• Sonuç bulunamadı

1.3 1980 SONRASI DÖNEMDE GELİR DAĞILIM

2. TÜRKİYE’DE UYGULANAN KAMU POLİTİKALARININ GELİR DAĞILIMINA ETKİLERİ

2.3. DIŞ TİCARET POLİTİKALAR

Dış ticaret politikamız 24 Ocak 1980 yılına kadar ithal ikameci bir strateji takip ettiğinden, ithalat üzerinde özellikle durulmuş, ihracat ihmal edilmiştir. Buna mükabil ithalatla ilgili ilk defa 1958 yılında alınan istikrar kararları ile ithalat rejimi uygulamasına başlanılmış, ve 1980 yılına kadarda önemli bir değişikliğe uğramadan uygulanmıştır.

1 Mahmut BİLEN, ve Diğerleri, a.g.e. s.384

1958-1980 yılları arasında yürürlükte olan ithalat rejiminde ithalat: “liberasyon”, “tahsisli ithal malları” ve “anlaşmalı ülkeler” kontenjan listelerinden olmak üzere üç ayrı listeden yapılmıştır. Liberasyon ve tahsisli ithal malları listelerinde yer alan maddelerin ülkeye ithaline izin verilmiş, liste dışında kalan mallar ise ithal edilmemiş, hatta yasaklanmıştır. Üçüncü liste olan anlaşmalı ülkeler kontenjan listelerinde ise, ilk iki listede yer alan mallar yer almıştır. Liberasyon listesindeki mallar genellikle sanayi hammaddeleri, ara malları, ilaç ve diğer zorunlu tüketim maddelerinden oluşmuştur. Bu maddelerin ithalinde belirli bir kısıtlama veya döviz sınırlaması olmamıştır. Tahsisli ithal malları, diğer bir değişle kota listesinde yer alan malların ithali, tahsis edilen belli bir miktar döviz ile sınırlanmıştır. Böylece yerli sanayiinin dış ülkelerin rekabetine karşı korunması amaçlanmıştır. Zaten korumacı dış ticaret politikası ile de ifade edilen bu tarz uygulamalardır. Örnek olarak ülke içinde üretilip de, iç tüketimi karşılayamayan malların, ancak, ülke içi üretimi ile iç talep arasında kalan kısmı için ithalatına izin verilmiştir. İç üretim iç talebi karşılayacak seviyeye ulaştığı zaman, bu mallar listeden çıkarılmış ve böylece bunlarında ithalatı yasaklanmıştır. Bu sistemde hükümetler, izlemiş oldukları sanayileşme politikalarına bağlı olarak hangi sanayi dalının ne kadar korunacağına ve hangi dallara ağırlık verileceğine rahatlıkla karar verebilmişlerdir.1 Bu uygulamaların gelir dağılımı açısından sonucu tabii ki korunan sektörde faaliyette bulunanların lehine bir durum oluşturacaktır. Ayrıca bu korumanın sektörler arasında oluşturacağı rantların sermayedarların ve girişimcilerin kasaların akmasıyla da fonksiyonel gelir dağılımı sermayedar ve girişimciler lehine değişecektir.

1980 öncesinin ithal ikameci rejimi ihracatı hep ikinci plana atmış bir görünüm içerisindeydi. Bu dönemde karşılaştırmalı üstünlüklere göre ihracat tarıma dayanmaktaydı. Oysa korunan sektörün sanayii ağırlık olması ile tarım sektörü uygulanan bu korumacı politikalardan en büyük zararı gören kesim olmuştur. Korunan sanayi sektörü istediği fiyat ve kalitede mal satarak ek rantlar elde etmişlerdir. Aynı zamanda ithalat kotaları da ticari kesime ek rant sağlama olanağı sunan bir diğer uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde ithalat listelerinde yer alan malların yerlerinin değiştirilmesi veya listeye eklenilip

çıkarılması ile yine bu ticari kesime fazladan rant olanakları sağlanarak, gelir dağılımında sektörel dağılımı bu rant elde eden ve özelliklede ticaret sektöründe oluşan kesim ile korunan sanayi sektörü lehine olmuş, tarım sektörünün yoksullaşma süreci devam etmiştir.1

Son olarak bu dönemde uygulanan sabit döviz kuru politikası ile aşırı değerlenen Türk Lirası ihracatçı sektörleri olumsuz etkilemiştir. 1970 yılında yapılan devalüasyonlar ve teşvik politikaları ile bu sektörlerde iyileştirmeler sağlanmaya çalışılmıştır. Ancak yine de bu dönem de uygulanan eksik değerlenmiş kur politikası uygulamaları ile ithalatçıya kaynak aktarıldığını, bir taraftan ithal ikameci sanayilerin yatırımları için gerekli girdilerin düşük fiyattan ithali teşvik edilmiş, diğer taraftan düşük kur politikası ile bir nevi ihracatçıdan kaynak transferi yapılarak, bu sektörlerin dünya piyasalarında rekabet şanslarını azaltıp, ihracatı caydırıp kaynakların ithal ikamesi sanayilerine kaymasına zemin hazırlamıştır. Bu durumda en büyük ihracatçı sektör olan tarım sektörü gelir dağılımı açısından olumsuz olarak etkilenmiştir.2

