• Sonuç bulunamadı

4. MESAJIN DÖNÜŞÜMÜ

4.4. Toplum Eleştirisi Dönemi

3.3.14. Sahibini Arayan Madalya (1989)

katilleri, kumarbazları ve eroin satıcılarını topladığı sahnede insanların üzerlerindeki silahları toplar, ceplerine koyar ve uzun bir söylev verir;

“ Katili tezgahtar, hırsızı kasadar, dolandırıcıyı tezgahtar yapalım. Bakalım saklı parayı çalan yan kesici açıkça eline teslim edileni ne yapar? Korunanı vuran katil, bakalım bağrını açanlara ne yapar? Şüphe usulünün beslediği kötülük, bakalım itimat sistemi önünde büsbütün şahlanır mı? Yoksa dize mi gelir? Görelim.”

Bu sahne polis baskını ile son bulur. Baskın sırasında kumarhanedekilerden biri Reis Bey’in cebine gizlice eroin bırakır. Arama sırasında tüm silahlar ve eroin Reis Bey’in üstünden çıkar. İkinci bölümde olgunlaşan düşüncelerin ve söylevin pratikte karşılık bulacağı üçüncü bölüm başlar bu bölümde Reis Bey’in suçlanması, hapis ve duruşma sahnelerine yer verilir. Reis Bey yargılanır ve suçlunun suçunu itiraf etmesiyle beraat eder fakat tüm bu olaylar gerçekleşirken fikirlerini geniş kitlelere duyurur. Baro Reis Bey’i adalet azizi ilan eder.

Film mesajına ek olarak, dosyası bulunamadığı için hapiste tutulan, yarı deli olduğu halde tımarhanenin kabul etmeyip hapishaneye hapishanenin kabul etmeyip tımarhaneye göndermeye çalıştığı, hapishanedeki insanların hukuk sisteminin karmaşıklığı karşısındaki aczinden yararlanarak eski hakim yalanıyla para kazanan mahkumların bulunduğu sahne ile mevcut ceza infaz sistemini eleştirir.

Film birçok yerinde İslami temalar içermektedir. Genç adam nefsinden şikayet eder, Reis Bey alemin merhamet üzere yaratıldığından bahseder, idam öncesi telkin sahnesinde okunan Kuran ile metanete kavuşan genç adamın masum olduğu halde zulümle öldürüldüğü anlatılır ve gencin metaneti öteki dünya fikrini vurgular.

Yönetmen 1980 yılında çektiği Rahmet ve Gazap filmindeki kurgunun hemen hemen aynısını kullanmıştır. Önceki filmden farklı olarak Necip Fazıl Kısakürek’in Reis Bey oyunun karakter ve mesajına tam olarak yer verilmiştir.

1925 yılında Maraş Valisinin TBMM’den kendisine gelen yazıyı şehrin ileri gelenleriyle paylaşmasıyla film başlar. Maraş’ın Fransız işgalinden kurtuluşunda kahramanlık gösteren kişilere kırmızı şeritli istiklal madalyası verilecektir. Maraş eşrafından Rafet Hoca(Bulut Aras) madalyanın kime verilmesini uygun gördüğü kendisine sorulunca o günleri hatırlar. 1919 yılına gidilir. Birinci Dünya Savaşı Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu İttifak devletlerinin mağlubiyeti ile sonuçlanmış ve Osmanlı Devleti galip devletlerle Mondros Mütarekesini imzalamıştır. O tarihte anlaşma hükümleri gereği İngiliz işgali altında bulunan Maraş Fransızlara devredilecektir. Bu haber şehrin ileri gelenlerini telaşlandırır. Ali Sezai Hoca(Baykal Saran), Fransızların halka zulmedeceği endişesiyle tanıdığı eğitimli asker ve sivillere telgraf çeker ve Maraş’a çağırır. Aslan Bey(Halil Ergün) de çağırılanlar arasındadır.

