• Sonuç bulunamadı

Fordizmden Post-Fordizme Geçiş

Hayır 5. Sembolik 6 Stereotip 7 Hayali 8 Etnik değil

B. Kapitalizmin Politik-Ekonomik Dönüşümü

1. Fordizmden Post-Fordizme Geçiş

1970’li yıllar, kapitalizmin son büyük krizine sahne olmuştur ve bu kriz kapsamlı bir yeniden yapılanma ile aşılmaya çalışılmıştır. Sözü edilen yeniden yapılanma süreci ile eş zamanlı olması nedeniyle postmodernite, birçok düşünür tarafından fordist üretim biçiminden post-Fordist üretim biçimine geçişin bir ürünü olarak yorumlanmaktadır.

127 İletişim ile metalaşma süreci birbirini etkileyen ve birbirinin varoluş koşullarını olumlayan iki değişkendir. Metaların iletişim araçları dolayımında işaretlenip kodlanması ve simgesel bir süreç olarak bireylerin düşünsel süreçlerine girmesi, metalar karşısında bireylerin seçimlerini ve kararlarını tamamen ters yüz etmiştir. Artık bireyler, metaları kendi olanakları dolayımında seçmemekte; metalar iletişim kanalları ile önce simgesel boyutta düşünsel süreçlere girip, sahte beğeniler yarattıktan sonra kendi taleplerini de yaratmaktadırlar. Böylece tüketim simgesel düzeyde pompalandığı sürece, üretim için yeni olanaklar yaratılmış olmaktadır (Ercan, 2003: 187).

170

a. Fordizm

(1) Birikim Rejimi ve Üretim Yöntemi Olarak Fordizm

Bir birikim rejimi128 olarak tanımlanan Fordizm129, Henry Ford’un Michigan’daki otomobil fabrikasında uyguladığı yöntemlere dayanmaktadır. Ford, yönetim bilimci Frederick Winslow Taylor tarafından geliştirilen ve “Taylorizm” olarak adlandırılan “bilimsel yönetim” kuramını, makineleşme ile birleştirerek, otomobil üretim sürecine uygulamış ve emeğin yeniden üretimini de “8 saatlik iş

günü karşılığında 5 dolar ücret” ilkesi temeline oturtmuştur. Fordist birikim

rejiminin diğer temel unsurları ise, akan bant sistemi ve emeğin entelektüel becerilere gereksinme duymayan mekanik bir çerçevede uzmanlaşmasıdır. Fordizm’e geçmeden önce, onun öncülü ve hazırlayıcısı olan Taylorizm’e değinmek yararlı olacaktır.

Frederick Winslow Taylor, teorik çalışmalarına 1880’lerde başlamış, görüşlerini The Principles of Scientific Management (Bilimsel Yönetimin İlkeleri) başlıklı kitabında özetlemiştir. Kurucusunun isminden hareketle Taylorizm olarak adlandırılan model, emek örgütlenişinde bilimsel dönem olarak tanımlanmaktadır. Üretimin rasyonelleştirilmesi olarak değerlendirilen Taylorizm, üretimde yer alan emeğin –fikir insanları, üretimin düzenleyicileri (mühendisler, düzenleme ve bakım personeli gibi) ve üretimi gerçekleştiren teknisyenler (yinelenen işleri gerçekleştiren yarı-vasıflı beden işçileri) şeklindeki– ayrımına dayanmaktadır (Lipietz, 1992: 4).

128 Fransa kökenli “Düzenleme Okulu”nun öncülerinden Aglietta ve sonrasında Lipietz, Boyer ve başkaları tarafından da geliştirilen temel argümana göre birikim rejimi, “net ürünün tüketim ve üretim arasındaki dağılımının uzun bir vade boyunca istikrar kazanmasını tanımlar; hem üretim koşullarında, hem de ücretlilerin yeniden üretim koşullarında meydana gelen dönüşümler arasında bir karşılıklığı içerir. Belirli bir birikim rejimini mümkün kılan, yeniden üretim şemasının tutarlı olmasıdır. Ancak, sorun, her tür bireyin (kapitalistlerin, işçilerin, kamu çalışanlarının, finansörlerinin, başka her tür politik-ekonomik öznenin) davranışlarını, birikim rejiminin işleyişini mümkün kılacak bir bütünlüğe kavuşturmaktadır. Dolayısıyla, sürecin birliğini, yani bireysel davranışların yeniden üretim şeması ile tutarlılığını güvence altına almak için, birikim rejiminin, normlar, alışkanlıklar, yasalar, düzenleyici şebekeler ve benzeri biçimler altında cisimleşmesi gerekir. Bu içselleşmiş kurallar ve toplumsal süreçler bütününe düzenleme tarzı adı verilir.” (Aktaran, Harvey, 2003: 143, 144).

