• Sonuç bulunamadı

Tarihsel Bir Durum Olarak Modernite

Hayır 5. Sembolik 6 Stereotip 7 Hayali 8 Etnik değil

B. Ulusal Azınlık – Etnik Azınlık Ayrımı

1. Tarihsel Bir Durum Olarak Modernite

Modernizm63, modernitenin anlatıldığı kapsamlı ve karmaşık söylemi, bu döneme ait belli değer yargılarını (ya da ideolojileri) ifade etmek için kullanılmaktadır.64 Modernizmin belirleyici özelliği, insana ve insan aklına duyulan sınırsız güvendir. Bu güvene dayanarak tanımlanan modernitenin tarih anlayışı da,

sürekli ilerlemeci (progressive) tarih anlayışıdır. Sürekli ilerlemeci tarih anlayışı,

insanın aklını kullanarak sürekli olarak kendisi ve doğa ile ilgili bilgisini arttıracağı

62 Modernitenin ahlak anlayışı ve ahlak felsefesi hakkında bkz. (Heller, 2000: 166-183).

63 Modern (çağdaş, çağcıl) sözcüğü, İngilizce’ye Fransızca yakın kök moderne’den gelmiştir; o da geç Latince modernus’tan, Latin kök sözcük modo’dan –hemen şimdi anlamında– gelmektedir. Kelime, Latince “modernus” biçimiyle ilk defa 5. yüzyılda resmen Hıristiyan olan o dönemi, Romalı ve Pagan geçmişten ayırmak için kullanıldı. Sözcüğün en eski İngilizce anlamları; şimdi, hemen şimdi var olan şey anlamında bugünkü contemporary (çağdaş, dönemdeş – aynı döneme ait)’ye daha yakındı.

Ancient (kadim) ve modern arasında geleneksel bir karşıtlık Rönesans’tan önce kurulmuştu. Bu

karşılaştırmalı ve tarihsel anlamı ile modern, 16. yüzyıldan itibaren yaygınlaşmıştır. Ardından, 17 ve 18. yüzyıllarda modernism, modernist ve modernity sözcükleri ortaya çıkmıştır. 18. yüzyıldan itibaren

modernize (modernleştirmek, yenilemek)’ın başlangıçta binalara, yazım kurallarına ve giyim

davranışlarındaki modalara özel bir gönderimi vardı. Modernism ve modernist ise daha çok belli eğilimlere, özellikle de 1890-1940 arasının deneysel resim ve yazısına özgü oldu. 19. yüzyılın ortalarından itibaren genelleşen modernize ve modernization (18. yüzyılda temel olarak binalar ve yazım kurallarına ilişkin olarak kullanıldı) sözcükleri, 20. yüzyıldaki tartışmalarda gitgide daha çok yaygınlaştı (Williams, 2005: 251, 252).

64 Modernite ve modernizmin farklı tarihsel dönemleri ifade etiğini ve modernizmin, modernitenin varsayımlarından temel bir kopuş anlamına geldiğini savunan farklı bir görüş için bkz. (Lash, 2000: 133-165).

81 inancını yansıtmaktadır. Sürekli artan bilgi, insanın doğayı ve doğanın bir parçası olan toplumu kendi çıkarlarına uygun olarak sürekli yeniden kurmasına olanak sağlayacaktır. Bu süreç nihai olarak “insanın yücelmesi” olarak yorumlanmaktadır (Şaylan, 2002: 57).