Trende neden Sivas Kongresi yerine Maraş’a gittiğini arkadaşına açıklarken İngilizlerle Fransızları kıyaslar. İngilizlerin bölge halkıyla çıkarları için iyi geçindiklerini Fransızlarınsa böyle kaygılar taşımadıklarını söyler. Beyrut ve Adana’daki Fransız işgalinin sonuçlarını gördüğünü ve Maraş’ta da aynı şeylerin yaşanmasını istemediğini anlatır. Bu arada Maraş’taki Ermeniler milliyetçi bir coşku içindedirler. Şehrin Fransızlara devri haberini sevinçle karşılarlar. Kilikya Ermeni Devleti lehine sloganlar atarlar. Fransızlar şehri İngilizlerden teslim almak için geldiklerinde Ermeniler tarafından karşılanırlar. İngiliz subaylar Fransız askerlerinin Ermenileri açıkça kayırarak gösterişli bir şekilde şehre girişini yanlış bir strateji olarak görürler. Böylece anlatı İngiltere’nin bölge insanıyla ilişkileri ile Fransa’nınki arasındaki farka dikkat çeker.

Fransızların şehri teslim aldıktan sonra ilk icraatları şehrin ileri gelenlerini toplayarak şartlarını dikte ettirmeleri olur. Emniyetin Mondros’a aykırı olarak Fransız Ordusu bünyesindeki Ermeni Lejyon Taburuna devredilmesinin istenmesi eşrafça kabul görmez. Şartları kabul edilmeyen Fransız General Keret(Aykut Sözeri) bu tarihten itibaren şehir halkı üzerindeki baskıyı sürekli artırır. Bu arada Ali Sezai Hoca ve Aslan Bey önderliğinde bir araya gelen Maraşlılar Maraş Müdafaayı Hukuk Cemiyeti’ni kurarlar. Düşman işgalini sona erdirmek için stratejiler üretmek adına gizli toplantılar düzenlerler. Silahlanarak eli silah tutanların eğitimi için çalışırlar. Fransızların asayişi emanet ettiği Ermeni Lejyon Taburu askerleri şehirde taşkınlık çıkarırlar. İki Ermeni askerin hamam çıkışında kadınlara saldırması üzerine şehirde işgal kuvvetlerine ilk kurşun Sütçü İmam(Agah Hun) tarafından sıkılır. Bu olay üzerine General Keret

halktan silahların toplanması ve Sütçü İmam’ın yakalanması emrini verir. Bu emri yerine getirmek için gerçekleştirilen ev baskınları halktaki öfkeyi artırır. Ali Sezai Hoca hazırlıklar tamamlanmadan bir harekete girişilmemesi için sabrı tavsiye eder. Bardağı taşıran son damla Ermenilerin lideri Prens Hırlakyan’ın konağındaki Fransız Subayları ve Ermenilerin katıldığı davette General Keret’in dans talebini kalede dalgalanan Türk bayrağını gerekçe göstererek reddeden Hırlakyan’ın kızı Elena’nın talebi üzerine General Keret’in bayrağın indirilmesi emrini vermesi olur. Halk ayaklanarak kaleye hücum eder ve bayrağı yerine diker. Bu tarihten itibaren çatışmalar başlar ve 12 şubat 1920’de Maraş’ın kurtuluşuna kadar devam eder. Daha sonra Rafet Hoca valiye madalyanın bütün Maraş şehrinin hakkı olduğunu söyler. İstiklal madalyasının Maraş şehrine verildiği kararının okunmasıyla film sona erer.

Sahibini Arayan Madalya filmi Yücel Çakmaklı’nın TRT bünyesindeyken çektiği bir dönem filmidir. Film Batılı işgal güçlerine karşı girişilen bir bağımsızlık mücadelesini konu alır ve izleyiciye ötekisi batı olan bir kimlik mesajı verir. Ayrıca filmin cumhuriyetin ilanından önceki bir tarihte geçmesi dolayısıyla İslam’ın halkın yaşamındaki belirleyici etken olduğu ve din ile devlet işlerinin henüz ayrı olmadığı bir dönemi anlatmasıyla halkın kahramanlığındaki dayanağın İslam olduğuna yapılan vurgularla İslami mesajlarla dolu bir hikaye anlatılır. Ali Sezai Hoca’nın Fransız General Keret’e söylediği “Türk milletinin Fransız milletinden öğreneceği hiçbir şey yoktur” sözü filmin motiflerinden birini oluşturur. Bu söz Ermeni Prens Hırlakyan tarafından “dünyanın en uygar milleti” olarak övülen Fransızlara yöneltilir. Batı medeniyeti anlatı tarafından iddia ettiği uygarlık düzeyinde olmadığı gerekçesiyle eleştirilir. Filmde Fransız saflarında savaşan Cezayirli Müslümanlar mütemadiyen taraf değiştirip Maraş halkının yanına gelirler dolayısıyla emperyalizmin sömürge devletlerden devşirdiği askerlerle savaşması da anlatının alt-metinlerinden birini oluşturur. Filmde çeşitli yerlerde Kuran okunur ve cemaatle namaz kılan insanlar gösterilir. Filmin sonlarına doğru Kuran okuyan çocuklar savaşan yetişkinlerin manevi desteği olarak yansıtılır. Fransızların şehri terk etmeleri üzerine Aslan Bey, “Deve iğne deliğinden geçti.” diyerek, sürekli yenilgi psikolojisi içinde bulunan Müslümanların mağlup ve maddi imkanlardan yoksun bir halde galip ve güçlü bir batılı ülkeye karşı zafer kazanmalarına olan hayretini ifade eder. Burada da gerçekleşen işin imkansızlığı

