• Sonuç bulunamadı

3. TÜRK SİNEMASINDA İSLAMCI İFADE

3.3. İslamcı İzler Taşıyan Türk Filmleri

3.3.22. Siyah Pelerinli Adam (1992)

gibi biri kayıyor da aralarından, ne sizden haberleri var ne de sizin gibi olacaklarından… Ölüm,ölüm ufuktaki bir çizgidir doktor! Siz hep bu çizginin görünen tarafına baktınız, bense görünmeyen tarafına; Hak hak diyip kendinize bile haksızlık yaptınız. Vur patlasın çal oynasın misali yaşadınız sorumsuzca şuursuzca. Bazen ne geçiyor aklımdan biliyor musun doktor, bazen ne derim kendi kendime biliyor musun?

Herkesi toplasam diyorum, dağda taşta yolda beldede kim varsa herkesi ve sorsam diyorum nereye diye böyle, bu telaşla bu hırsla bu aceleyle nereye diye..?!” filmin son sahnesindeki tirat ile modern insanın ölümle ilgisizliği ve dünyeviliğinin eleştirisi zirveye ulaşır. Beşir, zamandan bağımsız olarak insan türünün algılarına tercihlerine ve alışkanlıklarına isyan etmez. O, tüm bunları bulunduğu zaman dilimindeki insanlara yönlendirmiştir. Yönetmen bunu, Hulusi Bey’in birkaç yerde hoca çocuğu olduğunu söylemesiyle, belirtmiştir. Hulusi Bey’in babasının Kayseri müftüsü olmasıyla nesle vurgu yapılmıştır.

Hikayenin bir başka kolu Doktor’un Beşir’le yaşadığı konuşmalardan ötürü aklının karışmış olmasıdır. Doktor ölümü ve varlığı sorgulamaya başlamıştır. Sarhoş olmak ve mutlu olmakla alakalı arzularını dile getiren karısına bu arzuların geçici olduğunu ve asıl sarhoşluk ve mutluluğun teslim olmakta bulunduğunu söyler.

Doktor’un burada bahsettiği teslimiyet Beşir’le ilk konuştukları sahnede onun ölülerin ruhlarının mezar başlarında oturduğuna ilişkin yargısını taşıma biçimine benzemektedir.

Film ölen insanların fotoğraflarını ve hikayelerini kaydeden bir mezarlık bekçisinin yaşadığı çağa ve çağdaşlarına olan isyanını anlatır. Birbirinden farklı türdeki bozukluklar hep bu duygunun artmasına sebep olmuştur; Beşir’in kaynanasına bir başka adamla uygunsuz şekilde tesadüf etmesi ve bu ikilinin ölüp mezara gelmeleri, Milletvekili’nin verdiği sözü tutmaması ve onunda ölüp aynı yere gelmeleri, bu insanların mezarlığı bir onur meselesi olarak görüp yer seçimini buna göre yapmaları, Hulusi Bey’in yozlaşmışlığı. Tüm bu olaylarla Beşir modern insanı eleştirir ve zamanına karşı son sahnedeki sözlerini haykırır.

Film yalnızca bir odada geçmektedir. Şair ve şeytanın uzun diyaloglarından oluşan filmin başrolünde Şair rolüyle Kutay Köktürk ve Siyah Pelerinli Adam rolüyle Tayfun Çorağan oynamaktadır.

Bir gece elektriklerin kesilmesi ile Şair‘in odası kararır ve şeytan, siyah pelerinli adam, şairi ziyarete gelir. Kendini “Ben senin baba dostunum” sözleriyle tanıtır ve kendi cismini “senin ruhun neredeyse benim yüzüm oradadır” şeklinde tarif eder. Film bu sahne ile başlar ve dört farklı bölümden oluşmuştur. İlk bölümde siyah pelerinli adam ve şair arasında, Şair‘in inançlı olduğunu ve şeytanın amacını belirten diyaloglar yaşanır. Bu bölümde diyalogların yazarı Necip Fazıl, şeytanın insan türünü eleştiren sözleriyle (aynı zamanda kendi eleştirileridir) “aklı önceleyen, merak eden, arzulayan ve hükmetmek isteyen insanı” bir çok yerde küçümser ve alaya alır; şeytan odaya girmek için elektrik sigortasını bozup ışıkları kesmiştir ve mum varken gelmek istemiştir, o elektriği “ mesafelerin pergel ve cetvelle ölçüleceğini sanan aptal bir gurur sahibi” olarak görür, burada aptal bir gurura sahip olan elektriğin kendisinden ziyade simgesi olduğu ilerleme, hesap edilebilirlik ve bilgi edinme fikridir. Şair‘in şeytana

“inandım senin şeytan olduğuna, zaten sen bu dünyada olmayan bir şeye benziyorsun”

demesi üzerine şeytan, Şair ve geniş anlamda insanoğlunun düşünme biçimini alaya alır ve kahkaha atar ; “ hem var olmamak ve benzemek hahaha! Sizin mevcutlar hakkındaki bilginiz işte bu; hem bir şeye yok der hem de onu başka bir şeye benzetirsiniz ”. Bir başka sahnede şeytan “ istemek için doğdun ve bulamamak yüzünden öleceksin “ diyerek insan ile alakalı küçümsemelerine devam eder. İlk bölümün bir diğer vurgusu (filmin de önemli temalarından biridir) şairin imanından vazgeçmemesidir.

