• Sonuç bulunamadı

4.2.4 GELİR FARKLILIKLARININ ÜST SEVİYEDE

4.3.1. MALİYE POLİTİKALAR

4.3.1.1. VERGİ POLİTİKALAR

4.3.1.1.3. SERVET VERGİLERİ

Servetin tanımı en kısa şekilde mal sahibi olmaktır. Servet vergileri, servete giren her çeşit menkul ve gayrimenkul malların ya tümünün veya bir kısmının değerinden alınan dolaysız bir vergidir. Servet vergilerinde iki durum söz konusudur. Birinci durumda kişilerin bireysel olarak ve ailevi durumlarını da göz önünde bulundurmak suretiyle alınan ve sadece gelişmiş toplumlarda uygulanabilen bir subjektif nitelikteki genel servet vergileri, ikinci durumda ise, servet vergilerinin ilk

çağlardan beri çok yaygın bir şekli olan ve günümüzde serbest piyasa ekonomisinin geçerli olduğu hemen hemen her ülkenin vergi sistemi içinde gelir vergisinin yanı sıra uygulanan objektif nitelikteki emlak vergisi söz konusudur. Diğer taraftan zamanımızda yüksek değerli menkul malların kullanımının halk arasında yaygınlaşmasında paralel olarak, servet vergilerinin kapsamına bazı menkul mallar (kara taşıtları gibi) girmiştir.1

Servet vergilerinin en önemli özelliklerinden birisi, bu verginin gelir vergisini vergilendirmediği, fakat ödeme gücü açısından büyük önemi olan, bazı iktisadi değerleri de vergi içine almasıdır. Gelir vergisinin yanı sıra yansıtılmayan servet vergileri gelir dağılımının sağlanmasında kullanılabilecek en önemli araçlardan birisidir. Servet vergilerini kendi içinde serveti oluşturan bütün mal varlıklarından alınan servet vergileri ve sadece belirli bir takım varlıklardan alınan servet vergileri şeklinde ikili bir sınıflandırmaya tabii tutmak mümkündür.2

4.3.1.1.3.1. Servetten Alınan Vergiler

Ödeme gücünü esas alan, subjektif ve dolaysız vergi olan genel servet vergisi, gerçek ve tüzel kişilerin sahip oldukları servetin tamamını vergilendirmektedir. Bu çeşit vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisi servet sahipleri lehine bozulmuş olan servet dağılımındaki eşitsizlikleri kısmen eşitleyici yönde etkilemeleridir. Ayrıca devletin servet üzerinden aldığı vergilerle milli ekonomide servet birikimine de imkan hazırlayabilir. Özellikle genel servet vergisinin artan oranlı bir tarife ile uygulanmaya başlamasıyla, küçük servetler üzerinden az vergi alınması yanında, büyük servetlerden de çok vergi alınarak verginin servet birikimini azalttığı yolundaki eleştirilere bir cevap niteliği de taşımaktadır.3

Servetten alınan vergiler denince akla ilk gelen emlak vergisi ne yazık ki ülkemizin vergi politikaları açısından kötü bir örnek teşkil etmektedir. Emlak vergisi

1 Salih TURHAN, a.g.e. s.193 2 İsmail TÜRK, a.g.e. s.322 3 Aytaç EKER, a.g.e. s.284

ülkemizde bina ve arazi vergisi olarak iki ana grupta belediyelerce tahsil edilmektedir.

Bina vergisi, genellikle binanın sağladığı irat üzerinden alınmaktadır. Sağlanan iradın belli bir yüzdesi binanın bakım ve onarım ve amortismanı için düşülmekte, geriye kalan safi irat bina vergisinin matrahı olmakta ve binanın safi iradı üzerinden orantılı olarak bina vergisi alınmaktadır. Türkiye'de bina vergisi binanın mükellefi tarafından beyan edilen değeri üzerinden alınmaktadır. Bina vergisinin gelir dağılımı üzerindeki etkisi, binaların gelir grupları arasındaki dağılımı ile ilgili bir konudur. Genellikle kabul edilmektedir ki, özellikle az gelişmiş ülkelerde binaların büyük bir kısmı yüksek gelirli grupların elindedir. Eğer bu ülkelerde, binalar çeşitli görüşlerle geniş muaflıklardan yararlanmıyorlarsa, gayrimenkul sermaye iratları istisna müessesesiyle gelir vergisi sisteminde bir gedik açmıyorlarsa, bina vergisi gelir dağılımını eşitleyici yönde etki eder.1