vurgulanır ve galibiyetin Allah’ın inananlara yardımının bir sonucu olarak görüldüğü yansıtılır.

sürdürmektedir. Matbaada çalışırken orada basılan Fecr’i Sadık dergisindeki bir yazıda bir mantık hatası fark eder ve tereddüt etse de bu tespitini derginin sahibi Sabri Sadık’la(Agah Hün) paylaşır. Sabri Sadık kendisini iyi karşılar ve cesaretinden ötürü onu tebrik ederek onunla irtibatını koparmaz. Onun vesilesiyle girdiği âlimler meclisinde sözü dinlenen biri olur. Daha sonra liseyi dışardan sınavları vererek bitirir.

Yine Sabri Sadık’ın ön ayak olmasıyla su işlerinde şefliğe atanarak memur olur.

Annesinin hayalini gerçekleştirmenin sevinciyle Minye’ye onu ziyarete gider.

Annesinin ricası üzerine okuldan arkadaşı Sevde (Perihan Savaş) ile evlenir ve bu evlilikten Bilal ve Hatice adında iki çocukları olur.

Abdullah’ın hayat hikayesi gardiyan tarafından bölünür ve tekrar işkenceli sorgular başlar. Rejimin baskısı polisleri onu itirafa zorlamak için elektrikli ve ilaçlı işkencelere iter. Bu işkencelerden bunalmış bir haldeyken hücresinde bir rüya görür.

Rüyasında gördüğü nurani zat ona dava yolunda çekilen çilenin kutsal olduğunu söyler ve sabretmesini öğütler. Hücreden çıktıktan sonra ailesi ziyaretine gelir. Onlara kitaplarını satmalarını, borçlarını ödemelerini ve Minye’ye giderek kimseye muhtaç olmadan yaşamalarını tembihler. Annesi, eşi ve çocukları trende yolculuk ederken karşılaştıkları yolculardan biri durumlarını sorar. Anlatmaları üzerine onlara Abdullah’ın hapiste olmasının İslam davası için olduğunu ve üzülmelerine gerek olmadığını söyler.

Abdullah’ın hakkında istenen ceza idamdır. Mahkemesinde adalet vurgusu yapar. Bu sırada basın da aleyhine yazılar çıkmaktadır. Bir numaralı halk düşmanı ilan edildiğini mahkumlardan öğrenir. Komiser tarafından cezaevi müdürüne katilden, eşkıyadan daha tehlikeli olduğu söylenir. Abdullah ise teslimiyet içersinde hakkında verilecek kararı bekler. Cezaevindeki mahkumlar onunla daha evvel karşılaşmış olsalar suç işlemeyeceklerini dile getirirler. Basının aleyhindeki yazıları üzerine Abdullah’ın ailesi toplumdan tecrit edilir. Karısı Sevde’nin anne ve babası bile kızlarıyla görüşmeye çekinirler. Babası Abdullah’tan boşanmazsa yardım etmeyeceğini söyler. Bunun üzerine Sevde çocukları aç kalmasın diye ondan boşanır.

