanında olduğunu somut olarak ortaya koymuş, bu ziyaret Türk kamuoyu tarafından da Sovyet istekleri karşısında Birleşik Amerika’nın Türkiye’ye verdiği destek olarak algılanmış ve Türk halkına rahat bir nefes aldırarak, kâbustan uyanmasını sağlamıştı205. Missouri gemisinin gelmesinden çok önce ülkede hazırlıklar başlamış ve özel bir karşılama töreni hazırlanmıştı206. Bu hazırlıkların bir kısmı sonradan eleştiri ve alay konusu olacaktı. Ama o günlerde bunları pek yadırgayan yoktu. Adeta bu ziyaret bir “ulusal dava”ya dönüştürülmüş, Amerika’ya “iyi ve hoş” görünmek adına herkes üzerine düşeni yapmakla görevli kılınmıştı207. Kimsenin bu konuda en ufak eleştiriye tahammülü yoktu ya da yapılanları eleştirmek kimsenin aklından geçirmediği bir olaydı208. 5 Nisan 1946 tarihinde İstanbul’a gelen heyeti, Cumhurbaşkanı İnönü’nün bizzat kendisinin karşılaması,

204 Aslında 1946 yılı ile birlikte Türkiye’ye gelen Amerikan savaş gemileri, Türk kamuoyunda olumlu bir Amerikan algısının oluşumunda ön planda yer almıştır. Missouri’nin ziyaretinden kısa bir süre sonra, 23 Kasım 1946 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri donanmasına ait Randolph Uçak gemisi ile Perry, Fargo ve Donner adlı gemiler, İzmir limanına gelmişlerdi. İzmir’deki hazırlıklarda günler öncesinden başlamış ve detaylar her gün ulusal ve yerel gazetelerde yer almıştır. Mithat Kadri Vural, “Soğuk Savaşın Başlangıcında Amerikan Filosunun İzmir Ziyareti ve Kamuoyundaki Yansımaları”, Körfezde Zaman: İzmir Araştırmaları Kongresi 10-11 Aralık 2009, İzmir, 2010, ss. 171-179.

205 Metin Toker, Türkiye Üzerinde 1945 Kâbusu, Akis Yayınları, Ankara, 1971, s. 105.

206 Bu ziyaretin ve yeni oluşan Amerika algısının Türk kamuoyundaki yansımalarına eserinde değinen Altan Öymen, ülkedeki hareketliliği şöyle anlatır; “Missouri için makaleler, şiirler yazıldı. Tekel’in çıkardığı

‘Missouri’ sigaraları çok satıldı. Ülkenin çeşitli yerlerinde ‘Missouri’ adlı lokAntalar, eğlence yerleri açılmaya başladı… kısa bir süre sonra başkentin en iyi lokantalarından biri, ABD başkentinin adını alacak,

‘Washington Lokantası’ olarak faaliyete geçecekti. Rusları hatırlatan adlar ise değiştirildi. Mesela Rus Salatası. Kim akıl etti bilinmez ama bu salatanın adı birdenbire ‘Amerikan Salatası’ haline geldi. 1946 yılıyla daha sonraki yılların Türkiye’sinde Ruslara duyulan hiddet de, Rus tehlikesi karşısında Amerika’ya duyulan sempati de, bu kadar büyüktü”. Öymen, a.g.e., s. 515-516.

207 Missouri zırhlısının İstanbul’da karşılanış şeklini Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Wilson Washington’a şöyle aktarıyordu: “Bu, Birleşik Devletler donanmasının şimdiye kadar yaptığı ziyaretlerde bir yabancı hükümet ve halk tarafından Birleşik Devletler donanması subaylarına ve erlerine karşı gösterilmiş dostluk ifadesinin her halde en dikkate şayan olanıdır… Türkler olayı, bu bölgedeki kendi menfaatinin Türk bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tehdit eden her Sovyet teşebbüsüne karşı çıkmakta olduğunu Birleşik Devletlerin nihayet anladığı şeklinde değerlendirmişlerdir.” Toker, Türkiye Üzerinde 1945 Kabusu, a.g.e., s. 101.

208 İbrahim Bozkurt, “II. Dünya Savaşı Sonrası Amerikan Missouri Zırhlısı’nın İstanbul Limanı’nı Ziyareti Üzerine Değerlendirmeler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C. VI, S. 15, (2007 Güz), s.

263.

64 Türkiye’nin bu ziyarete verdiği önemi göstermesi açısından dikkate değerdi. Ziyaret günlerce Türk basınında geniş haberlerle yer aldı209.