Arazi vergilerinden matrahın tespiti, matrah ya sahip olunan arazinin yüzölçümü veya değeridir. Eğer vergi yüzölçümü üzerinden alınıyorsa bu verginin alındığı ülkelerde tarımsal işletmelerden pek büyük kısmının küçük işletmeler, rantabl işletmeye elverişli olmadıkları için, diğer yandan da yüzölçümü her çeşit tarımsal faaliyette ve toprakta aynı geliri temsil etmediği için, alınan vergi gelir eşitsizliklerini artırma yönünde etkide bulunur. Buna mukabil, arazi üzerinden alınan vergi, arazinin değeri üzerinden alınıyorsa bu değerin arazinin sağladığı gelirden türeme bir değer olduğu kabul edilebilir. Fakat bu varsayımın doğru olabilmesi için arazi yazımlarının güvenilir biçimde ve yakın bir tarihte yapılmış olması gerekir. O zaman, arazi vergisi dolaylı bir şekilde gelir vergisi haline gelir. Bu sebeple, arazinin değeri üzerinden alınan vergiler, küçük işletmeleri vergilendirirse ve büyük işletmelerde artan oranlı bir şekilde vergilendirilirse gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltırlar.Bu yapıda bir arazi vergisi az gelişmiş ekonomilerde tarım sektöründe tarımsal kazançların vergilendirilmesinde zaman zaman tavsiye edilmekte ve bu verginin bünyesinde dolaylı bir toprak reformu özelliği de görülmektedir. ( Az gelişmiş ekonomilerde tarımsal kazançların vergilendirilmemesi bir teşvik tedbiri

olarak düşünülmemelidir. Çünkü tarım sektöründen etkisi hissedilebilir bir şekilde vergi alınmak suretiyle işletilmeyen veya rasyonel işletilmeyen topraklar bunları verimli işletenlerin eline geçecek, dolayısıyla vergi politikası yoluyla dolaylı bir toprak ve tarım reformu gerçekleşmiş olacaktır.) 1

Özetle, az gelişmiş ekonomilerde tarım sektöründe toprak dağılımı pek büyük eşitsizlikler gösterdiğinden arazi vergilerinin, değer üzerinden alınması ve bu değerlerin vergi yazımlarında pek küçük tahmin edilmiş bulunması, büyük işletmelerin küçük işletmelere göre daha az vergi ödemeleri sonucunu doğurmakta, arazi vergilerinden az gelişmiş ekonomiler gelir eşitsizliklerinin azaltılmasında yararlanabilecekler iken gelir dağılımındaki eşitsizliklerin artması olayı ile karşılaşmaktadırlar.

Servetten direkt alınan bir vergide Veraset ve İntikal Vergisidir. Gelişmiş ülkelerin vergi sistemlerinde servet dağılımını düzeltmenin bir aracı olarak önemli bir fonksiyonu olan veraset ve intikal vergisi, direkt olarak servetten alınan bir vergidir. Bu vergiler devlete gelir sağlamaktan çok, servet dağılımını eşitleme ve çalışmadan servet sahibi olmayı kısıtlama amacına yönelmiştir. Veraset ve intikal vergisi iki ayrı vergiden oluşan bir vergidir. Gerçekten ölen bir kimsenin servetinin miras veya vasiyet yolu ile başkalarına geçmesi nedeni ile bu servet unsurlarını elde edenlerin payları üzerinden veraset vergisi alınırken, bağış yoluyla gerçekleşen servet transferleri üzerinden intikal vergisi alınır.2

Veraset ve intikal vergilerinde servet bir nesilden diğerine geçerken törpülenir veya budanır. Vergi yapısı bakımından vergilemede şahsiyet prensibini uygulamaya son derece elverişlidir. Bu sebeple, murisin bıraktığı mirasın değeri ve mirasçıların murise akrabalık derecesi göz önünde tutularak, veraset ve intikal vergisi şahsi gelir vergileri gibi, artan oranlı olarak alınır. Verginin servet, dolayısıyla gelir dağılımını eşitleyici yönde etkilemesi verginin istisna hadlerinin az, vergi tarifesinin yüksek olmasına bağlıdır. Ayrıca, mirasta değer tespitinin, gayri menkullerin tapu sicilindeki kayıtlı değerleri üzerinden yapılması, piyasadaki rayiç değerler üzerinden yapılması gerekir. İktisaden kalkınmış ekonomilerde veraset ve intikal vergilerinin