Abdullah’ın mahkemelerini takip eden Avukat Ali (Haluk Kurdoğlu) onun savunmasını gönüllü olarak üstlenir. Duruşmada savcılık Abdullah’ı şeriat istemekle suçlar ve onu adi suçlulardan daha tehlikeli bir canavar olarak tasvir ederler. Avukat Ali ise Abdullah’a yöneltilmiş bu suçlamanın gülünçlüğünü vurgalayan bir savunma yapar.

Mahkeme karar için ertelenir ve bu arada hakim kararının idam olması yönünde bir tehdit telefonu alır. Karar gününü bekleyen Abdullah ülkede bir ihtilal olduğu haberini alır. Bütün siyasi mahkumlara af gelmiştir. Cezaevinden çıkınca annesini ziyarete gider fakat annesi onu görünce heyecana dayanamaz ve vefat eder. Dışarda iş bulamayan Abdullah istasyonlarda hamallık yapmaya başlar.

Hamallık yaparken babasının maddi nedenlerle okutmadığı bir çocuk olan Halit’in (Ulvi Alacakaptan) eğitim masraflarını üstlenir. Geliri az olmasına rağmen böyle bir fedakarlık göstermesi çocuğun babasını etkiler. Bir gece bir evden hırsızlık yapmaya çalışan bir çocuğu yakalar ve onu himayesine alır. Onunla beraber hamallık yapar ve ona İslam’ı anlatır. Yıllar geçer hırsızlık yaparken yakaladığı çocuk olan Hüseyin(Mesut Çakarlı) ticarette ilerlemiş ve kendi dükkanını açmıştır. Eğitimini üstlendiği Halit ise üniversiteyi bitirmiş ve asistan olmuştur. Abdullah onların teklif ettiği yardımları kabul etmez ve hamallığı bir nefis terbiyesi olarak gördüğünü söyler.

İhvanı Müslimin cemaatinden tutuklananların durumlarını öğrenmek için Kahire’ye giden Abdullah bu şehirde oğlu Bilal (Can Özsobay) ve karısı Sevde ile karşılaşır. Fakat onlar Abdullah’ı tanımazlar. Bilal üniversite eğitimi için bu şehre gelmiştir. Dersine giren Halit ilk derste hayat hikayesini anlatır ve Bilal’in Abdullah’ın oğlu olduğunu öğrenerek onları bir araya getirir. Abdullah’ın karısı ve oğluna kavuşmasıyla film sona erer.

Film Mısır’da geçse de 20. Yüzyılın ilk yarısında totaliter rejimler altında yaşayan Müslüman toplumları, inançlarıyla ilgili aydınlatmaya çalışan kanaat önderlerinin benzer hayat hikayelerini anlatır. Filmin başındaki dini sohbet sahnesinde Abdullah’ın evrene ve insana dair verdiği örnekler bilimsel içerikler taşır ve din ile bilimin çatışmadığı vurgulanır. Bu genel anlatıdan özel anlatıya geçilir ve burada Abdullah “İyi insanlardan üstün bir millet, üstün bir milletten ise güçlü bir devlet doğar.” Diyerek Mısır’la ilgili reçetesini ortaya koyar. İslamcı ideolojideki,

“Müslümanlar İslam’ın ruhuyla ilgili aydınlatılır ve İslam’a uygun yaşarlarsa kalkınırlar” düşüncesi bu sahnede tekrarlanır. Evi basan polislere Abdullah’ın annesinin zararsız dini kitaplar okudukları sözü üzerine komiser “Biz de Müslümanız” diyerek anlatı boyunca çeşitli şekillerde tekrar eden bir temayı ortaya koyar. Sevde’nin babası da Abdullah’ı akılsızlıkla suçlayacak ve “Kıl namazını al maaşını.” diyecektir.

Abdullah’ın Mısır’daki İslam’ı yaşama biçimiyle arasındaki mesafe vurgulanır.

Abdullah’ın cezaevindeki mahkumlarla ilişkisi ve onları ıslah etmesi toplumsal sorunlara çözüm olabileceği fikri işlenir. Ölüm korkusuyla feryat eden bir idam mahkumuyla konuşan Abdullah ona öte dünyanın varlığıyla ilgili İslami görüşü anlatır.

