• Sonuç bulunamadı

İslamcı ı̇fadedekı̇ değı̇şı̇mı̇n Türk sı̇nemasındakı̇ ı̇z düşümü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "İslamcı ı̇fadedekı̇ değı̇şı̇mı̇n Türk sı̇nemasındakı̇ ı̇z düşümü"

Copied!
161
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

İSLAMCI İFADEDEKİ DEĞİŞİMİN TÜRK SİNEMASINDAKİ İZ DÜŞÜMÜ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. Gökhan TUNCEL HAZIRLAYAN Enes Yoldaş MALATYA 2018

(2)

İSLAMCI İFADEDEKİ DEĞİŞİMİN TÜRK SİNEMASINDAKİ İZ DÜŞÜMÜ

Enes YOLDAŞ

İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalı

Doç. Dr. Gökhan Tuncel

Yüksek Lisans Tezi

Bu Araştırma İnönü Üniversitesi Bilimsel araştırma Projeleri Birimi Tarafından SYL-2018-1087 koduyla desteklenmiştir.

(3)
(4)

ONUR SÖZÜ

“Doç. Dr. Gökhan TUNCEL’in danışmanlığında yüksek lisans tezi olarak hazırladığım İSLAMCI İFADEDEKİ DEĞİŞİMİN TÜRK SİNEMASINDAKİ İZ DÜŞÜMÜ başlıklı bu çalışmanın, bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın tarafımdan yazıldığını ve yararlandığım bütün yapıtların hem metin içinde hem de kaynakçada, yöntemine uygun biçimde gösterilenlerden oluştuğunu belirtir, bunu onurumla doğrularım”

Enes Yoldaş

(5)

BİLDİRİM

Hazırladığım tezin/raporun tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt eder, tezimin/raporumun kâğıt ve elektronik kopyalarının İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım.

Tezimin / Raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir.

Tezim/Raporum sadece İnönü Üniversitesi yerleşkelerinde erişime açılabilir.

Tezimin/Raporumum ………… yıl süreyle erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım takdirde, tezimin / raporumun tamamı her yerden erişime açılabilir.

…./…../.2018

_______________________________

Enes Yoldaş

*

(6)

İSLAMCI İFADEDEKİ DEĞİŞİMİN TÜRK SİNEMASINDAKİ İZDÜŞÜMÜ

Özet

Bu araştırma modern bir ideoloji olarak İslamcılığın Cumhuriyet tarihi boyunca geçirdiği dönüşümlere odaklanır. Araştırmacı bu hedefine İslamcı ifadenin Türk Sinemasındaki ideolojik temsilleri olarak nitelenebilecek filmlerdeki dönüşümün izlerini analiz ederek ulaşmayı amaçlamıştır.

Hilafetin ilgası ve modern kanunların baskıcı araçlarla kalıcı hale getirilmeye çalışılması, İslamcılığın karşıt tanımını değiştirir. 20. yüzyılın ortalarında beliren Komünizm tehdidinin karşısına dinin konumlandırılmasıyla Bulaç'ın İkinci Nesil İslamcılık olarak nitelediği dönem başlar. İslam dünyasındaki İslamcılar artık Emperyalist Batılı güçler yerine kendi rejimleriyle karşı karşıyadırlar. Türkiye'de bu hareketin kamusal alanda kendini ifade edebilecek kadar güçlenmeye başladığı 1960'ların sonları aynı zamanda İslamcı filmlerin de temellerinin atıldığı yıllar olur.

1970'ten 2012 yılına kadar yapılmış, İslamcı izler taşıyan ideolojik arka planlı filmler incelendikten sonra İslamcı ifadede bir takım büyük değişiklikler gözlenmiştir.

1980'lerden sonra kamusal alandaki İslamcı ifadenin radikalleşmesi, ideolojik temsillerin de radikalleşmesini beraberinde getirmiş ve seküler tepkinin ardından gelen yenilgi, ideolojik temsilleri, yerleşik düzeni ihmali davranışlarıyla destekleyen toplumu eleştirmeye yöneltmiştir.

Anahtar Kelimeler: İslamcılık, Türk Sineması, Politika, Toplum, Sistem, Birey

(7)

PPROJECTIONS of TRANSFORMATION of ISLAMIST DISCOURSE on TURKISH CINEMA

Abstract

This research focuses on the transformation of Islamism as a modern ideology, throughout the history of Republic of Turkey. Researcher has aimed to achieve this goal by analyzing the projections of transformation on movies, through which Islamism was conveyed by ideological representations.

Abolition of Caliphate and establishment of a modern civil law through repressive means shifted the definition of antagonist in Islamist discourse. After the revival of religious means against the threat of communism by mid-twentieth century, generation of Islamists defined as second generation Islamism by Bulaç, was formed.

Islamists throughout the Islamic world dealt with their own form of governments instead of focusing on imperialist Western powers. In Turkey this movement became potent enough to express opinions in public sphere by the end of sixties. This term also marks the beginning of Islamist cinema. After a thorough analysis of movies, which have ideological backgrounds with Islamist implications, made from 1970 to 2012, major transformations in Islamist discourse have been identified.

Radicalization of discourse in public sphere after eighties resulted in radicalization of representation simultaneously and after the failure of political movement followed by secularist backlash, representations had changed into a critique of society which negatively sustains the status quo.

Keywords: Islamism, Turkish Cinema, Politics, Society, System, Individuum

(8)

İÇİNDEKİLER

1 ÇALIŞMA HAKKINDA GENEL BİLGİLER ... 1

1.1. Araştırmanın Konusu ve Amacı ... 2

1.2. Araştırmanın Önemi ... 2

1.3.Araştırmanın Kapsamı ... 3

1.4. Araştırmanın Hipotezleri... 3

2. İSLAMCILIK AKIMI ... 4

2.1. İslamcılığın Tarihçesi ... 6

2.2. 1945 Sonrası Dönem ... 10

2.3. Modern Türkiye’de İslamcılığın Serüveni ... 11

2.3.1. 1923-1946 Arası Dönem ... 11

2.3.2. 1946 Sonrası Dönem ... 13

2.3.3. 1980 Sonrası Dönem ... 18

3. TÜRK SİNEMASINDA İSLAMCI İFADE ...21

3.1. 1970 Öncesi Türk Sineması ... 21

3.2. Milli Sinema Akımı ... 24

3.3. İslamcı İzler Taşıyan Türk Filmleri ... 26

3.3.1.Birleşen Yollar (1970) ... 27

3.3.2. Çile (1972) ... 29

3.3.3. Zehra (1972) ... 31

3.3.4. Oğlum Osman (1973) ... 34

3.3.5. Memleketim (1974) ... 36

3.3.6. Kızım Ayşe (1974) ... 39

3.3.7. Garip Kuş (1974) ... 43

3.3.8. Gençlik Köprüsü (1975) ... 46

3.3.9. Bir Adam Yaratmak (1977) ... 49

3.3.10. Rahmet ve Gazap (1980) ... 53

3.3.11. Öç (1984) ... 55

ONUR SÖZÜ ...iii

BİLDİRİM...iv

ÖZET...v

ABSTRACT...vi

KABUL ONAY SAYFASI...ii

(9)

3.3.15. Minyeli Abdullah (1989) ... 65

3.3.16. Minyeli Abdullah 2 (1990) ... 68

3.3.17. Yalnız Değilsiniz (1990) ... 71

3.3.18. Sonsuza Yürümek (Yalnız Değilsiniz 2) (1991) ... 74

3.3.19. Sevdaların Ölümü (1992) ... 77

3.3.20. Çizme (1991) ... 80

3.3.21. Garip Bir Koleksiyoncu (1991) ... 82

3.3.22. Siyah Pelerinli Adam (1992) ... 85

3.3.23. Sürgün (1992) ... 88

3.3.24. Mümin İle Kafir (1992) ... 90

3.3.25. Kapıcı Musa (1993) ... 91

3.3.26. Kelebekler Sonsuza Uçar (1993) ... 94

3.3.27. Bize Nasıl Kıydınız (1994) ... 97

3.3.28. Ölümsüz Karanfiller (1995) ... 99

3.3.28. Yaşama Hakkı (1998)... 102

3.3.29. Gülün Bittiği Yer (1999) ... 104

3.3.30. Anne ya da Leyla (2005) ... 106

3.3.31. The İmam (2005) ... 107

3.3.32. Anka Kuşu (2006) ... 110

3.3.33. Ateşin Düştüğü Yer (2012) ... 113

4. MESAJIN DÖNÜŞÜMÜ ... 116

4.1. Milli Sinema İhtiyacını Ortaya Çıkaran Sosyal Etmenler... 116

4.2. İhtida Filmleri ve Birey’e Sesleniş ... 119

4.3. Sistem Eleştirisi Dönemi ... 126

4.4. Toplum Eleştirisi Dönemi ... 134

5.SONUÇ ... 141

KAYNAKÇA ... 147

3.3.12. Zeynepler Ölmesin (1987) ... 57

3.3.13. Reis Bey (1988) ... 59

3.3.14. Sahibini Arayan Madalya (1989) ... 62

(10)

1.ÇALIŞMA HAKKINDA GENEL BİLGİLER

İdeoloji her ne kadar siyasi ideolojilerle sınırlı olarak algılansa da bütün hayatın içindedir ve hayata bakışımızı düzenler (Althusser, 2006: 693). Hayatı kavramlarla idealize ederken izlediğimiz yol, yöntem ve motifler ideolojimizi belirler. Sanat eserleri de onları üreten bireylerin ideolojilerinden izler taşır. Bu sebeple sanat eserleri incelenerek onları üreten bireylerin ideolojik arka-planlarına ilişkin okumalar yapılabilir. Sanatçılar içinde bulundukları tarihsel dönemin bir parçasıdırlar ve eserleri de o döneme ait ipuçları verir.

Yazın alanında belirginleşen eserin adli okunabilirliği durumu 20. Yüzyılda yaygınlaşan ve yedinci sanat olarak nitelenen sinemanın tarih sahnesine çıkışıyla başka bir boyut kazanır. Artık görüntüler tarihe ilişkin bir belge niteliği taşıyacaktır. İnsanların görüntülerinin kendi zaman ve mekanlarını aşabilmeleri ve bu durumun bir sanat ve eğlence aracı yoluyla gerçekleşmesi birkaç katmanlı bir hakikat meydana getirir.