129 Birikim rejimi, artı-değer üretim biçimidir. Bu süreç, üretim ve yönetim teknolojilerinin özel tipleri ile desteklenmektedir. Birikim rejimi açısından kapitalizm, dört temel ve tarihsel olarak birbirini izleyen döneme ayrılmaktadır: yaygın birikim (1914’e kadar), kütlesel tüketim olmaksızın yoğun birikim (Taylorizm -1918-1939), kütlesel tüketimle birlikte yoğun birikim (Fordizm – 1945-1973) ve yeni gelişen post-Fordist birikim rejimi (1974’ten beri) (Belek, 1999: 245, 246). Düzenleme Okulu kuramcılarına göre, her bir birikim rejiminde, üretim süreci ile işçi sınıfının tüketimi arasında farklı bir eklemlenme vardır (Gülalp, 2003: 119).

171 Böylece, çalışmanın zihinsel ve fiziksel yönleri tamamen birbirinden ayrılmıştır. Taylor, işçi ve işveren örgütlerinin büyük bir bölümü tarafından ileri sürüldüğü üzere, işçi ve işverenin temel çıkarlarının ister istemez zıt olduğu görüşünü reddetmekte; aksine bilimsel yönetim ile bu iki grubun gerçek çıkarlarının aynı olduğunu ileri sürmektedir (Taylor, 2003: 4). Çünkü Taylor’a göre yönetimin temel hedefi, tüm çalışanların tek tek bireysel maksimum refahını sağlamak suretiyle işverenin maksimum refahını sağlamak olmalıdır (2003: 4). Buna göre, uzun vadede işçinin refahı ile bütünleştirilmedikçe işverenin refahı sağlanamayacaktır.

Taylorizm emek araçlarının geliştirilmesi ya da teknoloji ile değil, doğrudan üretim süreci içinde emeğin örgütlenme biçimleriyle ilgilenmektedir (Belek, 1999: 56). Güçlü bir etki yaratan kitabında Taylor, “emek üretkenliğinin, her emek sürecinin ayrı ayrı hareketlere ayrıştırılması ve bu ayrıştırılmış işlerin zaman ve hareket araştırmasının katı standartlara uygun olarak düzenlenmesi yoluyla nasıl radikal biçimde arttırılabileceğini” (Harvey, 2003: 147) anlatmaktadır. Ancak işlerin alt bölümlere ayrılması sadece üretkenliği arttırmakla kalmamakta; aynı zamanda işçilerin üzerinde tahakküm kurmak için de gerekmektedir (Gorz, 2007: 72). Belek’e göre, Taylor’un yaptığı en önemli katkı yabancılaşmış emeğin en iyi ne şekilde kontrol edilebileceği noktasında olmuştur (Belek, 1999: 56). Taylorizm sayesinde makine, aynı zamanda emeği derinden kontrol etmenin bir aracı durumuna getirilmiştir.

Belek, emek sürecindeki bütün kontrolün yönetime geçmesi gerektiğini savunan Taylorizm’in üç temel ilkesini şu şekilde sıralamaktadır:

1) Emek sürecinin becerisizleştirilmesi, basitleştirilmesi ve bu şekilde tüm üretim sürecinin parçalara ayrılması.

2) Emek sürecinin dehümanizasyonu. Kol ve kafa emeğinin birbirinden ayrıştırılması. Kafa emeğinin üretimden alınarak planlama düzeyinde merkezileştirilmesi.

3) İşçinin yaptığı işin her aşamasının yönetimce planlanması ve planın işçiye direktifler halinde iletilmesi (Belek, 1999: 57).

172 Temel hedefi üretimin verimliliğini arttırmak olan bilimsel yönetim kuramı, üretimde kullanılan emek sürecinin yeni bir zaman-mekân anlayışı içinde parçalanmasını ve daha sonra da parçalanan emek ünitelerinin bütünleştirilmesini önermektedir. Böylece emek gücünün, üretimin dar bir alanında uzmanlaşarak, verimliliğinin artırılması hedeflenmiştir (Şaylan, 2002: 140). Ancak Marx ve Engels’in “Komünist Manifesto”da öngördükleri üzere;