İkinci bölümde şeytan bir kadın kılığına girer ve şairden sahip olduğu her şeyi bırakmasını ve yalnızca kendisine gelmesini ister. Bu bölümde en önemli mesaj şeytanın şairin hayalindeki kadının kılığına girmiş olması ve kendini yine şairin kadınlar hakkındaki sözleri ile tanıtmasıdır; “ korkma benden dedim ya ben senin hayalindeki kadınım, kadınlık büyüsünden başka hiçbir şeye aklı ermeyen, kafası olmayan kadın, azametli aptallığı içinde dehaya taş çıkartan kadın, başı ağrıyan kediler kırda ilaçlı otları nasıl bulursa ben de hasta sinirlerinin muhtaç olduğu şeyi öyle bulurum”. Bu bölümde kadın kılığındaki şeytan şairi yanına davet eder ve şairin içindeki isteğin “beyninin en hassas ızdırap noktasında” oluştuğunu söyler, “ne kadar da zayıf yaratılmışsın” diyerek cinsel dürtü sahibi olmakla insanı zayıf gördüğünü

anlatır ve “ben mahsus bile bile bu kadar konuştum kelimelerin iflasını göstermek için”

diyerek şairin alışık olduğu mücadele alanının (dilin ve düşüncenin) tamamen dışında bir yerde karşılaşmakta olduklarını ve onun bu sayede ne kadar güçsüz kaldığını vurgular. Şair kadın kılığındaki şeytanın her şeyi (imanını ve onu imana ulaştıran açıklamaları) terk etmez fakat yine de kadına yenilerek yanına gider ve ona yaklaştığında kadın birden yaşlı ve çirkin bir surete bürünür.

Üçüncü bölümde bir tüccar kılığına girer şeytan ve “sizinle bir pazarlık işine memurum” der ve sorar; “şehrin en parasız insanı olan siz bütün şehri alabilecek bir paraya karşılık ne gibi fedakarlıklarda bulunabilirsiniz” diye sorar. Bu bölümde daha evvel kadına imanını teslim etmemiş olan şaire iki avuç dolusu elmas teklif eder. Fakat şeytan elmaslar ve parayla kastettiğinin adi anlamda bir para olmadığını vurgular; “ para bildiğin kirli ve yağlı kağıtlar değildir, ne de güneş gözlü ay benizli madenlerdir, bunlar onun alemleri, o para hepsinin üstünde gizli mücerret bir nispet bir ölçü, işte senin boş yere aradığın mutlak vücut”. Şair ‘in sorularının temelini işaret eden hiçlik fikrinin karşısına varlık olarak para fikri koyulur bu bölümde. Ve para bir başka şekilde şeytan tarafından tanımlanır bu tanım aynı zamanda eser sahibi Necip Fazıl’ın kinayeli tanımıdır; “ o kağıt parçası ki üstünde Bakan’ın imzası, dalkavuğun busesi, mezarcının çamuru, imamın nefesi, dilencinin kiri, şehidin kanı, sarhoşun tükürüğü birbirine karışmıştır, o olmadan gel de zalime devletini, babaya şefkatini, çocuğa itaatini, hakime heybetini, yalancıya şehadetini, alime hikmetini, hastaya illetini tercüme ettir, arkadaşın sadakati, satılmışın hıyaneti, ordunun kuvveti, moruğun şehveti, ününün vasiyeti, vatanın emaneti, kelamın sefaleti, günahın kefareti dünyanın hakikati hep o, işte her çatının, maddi ve manevi her çatının, içini dolduran ve her menfezinden tüten cin, büyük cin para”. Şeytan parayı böyle tanımladıktan sonra “yalan muhafazası”

olarak isimlendirdiği imanı Şair‘den ister ve şair reddederek şeytana saldırır, tüccar kılığındaki şeytanın kaybolmasıyla üçüncü bölüm son bulur.

Son olarak bir başka yaratık kılığına girer şeytan; bu bölümde kendisini vehim ve sabit fikir olarak tanımlar ve ekler “eğer üzerimdekini çıkarırsam başka bir şey daha olurum hakimiyet ve devlet”. Bu bölümde şeytan daha önce Şair’e verdiği üç oyuncaktan bahseder: lisan, mekan ve zaman. Şair’in vehimleri tekrardan diriltilmeye çalışılır. Zaman ve hiçlik üzerine düşündüğü ve imanı bulmadan önce çektiği ıztıraplar hatırlatılır şaire, amaç şairin tekrardan zaman ve hiçlik üzerine düşünerek imanını “bu

boşluğa” savurmasıdır. Bu bölümde şair zorlanır ve son anda çekmeceden kuranı çıkarır bunun üzerine şeytan onu yerine koymasını ve kendisiyle konuşmasını ister fakat şair onu dinlemez ve Kuran okumaya başlar ve şeytan gider. Film bu sahne ile son bulur.

Filmde eser sahibi insanı aklı yüceleştiren yanlarından ötürü şeytanın ağzından küçümser. Ve bir çok sosyal durumun aslında kişinin benliğinde bulunan ve işi istemek olan fakültelerin etkisiyle, yıkıcı bir şekilde oluştuğunu anlatır.

Filmde bir diğer önemli nokta şeytanın neden şairi seçtiğidir. Şair fakirlik içinde yaşamaktadır ve görünürde sıradan insanlarda olan hırsların hiçbiri bulunmamaktadır.

Bu yüzden bu ihtiraslara kapılmış “cücelere” gitmesini ister. Şeytan ise neden şaire geldiğinin sırrını yalnızca kendisinin bildiğini söyler, şairin marifetiyle nesillere örnek olacak temeller atmak istemektedir. Ve Şair’in sıradan insanlarda olmasına rağmen kendisinde olmayan dengeden ve ruhsal hastalıklarından ötürü kendi tezgahında işleyerek onu çağlara ve nesillere örnek ve hakim kılabileceğini söyler. Bu cümleyle modern düşünürlerin topluma aykırı hallerinin toplumu kökten değiştirme adına ne şekilde olumlu bir işlevi olduğu anlatılır.