Gerçeklik seyirciye anlatılan hikayenin kurgulanışıyla olduğundan farklı gösterilebilir.

Aynı zamanda bu yeni gerçeklik de asıl gerçekliğin yanına eklenerek onun varlığını genişletir. Dolayısıyla bir film üretildiği zamandan yüzyıl sonra izleyicilerine anlatmaya çalıştığı kendi hikayesinden çok, parçası olduğu, çekildiği zamanın öncesi ve sonrasındaki onyıllar boyunca şekillenmiş olan bütünlüklü hikayeyi anlatır.

Bu araştırmanın kaynaklarının bir kısmını oluşturan ideolojik arka planlı filmler, anlatıları propaganda boyutlarında olsa da, üsluplarıyla araştırmacıya, üretildikleri dönemin siyasal atmosferi, dili ve bu dilin değişimine ilişkin ipuçları verirler. Araştırma bu filmler aracılığıyla Türk Siyasi Tarihindeki bir ideolojik grubun geçirdiği dönüşümleri inceleme imkanı bulmayı amaçlamaktadır. Türk Siyasi Tarihinde gerçekleşen dönüşümlerin izlerini, aynı dönemlerde üretilen filmlerin ideolojik arka planlarında gözlemlemek mümkündür. Bu duruma en belirgin örnek 1980 sonrasında Türk Sinemasında görülen kadın duyarlılığını ön plana alan filmlerdir. 1980'lerde yaşanan neo-liberal dönüşümlerle geri plana atılan Sosyalizm ve Sosyal Demokrasi düşüncesi yerini o dönemlerde feminizm, çevrecilik gibi farkındalıklara bırakmıştır.

Kırık Bir Aşk Hikayesi (Kavur, 1981), Kaşık Düşmanı (Olgaç, 1984), Bir Yudum Sevgi (Yılmaz, 1984), Gizli Duygular (Gören, 1984), Dul Bir Kadın (Yılmaz, 1985) Kurbağalar (Gören, 1985), Adı Vasfiye (Yılmaz, 1985), Teyzem (Refiğ, 1986), Ah

(11)

Belinda (Yılmaz, 1986), Kadının Adı Yok (Yılmaz, 1988) gibi 1980'lerde seyirciyle buluşan sinema filmlerinde, Marksizm’in ekonomi-politiğinin dışından yaklaşılan kadın konusu başlı başına bir toplumsal mesele olarak karşımıza çıkar. Bu filmler vizyona girdikleri dönemdeki kadın duyarlılığının sinemadaki izdüşümleri olarak görülebilir. Aynı şeyler, 1960'ların ortalarında Toplumsal Gerçekçi yönetmenlerin arasından çıkan Ulusal Sinema Akımı (Coşkun, 2009: 20-21) ve Tek Parti dönemindeki Muhsin Ertuğrul'un domine ettiği tiyatrocular dönemi (Çoşkun, 2009: 57) için de söylenebilir. Her biri içinden çıktığı dönemin koşulları ve yönetmenlerinin politik duruşlarının izlerini taşıyan filmlerle dolu olan bu dönemler çeşitli bağlamlarda ideolojik arka plan okumaları yapma fırsatı sunmaktadır.

1.1. Araştırmanın Konusu ve Amacı

Bu çalışmada siyasi ideolojilerle ilgili literatürde İslamcı olarak tanımlanan ve Türkiye’de faaliyet gösteren hareketler ele alınacaktır. Bu hareketlerin tarihçeleri incelenerek değişim süreçleri ortaya konulacak ve Türkiye’deki İslamcı hareketin içinden çıkan Milli Sinema akımının kapsadığı tarihsel süreçteki olaylarla İslamcı hareketin dönüşümleri arasındaki ilişki belirlenerek, Türkiye’deki İslamcılığın 1970 yılından sonra geçirdiği süreçler mercek altına alınacaktır.

1.2. Araştırmanın Önemi

Türk sinemasında ideolojiye dair literatürde kapsamlı bir bilimsel çalışmaya rastlanmaması bu alanda önemli bir boşluk oluşturmaktadır.

Sinema, doğu ve batı medeniyetlerinde birbirlerine alternatif olarak değerlendirilebilecek diğer sanat dallarından(Edebiyat, Müzik, Resim vb.) farklı olarak, modernitenin bir ürünüdür ve Batı medeniyetine özgüdür. Bu sebeple modernitenin sosyopolitik yansımalarını bu sanat dalının İslami yorumu üzerinden ortaya koymak son derece mühimdir.

Bunun yanında çalışma, Türk siyasi yaşamında sanatın etkinliğine ve reflekslerine ilişkin bir örnek sunması bakımından önem arz etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik bir ulus devlet olarak kuruluşundan bugüne dine ilişkin politikalarında gerçekleşen değişimlerin, politik eylem alanının bir yansıması olarak sanat başlığı altında incelenen sinema üzerindeki dolaylı etkilerinin İslamcılık örneğinde incelenmesi, bu ideolojinin üst-yapısal ürünlerindeki alt-yapısal izleri ortaya koyma açısından gereklidir.

(12)

1.3.Araştırmanın Kapsamı

Bu araştırma mekânsal olarak Türkiye ile sinema filmlerinin zamanları açısından 1970-2011 yılları arası ile sınırlandırılacaktır. Konu edilecek filmler belirlenirken sadece İslamcı doktrinin manifestoları olarak nitelendirilebilecek filmleri tercih etmekten farklı olarak İslam-birey, İslam-toplum temaları içeren filmler de dikkate alınacaktır.

1.4. Araştırmanın Hipotezleri

Türk sinemasında İslamcı ideolojinin insana ve topluma ilişkin tanımlarını mesaj olarak anlatan filmler ve eser sahipleri olarak yönetmenlerin oluşturduğu sanat akımları, İslamcı ideolojinin ve ifadenin yaşadığı dönüşümden etkilenmişlerdir. Bu etkilenme sonucunda filmlerin inceledikleri konular, önerdikleri çözümler ve vurguladıkları noktalar farklılaşmışlardır.

1.5.Araştırmanın Yöntemi

Araştırmada görsel ve yazılı materyallerin taranması yöntemi uygulanacaktır.

Taranacak metinler sinema, politika ve din ile alakalı olacaktır. Türk siyasi tarihine ve Türk sinemasına ilişkin literatür taraması yapılacaktır.

Görsel materyaller incelenirken iletişim bilimlerinin kavramları kullanılacak ve yüzeysel metin okumalarından kaçınılacaktır.

İslamcılık akımına ilişkin filmler belirlenirken yönetmen filmlerine (filmin tüm süreçlerine hakim olan auteur yönetmenler) ağırlık verilecektir.

(13)

2. İSLAMCILIK AKIMI

İslamcılık tanımının oluşturulması, beşeri bilimlerdeki kavramsallaştırma problematiğine ek olarak kendine özgü bir takım güçlükleri beraberinde getirir.

İslamcılık ideolojisinin, siyaset biliminin bir düşünce sistemini ideoloji olarak kavramsallaştırmasını mümkün kılan üç önemli özelliğinin (sistem eleştirisi, ideal sistem ve ideal olana ulaşma metodu) beslendiği temel kaynaklar (Kuran ve hadis), liberalizm, sosyalizm, milliyetçilik ve muhafazakarlık gibi ana akım ideolojilerden farklı olarak, pre-modern dönemde şekillenmiştir. Bunun bir sonucu olarak İslamcılık geliştirdiği açıklamalar ve metotları için bu pre-modern zamana dönük bir otantisiteyi gereksinmektedir. Bunun yanında İslamcılık ideolojisi ortaya çıktığı ve geliştiği zamanın bir ürünü olarak modern bir ideolojidir. Kendisi de modern bir bilim olan Siyaset Biliminin İslamcılığı tanımlarken modern devletin paydaşlarıyla (stakeholder) olan ilişkilerini ve bu ilişkilerin tipikliğini göz önünde bulundurması kaçınılmazdır.

Bu iki belirleyici etmen İslamcılık ideolojisi açımlanırken iki farklı yaklaşımı mümkün kılar. İslamcılık ideolojisi bu çağın diğer çağlardan tamamen ayrı özelliklerinin bir sonucu olarak İslam tarihinde biricik olma özelliğine sahip bir

“yorum” olmaktan ziyade İslam dini ortaya çıktıktan sonra İslam peygamberinin ölümüyle başlamış olan ve günümüze kadar devam eden içtihat ve tecdit geleneğinin modern çağdaki örneği olarak da görülebilir (Kara, 1986: 17). İslam tarihi ve öğretisi içerisinde devamlılıklar ve benzerlikler kullanılarak oluşturulacak tanımlar, İslamcılık ideolojisinin modern bir ideoloji olarak kendini diğer modern ideolojilerden kesin çizgilerle ayırabilmemize imkan veren biricikliğini anlaşılmasını zorlaştırır. Bunun yerine ideolojinin ortaya çıktığı ve geliştiği Kuzey Afrika’dan Hindistan’a uzanan Müslüman coğrafyada meydana gelen siyasi olaylar, genel olarak 19. Yüzyıla yön veren siyasal ve düşünsel atmosfer, toplumlar arasındaki farklılıklar perspektif alınarak geliştirilen tanım ve açıklamalar, İslamcılığın Siyaset Bilimi’ni ilgilendiren özelliklerinin ortaya çıkarılmasını sağlar. İslamcılığın ortaya çıkışını tetikleyen düzlemdeki çatışmanın belirleyici unsuru olan Avrupa modernitesine değinerek 19.

yüzyıla yön veren siyasal ve düşünsel atmosferi anlayabiliriz.

14. ve 15. yüzyıllarda aristokrasi karşısında yükselen burjuva sınıfı önce güçlü feodal yapı karşısında kralın merkezi otoritesini desteklemiş, ardından bu feodal yapı

(14)

zayıflayınca Mutlak Monarşi rejiminde kendisine tanınan hakları yeterli bulmayarak yaşama hakkı, düşünce özgürlüğü, mülkiyet hakkı, yönetime katılma hakkı gibi hakların herkesin sahip olduğu doğal haklar olarak kabul edilmesi talebinde bulunmuş ve Aydınlanma düşüncesinde savunusu yapılan ideallerin takipçisi olmuşlardır. 15. ve 16.