Ölünce yok olmayacağı düşüncesini yerleştirerek mahkumu teskin eder. Cezaevinde kendisine işkence edilmesiyle ilgili düşüncesi sorulduğunda insan doğasının hayvandan da daha aşağı bir hale gelmeye müsait olduğu düşüncesini hayvanların işkence etmek amacını taşımadan yaşamak için öldürdüklerini insanların ise daha aşağılık yollara farklı amaçlar için başvurduklarını anlatarak örnekler. Filmin ilerleyen sahnelerinde Abdullah’ın İhvan’ı Müslimin adlı cemaate üye olduğu anlaşılır. Mahkemedeki savunmasında anarşiye karşı olduğunu ve gönüllerdeki Allah sevgisinin polis vazifesi görebileceğini söyleyen Abdullah İslamcı hareketin 20. yüzyılın ilk yarısındaki duruşunu özetler.

Abdullah bir aksiyon adamıdır ve yapması gerekenlerin İslam çerçevesinde olması için din alimine danışır. O da ona İslam ekonomisini araştırıp insanlara anlatması öğüdünü verir. Abdullah işe koyularak Müslüman iş adamlarıyla ortak bir teşebbüs kurar. Oğlu Bilal de (Can Özsobay) üniversite eğitimini bu yolda değerlendirir ve babasına yardım eder. Müslümanların İslam’a uygun bir şekilde mal biriktirmeden yahut faiz yemeden karlı yatırımlar ortaya koymaları gerektiği fikri işlenir ve hangi iş sahalarının kar getireceği tartışılır. Bu sırada ülkede hala faal olan Kralcıların casusu Abdullah’ı kral döneminde sorgulayan, şimdiyse İngilizlerle ortaklık yapan zengin Mısır elitine hizmet eden eski komiser Lütfü’ye(Lütfü Seyfullah) bilgi verir. Komiser Lütfü, Abdullah’ın bir tehdit oluşturduğuna eliti iknaya çalışır fakat başarılı olamaz.

Abdullah’ın ekonomik bağımsızlık ideali iş çevresinden Celal’in (Yalçın Akçay) kızı Feyza’nın( Nazan Saatçi) dikkatini çeker. Abdullah idamla yargılanırken onu savunan Avukat Ali (Haluk Kurdoğlu) Mısır emniyetinin başına getirilmiştir. Güvendiği bir insan olan Abdullah’ı Kahire merkez karakoluna başkomiser yapmak ister. Bu teklifi beşeri kanunlarla İslami bir zabıta görevini yönetemeyeceğini söyleyerek reddeden Abdullah kabul etmesinin, kendisinin yerini İslam düşmanı birinin işgal etmesinden daha hayırlı olacağı önermesiyle ikna edilir ve başkomiser olur.

Başkomiser olduktan sonra ilk iş olarak nezarethanenin düzeltilmesini isteyen Abdullah’a orada azılı suçluların tutulduğunun söylenmesi üzerine görevinin insanları cezalandırmak değil onların suçunun ortaya çıkmasını sağlamak olduğunu hatırlatır ve bu sahneyle İslam’ın hukukun üstünlüğüne saygı duyduğu fikri işlenir. Abdullah’ı polis elbisesiyle gören karısı kendisine kötülük yapan polisleri hatırlatınca kendisine kötülük edenin polis değil İngiliz idaresi olduğunu söyleyen Abdullah ilk filmdeki anarşi karşıtlığıyla tutarlı olarak Türkiye’deki geleneksel İslamcılığın devlete düşmanlık etmeme düşüncesini yansıtır. Abdullah’ın başkomiser olması eski komiser Lütfü’nün eline elite tehdidin büyüklüğünü gösterebileceği bir kanıt oluşturur. Lütfü’nün sözleri artık kulak arkası edilmez ve Abdullah’ın faaliyetleri sıkı takibe alınır.

Abdullah’ın eşi Sevde kadınları sosyal yardım işlerinde örgütler ve fakirlere erzak, ilaç ve giyecek yardımları organize edilir. Bunlar gösterilirken bir yandan Mısır elitinin yoz yaşamları tasvir edilir. Gençlerin tek derdi eğlence, flört ve uyuşturucu temini için parayken yaşlılar kumar ve içkiyle vakit öldürürler. Feyza bu ortamdan rahatsız olur ve Minyeli Abdullah’la tanışmak isteğiyle aynı üniversitede eğitim

gördüğü Hatice’yle yakınlık kurar. Üniversitede İslami yayınlar hazırlayan öğrenciler karşıt görüşte öğrenciler tarafından gerici diye aşağılanır ve yayınları bir ilerleme olarak görülse de içerikleri gericilik olarak nitelendirilir.