Ülkemizin 1980 yılından itibaren ekonomisinin dışa açılması sonucunda dış ticaret hacminin ulusal gelir içindeki payı hızla artmıştır. 1980 yılında ihracatın GSMH’ya oranı % 4,2’den 1997 yılında %13’lere yükselmiştir. Sanayi ürünlerinin toplam ihracat içindeki payı, 1980 yılında %36’dan 1995 yılında %88’e, ihracatı karşılama oranı da, 1980’de 537’den 1995 yılında %66’ya çıkmıştır. 1980 yılından itibaren ithal ikamesi politikalarının terk edilerek ihracatın teşvikine yönelik politikalara ağırlık verilmesi sonucunda ihracat, 1980 yılında 2.910 milyon dolardan, 1995 yılında 21.635 milyon dolara ulaşmıştır. Türkiye’de ihracatın sistematik ve bilinçli bir şekilde 1980 yılından sonra teşvik edilmeye başlanmasında, bu yıla kadar izlenen ithal ikameci politikaların büyük rolü vardır. Fakat dışa kapalı politikaların uygulandığı 1980 öncesi dönemde de, istihsal vergisi istisnası, ihraç ürünleri üretiminde kullanılan girdilerin gümrük, diğer vergiler ile resim ve harçlardan istisna edilmesi gibi, ihracatı teşvike yönelik bazı uygulamalara da rastlanılmaktadır. Türkiye’de ihracatı teşvik politikası 24 Ocak Kararları’ndan sonra önem kazanmış ve

1 Yaşar UYSAL, a.g.e. s.161 2 Yaşar UYSAL, a.g.e. s.164

dış ticaret politikasının temel araçlarından birisi haline gelmiş ve belirli bir sistematiğe kavuşmuştur.1

Konumuza tekrar dönecek olursak, 1980 sonrası uygulanan dış ticaret politikasının gelir dağılımı açısından rolü yukarıda da değinildiği gibi, korumacılıkla, teşvikle ve kur politikalarıyla doğrudan ilgilidir.

1980 sonrası dönemde uygulanan liberalleşme politikaları tarım sektörünü çok kötü etkilemiş ve özellikle ithalatta liberalleşme, karşılaştırmalı üstünlüklere göre, ihracata yönelik olarak çalışan tarımı olumsuz etkilemiştir. Sektörel gelir dağılımı açısından bu olumsuz durum, tarım sektörünün gelirden daha az pay almasıyla sonuçlanmıştır. Avrupa Birliğinden yüksek oranlı sübvansiyonlu ürünlerin ithalatının önü açılması ile ithalatın artması, rekabet gücü zayıf, geri kalmış teknikleri kullanarak ayakta kalmaya çalışan ve 1980’li yıllarda azalma ivmesinde olmasına rağmen hala aktif nüfusun yarısını barındıran tarım sektörü, tüm bunlara ilaveten uzun üretim tüketim zincirine bağlı olarak yüksek oranda aracı karları ve girdi fiyatlarındaki hızlı yükselmeye bağlı olarak hissedilir bir şekilde fakirleşme sürecine girmiş ve hala günümüzde bu fakirleşme süreci devam etmektedir. Aracı kesim(tarım ticareti yapan tüccarlar ve özellikle sebze hallerindeki simsarlar) ve tarıma dayalı sanayiler ise, bu uygulamayla ucuz tarımsal ürün ve hammadde sağlayarak, ithal ürünlerin sağladığı ek rantlardan fazlasıyla yararlanmaları yanında, ucuz tarımsal hammadde ithaline karşılık, ürün fiyatlarında bu düşüşe uygun bir indirime gitmemişler ve karlarının daha da artmasını sağlamışlardır. Buda bize 1980 sonrası ithalat politikalarının gelir dağılımında sektörel dağılımı sanayi ve ticaret kesimi lehine ve tarım sektörü aleyhine değiştirdiğini göstermektedir.2

1980 sonrasında ihracat politikaları sürekli olarak girişimciler lehine düzenlemelere sahne olmuş, döviz kazandırıcı faaliyetlerde (ihracat, turizm sektörü gibi) bulunan girişimcilere büyük miktarlarda kaynak aktarması yapılmış, bununla birlikte özellikle tarımsal ürünlerde, teşviklerin üretim yerine ihracata verilmesi, diğer bir ifadeyle teşviklerin üretimden kopuk olması, teşviklerin üretim artışına

1 Rıdvan KARLUK, a.g.e. s.526 2 Yaşar UYSAL, a.g.e. s.202

hizmet etmesi devlet eliyle engellenmiştir. Bu durum gelir dağılımı açısından sektörel dağılımı kendi içinde daha da adaletsiz bir duruma sokmuştur. Tüm bunların yanında uygulanan teşvik politikalarının daha çok parasal teşviklerden oluşması, ihracat artışının yatırım artışına değil de, kapasite artışına dayandırılması, artan nüfusa yeterli yeni istihdam olanaklarının yaratılmasını engellemiş ve fonksiyonel gelir dağılımı açısından emek aleyhine bir durum oluşturmuştur.1