Yüzyıllardaki bilimsel keşifler sonucunda Batlamyus’un dünya merkezli durağan evren modelinin geçerliliğini yitirmesiyle kilise ve aristokrasinin meşruiyetini sağladığı sıkı ve tanrı vergisi bir hiyerarşiye dayanan toplum düzeninin inandırıcılığını yitirmesi sonucu yeni siyasi idealler meydana gelmiştir. İdeal toplum düzeni üzerine uslamlamalar yapan Hobbes, Locke, Hume, Rousseau gibi düşünürler Toplum Sözleşmesi gibi başlıklarda ayrı düşseler de yöntem noktasında birleşirler. Toplum düzenini verili olarak kabul etmeden, devleti ve toplumsal yapıyı bugünlere getiren nedenleri araştırarak, sebep-sonuç ilişkisiyle güncel duruma açıklama getirmeleri ortaklaştıkları noktadır.

Coğrafi keşifleri takip eden kolonicilik hareketlerinin, 18. Yüzyılda İngiltere’de buharlı makinelerin icadıyla başlayan sanayi devriminin sonucu olarak hammadde ve pazar arayışları düzleminde yeniden tanımlanmasıyla Avrupa dışındaki dünyanın çoğunluğu Avrupa devletlerinin ya doğrudan yönetimine ya da nüfuzuna girmişler ve böylece Avrupalı kolonicilerin kolonize ettikleri ülkelerin insanlarıyla eşitsiz etkileşimi başlamıştır. Bu eşitsiz etkileşimin edilgen tarafında olan İslam devletlerinden Osmanlı Devleti’nde yönetici erk aceleci reformlarla Avrupa devletlerinin çağa uygun işlerlik seviyesini yakalamaya çalışırken, yapılan reformlara aydınlar tarafından verilen tepkiler, tamamen kabul ederek daha fazla reform talep etmekten, yapılan reformları topluma yabancı bularak tamamen reddetmeye kadar çeşitleniyordu (Mardin, 2017: 19- 24). İslamcı düşünce işte bu ortamda filizlenmiş, eşitsiz bir etkileşimin edilgen tarafı olan Müslüman aydınların, Avrupa ile İslam Dünyası arasında açılan makasın kapanması için aradıkları çareleri, İslami referanslarla temellendirme uğraşı, İslamcılık akımını ortaya çıkarmıştır (Çağlayan, 2010: 31-33). İsmail Kara’nın İslamcılık tanımı bu ideolojinin tepkisel yönlerini içeren kapsayıcılığı açısından çalışmamız için kullanışlıdır.

“İslamcılık, 19-20. yüzyılda, İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet ahlak, felsefe, siyaset, hukuk, eğitim…) ‘yeniden’ hayata hakim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslam dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden,

(15)

esaretten, taklitten, hurafelerden… kurtarmak; medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri, ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak tarif edilebilir.” (Kara, 1986: 16).

Bu tanım çerçevesinde İslamcı hareketin Dünya’da ve Türkiye’de geçirdiği süreçler ele alınarak, bu süreçlerin hareketin evrimindeki etkisi daha berrak bir biçimde gözlenebilir.

2.1. İslamcılığın Tarihçesi

Osmanlı Devleti'nin Londra'da ilk daimi elçiliğini kurduğu 1793 yılı bir dönüm noktası olarak ele alınabilir (Kodaman ve Akçay, 2010: 83). Bu tarihte Dünyadaki en güçlü İslam devleti artık savaşın ana aktör olduğu diplomasi metodundan, diyaloğun ve karşılıklı çıkarların önemli olduğu modern bir diploması metoduna geçişi zorunlu kabul eder. Koçi Bey Risalesi ile başlayan ıslahat arayışlarını takip eden süreçteki büyük çaplı askeri yenilgiler ve toprak kayıpları, bir zamanlar Avrupa ülkelerinden istediklerini askeri gücün fiilen yahut stratejik olarak kullanımı ile elde eden Osmanlı Devleti'nin, ekonomik ve askeri anlamda zayıf düştüğünün bir itirafı niteliğindeki bu politikaya kadar sürmüştür. Artık modernite Osmanlı Devleti için kayıtsız kalınamaz bir olgu halini almıştır (Kodaman ve Akçay, 2010: 83). Devlet, çoğu azınlıklardan olan, yabancı dil bilen tüccarlara güven duymadığı için dil bilen elçiler yetiştirmek durumunda kalmış ve böylece Osmanlı Devleti bürokrasisi yıkılışına kadar devletin içinde bulunduğu duruma reçeteler arayacağı Avrupa ile kalıcı bağlarını oluşturmuştur. Bunu takip eden dönemde ordunun modernize edilmesi amacıyla eğitimin reforme edilmesiyle modernizasyon devlet bürokrasisinde yayılacak ve Avrupa'dan uzmanlar getirilerek girişilen bu aceleci çözümler son bağımsız İslam devletinin düşünsel kolonizasyonuna altyapı hazırlayacaktır (Mardin, 2017: 33).

19. yüzyıl başlarında tahta oturan İkinci Mahmut döneminde yapılan reformlarla memurların kılık kıyafet düzeninden idari yapılanmaya kadar pek çok değişiklik Avrupa devletlerindeki örnekleri gözetilerek gerçekleştirilmiştir (Mardin, 2017: 42). 1826 yılında Yeniçeri Ocağının kaldırılarak yerine modern bir ordu kurulması ile de reformların önündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış, böylece 19. yüzyıl Osmanlı Devleti'nin kötü gidişe dur demek amacı ile yaptığı reformların yüzyılı olmuştur.

(16)

Matbaanın azınlıkların tekelinden çıkması ile hayata giren gazete gibi yenilikler ve nüfus sayımı gibi idari düzenlemeler Osmanlı Devleti içerisindeki din temelli ayrışmanın kaybeden tarafı konumunda olan Müslüman tebaaya bir millet olma bilinci aşılamış (Mardin, 2017: 35), eğitimde yapılan reformlar sonucu yetişen yeni nesil kendi içinden reformcu aydınlar çıkarmış, böylece İslam dünyasının içinde bulunduğu kriz Müslüman Aydınlarca ele alınmış ve çözüm önerileri ortaya atılmıştır (Mardin, 2017:

44).

İslam dünyasının içinde bulunduğu duruma açıklamalar getirerek reçeteler sunan bu aydınlar sınıfı ilk nesil İslamcıları (Bulaç, 2004: 48), başka bir deyişle reformcu öncüleri oluştururlar. Bazı araştırmacılar tarafından hareketin kurucu önderi Cemaleddin Afgani olarak gösterilse de (Nafi, 2010: 26-28) Berkes ve Türköne Afgani’den önce Islahat Fermanı sonrası İstanbul’undaki ortamda makaleler yayınlayan Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi Osmanlı aydınlarınca bu hareketin ilk eserlerinin verildiğini söylemektedirler (Çağlayan, 2010: 85). Bu hareketin karakteristiklerini anlamak açısından dikkat edilmesi gereken husus bu neslin düşünürlerinin tüm görüş farklılıklarına rağmen cevabını aradıkları sorunun aynı oluşudur. İslam dünyasının Batı dünyasına kıyasla geri kalma nedenlerini araştıran bu aydınların ilerlemeci bir dünya görüşünün revaçta olduğu bir dönemde yaşadıkları göz ardı edilmemelidir. İstisnalar dışında, tarihi çizgisel olarak algılamış ve geri kalmışlık tanımlarını bu ilerlemeci anlayış çerçevesinde oluşturmuşlardır (Kara, 2004:36-38). Batı devletlerini şu anda bulundukları başat konuma getiren anlayış onlara göre muhakkak ders alınması gereken bir anlayıştır ve dünya üzerinde oluşturduğu endüstriyel kolonyal hâkimiyetin bu ilerleme de oynadığı rol yahut ilerleme kavramının kendisi sorgulanmaz ve verili olarak kabul edilir (Bulaç, 2004: 53).

Afgani, Abduh, Rıza çizgisinin yirminci yüzyılın ilk çeyreğine kadar kesintisiz sürdüğü, Osmanlı aydınlarının ise Islahat Fermanından hilafetin kaldırılmasına kadar otuz senelik ikinci Abdülhamid Devri istisna olmak üzere fikir ürettiği bu reformist İslamcılar nesli yapı itibariyle tepkisel niteliktedir (Kara, 2004: 37). Emperyalist Avrupa devletleri işgal ettikleri yahut nüfuzları altına aldıkları ülkelere yalnız askeri birlikler değil bilim insanları da göndermişlerdir. Bu sayede medeniyetin günümüzdeki taşıyıcısı rollerini; medeniyetin beşiği sayılabilecek topraklarda geçmiş medeniyetlerin eserlerini inceleyerek, bu toprakların o zamanki sakinlerinin o medeniyetlerden

(17)

uzaklığını vurgulayan bir anlayışla, o medeniyetlerin görkeminin yegane takdir edicileri olarak da pekiştirmişlerdir. Bu ülkelerin insanlarına dair topladıkları verileri totaliter bir anlayışla yorumlayarak son derece pratik amaçlarla sömürgeci anlayışa mazeretler bulan bir oryantalist literatür ortaya koymuşlardır (Manaz, 1998: 53).