“Yaygın makine kullanımı ve işbölümü yüzünden, proleterin işi, tüm bireysel niteliğini, ve bunun sonucu olarak da, çalışan insan için tüm çekiciliğini yitirmiştir. Kendisi makinenin bir eklentisi haline gelir, ve ondan beklenen yalnızca en basit, en tekdüze, en kolay edinilen hünerdir. (…) Dolayısıyla, işin iğrençliği arttığı oranda ücret azalıyor. Dahası, makine kullanımı ve iş bölümü hangi oranda artıyorsa, ister çalışma saatlerinin uzatılması ile, ister belli bir zamanda çıkarılması gereken işin artırılması ile, ya da makinelerin hızının arttırılması, vb. ile olsun, işin ağırlığı da o oranda artıyor.” (Marx ve Engels,1998: 18)

Makineleşme ile birlikte işçiler ve işgücü araçları arasındaki ilişki tersine çevrilmiştir. Aletleri kullanmak yerine, işçiler makinelerin bir eklentisi haline dönüşmüşlerdir. Makineleşme, emeğin niteliksel karakteristiklerini makineye devrederek, emeği yinelenen hareketler döngüsüne indirgemiştir.130 Aglietta’nın üretimde emeğin homojenleşmesinin temeli olarak tanımladığı bu durum, Taylor’un bilimsel yönetim kuramının da temelini oluşturmaktadır (Aglietta, 2000: 113). Sistem insanlara makinenin değiştirilebilen parçaları gibi bakmakta ve kim olduklarına göre değil, yaptıkları işe göre ücret ödemektedir (Murray, 1995: 48).

Fordizm131, Taylorizm’in yerini alan bir aşamadır. Bu aşama, emek sürecinde, ücret-kazanan sınıfın (wage-earning class) varoluş koşullarındaki

130

Taylorizm ve sonrasında yerini alan Fordizm, yalnızca makineleri standardize etmekle ve onların amaçlarını parçalamakla kalmaz; aynı zamanda emeği de parçalar. Çok dar bir alanda ileri derecede özelleştirir, emeğin içini boşaltır ve kavramlaştırma eylemini üreten işçiden tamamen koparır. İşçiler, zaman içinde bu “yabancılaşma” durumuna karşı çok belirgin tepkiler vermişlerdir. Ford’un kendisinin de çözüm arayışı içinde olduğu bu tepkilerin en yaygın biçimleri, işe devamsızlık, işe karşı isteksizlik, verimsiz çalışma, sık sık iş değiştirme, sık hastalanma şekillerinde olmuş ve tüm bunlar, sermaye için bir maliyet kusuru oluşturmuştur (Belek, 1999: 65).

131 Jessop, Fordizm’in dört düzeyde analiz edilebileceğini belirtmektedir: 1) Emek süreci olarak Fordizm kitlesel üretimdir. Bant tipi üretim tekniklerine dayanır ve yarı becerili emek gücünü kullanır. 2) Makro ekonomik büyümenin istikrarlı modu olarak bir büyüme döngüsüdür. Üretkenlik artışı ücretleri arttırır, bu kitlesel talep yaratır, böylece kar artar; karın artışı yatırımları uyarır ve nihayetinde yeniden kitlesel üretime dönülür. 3) Sosyal ve ekonomik düzenleme modu olarak büyük işletmelerde

173 değişimlerle yakından bağlantılı –sosyal tüketim normunun oluşumuna yol açan ve ekonomik sınıf mücadelesini toplu görüşme şeklinde kurumsallaştırma eğiliminde olan– bir dizi dönüşümü belirtmektedir. Fordizm, kapitalizmin düzenlenmesinde yeni bir aşamaya, kapitalist sınıfın –üretim ilişkilerinin meta ilişkilerine sıkı sıkıya eklemlenmesi vasıtasıyla– ücretli emeğin üretiminin geniş kapsamlı yönetimi peşinde koştuğu, yoğun birikim rejimine işaret etmektedir. O halde Fordizm, üretim süreci ile tüketim tarzı arasında bir eklemlenmedir (Aglietta, 2000: 116, 117). Taylorizm’in ilkelerini almış ve çok daha muazzam emek yoğunlaştırmasını elde etmek için, onları çok daha etkili bir şekilde uygulamaya koymuştur. “Taylorizm emeğin makine başındaki örgütlenmesini dile getirirken; Fordizm emekle birlikte makineli sistemin fabrika sistemi içinde yeniden düzenlenmesini ifade etmektedir. Böylece Fordizm emekle birlikte emek araçlarının yeniden organizasyonu biçimidir” (Belek, 1999: 60).

