• Sonuç bulunamadı

3. TÜRK SİNEMASINDA İSLAMCI İFADE

3.3. İslamcı İzler Taşıyan Türk Filmleri

3.3.21. Garip Bir Koleksiyoncu (1991)

Nurettin Özel’in senaryosunu yazdığı ve yönettiği film 1991 yılında vizyona girmiştir. Film bir mezar bekçisi olan Beşir’in (Orçun Sonat) hikayesi anlatılmıştır.

Filmin en önemli teması ölümdür.

İlk başlarda alışmakta zorluk çekmiş olsa da Beşir mesleğinden memnuniyet duymakta, ölülerle ve ölümle içli dışlı yaşamaktadır. Beşir inançlı bir insandır, onu

tedavi etmeye çalışan doktor (Haluk Kurtoğlu) ise inançsızdır. Bu ikilinin oluşturduğu çatışma iman üzerinden ilerlemez, üzerine konuşulan asıl mesele ölümdür.

Beşir’in karısı ( Gül Yalaz ) Beşir’in işinden memnun değildir ve tayin istemesi için sürekli baskı yapmaktadır. Beşir Ankara’ya, seçim zamanı kendisinden oy isteyen ve karşılığında tayinini çıkaracağını vaat etmiş olan, Milletvekili Aşur Bey (Nihat Nikerel)’in yanına gider. Fakat Aşur Bey daha evvel söz verdiği tayine yardım etmez ve inatla kendisinin oy karşılığında bunu yapmaya söz verdiğini anlatmaya devam eden Beşir’e bağırıp çağırır. Bu sahne, klişeleşmiş, tutulmayan vaat - yalancı politikacı eleştirisinden ziyade farklı bir işleve sahiptir; insanlar ölüm fikrinden uzak yaşarlar ve Beşir gün geçtikçe bununla alakalı daha fazla emareye şahit olur, Beşir’in ölüme yakınlık bakımından insanların hemen hepsini karşısına alması süreci bu olayla başlatılır. Zaten istemediği halde karısının zoruyla gitmiştir ve verdiği sözü bilerek ve rahatsızlık hissetmeden tutmayan Milletvekili, Beşir’in insanlığa olan hayretini ve üzüntüsünü arttırır.

Beşir’in sürekli olarak mezarlarla ilgilenmesi ve onlarla ilgilenip konuşuyor olması eşini sinirlendirir ve onun deli olduğunu düşünmesine sebep olur. Beşir mezarlıkla ilgili işlerine titizlik göstermektedir; dikmek için aldığı fidelere parasının önemli bir kısmını ayırmıştır, zamanının çoğunu mezarların bakımıyla ilgilenerek geçirmektedir. En iyi anlaştığı kişi Hıdır zihinsel engellidir; Beşir vaktinin çoğunu mezarlıkta ve Hıdır ile birlikte geçirir. Tüm bunlara dayanamayan eşi Beşir’in durumunu düzeltmek için Doktor’a (Psikolog) gider ve durumu anlatır, Doktor peşin hüküm ile Beşir’de ölüm saplantısının oluşmuş olabileceğini söyler ve hasta ile ilgilenmeyi kabul eder.

Doktor ile ilk karşılaştıkları sahnede Beşir kendi inanma biçimine ve inançlarının derinliğine ilişkin işaretler verir;

“ - Mezara ne anlatıyordunuz öyle?

- Dedem insanlar ölünce ruhlarının baş ucunda oturduğunu söylemişti çocukken.

- Siz de buna inandınız öyle mi?

- Neden inanmayayım ki? ”

Ardından şans ve kader kavramları sorgulanır. Beşir iyi bir iş bulduğu için kendisinden şanslı olarak bahsedilen genç bir adamı anlatır, iki hafta sonra bulduğu işte verilen arabayla kaza yaparak ölmüştür. Diğer insanların şans olarak gördüğü gelişmeler

kaderde olduğu biçimi ile genç adam için felaket olmuştur. Ve sorar Beşir; “ – Şans nedir ki Doktor? Akıl nedir ki yazgıyı değiştiremedikten sonra. – Aklın faydası yok mu diyorsun yani? – Akıl trafik kurallarına uymaya yarar doktor…Aklın faydası diyorsun sahibini ateşten kurtaramadıktan sonra aklı neyleyim” . Akıl ve şans kavramları, insanın neyi Beşir’e göre. Beşir ahiret ve kader inancından ötürü şansı ve aklı mutlak iyiliğe ve gerekliliğe sahip kavramlar olarak görmez.

Beşir’in duygusal durumunu etkileyecek olaylar sırayla gelişmeye başlar.

Alkolikler mezarlıkta bulunan yatırın yanında içki içerler. Beşir birkaç kez engellemeye çabalasa da film boyunca devam edecektir. Bunun yanında oğlunun evleneceği kızın ailesiyle tanışır. Hulusi Bey zengin bir insandır ve bununla övünmektedir. Beşir ile dünür olacağı için onun maddi durumunu düzeltmeye çalışır fakat bunu son derece kaba biçimde gerçekleştirir. Mezarlık bekçiliği işini küçümser. Beşir’in bir yandan insanların bu ölümden ve ahiretten habersiz yaşıyor olmasının kederini yaşarken, belirgin olmayan bir biçimde kendi mesleğinin küçümsenmesine de içerlemekte ve üzülmektedir.