Modernite, Max Weber tarafından formüle edilen ve genel olarak Kuzeybatı

Avrupa’da kapitalist dönüşüm ile ortaya çıkan bir tarihsel dönemi ifade eden kavramdır. Weberci anlamda modernite, feodaliteyi ya da orta çağları izleyen, aklın önceliğe alındığı tarihsel dönemi ifade etmektedir. Bu anlamda Aydınlanma çağı ve onun özellikleri ile insanın aklını ve bilimi kullanarak sürekli ileriye doğru gitmesini ifade eden ilerici tarih anlayışı modernite çağının kavramsal öncülleridir. Tarihin ilerici özelliği öncülü, insanoğlunun aklını ve bilimi kullanarak giderek evrene egemen olacağını, bu süreçte önce doğayı denetim altına alacağı, sonra da evrenin bir parçası olan toplumu akla uygun (rasyonel) olarak düzenleyeceğini öngörmektedir (Şaylan, 2002: 30). Modernleşme ise Weber’in vurgusunda, “dünyanın büyüsünün

çözülmesi” ve “dünyevileşme” sürecidir (Ercan, 2003: 30).

18. yüzyılda Aydınlanma filozofları tarafından formüle edilen modernlik projesi, “nesnel bilimi, evrensel ahlak ve yasayı ve kendi iç mantığı çerçevesinde sanatın özerkliğini geliştirme çabalarından oluşuyordu. Bu proje, aynı zamanda, bütün bu alanların kendi bilişsel potansiyellerini esoterik (ancak belirli bir gruba hitap eden) biçimlerinden de kurtarma niyetindeydi” (Habermas, 1990: 38).

Jeanniere’e göre, moderniteye geçişi belirleyen dört devrimden söz edilebilir; bilimsel, siyasal, kültürel, teknik ve endüstriyel devrimler. Bilimsel devrimi, yerçekimi kanununu keşfederek iki dünya görüşü arasındaki kopuşu belirleyen Newton başlatmıştır. Siyasal devrimde kopuş, modern demokrasinin önce İngiltere ve Amerika’da, ardından da Fransa’da belirişiyle damgalanır. Otoritenin halka ya da ulusa içkinliği, çok farklı biçimlerde ortaya çıkmaktadır. Ancak artık siyasal teorilerin amacı, iktidarı Tanrı’da değil, akılda temellendirmek olacaktır. Almanya’da Aufklarung, Anglo-Sakson dünyada Enlightenment, Fransa’da Lumieres olarak adlandırılan kültürel devrim ise, yeni fiziksel dünya görüşünün içine çok güçlü bir şekilde kök salan bir düşünce hareketidir. Aletten makineye geçiş olarak

82 nitelendirilebilecek endüstriyel devrim ile birlikte emek süreci bundan böyle doğrudan üretici insana değil, makineye bağlanmıştır. Endüstriyel devrimin safhaları, doğaya, bilimsel ve kültürel devrimlerin betimlediği yeni ilişki tipine hem eşlik etmiş, hem de onu yapılandırmıştır (Jeanniere, 2000: 97-103).

Paz, modernitenin ayırt edici niteliğinin, eleştiri olduğunu vurgulamaktadır. Modernite din, felsefe, ahlak, hukuk, tarih, ekonomi ve siyasetin eleştirisi ile başlamıştır. Modern çağın temel fikirleri ve kavramları eleştiriden kaynaklanmıştır ve modern çağı oluşturan her şey, araştırma, yaratı ve eylemin metodu olarak tasarlanan eleştirinin marifetidir. Dünyanın, şimdiki zamanın, geçmişin eleştirisi, kesinliklerin ve geleneksel değerlerin eleştirisi; kurumların, inançların, Din ve Kilisenin eleştirisi. “Akıl kendisini eleştirmekle, kendisini Tanrı ya da Hakikat ile özdeşleştiren görkemli inşaları reddetmiştir.” (Paz, 2000: 185).

Modernlik projesi çok temel iki temel varsayıma yaslanmaktadır; birincisi toplumsal dünyanın kavranabilir olduğunu, ikincisi ise şekillendirilebilir ve yönetilebilir olduğunu söyler (Wagner, 1996: 248). Modernite, dünyanın kutsallığından arındırılmasını veya rasyonalizasyonu ifade etmektedir; modernleşme sürecinde aklın irrasyonelliğe, bilimin inanca, yeniliğin geleneğe, toplumun cemaate, objektivitenin subjektiviteye, vb. ikame olacağı düşünülmektedir. Modernleşmede bir yanda dünyaya egemenliği sağlayan araçsal aklın ilerleyişi, öte yanda özgürlük ve yaratma olarak kavramsallaştırılmış insani özne vardır (Bilgin, 1994: 89).