Abdullah emniyetteki görevini yaparken dini kitaplar okuduğu için oraya getirildiği anlaşılan kişileri serbest bırakır. Bu arada düşünceleri değişmeye başlayan Feyza Abdullah’ın başlattığı aktivizmle ilgili ailesiyle tartışır. Dinin bir vicdan işi olduğunu ve toplumsal hayata karışmaması gerektiği düşüncesinde olan ailesi Abdullah’ı farklı bir İslam’ı savunmakla suçlar. İlk filmdeki “camiler açık” önermesi burada da karşımıza çıkar. Feyza ailesinin alışkanlıklarını akli yollarla yenemeyince aklın kendi başına doğru yola ulaştıramayacağı sonucuna varır ve Hatice’yle samimiyetini artırır. Abdullah’ın oğlu Bilal geceler boyu çalışır ve biraz uyumasını söyleyen annesine kendisinden öncekilerin uyuması yüzünden Mısır’ın bu halde olduğunu söyler.

Abdullah bir hırsızlık olayı üzerine getirilen bakan çocuğuna iltimas geçmemesi üzerine bakan tarafından çağırılır. İsteklerini redderek istifa eden Abdullah bu cüreti nerden aldığı sorulduğunda hamallık ipinden aldığı cevabını verir. Avukat Ali Bey’in kurulmuş olan teşebbüste müdürlük yapması teklifini de reddeden Abdullah inançlı insanları organize etme ve sorunları yerinde teşhis etme amacıyla Mısır’ı dolaşır.

Seyahati sonucunda halkın cahilliğini ve eğlenceye dalmış halini görerek dertlenir.

Sonra tavsiyesini istediği din aliminden aldığı olurla Avrupa seyahatine çıkar. Almanya ve Hollanda’yı gezerek Alman mühendisliği, Hollanda ziraatına ve Avrupalıların kanunlara disiplinli bağlılığına hayran kalır. Ülkesine döndükten sonra bu konuyla ilgili konferanslar veren Abdullah’ın ekonomik teşebbüsleri Mısır elitini rahatsız edecek boyutlara ulaşmıştır. Komiser Lütfü’nün akıl vermesiyle yaşlanmış olan Abdullah yerine oğlu Bilal hedef alınır. Böylece hareketin geleceği hedeflenmektedir. Film bir konferansta Bilal’in vurulmasıyla sona erer.

Minyeli Abdullah’ın ikinci filmi, birinci filmde neden sorusu Allah’ın varlığına ilişkin mantıksal önermelerle cevaplandıktan sonra nasıl sorusunun cevabını verme amacı güder. Baskı ortamından kurtulan Müslümanların İslam’ı hayata yeniden nasıl hakim kılacakları sorusuyla ilgilenen film ilk filmle birlikte Türkiye’deki geleneksel İslamcı hareketin bir manifestosu olarak görülebilir. Emniyet hizmetlerinin nasıl olması gerektiğinden nasıl bir ekonomi modelinin İslami olduğuna ilişkin cevaplar veren film

Müslümanların da kalkınarak süper güç olmaları gerektiğini tarihten örneklerle izaha girişir. Bunun da ancak İslam’a sarılmakla mümkün olduğu görüşü savunulur.

İslamcıların “Müslümanlar neden geri kaldı?” sorusu “Neden Alman’ın pensesi sağlam benimki çürük?” sorusuyla revize edilir. Film aynı zamanda Feyza karakteriyle Minyeli Abdullah’ın hareketinden etkilenip hidayete eren bir gencin öyküsünü anlatır.

Müslümanların iktisadi ve kültürel bir savaş vermesi gerektiği savunulan filmde sık sık İslam dünyasının içinde bulunduğu kötü durumun Müslümanların hak etmediği bir durum olduğu ve Batı dünyasının uydusu olmanın kabul edilemeyeceği vurgulanır.

toplamaya başlar. Gözlemleri onu Doktor Murtaza’ya (Haluk Kurdoğlu) kadar ulaştırır.