Türkiye, Sovyet Rusya tehdidine karşı, kendisini başta Amerika olmak üzere Batı dünyasına bağlayacak olan en iyi araç olarak “demokrasi” görüyordu. Milli Şef İsmet İnönü’nü, bağları kuvvetlendirmek adına milli şefliğinden vazgeçerek, ülkede daha fazla demokrasi adına elinden geleni yapacaktı. İnönü her fırsatta ülke içinde gelişen demokrasinin, Batı dünyasında olumlu algılar yaratmakta olduğunun, her hangi bir olumsuzluğun ise, ülkenin zararına olacağına inanıyordu. İnönü’ye göre, demokrasi yolunda iktidarın her türlü fedakârlığa girdiği bir ortamda muhalefetin, çeşitli gerekçeler nedeniyle, demokrasinin gelişimini engelleyecek teşebbüslerde bulunması asla gidilmemesi gereken bir yoldu. Böyle bir durum Türkiye’nin dış politikada elini zayıflatırdı.

İnönü, muhalefetin, 1946 yılı Mayıs ayında yapılan Yerel seçimlere katılmama kararını sert bir şekilde eleştirirken şunları ifade etmekteydi: “Şüphe etmek istemem ki, şimdiye kadar kurulmuş olan partiler seçime parti olarak gireceklerdir… Millet iradesinin açık bir surette belli olması için, bu kadar dikkat gösterdiğimiz halde, partilerin veya bağımsız olanların, bir bahane bularak seçime girmekten kaçınacaklarını farz etmek istemem…

Bazı memleketlerde seçime iştirak etmemek taktiği görülmüştür. Bunun manası yabancı devletlere karşı, memleketin iç idaresini itham etmektir. Kendi iç idaremizi yabancı devletlere karşı kötülemek teşebbüsünü, Türkiye’de vatandaşların hoş görmeyeceklerine eminim”210. Sonrasında Cumhuriyet Halk Partisi yayın organlarında demokratların seçimlere katılmamasının nedeni olarak Sovyet Rusya ile girişilen işbirliği olduğu ve Moskova’nın emriyle hareket ettikleri yolunda haberler gündeme gelecekti. Çünkü demokrasi yoluyla Batı dünyasının desteğini sağlama yolunda adımlar hızlı bir şekilde atılırken, bu adımları sekteye uğratacak olan muhalefetin seçimleri boykot edip girmemesi,

209 Bu dönem basını incelendiğinde, hemen hemen tüm basın organlarının Amerika lehinde yoğun yayınlar yapıldığı görülmektedir. 5 Nisan tarihinde çıkan gazetelerin başyazarlarının yazılarından birkaç örnek vermek gerekirse; Falih Rıfkı Atay, Ulus’ta kalem aldığı “Missouri” başlıklı yazısında Amerikan bayrağındaki yıldızlardan birinin de Türk ulusunun kendi talih yıldızı olduğunu yazmıştır. Nadir Nadi, Cumhuriyet’te, Missouri’yi, “Amerika bugün yeryüzünün en kuvvetli bir milletidir. Fakat bu kuvvet; barışın, adaletin ve milletler arasında eşitlik hakkını kurup yaşatmak isteyen temiz bir idealin emrindedir… yalnız insanlık ve medeniyet şartlarına göre yürütmekten başka bir şey yapmamıştır” ifadeleri ile anlatır.

Necmettin Sadak, Akşam gazetesinde şunları ifade etmiştir: “…(Amerika Birleşik Devletleri) Yeryüzünde hak, adalet, hürriyet prensiplerinin tatbik edilmesinden başka bir ideali olmayan, bu ideal uğrunda var kuvvetini ortaya koyan büyük devletin, İstanbul sularını süsleyen donanma karşısında halkın duyduğu heyecan ve takdirin başlıca kaynağı, Türk Milleti’nin de yüreğinde taşıdığı aynı ideallerdir”. Bozkurt, a.g.m., s.267. Aynı dönemde Amerika’ya karşı mesafeli duran tek yayın organı olarak Sertellerin çıkarmakta olduğu Tan Gazetesi gösterilebilir. Her ne kadar Tan gazetesi ülkede çok partili siyasete geçiş yolunda yoğun yayınlar yapmışsa da, Sovyet aleyhtarlığının yoğun olarak yaşandığı bu dönemde Sovyetlerle Türkiye’nin dost kalmasını istemiş ve bu yönde görüşler ortaya koymuştur. Sonuçta Tan gazetesinin matbaası, 4 Aralık 1945 yılında, ülkede dış siyasete bağlı olarak oluşan atmosfer içinde bir gençlik hareketi sonrası yakılmıştır. Yaşanan bu olay Türkiye’deki komünizm ve Sovyet aleyhtarı politikaların, kamuoyundaki etkisi ve sokağa yansıması olarak görülmelidir.

210 İsmet İnönü, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşiler 1944-1950, s. 85.

65 Türkiye aleyhine ve Rusya’nın lehine olacak olan bir adımdı. Böylece “Moskovacılık”

suçlaması demokrasi tarihimizde ilk defa CHP üyeleri tarafından Demokrat Parti’ye karşı icat edilecekti211. Bu suçlama çok partili siyasi hayatımızda tarafların birbirine karşı kullandığı en büyük eleştiri silahı olacaktı.

211 Toker, Tek Partiden Çok Partiye, a.g.e., s. 152.

66