1 İsmail TÜRK, a.g.e. s.322 2 Salih TURHAN, a.g.e. s.208

istisna hadleri az ve vergi yeter derecede artan oranlı olduğu için, her 30-35 senede bir, ölüm hadisesiyle, servet intikallerinde servet, bu vergi sayesinde adeta törpülenmekte, servet ve gelir dağılımı az gelişmiş ekonomilerdeki gibi büyük eşitsizlikler göstermemektedir. ( Az gelişmiş ekonomilerde birikim önemli olduğu için kıymetli madenler ve nakit paraları vergiden kaçırmak mümkün olmakta, bu sebep diğer sebeplerle birleşince veraset ve intikal vergileri serveti yeniden dağıtıcı bir tesir meydana getirmemektedir.)1

4.3.1.1.3.2. Servet Değer Artışları Üzerinden Alınan Servet Vergileri

Bu çeşit servet vergileri servet sahiplerinin sahip oldukları servetteki değer artışları üzerinden alınırlar. Vergi servet artışları üzerinden alındığı ve servetteki değer artışları sermayedarların kişisel gayretleri sonunda değil de, iktisadi konjonktüre göre ve bazı tesadüfler sonunda meydana geldiği için, mükelleflerce büyük bir tepki ile karşılanmaz. Bu çeşit vergilerin gelir dağılımı üzerindeki etkisi servet sahipleri lehine bozulmuş olan, servet dağılımındaki eşitsizlikleri kısmen eşitleyici yönde olmasıdır. Servet dağılımı ne derece eşit hale gelirse, servet dağılımındaki eşitsizlikten doğan kişisel gelir dağılımındaki eşitsizlikler de o derece azalır. Buradaki konu, servetteki artışlar üzerinden alınan vergileri mükellefler servetleri ile değil, gelirleri ile öderler; fakat böyle bir vergi alınmazsa, mükelleflerin ödedikleri vergiler tasarruf yoluyla mevcut servete eklenecek, eski servet dağılımındaki eşitsizlik büyümeye devam edecektir. Servetteki değer artışlarının vergilendirilmesi ekonomik ve sosyal görüşlere dayanır. Zira büyük servet eşitsizliklerinin iktisadi kalkınmaya engel bir faktör olarak ortaya çıktığı, çağdaş kalkınma iktisatçılarınca kabul edilmektedir. Sosyal görüşler ise, fırsat eşitliği ile ilgili bulunmaktadır. Servetteki değer artışları, iktisadi konjonktür, şans, spekülasyon gibi faktörlere bağlı olarak meydana geldiklerinden ve kişiler arasında fırsat eşitliğini bozduğundan, servet sahiplerinin servetlerindeki artışın vergilendirilmesi uygun görülmektedir. Servetteki değer artışlarının vergilendirilmemesi kazançları vergiye tabi yatırımların yön değiştirip vergi sisteminin boşluklarından yararlanmasına ve ekonomideki kaynak dağılımının bozulmasına sebep olur. Hiç şüphe yok ki, böyle

bir durum gelir vergilerinin gelir dağılımındaki eşitsizlikleri düzeltme fonksiyonunu yerine getirmesine imkan vermez.1

Servetteki değer artışları genellikle, savaş, enflasyon, hızlı kalkınma gibi, olağanüstü durumlarda meydana gelirler. Normal zamanlarda, devlet ve benzeri kuruluşlarca girişilen bayındırlık faaliyetleri de servetlerin değerlerini yükseltir. Bu gibi hallerde, genellikle bir mahalli idare geliri olan, şerefiyelere özel önem verilir. İktisadi kalkınma literatüründe devletçe girişilen bayındırlık faaliyetleri sonunda, kara yolları ve baraj inşaası gibi, değerleri artan arazinin değerindeki artışın vergilendirilmesi istenmekte, iktisadi kalkınmanın yapısından doğan servet ve gelir dağılımındaki eşitsizliklerin böylece kısmen giderileceği ileri sürülmektedir.2