Hastalıkla şifa arasındaki manevi bağdan bahseden Doktor Murtaza sentetik ilaçlarla halk ilaçları arasındaki farkı da bu bağla ilintili bulur. Doktor Murtaza’nın aynı zamanda Serpil’in okuldan arkadaşı Salih’in amcası çıkmasıyla Serpil sık sık bu kliniği ziyaret etmeye başlar. Bu arada Serpil’in anneannesi bir gece namazdayken vefat eder ve toprağa verilir. Bu olaydan çok etkilenen Serpil yaşam üzerine derin düşüncelere dalar. Kendi bedenine ve dünyaya ilişkin yaşadığı yabancılaşma onu derinden etkiler ve Salih’le Gülten’den kendisine namaz kılmayı öğretmelerini ister. Bu arada annesi Seval Serpil’deki bu değişimden son derece rahatsızdır. Çocukluk arkadaşı ve kuzeni Füsun’un (Funda Birtek) Paris’ten dönmesiyle düzeleceğini umar. Füsun Avrupa’daki öğrenim yaşamı boyunca feminist düşünceden etkilenmiştir ve Türkiye’de bu düşüncenin bir aktivisti olmak istemektedir. Özgür Kadınlar Derneği diye bir dernek kurma amacındadır. Fakat o da Serpil’le Seval’in umduğu iletişimi kuramaz.

Seval bir gece kocasının kendisini aldattığını öğrenmiş olması üzerine öfkeli bir şekilde eve gelip durumu Serpil’e anlatmak için odasına girdiğinde onu namaz kılarken bulur. Az önce yaşadığı öfkeyi unutturan bir öfkeyle kızına saldırır, hakaretler eder ve okuduğu kitapları suçlar. Daha sonra Serpil Doktor Murtaza’nın çevresiyle görüşmelerini sıklaştırır ve kendi yaşantısından giyim kuşamından utanmaya başlar. Bir gün örtünmeye karar verdiğini söyler Doktor Murtaza’ya. O ise Serpil’i çevresinden ve okuldan göreceği baskı nedeniyle uyarır. Serpil yine de örtünmek ister. Daha sonra Gülten ile birlikte tesettüre uygun kıyafetler alır. Eve pardösülü ve başörtülü bir şekilde geldiği sırada Özgür Kadınlar Derneği üyeleri evde Seval’in yaş günü partisi için toplanmışlardır. Serpil’in o kıyafetle içeri girdiğini gören herkes kahkaha atmaya başlar ve Serpil’i ucube gibi sıfatlarla aşağılarlar. Serpil okulda girmek zorunda olduğu bir sınava da kıyafeti sebebiyle alınmaz. Annesi Seval kızının başörtüsü yüzünden sınava giremediğini öğrenince artık onun psikolojik bunalım geçirdiğini düşünmeye başlar. Bu sebeple ünlü bir psikiyatr olan Dr. Çetin Kartal’la görüşür. Serpil’in davranışlarını çeşitli psikozlara bağlayan bu doktor sonunda Serpil evdeki alaylara ve baskılara dayanamayıp evi terk etmek istediğinde Seval tarafından çağrılır ve Serpil kliniğe yatırılır. Füsun’un ona yardım etmek için evine gelen Salih ve Gülten’le konuşmak istemesiyle film sona erer.

Yalnız Değilsiniz adlı film bir kahramanın ölüm üzerine uslamlamalarla değişen hayatını ve içinde bulunduğu toplumun onun bu değişimine tepkilerini anlatan bir hikayeye sahiptir. İlk anatomi dersi sahnesinden sonra tıp fakültesi öğrencileri bir ölünün et yığınından farksız oluşu üzerinden kendilerinin farkını sorgularlar. Fakat üzerine şakalar yaptıkları bu konuda kimse derinlemesine düşünmez. İnsanın et yığınından farkı nedir sorusu Serpil’in zihnini meşgul eder. Yönetmenin yansıttığı toplumda ölüm ötelenen ve üzerine konuşulmayan bir konudur. Bir sahnede parti yapan gençlerin annesinin onlara özenmesi yalnızca gençliğin geçer akçe olduğu bir toplum yapısını izleyiciye aktarır. Tabii bunun aksine hareket eden, ölümü kucaklayan mütedeyyin gençler de mevcuttur. Salih ölümü sevgiliye kavuşma anı olarak niteler.