Modernleşme düşüncesinin en belirgin özelliği, gelenekselliğinden arınan modern bir toplum ile yaratıcı insan-özne olarak insanın sürekli olarak kendini ve yaşadığı çevreyi etkilemesi ve değiştirmesidir. Modernleşmenin, toplumu ve insanlığı özgürleştirmesi süreci, bu anlamda ilerleme ya da gelişme olarak tanımlanmıştır. Modern toplumun ayakta kalabilmesinin ve insanın özgürleşmesinin birincil koşulu, “erken dönem modernlik düşününde (…) mitleştirilmiş bir kavram” (Ercan, 2003: 32) olan gelişme/ilerlemedir. “Modern toplumun varoluşu sadece

yaratıcı olan insana bağlı değil fakat yaratan olarak sürekli gelişebilen bir insana bağlıdır. Gelenekselliğin modernleşmesinde insan öğesi, modernleşmenin hem nesnesi hem de öznesidir.” (Ercan, 2003: 32, 33). Yani modern insan, hem

83 modernlik sürecinin bir yaratısı, hem de bizzat modernliğin yaratıcısıdır. Modernlik bu yönü ile sadece yeni bir toplum değil, aynı zamanda yeni bir insanı da tasavvur etmektedir. Modernliğin bu yeni insanını en iyi tanımlayan, Goethe’nin Faust65 figürüdür.

Daniel Lerner, modernleşmenin sadece kurumlarda değil, ama aynı zamanda bireylerde de değişimler aracılığı ile meydana geldiğini belirtmektedir. Lerner’e göre modernleşmenin en önemli yanı akılcılık ve empati ile karakterize edilen ve bu özellikleri ile değişen dünyada etkin bir şekilde yer alan “özgür kişilik”in ortaya çıkmasıdır. Bunun yanı sıra modernleşme, yüksek okuma yazma oranı, kentleşme, daha geniş bir ekonomik sisteme katılım ve empati ile karakterize edilmektedir. Yaşamın modernleşmesinde belirleyici olması nedeniyle, Lerner, bireylerin anlam dünyasını değiştiren iletişim araçları ve ulaşımın önemini de vurgulamaktadır (Aktaran, Harrison, 1997: 16, 17).

Inkeles ve Smith’in on yıllık bir zaman dilimi içerisinde, 6 azgelişmiş ülkede yaptıkları 6000 görüşmeye dayanarak hazırladıkları çalışmaları, 1974 yılında bir kitap olarak basılmıştır. Bu çalışmalarında Inkeles ve Smith, modernizmin özgün davranışlar kümesinin varlığı ile belirlendiğine değinerek, ‘modern insan’ın, birey olarak tamamen değiştiği zaman gerçekten modern olduğunu söylemektedirler. Inkeles ve Smith’e göre modern insanın temel özellikleri; yeni deneyimler için gönüllülük ve yeniliklere açıklık; diğer insanların düşüncelerine karşı çok daha