Bahse konu literatürü oluşturan oryantalistler, çıkarlarını gözettikleri devletler tarafından kolonize edilmiş topraklardaki insanların bir bölümünün dinini oluşturan İslam’a, bu bölgelerde yaşayan insanların ilerlemelerinin yani Avrupa modernitesinin değerleri ile bütünleşmelerinin önündeki en büyük engel nazarıyla bakmışlardır. Bu bakış açısı İslam peygamberinin toplumla iç içe oluşunu küçümsemeye, onun erdemlerini sorgulamaya kadar vardırılmış ve İslam peygamberinin Yahudi-Hristiyan literatürün peygamber anlayışıyla uyuşmadığı öne sürülen özelliklerinden yola çıkarak onu siyasi bir figür olarak tanımlamışlardır (Kara, 1986: 20). Bu saldırılar karşısında Müslüman aydınlar da reaksiyon vererek İslam'ın ilerlemeye engel olmadığını ispata girişmişler ve sorunun -ortada bir sorun olduğu artık sabittir- İslam değil İslam’ı hurafelerle dolduran Müslümanlar olduğu savunmasında bulunmuşlardır (Kara, 1986:

63). Bu aşamada toplumları ele alma bakımından reformcu İslamcılarla oryantalistler arasında fazla bir fark olmadığı vurgulanmalıdır. Oryantalistler için doğulu ne kadar miskin ve ahlak düşkünü ise bu ilk nesil İslamcıların da pek çoğu için geçerlidir. Tek fark oryantalistlerin gündelik yaşamdaki yansımalarıyla değerlendirebildikleri İslam'ı, ilk nesil İslamcıların kitabi yönleriyle değerlendirerek çağdaşları olan Müslümanlardan ayrı olarak değerlendirmeleridir (Bulaç, 2004: 50).

Geleneksel İslam’ın temsilcisi olan ulemadan belirgin bir biçimde ayrılan reformcu neslin savunduğu özcü anlayışın çıkış noktası Kuran ve Sünnete dönüş olarak özetlenebilir. Özcü bir yaklaşımla, kaynaklara dönüş felsefesini savunan Afgani, Abduh, Rıza, Akif gibi İslamcılar bu felsefelerini ilerlemeci/aydınlanmacı bir akılcılıkla yoğururlar (Çağlayan, 2010: 131). Bu isimlerden Afgani ve Abduh’un görüşleri II.

Meşrutiyet Dönemi’nde de etkili olur, o dönemde çıkan ve İslamcı kalemlerin görüşlerini ifade ettikleri bir mecra olan Sırat-ı Müstakim dergisinde yazıları yayınlanır (Arabacı, 2004: 99). Reşit Rıza ise Muhammed Abduh’dan daha fazla etkilendiği Cemaleddin Afgani’nin İstanbul’dan ayrılmasına II. Abdülhamid tarafından müsaade edilmemesi ve Afgani’nin burada vefat etmesi üzerine Osmanlı Devleti’ne karşı hasmane bir tutum geliştirmiş ve Arap milliyetçiliğini savunarak Osmanlı Devleti’ne

(18)

karşı girişilen bazı Arap isyanlarını desteklemiştir (Çağlayan, 2010: 141). Reformcu nesildeki bu ayrılık daha sonra da İttihad-ı İslam fikrini zayıflatan politik atmosferin ilk aşaması olarak görülebilir.

II. Meşrutiyet’in ilanıyla İstanbul’da ortaya çıkan basın hürriyeti pek çok süreli yayının hayat bulmasını sağlamıştır (Arabacı, 2004: 101). Daha sonra Sebilürreşad adını alacak olan Sırat-ı Müstakim dergisi bunlardan biridir (Kara, 1986: 29). Mehmet Akif’in başyazarlığını yaptığı Sebilürreşad, geniş bir yazar kadrosuna ev sahipliği yapar ve 1925 yılında kapandıktan sonra 1948 yılında ilk dönemin yazarlarından Eşref Edip tarafından yeniden yayın hayatına kazandırılmasıyla Meşrutiyet İslamcılığıyla Cumhuriyet Dönemi İslamcılığı arasından bir köprü vazifesi görür. Bab-ı Ali baskınına dek görece hür olan İstanbul basını bu dönem içerisinde gerçekleşen bir takım kritik hadiselerin ateşleyicilerinden olmuştur (Arabacı, 2004: 103-122). Volkan gazetesi başyazarı Derviş Vahdeti’nin başlattığı ayaklanma II.Abdülhamid sonrası dönemde modernle eskinin ilk büyük kapışmasını oluştururken, ulemanın yönetiminin arzulandığı bir devlet ideası, kitlesini, Batı tarzı eğitim görmüş subayların egemenliğini kabul etmeyen alaylı zabitlerden temin etmiş ve böylelikle tarihi 31 Mart Vakası olarak geçen isyan vuku bulmuştur (Tunaya, 2003: 107).

Osmanlı Devleti’nin Almanya ve Avusturya’nın yanında yer alarak katıldığı Birinci Dünya Savaşı, siyasi görüş ayrılıklarının bir tarafa bırakıldığı bir seferberlik durumu ortaya çıkarmış, bu ortamda Sebilürreşad kimi zaman sansürlenip kapatılsa da, ilk nesil İslamcılardan Mehmet Akif, görüşlerini paylaşmadığı idarecilerin emriyle Almanya'daki Müslüman esirlere vaazlar vermiş, Necid Çöllerine bölgenin ileri gelenleri ile müzakere için gönderilmiştir (Arabacı, 2004: 103-104). Akif'in vatan ile ilgili meselelerdeki uzlaşmacı tavrı daha sonra Cumhuriyet dönemindeki bir duruş tarzıyla da özdeşleşecek ve bu duruş tarzı ilgili bölümde ele alınacaktır.

Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılması ve topraklarının galip devletlerce işgali sonucu Anadolu'da Mustafa Kemal tarafından başlatılan Milli Mücadele hareketi modern Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile sonuçlanmış, bundan bir yıl sonra da Yeni Meclisin hilafetin ilgası ile İslamcılık açısından bir devrin sonuna gelinmiştir (Mardin, 2017: 96).

1924’ten 1950'ye kadar İslam dünyasında Müslüman halkların başındaki rejimlerin totaliter niteliği sebebiyle Bulaç’a göre bir fetret dönemi yaşanmıştır (2004:

(19)

48-49). Modern devlet aygıtının İslam dünyasında yerleşme çabalarının görüldüğü bu dönemde Mısır'da Müslüman Kardeşler hareketi kurulmuş olsa da halkın devlet yönetiminde herhangi bir etkisinin bulunmaması bu hareketin etki alanını kısıtlar (Nafi, 2010: 45). 2. Dünya Savaşı sonrasında ise 20. yüzyılın ikinci yarısını etkisi altına alan Soğuk Savaş döneminin başlaması ve bu dönemin getirdiği iki kutuplu dünya düzeni alışılagelmiş dengeleri değiştirir. Bu tarihten sonra kolonyal dönemin mirası rejimler birer birer değişir ve bazı sömürge ülkeler bağımsızlıklarına kavuşurlar Türkiye'de çok partili hayata geçilir, Mısır'da rejim bir askeri darbeyle değişir, Pakistan kurulur ve bütün bunlardan en önemlisi ABD'nin SSCB karşıtı bir cephe oluşturma çabasıyla yaptığı yardımların da etkisiyle köyden kente bir göç dalgası meydana gelir. Bu toplumsal manzara İslam'ın diyalektik materyalizme karşı bir panzehir olarak ortaya konması fikri ile birleşince İslamcı hareket bu göç dalgasından temin ettiği dinamizm ile 20. yüzyılın ikinci yarısında bir politik aktör olarak sahneye çıkar (Bulaç, 2004: 65).

2.2. 1945 Sonrası Dönem

Pakistan'ın kuruluşunun ardından modern ve laik bir ulus-devlet tasarımında olan Muhammed Ali Cinnah’ın görüşlerine karşılık, Cemaati İslami lideri Ebul Ala Mevdudi yönetimin referansının İslam olması gerektiğini savunur (Nafi, 2010: 93).

Mevdudi'nin iki ideolojili Soğuk Savaş ortamında İslamcılığı üçüncü bir ideoloji olarak sunuşu başta Seyit Kutup olmak üzere pek çok kanaat önderini de etkileyecek ve Mevdudi ile Kutup bu İslamcı neslin, modern devlete ve onu rasyonel kılan referanslar sistemine post-modern bir cepheden saldıran örnek liderleri olacaklardır. Artık İslamcıların ıslah edecekleri bir Dar’ül İslam’ın yerine karşısında oldukları laik-ulus devlet modeli mevcuttur (Çağlayan, 2010: 222-223). Teori, devrimden sonrasının meselesi olarak ikinci plana itilir zira kentlerin varoşlarını oluşturan göç dalgasının sosyal adalet taleplerinin sloganlaştığı çatışmacı siyasi ortamın dolaysızlığı da teori ile uğraşılmasını engellemektedir (Bulaç, 2004: 65).

Bu dönemin hareketlerini etkileyen en büyük olaylardan biri kuşkusuz 1979 İran İslam Devrimidir (Roy, 2004: 933). Bu devrim pek çok ülkedeki İslamcı hareketlere ilham kaynağı olmuş ve modern dünyada bir İslam Cumhuriyeti kurulabileceğinin ispatı olarak görülmüştür. Yine aynı şekilde SSCB’nin Afganistan’ı işgali İslamcı çevrelerce yakından izlenmiş, dünyanın iki süper gücünden birine karşı dünyanın en yoksul

(20)

halklarından biri olan Afgan halkının direnişi İslamcı çevrelerde büyük yankı uyandırmış ve bu savaşın sonucunda işgalci devlet olan SSCB dağılırken (Manaz, 1998:

180), ilerleyen yıllarda direnişçilerin içindeki bir grup tarafından New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'ne gerçekleştirilen saldırı, 21 yüzyılın politikalarını belirleyici nitelikte olmuştur (Sayyid, 2004: 938). Bu politikaların sonucu olarak Radikal İslam Batı blokunca komünizmden sonraki yeni düşman olarak nitelenecektir.