Anlatının bu sorgulamaların paralelindeki çatışması geleneksel ile modern, doğu medeniyeti ile batı medeniyeti arasındaki antagonizmdir. Namık ve Seval’in katıldıkları bir davette Namık’la bir köşe yazarı arasında geçen diyalog bu anlamda dikkat çekicidir. ABD’nin ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun Batı medeniyetinin temsilcileri olduğunu söyleyen yazar köhnemiş doğu medeniyetini diriltmeye çalışmaktansa Batı medeniyetine yanaşmanın daha akıllıca olduğunu söyler. Bunun üzerine bu durumun bizi şahsiyetten yoksun bırakıp bırakmadığını soran Namık’a yazarın cevabı uluslararası politikaların çıkarlarla yürütüleceği olur ve siyaseti ticarete benzetir. Namık bu benzetmeye cılız bir şekilde karşı çıkar. Yönetmen tarafından bu tartışmada yazarın görüşlerinin karşısında yansıtılan görüş 20. Yüzyılın büyük düşünürlerinden Alman filozofu Heidegger’in insanın, burjuvazinin ticari hırslarından daha fazlası olduğuna ilişkin görüşlerini hatırlatır. Anlatı Doğu Batı antagonizmini tıp alanında da yansıtır. Anlatıya göre Doktor Murtaza halk ilaçlarıyla Tıbbı Nebevi adı verilen tedavileri uygulayan modern bir doktorken, Psikiyatr Çetin Kartal, dini inançlarını yaşamaya çalışan bir kıza psikozlu bir hasta muamelesi yapan bir doktordur.

Anlatı 1980 sonrası Türkiye’sinde yaşanan depolitizasyon ve kavram kargaşasına da değinir. Neo-liberal politikaların etkisindeki tek kutuplu dünyada eski çatışmalar, eski ikilikler anlamını yitirmiş ve yeni bir politik manzara oluşmuştur.

Politik mücadele dinamizmi cinsel kimlik hakları, hayvan hakları ve çevrecilik gibi alanlara kanalize edilmiştir. Füsun’un Avrupa’dan feminist görüşlerle dönmesi bu bağlamda değerlendirilebilir. Serpil’in arkadaşlarıyla toplandıkları bir sahnede sol görüşlü bir gencin feminist idealleri savunan bir arkadaşına “sömürünün uşağı”

yakıştırmasını yapması eski antagonizmin taraflarından sosyalizmin yeni politik mücadelelere bakışını özetler niteliktedir.

Serpil’in geçirdiği değişimlerin rüyasında gördüğü anneannesi tarafından onaylanması başlangıçtaki rüyalarında elini öptürmemesi örtündükten sonra ise buna izin vermesi ile yansıtılır. Serpil ölüm üzerine düşünürken kendisinin bile tam olarak kim olduğunun bilincinde olmadığı sonucuna varır ve kendisine ve çevresine yaşadığı yabancılaşma onun bu dünyada misafir olduğumuza ve bedeninin yaratıcıya ait olduğuna ilişkin görüşlerini pekiştirir. Tesettüre girmeye karar vermesinde bu düşünceleri etkili olur. Tıpkı yönetmenin Zeynepler Ölmesin filmindeki gibi baş karakter yaşadığı bunalımlarla ulaştığı Allah inancını duygusal coşkunluklarla ifade eder. “Allah var ve beni seviyor” ifadesi Uçakan’ın bu filmde tekrarlayan mesajıdır.

Anlatı Serpil’in uyguladığı iki aşamalı baskıyı yansıtır. Serpil’e birincil ilişkilerinde iletişim halinde olduğu insanlar tarafından psikozlu damgası vurulur, ikincil ilişkilerinde etkili olan okul hayatında ise baskıcı devlet aygıtının eğitimine kıyafeti sebebiyle engel olması durumuyla karşı karşıyadır. Anlatıya göre egemen sınıf eğitimden mahrum etmekle ve çevre baskısıyla yola getiremediği Serpil’e, onu toplumun dışına iterek çare bulur. Foucault’nun toplumun disipline edici aygıtlarından saydığı tımarhanenin devreye girmesi, filme, toplumdaki delilik akıllılık diskuruyla ilgili başka bir katman ekler. Politik doğrunun muhalifine hareket eden birey rasyonelin dışında olduğuna hükmedilerek cezalandırılır.