65 Faust, Goethe’nin 60 yılda yazdığı ve geleneğin modernleşmesi döneminin yakın gözlemcisi bir eserdir. (Berman, romanın Ortaçağ’a özgü bir dönemde başlayıp, Sanayi devriminin tinsel ve maddi alt üst oluşlarının ortasında bittiğini belirtir.) Roman’ın ana karakteri Dr. Faust ruhunu şeytan Mefistoteles’e satmış ve karşılığında büyük bir güç ve ölümsüzlük elde etmiştir. Faust, kazandığı gücü kullanarak insanları nihai bir özgürlüğe ulaştıracak, onları istek ve gereksinmelerin baskısından kurtaracak bir “master plan” yapmıştır ve bunu uygulamaktadır. Faust’un master planı tam bir Aydınlanma projesidir. Plan bütün insanların iyiliğine hizmet etmekte, onları yüceltmektedir ama bir kısım insanlar bu plana karşı çıkınca, bütün gayreti ile bu master planı gerçekleştirmeye çalışan Dr. Faust, giderek planın uygulanmasını engelledikleri ve karşı çıktıkları gerekçesi ile yaşlı ve masum insanları Mefistoteles aracılığı ile yok etmektedir (Goethe, 1996). Yani, insanları yüceltmeyi amaçlayan Aydınlanma projesi, en azından bu yücelme gereklerine katılmayan insanlar için karabasana dönebilmektedir. Berman’a göre, “modern insanın kendisini dönüştürebilmesinin tek yolu, Faust’la birlikte öğrenebileceğimiz gibi, içinde yaşadığı bütün fiziksel, toplumsal ve ahlaki dünyayı bütünüyle, kökten dönüştürmektir.” (Berman, 2005: 65). Ancak Goethe’nin kahramanı Faust’un ön ayak olduğu büyük (ahlaki, entelektüel, ekonomik, toplumsal) gelişmelerin, büyük insani bedelleri olduğu ortaya çıkmaktadır. Faust, yeni bir dünyayı ellerini kirletmeden kurtarabileceğini sanarak, sadece başkalarını değil kendini de aldatmaya çalışmaktadır. Başlangıçta şeytanla anlaşmıştır, ancak hala yol açtığı insani acılar ve ölümün sorumluluğuna hazır değildir (Modernleşme ile Faust arasında etkileyici bağlar kuran bir çalışma için bkz. (Berman, 2005: 61-124)).

84 demokratik bir tutum; geçmişten ziyade geleceğe yönelik olma; bireyin kendi yaşamını planlama isteği; çevreye hâkim olabileceğine ve hedeflerine ulaşabileceğine olan inanç; dünyanın hesap edilebilir ve bu nedenle de kontrol edilebilir olduğunun kabulü; diğerlerinin, örneğin kadın ve çocukların, yaşama haklarının farkında olma; bilim ve teknolojinin başarısına güven; ve son olarak da adalet dağıtımına inançtır (Aktaran, Harrison, 1997: 20, 21). Inkeles ve Smith’in yaptığı bu çalışma, modern insan ve onun özelliklerini ortaya koyarken, aynı zamanda bu ilkelerin olumsuzlanması ile modern olmayan insanı da tanımlamıştır.

Bauman; olumsallığın, çeşitliliğin, belirsizliğin ve ayrıksılığın düşmanı olarak tanımladığı modernitenin başlıca ikonlarını şu şekilde sıralamıştır:

“İnsan faaliyetlerini, her türlü kendiliğindenlik ve bireysel inisiyatifi sınırlı tutulup, zihinsel yetenekler kullanılmaksızın tartışmasız ve mekanik biçimde izlemesi gereken basit, rutin ve genellikle önceden tasarlanmış hareketlere indirgeyen Fordist fabrika; memurların kimliklerinin ve toplumsal bağlarının, şapkalar, şemsiyeler ve paltolarla birlikte vestiyere bırakıldığı, böylece sadece emir ve talimatlar kitabının, içeridekilerin eylemlerine, orada kaldıkları sürece rehberlik edebildiği, en azından doğal eğilimi bakımından Max Weber’in ideal modelini andıran bürokrasi; gözetledikleri kişilere asla güvenmeyen, her an uyanık sakinleri ve gözetleme kuleleriyle panoptikon; asla uyumayan, sadakat göstereni ödüllendirmek ve sadakatsiz olanı cezalandırmak için daima hızlı ve aceleci olan Büyük Birader; ve nihayet, insan uysallığının laboratuar koşullarında sınandığı ve yeterince uysal olmadığı sanılan herkesin gaz odaları ve Auschwitz krematoryumları için seçildiği yer olan toplama

kampı (…)” (Bauman, 2005c: 128).