2.3. Modern Türkiye’de İslamcılığın Serüveni

Birinci Dünya Savaşı'nın Osmanlı Devleti'nin yenilgisi ile sona ermesinin ardından artık dünyada sömürge ya da yarı sömürge olmayan Müslüman topluluk kalmamıştır. Galip devletlerin İstanbul’u ve Anadolu’yu işgaline karşı Mustafa Kemal’in meşruiyetini halktan alarak başlattığı bağımsızlık hareketi 1922 yılında zafere ulaşır ve 1923 yılında daha önceden saltanatını kaldırdığı devletin yönetim şeklini cumhuriyet olarak belirler. Bağımsızlık mücadelesinin lideri olan Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti'ndeki bürokrat sınıfının moderniteyle yaşanan karşılaşmada verdiği Türkleşmek, İslamlaşmak yahut Modernleşmek tepkilerinden modernleşmeyi, devletin dolayısıyla toplumun kurtuluşu için biricik çare olarak gören ekole mensuptur (Bulaç, 2004: 55). Bu sebeple Cumhuriyet'in kuruluşunun ardından eski rejimi çağrıştıran her türlü mirası budayacak devrimler gerçekleştirir. Tanzimat reformları ile evrimci bir şekilde akılcılaşma yolunda olan devlet bürokrasisini devrimci bir biçimde dönüştüren, yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı sekülerleştiren Cumhuriyet Devrimleri, Avrupa ülkelerindeki örneklerinden zorunlu olarak farklıdır. Bunun başlıca sebebi Osmanlı Devleti'nde devletten ayrı bir şekilde örgütlenmiş ve devlete müdahale eden bir kilise olmaması olarak görülebilir. Osmanlı Devleti’nde devlet ve din bir ve aynıdır. Bu sebeple din devletten çıkarılınca varlığını kurumsal olarak devam ettirecek bir çatı bulamamış ve yer altına çekilmiştir (Mardin, 2017: 63-77).

2.3.1. 1923-1946 Arası Dönem

Türklerin İslamiyet’i kabul etmesinde önemli bir rol oynamış olan tasavvuf Türk-İslam devletlerinde halk tabakasının dinle olan ilişkisini sağlamıştır. 1920'lerde devletin sekülerleşmesi sürecinde İslami anlayışın, 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında Reformcu İslamcılar tarafından hurafelerin kaynağı (Kara, 1986: 63) olarak

(21)

görülen bu Sufi tarikatlarca muhafaza edilmesi Meşrutiyet İslamcılığı ile Cumhuriyet İslamcılığını ayıran karakteristiklerden birini oluşturur. Meşrutiyet döneminde Batı’dan kalkınmayı ve bilimi alarak İslami özelliğin korunduğu bir medeniyet tasavvuru içinde olan İslamcıların bir kısmı Cumhuriyet rejimine bağlı kalmış bir kısmı ise sessiz bir onaylamama muhalefeti sürdürmüşlerdir. Elmalılı Hamdi Yazır inzivaya çekilmiş Mehmet Akif Ersoy ise Mısır'a gitmiş ve ölmeden önce Türkiye'ye dönmüştür (Aktay, 2004: 77-79).

Cumhuriyet dönemininde, moderniteyi yukarıdan aşağıya uygulamaya dönük politikaların devrimci bir suretle ve muhalefete olanak tanımadan gerçekleştirilmesi ve Meşrutiyet İslamcılarınca İslamiyet'in son kalesi olarak görülen hilafetin kaldırılması, kamusal alanda İslamcı retoriğe hayat hakkı tanınmadığı siyasi bir atmosfer oluşturmuştur. (Duman, 1996: 24). Bu gibi sebeplerden çok partili yaşama geçene kadar İslamcılığı kamusal alanda ifade edebilecek bir söylev ortaya çıkamamıştır. Osmanlı ulemasından son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi yurt dışından yeni yönetime yönelik eleştirileri yüksek sesle dile getirmiş, bunun dışında Cumhuriyet devrimlerini eleştiren İslamcı aydınlar kamusal alanda varlık gösterememiştir (Bora, 2017: 418). Devletin organlarından dini kurumları çıkarmasıyla reformcu öncülerin yahut ilk nesil İslamcıların cahil olarak nitelediği halk İslam dininin yegâne taşıyıcısı durumuna gelmiştir (Duran, 2004: 132).

Bu dönemde Nakşibendi tarikatı Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında güçlenmiş bir tarikat olarak halk arasında faaliyet gösterir ve dinin yaşamdaki belirleyici rolü ile ilgili devamlılığı sağlar. Nakşibendi Tarikatı, benzerleri Sufi tarikatlardan orta yolculuğu ile ayrışır. Tasavvufun uzlet gibi prensiplerini “Halvet der Encümen” yani Halk içinde Yalnızlık ilkesiyle esneten Nakşibendiler, bu özellikleri sayesinde vakıfların çürümeye yüz tuttuğu bir çağda ekonomik olarak tutunmayı başarmıştır (Mardin, 2017: 101). Toplumsal yaşamla barışık yönü Cumhuriyet döneminde var olma krizi yaşayan İslamcılığın kamusal alanda varlığı için alan açmış olan Nakşibendi tarikatının politikaya somut etkileri 20. yüzyılın üçüncü çeyreğinde kristalleşecektir (Manaz, 1998: 311).

Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılında devrimlerin etkisi ile yer altına itilmiş olan İslami eğitimi sürdürenler yalnız Nakşibendiler değildir. Bu ekolde yetişmiş olsa da farklı bir yorumla mürit toplayarak etki alanını arttırmış olan ve Meşrutiyetten sonra ve

(22)

onu takip eden Milli Mücadele yıllarında eylemlerinden söz edilen Said Nursi, Kur'an’ın bir tefsirini yapma savıyla oluşturduğu eserleriyle geniş bir kitleyi etkilemiş ve ülkedeki Nakşibendi ana damarla zaman zaman ortaklaşsa da, çoğunlukla ayrışan takipçi kitlesi, tefsirine Risale'i Nur adını vermesinden hareketle Nur cemaati olarak adlandırılmıştır. Eserlerinde çoğunlukla iman konusunu odaklanmış olan Said Nursi Meşrutiyet İslamcıları gibi yeni Rejimle alakalı bir suskunluğa sahip olsa da onların pasif tutumunu tercih etmemiş bunun karşılığında da eylemleri cumhuriyetin ilkelerine karşı bir tehdit unsuru olarak görülmüş 1960'da ölümüne değin aralıklı bir kovuşturmaya tabi tutulmuştur (Mardin, 2017: 170-171). Yine bu dönemin etkili şahsiyetlerinden olan Süleyman Hilmi Tunahan ise 1930’lardan itibaren Kur'an dersleri vererek rejimin paralelinde Kur'an vurgusu ile bir dini eğitim cemaati oluşturmuş ve sadece Kur'an kursları açan bu hareket kurucusunun ardından Süleymancılar olarak anılmıştır (Manaz, 1998, 356).

Bu dönemde bahse konu hareketler rejimle bir çatışma içinde olmamışlardır. Bu durum Meşrutiyet İslamcılığının devamında devletin İslam Devleti olduğu ve onu kurtarmaya çareler arandığı bir kültürden gelen İslamcıların, bu yeni duruma nasıl tepki vereceklerini bilememeleri veya reijimin şiddetli baskısına uygun reaksiyon geliştirememe şeklinde açıklanabilir. Tarihte ilk defa halifesiz ve şeriat hükümlerine dayanmayan bir devletin vatandaşı konumuna düşen Müslümanlar için bir çıkış yolu arayan İslamcılar devlete çatışmaya girmek yerine halkın İslami uyanışına mesai harcamayı tercih etmişlerdir. Bu mevcudu muhafaza ve paralel inşa durumu İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar sürecektir.

2.3.2. 1946 Sonrası Dönem

İkinci Dünya Savaşı'nın sonuçları ortaya SSCB ve ABD’nin hâkim olduğu iki kutuplu bir dünya çıkarmıştır. Bu iki süper güç arasındaki, zaman zaman farklı ülkelerdeki çatışmalar aracılığı ile sıcak temasa dönüşen soğuk savaşın küresel çapta sonuçları olmuştur. Türkiye'de bu dönemde menfaatleri gereği Batı bloğunda yer alır.

Komünizm tehlikesi artık iktidar partisinin gündemindedir. Bu tartışmalarda CHP'nin uyguladığı militan laiklik politikası yine CHP içinden muhalefetle karşılaşır. Muhalefet dini bilinçlenmeye Komünizmin yegâne panzehri olarak bakar. (Tunaya, 2003: 173).

Komünizm tehlikesine karşı korumacı saiklerle ortaya çıkan CHP'nin dini

(23)

liberalizasyon politikası, başbakanlığa Meşrutiyet Dönemi Sebilürreşad yazarlarından Şemsettin Günaltay’ın getirilmesiyle ivme kazanır. Bu arada çok partili hayata geçilmesi ile artık seçmen tarafından denetlenen CHP kendi bünyesindeki muhaliflerin kurduğu Demokrat Parti'ye oy kaybetme korkusuyla da pek çok özgürlüğü sağlar.

İlkokulların programına seçmeli din dersi konulması, İmam Hatip kursları açılması, türbelerin yeniden ziyarete açılması ve hac için gerekli dövizin verilmesi gibi açılımlar bu dönemde yapılır (Duman, 1996: 27- 28).

Bu özgürleşme ortamında Meşrutiyet İslamcılığının yayın organı Sebilürreşad, başyazarı Mehmet Akif'in yokluğunda, Eşref Edip tarafından 1948 yılından itibaren tekrar çıkarılmaya başlanmıştır (Arabacı, 2004: 122). Bu ortamda çıkan İslamcı yayın organları Bayar'ın laiklik yanlısı tutumu sebebiyle daha net İslamcılardan yana tavır alan Millet Partisi'ni desteklemiştir .Millet Partisi'ne olan bu desteğe rağmen DP 1950 seçimlerinde parlamento çoğunluğunu elde etmiştir. Bunun akabinde gerçekleşen bir dizi politika değişikliği DP iktidarının bir sonucu olarak görülebilirse de, aslında CHP döneminde başlayan liberalizasyon politikasının bir devamı niteliğindedir. Yine de ezanın Arapça aslına dönmesi gibi bir takım değişikliklere yüklenen sembolik anlam İslamcı çevrelerde bir heyecan uyandırmıştır. Bu yasağın kaldırılmasını takiben radyoda dini yayınlara ve Kur'an okunmasına başlanmış ilkokulda din dersinin alınmaması dilekçeye bağlanarak bir nevi zorunlu kılınmıştır. Bu politikalar İslamcı çevrelerde DP'nin Cumhuriyet devrimlerini birer birer ortadan kaldıracağı inancını oluşturduysa da DP, CHP’nin liberalizasyon politikasını devam ettirmekte ve komünizm tehlikesini öne sürerek dini sembollerden bir set örmektedir (Duman, 1996: 35- 52). Dini sembollerin bu kullanımı, kontrolden çıkması olası hareketleri kontrol altında tutar ve İslamcılık ile modern devlet birbirlerinden ayrı iki vücut yerine birbirini dönüştüren ve çeşitli noktalarında birleşen simbiyotik bir ilişkinin unsurları olarak yeniden biçimlenir (Mardin, 2017: 188). Bu dönemde, Celal Bayar'ın katı tutumuna rağmen Menderes'in popülist söylemi hürmetine DP, İslamcı çevrelerce desteklenmiştir.