Nişan günü Hulusi Bey Beşir’i çağırır, ona akşam giymesi için elbise vermiştir ve düğün salonu için gereken parayı da verir; dünürlerinin kötü kıyafetlerle bulunmasını kendisi adına onur kırıcı olarak görmektedir, Beşir’in oğlunun doktor olmasından ötürü Hulusi Bey bir çok masrafı kendi karşılamaktadır. Bu sahnede Hulusi Bey’in zekat vermesi gösterilir. Fakir çocukların başındaki Hoca Hulusi Bey’e gömleğin birini değiştirmek istediklerini söyler, Hulusi Bey de azarlayarak mal satmadıklarını söyler.

Hulusi Bey ayırdığı kötü kıyafetlerden zekat vermektedir ve hiç vermeyenlerle kendini kıyaslayarak bunun yanlış olmadığını söyler. Fonda Beşir’in düşüncesi seslendirilir; “ Zekat nere sen nere hay Hulusi Bey, kendin gibi yozlaştırmışsın onu da.” Akşam olduğunda Hulusi Bey’in evinde toplanırlar, Hulusi Bey “Ben kendime mezarlık bekçisiyle dünür olmuş dedirtmem doğrusu” deyince Beşir kalkıp öbür odaya gider ve orada bayılır. Beşir’in kişisel olaylarda yaşadığı ağır durumlar ve kendisiyle alakasız olarak insanların yozlaşmışlığı ve dünyeviliğinin ağırlığı film boyunca tırmanacaktır.

Filmin sondan bir önceki sahnesi düğün sahnesidir. Oğlunun düğünün içkili ve danslı olmasına içerleyerek gelir gelmez düğünü terk eder. Bu sahne Beşir’in insan’a olan isyanının zirveye ulaştığı sahnedir. Koşarak mezarlığa döner ve tiradını haykırır; ““Ne yatarsınız canlar kalkın, kalkın da görün dünyadakilerin hallerini, bal tutan parmağını yalar demiş ya birisi, tutup tutup yalıyorlar parmaklarını her gün, Gökten yıldız kayar

gibi biri kayıyor da aralarından, ne sizden haberleri var ne de sizin gibi olacaklarından… Ölüm,ölüm ufuktaki bir çizgidir doktor! Siz hep bu çizginin görünen tarafına baktınız, bense görünmeyen tarafına; Hak hak diyip kendinize bile haksızlık yaptınız. Vur patlasın çal oynasın misali yaşadınız sorumsuzca şuursuzca. Bazen ne geçiyor aklımdan biliyor musun doktor, bazen ne derim kendi kendime biliyor musun?

Herkesi toplasam diyorum, dağda taşta yolda beldede kim varsa herkesi ve sorsam diyorum nereye diye böyle, bu telaşla bu hırsla bu aceleyle nereye diye..?!” filmin son sahnesindeki tirat ile modern insanın ölümle ilgisizliği ve dünyeviliğinin eleştirisi zirveye ulaşır. Beşir, zamandan bağımsız olarak insan türünün algılarına tercihlerine ve alışkanlıklarına isyan etmez. O, tüm bunları bulunduğu zaman dilimindeki insanlara yönlendirmiştir. Yönetmen bunu, Hulusi Bey’in birkaç yerde hoca çocuğu olduğunu söylemesiyle, belirtmiştir. Hulusi Bey’in babasının Kayseri müftüsü olmasıyla nesle vurgu yapılmıştır.

Hikayenin bir başka kolu Doktor’un Beşir’le yaşadığı konuşmalardan ötürü aklının karışmış olmasıdır. Doktor ölümü ve varlığı sorgulamaya başlamıştır. Sarhoş olmak ve mutlu olmakla alakalı arzularını dile getiren karısına bu arzuların geçici olduğunu ve asıl sarhoşluk ve mutluluğun teslim olmakta bulunduğunu söyler.

Doktor’un burada bahsettiği teslimiyet Beşir’le ilk konuştukları sahnede onun ölülerin ruhlarının mezar başlarında oturduğuna ilişkin yargısını taşıma biçimine benzemektedir.

Film ölen insanların fotoğraflarını ve hikayelerini kaydeden bir mezarlık bekçisinin yaşadığı çağa ve çağdaşlarına olan isyanını anlatır. Birbirinden farklı türdeki bozukluklar hep bu duygunun artmasına sebep olmuştur; Beşir’in kaynanasına bir başka adamla uygunsuz şekilde tesadüf etmesi ve bu ikilinin ölüp mezara gelmeleri, Milletvekili’nin verdiği sözü tutmaması ve onunda ölüp aynı yere gelmeleri, bu insanların mezarlığı bir onur meselesi olarak görüp yer seçimini buna göre yapmaları, Hulusi Bey’in yozlaşmışlığı. Tüm bu olaylarla Beşir modern insanı eleştirir ve zamanına karşı son sahnedeki sözlerini haykırır.