İslamcı çevreler seçimde destekledikleri Millet Partisi'nin başarısızlığından sonra DP’ye eklemlenirler ve uzunca bir süre DP'den bağımsız bir yapı kurmazlar (Tunaya, 2003: 196). DP döneminde faaliyetlerini tek parti dönemine göre daha rahat sürdüren Nurcular ve Nakşibendiler taşradaki hâkimiyetlerini köyden kente bir göç dalgasıyla kentlere taşımaya başlamışlardır. Süleymancılar Kur'an kurslarının

(24)

serbestleşmesiyle güçlenerek kurdukları tedrisat ile cemaatleşirler. Nakşibendi tarikatının Gümüşhanevi Dergahı Şeyh Abdülaziz Bekkine’nin “Hendese muhafazakar yapar.” sözüne uyarak mühendislerle meşgul olmuş ve tarikat içindeki diğer kapalı cemaatlere göre nüfuz ve etkinliğini arttırmıştır. 1952'de şeyhliği devralan Mehmet Zahid Kotku, İskenderpaşa cemaati olarak da bilinen cemaatin hedefini devletin iyi insanlar tarafından yönetilmesi olarak göstermiştir (Bora, 2017: 422-423). Aynı zamanda ticaretle de uğraşmayı gerekli gören Nakşibendiler Müslümanların ekonomik bir güç haline gelmeleri gerektiğini savunmuşlardır.

DP dönemi 27 Mayıs'ta sona erdiğinde herkesin beklentisinin aksine tek parti döneminin militan laiklik politikası geri dönmez. İhtilalcilerinin içinde bu duruma geri dönülmesini arzulayanlar vardıysa da DP baskısının halkı beslenmenin sonuçları ile ilgili öğretici etkisi yöneticileri itidalli davranmaya itmiştir. Cumhuriyet Devrimlerinin halkça benimsenmesinin devletin zorlamasıyla değil kendiliğinden gerçekleşmesi gerektiği düşünülmüştür (Duman, 1996: 56). Bu itidalli tavrın olumlu etkilerinin yanında 27 Mayıs sonucunda Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın idam edilmelerinin travmatik sonuçları olmuştur. Türk siyasetinde rejimin çizdiği sınırların dışına çıkan politikacıların Yassıada ve darağacı ile tehdit edilmesi geleneğini başlatan bu idamlar DP'nin devamı niteliğinde olan Adalet Partisi'nin merkez sağ ekonomi politikaları dışına çıkmamaya özen göstermesine sebep olarak İslamcıların ayrı teşekküllere gitme ihtiyaçlarını pekiştirecektir.

1965 genel seçimlerinde Adalet Partisi tek başına iktidar olur, fakat bu iktidarının sonunda tabanını bölecek bir gelişme yaşanır. 1968'de Türkiye Odalar Birliği Başkanı seçilen Necmettin Erbakan büyük burjuvazinin isteği üzerine AP tarafından görevden uzaklaştırılmıştır (Bora, 2017: 469). Necmettin Erbakan makine mühendisidir ve İskenderpaşa cemaatine Abdülaziz Bekkine şiarı ile bağlıdır. Cemaat lideri Kotku'nun ekonomik, siyasal ve toplumsal her sorunla yakından ilgilenmesi yeni yeni güçlenen İslami küçük burjuvazinin çıkarlarının da Adalet Partisi'nden ayrılmakta olduğunu tespiti ile Milli Nizam Partisi kurulmuştur (Manaz, 1998: 311). Parti başkanlığına Erbakan’ı uygun gören de yine İskenderpaşa cemaatinin lideri Zahid Kotku olmuştur. İskenderpaşa cemaatinin ekonomik ve siyasi yaşama bu ilgisinin araçlarını oluşturan batılılaşma açılımının mühendislik üzerinden gerçekleşmesi Meşrutiyet İslamcılığı’ndan bir yansıma olarak görülebilir (Tunaya: 2003: 78-79).

(25)

Batının tekniğini alarak medeniyeti muhafaza düşüncesi, yine batılı düşünce geleneğinin bir ürünü olan kuramcılıkla türbülanslı bir ilişki yaşarken, bu kuramların pratik uygulamalarını içeren mühendislikle barışıktır. Milli Nizam Partisi 12 Mart'ın ardından 1972'de kapatılınca yerine Milli Selamet Partisi kurulur. Bu yıllarda kent nüfusunun kır nüfusuna oranı dramatik olarak artmış ve İslamcı çevrelerin değiştireceği gecekondu semtleri oluşmuştur (Mardin, 2017: 222).

MSP, 1973 seçimlerinin ardından CHP ile koalisyon kurar. Bu koalisyon her iki partinin tabanı tarafından eleştirilecekse de, her iki parti de geçmişlerinden ne kadar farklı organizasyonlar olduklarını kanıtlamışlardır. CHP artık İnönü'nün CHP’si değil Sosyal Demokrat bir partidir ve tabanının üniversite eğitimi gören çocukları aşırı sol örgütlerin eleman havuzunu oluşturmaktadır. MSP de basitçe DP'ye komünist panzehiri olarak eklemlenmiş İslamcı siyasetçilerden oluşan bir yapı değildir. Hem komünizme hem de kapitalizme mesafeli duran bu ekol daha sonra yeşil komünistlikle itham edilecektir (Duman, 1996: 85-87). MSP’ye kuruluş aşamasında destek verenler arasında Nur cemaati de bulunur. 1977 seçimlerinde ise partiden desteğini çeken Nurculardan 13 vekil Erbakan’a yazdıkları mektupta onu politikanın süfli yollarına tevessül etmekle suçlarlar. Nurcular Said Nursi'nin siyasete doğrudan katılımı yanlış gören prensiplerine uyarak Milli Görüş çizgisine desteklerini bu devrede çekerler (Bora, 2017: 473).

Yine bu devrede İran'da şaha karşı gelişen İslamcı muhalefet MSP tabanını radikalleştirerek aktive etmiştir. MSP’liler kamuoyu önünde düzen içi bir parti görüntüsü verirken seçmenlerine Kur'an'daki ahkam ayetlerinin siyasi yaşamı da düzenlediğinden bahsederek Cumhuriyet rejiminin Batı taklitçisi bir anayasaya sahip olduğunu ve bunun MSP’ce değiştirileceğini söylerler (Manaz, 1998: 362). Tabandaki, özellikle gençlik örgütlerindeki radikalleşmenin önemli bir kaynağı da 1966'da Mısır'da idam edilen Seyyid Kutub'un ve onun da görüşlerinden etkilendiği Ebul Ala Mevdudi’nin kitaplarının çevrilmesidir. Geleneksel çizgide yer alanlarca din tahrifatçılığıyla eleştirilen bu bakış açısı modern devlet ile ilgili radikal yargılamalarda bulunur ve Müslümanların yeni bir cahiliye döneminde yaşadığını öne sürer. Mekke döneminin örnek alınması gerektiğini savunan bu radikal yorum Müslümanların hicret ederek Kur’ani bir nesil yetiştirmeye çağırır ve modernite ile onun aygıtlarını reddederek bu düzeni destekleyenlerin tekfirine kapı aralar (Nafi, 2010: 109).

Nakşibendi tarikatının kollarından ortaya çıkan Türkiye'deki İslamcı gelenek bu radikal

(26)

yorumların çağırdığı çatışmacı eylemselliğe komünizme benzer bir anarşiye davetiye çıkardığını öne sürerek mesafeli durmuştur. Malatya Okulu da bu ithal radikalizm bağlamında ele alınabilir. Sait Çekmegil önderliğindeki bir grup İslamcının geleneksel çizgiye getirdiği sert eleştirilerle Ehli Sünnet olma iddiasındaki cemaat ve tarikatların otorite ile kurdukları konformist ilişki yerden yere vurulur (Bora, 2017: 455- 457).

Yine bu dönemde milliyetçi-mukaddesatçı bir gençlik örgütü olan Milli Türk Talebe Birliği’nin 1969'daki başkanlık seçimleri Ülkücülerle İslamcıların kavgasına sahne olur ve bu seçimi İslamcılar kazanır. MTTB’deki İslamcı hâkimiyetine rağmen 1975'de burada statükocu düzenden rahatsız olan bir grup İslamcının ayrılarak Akıncılar Derneğini kurması radikalleşmenin boyutlarını göstermesi açısından dikkate değerdir.

Akıncılar Derneği, kuruluşundan sonra karıştığı bir dizi şiddet eyleminin ardından 1979'da sıkıyönetim mahkemesince kapatılır. 12 Eylül sonrasının baskıcı ortamında Ülkücüler ve Solcular ile birlikte yargılanırlar. MSP ise bu radikalleşme trendini ehlileştirerek, dinamizmini lehine kullanmayı hedeflemiştir. Oylardaki düşüşün de etkisiyle bu radikalizmin sloganları ile kitleleri mobilize etme stratejisi güden MSP'nin 6 Eylül 1980'de düzenlediği Kudüs mitingi, 12 Eylül askeri müdahalesinin gerekçelerinden birini oluşturacaktır (Duman, 1996: 253-257).

1960-1980 arası dönemde Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç'un başını çektiği İslamcı şairler İslamcı gençliğin ideologluğunu üstlenirler (Lekesiz, 2004: 966).

İslamcılar siyasi alanda boy gösterdiğinde eğitimli yetişmiş insan profilleri İskenderpaşa cemaati lideri Zahid Kotku’nun görüşleri doğrultusunda Mühendislik eğitimi alan taşralı gençlerden oluşuyordu (Bora, 2017, 423). Necip Fazıl Kısakürek'in başını çektiği şairler ise sosyal bilimler alanındaki bu boşluğu dolduran ideologlar olarak konferanslar verirler ve çıkardıkları dergilerle bu kitlenin dünya görüşünün üst yapısını oluştururlar (Lekesiz, 2004: 977).

1960'ların sonundan 1980'e kadar süren evrede İslamcı radikalizmin yükselişi sol radikalizmle paraleldir. Türkiye'nin 1980 sonrası liberal politikalarla serbest piyasa ekonomisine eklemlenmesi sosyalist bir devrim ihtimalini ortadan kaldırdığı gibi Radikal İslamcı görüşlerini de düzen değiştirme aktivizmine büyük darbe vurur.

Kaynak paylaşımından istediği payı alamayan alt ve orta sınıfın devrimci dinamizmi devletin ekonomideki rolünün minimize edilmesi ve bunu takip eden askeri darbenin bu reformların uygulanması için asayişi sağlaması ile ekarte edilmiştir.

(27)

2.3.3. 1980 Sonrası Dönem

12 Eylül 1980 askeri müdahalesi siyasi arenada bir temizlik gerçekleştirir ve ayrışmış olan toplumu milliyetçi-mukaddesatçı söylemleriyle birleştirirken sık sık İslami referanslara da başvurur (Duman, 1996: 141-142). Ilımlı bir İslami politika izleyen yönetim anarşiye karşı geleneksel dindarlığı ön plana çıkarır. Darbe ile devrilen Demirel hükümetinin Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarlığını yapan Turgut Özal, MSP geçmişine rağmen Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığına getirilir. Özal'ın kurduğu merkez sağ Anavatan Partisi’nin 1983 yılında iktidara gelişi ile dünyadaki neo- liberal dönüşüm eğilimine Türkiye de katılır ve ülke hızla dışa açılır (Bora, 2017: 450- 451). Bu dönemde eserleri çevrilen Fazlur Rahman gibi düşünürlerin görüşleri İslami camianın yeni yetişen entelektüel katmanını derinden etkilemiş ve 1960’larda şairlerin üstlendiği ideologluk görevini bu yeni entelektüeller üstlenmeye başlamıştır (Bora, 2017: 463).

Ankara Okulu olarak da bilinen Ankara İlahiyat Fakültesinin tarihselci yorumu ve oryantalizmin karşısına oksidantalizmi koyan bakış, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Batı rasyonalizmini olumlayan reformcu görüşün post-modern bir sürümü olarak bu entelektüel çevrelerin kalıpları sorgulayan diskurunu şekillendirecektir (Rahman, 2003:

7).

1980'lerdeki radikal atmosferde ise İran İslam Devriminin rüzgarı ve SSCB işgaline karşı Afgan halk direnişinin şekil verdiği, 12 Eylül'de tırpanlanan sol söylemin boşluğunu dolduran İslamcı söylem, üniversitelerde ve varoşlarda etkinliğini artırır.

Milli Görüş çizgisi ise cemaatleşerek Türkiye çapında İskenderpaşa cemaatini de aşan bir ölçüde cemaat ve tarikatları potasında eriten bir yapıya bürünür (Manaz, 1998: 394- 396). Yeni entelektüellerin bu hareketli siyasi ortamda marjinalize olmaları ise yığınların siyasi tabakadaki etkinliğini artırmasının doğal bir sonucudur. 80-85 yılları arasında kent nüfusunun genel nüfusa oranında bir patlama yaşanmış, 1960'ların sonunda örgütlenerek MSP'yi kuran küçük burjuvazi bu dönemde dışa açılmış ve Anadolu kaplanları yahut yeşil sermaye olarak da adlandırılan bir sermaye birikimi oluşmuştu (Bora, 2017: 476). 1980'de kapatılan MSP'nin yerine kurulan Refah Partisi 1983 yılındaki seçimlere girememiş, daha sonra ise yerel seçimlerde güçlendirdiği

(28)

tabanını genel seçimlerde büyüterek 70'lerdeki oy oranını da geçmiştir (Manaz, 1998:

363).

Refah Partisi'nin bu başarısının sırrı söyleminde gizlidir. Serbest piyasa ekonomisine sert bir şekilde geçiş yapan toplum bankerlerce dolandırılmış, namuslu olduğuna güvendiği sosyal demokratların yolsuzluk skandalları ile bunalmış durumdaydı. Refah Partisi'nin vadettiği adil düzen ise müesses nizamın dışında bir yerden konuşuyor ve sosyal adalet vaadinin slogan boyutu bile kitleleri etkilemeye yetiyordu (Bora, 2017: 476-477). Refah Partisi bu süreçte üniversitelerde başörtüsü yasağı ile simgelenen İslamcı aktivizmin Afganistan, Çeçenistan, Cezayir ve Bosna duyarlılığı ile birleşen rüzgarını, evrimci bir yol izleyerek anayasal düzeni değiştirecekleri radikal telkini ile arkasına almaya çalışıyor, bir yandan da kitlelere açılmak için cemaat ve tarikatlar ile sınırlı yapısını aşarak ılımlı bir görüntü vermeyi uğraşıyordu (Duman, 1996: 109-110). 1995 seçimleri Refah Partisi'nin iktidara taşıdıysa da müesses nizam, medyanın da kullanıldığı psikolojik harp aygıtını devreye sokarak 28 şubat post-modern darbesi ile bu iktidarı devirecektir (Manaz, 1998: 369-370). Bu tarihteki MGK kararları Milli Görüşün insan kaynaklarını oluşturan İmam Hatiplerin orta bölümlerinin kapatılmasını içeren 8 yıllık kesintisiz eğitim gibi toplum mühendisliğini çağrıştıran müdahaleleri ile İslamcı gençliğin sokaklarda hakkını aradığı bir dönemi daha başlatır (Özipek, 2004: 642-644). Refah Partisi'nin ve onun yerine kurulan Fazilet Partisinin de kapatılmasıyla Milli Görüş çizgisinde yaşanan yenilikçi- gelenekçi ayrımı, yenilikçilerin Adalet ve Kalkınma Partisi çatısı altında buluşmaları ile sonuçlanır. Ekonomik krizlerle çalkalanan 90'ların ardından 2001'de ortaya çıkan krizle birlikte yıpranan koalisyon hükümetinin 2002'deki seçimlerde tarihe karışmasıyla, Milli Görüş çizgisinden gelen yenilikçi kanat büyük meclis çoğunluğu ile iktidara gelir (Akdoğan, 2004: 624).

Bu yenilikçi kanat tarafından kurulan Ak Parti üçüncü nesil İslamcılığın (Bulaç, 2004: 49) bir örneği olarak değerlendirilebilir. IMF’nin acı reçetesini harfiyen uygulayan Ak Parti iktidarı 1980'lerde başlayan neo-liberal politikalara hız vererek özelleştirmeler ile devletin ekonomideki payını küçültmüş ve yeni, evrensel insan haklarına da vurgu yapan bir dil geliştirerek, AB’ye üyelik sürecine hız vermiştir.

2000’ler Türkiye'si ise geçmişe kıyasla artık daha kentli bir toplumsal yapıya sahiptir.

Soğuk Savaş ve onu takip eden bölgesel çatışmaların iç politikadaki etkisi tükenmiş,

(29)

ülke bir restorasyon dönemi içine girmiştir. Bu süreci yöneten Ak Parti'nin merkez sağı aşan ve İslamcı kesime göz kırpan söylemleri 2007'de Cumhuriyet mitingleri ve 27 Nisan muhtırası ile karşılanmış, buna rağmen Ak Parti 2007 seçimlerinde oyunu artırarak iktidarını pekiştirmiştir. 2008'deki kapatma davasında kapatılmama kararı ile sonuçlanmasından sonra, merkez sağ Milli Görüş açıortayında yer alan AK Parti, Milli Görüş yanı ağır basan bir siyaset izlemiştir. 2011 yılında bölge ülkelerini etkisi altına alan ve Arap baharı adı verilen halk ayaklanmalarının ardından Ak Parti hükümeti, Sünni Müslüman dünyanın hamisi rolünü üstlenen bir yapıya bürünmüştür. Liberal politikaların yürütüldüğü dönemde AK Parti’yi Milli Görüşü muhafazakâr- demokratlaştırmakla suçlayan bazı İslamcı kesimler 2000’li yılların sonunda AK Parti'ye yanaşmıştır. Ortadoğu'daki diktatörlüklerin devrilmesi ile ortaya çıkan politik vakumda küresel bir İslami uyanışın paydaşları olma duygusu ile harekete geçen İslamcılar, dünyada yükselen milliyetçiliği de bagajlarına alarak yeni bir politik diskur oluşturmuşlardır (Bora, 2017, 478- 513).

(30)

3. TÜRK SİNEMASINDA İSLAMCI İFADE

İslamcı hareketin kitleselleşmeye başladığı 1960'lı yıllar, İslamcı yazar ve şairlerin çeşitli süreli yayınlar aracılığıyla hareketin tabanıyla buluşmalarını beraberinde getirmiştir. Bu eserlere olan talep, ucuz bir eğlence aracı olarak halk tarafından benimsenmiş kitle iletişim araçlarının da İslamcı düşüncenin hizmetinde kullanılmasını gündeme getirmiş ve sinemanın okuma alışkanlığı olmayan kitlelere erişimi kolaylaştırması onu herhangi bir siyasi ideoloji tarafından kayıtsız kalınamaz bir mecra kılmıştır.

Bu bölümde Türk Sinemasının İslamcı İfadenin sinemadaki ilk örnekleri verilene kadar geçirdiği süreçler ele alınarak 1960'lı yıllarda ortaya çıkan ideolojik arka- planlı sinema akımları incelenecektir. Bunun yanında İslamcı İfadenin somut örneklerini veren Milli Sinema akımı irdelenecek ve başlıca Milli Sinema akımı örnekleri analiz edilecektir.

3.1. 1970 Öncesi Türk Sineması

1896 yılında Fransız Lumiére kardeşlerin Sinematografı icadından hemen sonra dünyanın pek çok yerine yayılan ilk sinema kayıt ve gösterim aletleri Osmanlı devletine de Fransa vatandaşı Mösyö Jamin tarafından aynı yıl getirilmiştir. Mösyö Jamin’in gümrük izni için başvurması üzerine yeni icat edilmiş bu cihaz ile alakalı “sinematograf adı verilen aletin ilmi yönden insanlık için faydalı” olduğu bir rapor hazırlanarak Sadrazam Halil Rifat Paşa’ya sunulur (Özuyar, 2008:11). Osmanlı yönetimi her ne kadar bu icadın faydalarını bildiren bir rapor hazırlamışsa da, Enver Paşa’nın ziyareti sırasında Alman ordusundan görerek açılması emrini verdiği Merkez Ordu Sinema Dairesi’nin kurulmasına (Onaran, 1994:13) değin bu alanda bir faaliyet göstermemiştir.

Sinema’nın propaganda aracı olarak gücünün fark edilmesi ile savaşlar, askeri manevralar ve saray yaşamı ile alakalı belgesel filmleri çekilmiştir. Osmanlı devletinde çekilen ilk kurmaca Türk filmleri ise Moliere’in Zoraki Nikah adlı eserinden uyarlanan

“Himmet Ağa’nın Bir İzdivacı” (1916) ve ertesi yıl çekilen Pençe ve Casus (1917) filmleridir (Scognamillo, 2010: 69). Merkez Ordu Sinema Daire’sinin feshedilmesi ile sinema alanında faaliyet göstermeye başlayan Milli Müdafaa Cemiyeti tarafından çekilen Pençe filmi, ismi ile evliliğin insanı sıkan bir pençe olduğuna gönderme

(31)

yapmaktadır. Serbest yaşanan aşkların ve kocalarını aldatan kadınların olumlanarak anlatıldığı film, zamanın ilk müstehcen filmleri arasında yer alır. Bu dönem çekilen kurmaca filmlerin önemli bir kısmı müstehcen filmlerdir ve halktan yer yer şiddetli tepkiler görüyor olsa da bu filmlere giden izleyicilerin sayısı gün geçtikçe artar.(Diriklik, 1995: 9-13) Bu filmleri Mürebbiye(1919), Binnaz(1919) ve Tombul Aşığın Dört Sevgilisi(1919) takip eder ve bu filmlerde dansöz sahneleri ve vamp kadın (femme fatale) karakterleriyle öncekilerle benzer müstehcenliktedir. Türk sinemasının bu dönemi ahlaki değerlerin alaya alındığı ve müstehcen temaların yoğun olduğu filmlerdir (Yorulmaz, 2015: 61).

Cumhuriyetin kurulmasından sonraki yıllarda sinemanın, kültürel dönüşümün sağlanması, yeni cumhuriyet değerlerinin ve cumhuriyetin bireylerden olmalarını istediği vatandaşın anlatılması adına bir araç olarak kullanıldığı söylenebilir. 1922 ve 1939 yılları arasında Türk sineması bir adet yönetmenin tekelindedir. Dar'ül Bedayi başkanı Muhsin Ertuğrul’un çekmiş olduğu on dokuz film bu dönem çekilen Türk sineması örneklerinin bütününü oluşturmaktadır (Coşkun, 2009: 20-21).

1922 yılında çekilen İstanbul’da Bir Facia-i Aşk filmi, insanları yoldan çıkararak ailelerini dağıtan güzel bir kadının öldürülüşünü konu edinmiş ve o dönem Türk kadınlarının filmde oynamaları sosyal açıdan mümkün olmadığından, gayrimüslim kadın oyuncular kullanılmıştı (Onaran, 1994: 22). Aynı yıl çekilen asıl ismi Nur Baba olmasına karşın yoğun tepki almasından ötürü Boğaziçi Esrarı olarak değiştirilen (Ertuğrul, 1989) filmde tekkedeki bir şeyhin kadınları taciz etmesi ve o kadınlardan birinin yaşadığı kötü olaylar anlatılır. Din adamlarının, düşmanla işbirliği yapan, hain, yobaz ve düşük ahlaklı kimseler olarak sunulduğu bu dönem filmlerinde İslam ve Müslümanlar kötü şekilde tasvir edilmiştir. Okuma yazma oranının düşük olduğu bir toplumda sinemanın önemli bir propaganda aracı olduğu düşünüldüğünde yeni kurulan Cumhuriyetin aydınlanmacı ve seküler tariflerin insanlara filmler üzerinden iletilmenin hedeflendiği görülmektedir . 1930’lu yılların sonunda başlayan Mısır filmleri furyası ile melodram Türk sinemasına girmiştir. Mısır filmlerinin gördüğü yoğun ilginin bir diğer önemli özelliği Alaturka müziğin yasak olduğu bir dönemde benzer formlarından ötürü Mısır film müziklerinin olduğu plakların satışındaki patlamadır (Türköne, 2012).

Bu dönemden sonra II. Dünya savaşının patlak vermesi ile etkinliği zayıflayan Türk sineması geçiş dönemi olarak adlandırılan bir ara devreye girmiştir (Onaran,

(32)

1994:37). Bu dönemde yeni sinemalar ve yapım şirketleri kurulmuş olsa da savaşın etkisi ile Türk sineması henüz sektör haline gelememiştir.

1948 yılında yabancı filmlerle baş edemeyen Türk filmlerinin ayakta kalabilmesi için gerçekleştirilen vergi indirimi ve 1950’li yıllar Menderes hükümeti tarafından desteklenen sermayenin de film sektörüne girmesiyle oluşan Yeşilçam sineması (Uçakan, 2010:28) Türk sinemasının ticari bir sektör haline gelmesini sağlamıştır. Ömer Lütfi Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz ve Memduh Ün gibi isimler ilk eserlerini bu erken Yeşilçam döneminde vermişlerdir. Yeşilçam sineması, sanatın ve değerlerin ticari kaygılarla kullanıldığı bir dönemi temsil eder. Ticari amaçlarla çekilen komedi ve melodram 60’lı yıllarda altın çağını yaşayan Yeşilçam sineması, sinema salonlarının kapanması ve televizyonların yaygınlaşması ile gerileme dönemine girmiştir. 70’li yıllarda başlayan Yeşilçam seks filmleri furyası sinemayı toplumun geneline hitap eden bir eğlence olmaktan çıkarmıştır.

1961 Anayasası'nın getirdiği nispeten özgürlükçü ortam içerisinde pek çok ideolojik arka planlı filmin yapımı mümkün hale gelmiştir. Toplumsal Gerçekçi akım 1965'e kadar bu tarzda örnekler vermiştir. Toplumsal Gerçekçi akımın ortaya çıktığı 60’lı yıllar Türk sinemasında din kavramı egemenlik kurmanın bir aracı olarak ele alınmıştır.(Uçakan, 2010) Temel paradigma Muhsin Ertuğrul sineması ile benzeşir, ilerlemenin önünde bir engel olarak görülen inanç, hurafelere bel bağlayan cahil halk ve halkı sömüren, dini çıkarlarına alet eden kötü niyetli hoca karakterleri ile temsil edilmiştir. Toplumcu Gerçekçi akım bir anlamda Devrimci Sinema akımının başlangıcı olarak görülebilir (Yorulmaz, 2015: 85). Her ne kadar 1965 yılına kadar süren bu dönem sınıf çatışmasına fazla yer vermeyerek işçi sınıfından ziyade köylüleri ele alsa da, filmlerde kaynakların adaletsiz dağıtımıyla ilgili eleştiriler mevcuttur. Fakir Baykurt'un romanından uyarlanan Yılanların Öcü (Erksan, 1962), Berlin Film Festivalinde Altın Ayı ödülü alan Susuz Yaz (Erksan, 1963) gibi filmler kaynak paylaşımı mücadelesini konu alan filmlerdir. Bu dönemde din adamı karakteri de akımdaki öğelerin Marksist görüşe yakın olması sebebiyle statüko yanlısı olarak tasvir edilmiştir (Yenen, 2018: 290). Dolayısıyla Toplumcu Gerçekçi akımı temsil eden filmlerde halkın karşısındaki güçlerden birini de din adamları oluşturmuştur. Bu akım da Adalet Partisi'nin 1965 genel seçimlerini kazanarak iktidara gelerek sansür kurulları üzerinde denetimi ele geçirmesiyle sona ermiştir (Yorulmaz, 2015: 74).

Referanslar

Benzer Belgeler

ayrılarak çeşitli hak ve sorumluluklar bahşedilmiştir. Shuowen Sözlüğü’nde insan kısaca; “Gök [ile] Yer [arasındaki] canlıların en değerlisidir”

IYFT’nin, son tahlilde kesif bir bireyciliğe hapsolmuş ve herhangi bir siyasi yönelimden kesinlikle uzak duran happening ve body art gibi performans sanatı girişimlerinden çok

Dersteki uygulama sırasında size verilecek Şekil 5.1 de, 9 Mayıs 1970 tarihinde Merkür gezegeninin Güneş önünden transiti sırasında, Yer üzerinde iki ayrı gözlem

* Mahmud Kamil en-NÂKA, Mısır Aynşems ve Kuveyt Üniversiteleri nezdinde Metodoloji ve Öğretim Teknikleri Öğretim Üyesi, Mısır Eğitim Bakanlığı Danışma Meclisi ve Arap

Gönül Alpay Tekin, Çe­ lebi’nin Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde, Bağdat Köşkü’n- de bulunan “ Bağdat 304” rumuzlu yazma nüshasını tara­ yarak yüz binden fazla

Batı duvarına ait en ilginç ve Türk hâkimiyetinin en üst şekilde gösterilen rekonstrüksiyonunda, (bkz. Görsel 81) Türk hükümdarı, bağdaş kurmuş şekilde saltanat

Literatür taraması yapılarak Türkiye’de arabesk müzik filmlerini inceleyen bu araştırmada başrolünü Ferdi Tayfur’un üstlendiği 1978 Temel Gürsu yapımı

Dijital iletişim platformları ve sosyal paylaşım ağlarında üretilen içeriklerin küresel düzlemde paylaşılabilmesi, bilginin yayılma hızı ve yoğunluğunda