Fordizm, özellikle (Aglietta, Jessop gibi) Düzenleme Okulu yazarları tarafından kapitalizmin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yöneldiği yeni bir sermaye

birikim rejimini anlatmak için kullanılmakta ve ekonomik, sosyal, ideolojik, siyasal

boyutları da olan oldukça kapsamlı bir yeniden yapılanmaya işaret etmektedir. Lipietz, bir birikim rejimi olarak Fordizm’i şu şekilde tarif etmektedir:

- Vasıflı zihin emekçileri ile vasıfsız teknisyenler arasında büyüyen bir kutuplaşmayı içeren kitle üretimi, verimlilikte ve işçi başına düşen sermaye malları miktarında keskin bir artışa yol açan artan makineleşme; - Katma değerin orantılı olarak paylaşımı; bir başka deyişle, verimlilikteki

artışın reel ücretlerdeki artışla karşılanması;

- Tam kapasitede kullanılan fabrika ve tam istihdam ile birlikte, firmaların kârlılığındaki istikrar (Lipietz, 1992: 6).

Büyük bir kitle üretimini gerçekleştiren Fordizm, yüksek bir kitle tüketimini gerektirmektedir. Daha fazla sayıdaki malların kitlesel olarak elde edilebilirliği kontrol ve mülkiyet birbirinden ayrılır. Merkezi kontrol ve toplu pazarlık bu düzenlemenin çıktılarıdır. 4) Genel bir sosyal organizasyon modelidir. Standardize ve kitlesel malların çekirdek aile içinde tüketimini ve bürokratik devletçe standardize, kolektif mal ve hizmet sunumunu kapsar (Aktaran, Belek, 1999: 250).

174 aracılığıyla mutluluğa ulaşmaya dayanan hedonist ve üretkenlik yanlısı bir model

şeklinde, savaş sonrasında tüm dünyada “Amerikan yaşam tarzı” olarak tanınmıştır (Lipietz, 1992: 6).

Fordizmin karakteristik emek süreci, yarı-otomatik montaj bandı üretimidir. Bu belirli emek süreci 1920’lerden itibaren Amerika’da, özellikle uzun üretim süreçlerinde (long production runs) üretilen kitlesel tüketim malları için kurulmuştur ve sonrasında standartlaştırılmış ara bileşenlerin üretiminde kullanılacak şekilde genişletilmiştir. Fordizm ayrıca, emeğin makineleşmesini geliştirmiş, çalışmanın yoğunluğunu arttırmış, zihinsel ve fiziksel emek gücü ayrımını radikalleştirmiştir (Aglietta, 2000: 117). Fordist sistemin egemen güç açısından bir diğer avantajı, bant akışının hızının ayarlanması yoluyla üretimin hızının da belirlenebilmesidir (Belek, 1999: 61). Bu durum, işçinin akan bant önündeki edilgen konumunun sağladığı bir avantajdır.

Fordizmin sembolik başlangıç yılı 1914 olarak kabul edilmektedir. Bunun nedeni, 1914 yılında Henry Ford’un, bir yıl önce Michigan’ın Dearborn kentinde kurmuş olduğu otomobil montaj hattında çalışan işçilere, 8 saatlik bir işgünü karşılığında 5 dolar ücret vermeye başlamasıdır. Aslında Ford’un iş örgütlenmesi ve teknoloji açısından yarattığı yenilikler, zaten yerleşmiş olan eğilimlerin bir uzantısıdır. Harvey’e göre Ford, “emek süreci alanında da eski teknolojilerin ve daha önceden varolan ayrıntıda işbölümünün rasyonalizasyonundan öte bir şey yapmıyor, yalnızca, işin yerinden kıpırdamayan işçiye akıtılması yoluyla üretkenlikte muazzam artışlar elde ediyordu” (Harvey, 2003: 147).132

Kâr ve pazar maksimizasyonuna yönelik manifaktür tipi üretim biçiminde emeğin verimliliği son derece önem kazanmıştır. Sanayi devrimi ile beraber üretimde emek sürecini yeniden düzenleme yolu ile verimlilik artışı sağlamak en yaşamsal sorun haline gelmiştir. Bu sorun üzerinde duran ve emeğin verimliliğini arttırma yolu ile üretimde verimliliği arttırabilmek için kuramsal çözümlemeler geliştiren

132 Ford 1912-1913 döneminde kendi fabrikasında üretimde sürecinde radikal değişiklikler yapmış ve bunları daha önceden var olan sisteme adapte etmiştir. Değişiklikler öncesinde, Ford’un T model otomobilinin şasesinin toplanması için gerekli zaman 12,5 saat iken; 1914’te uygulamadan hemen sonra 1,5 saate inmiştir. Bu gelişmeler maliyetlerin azalmasını sağlamıştır. 1909’da 950, 1912’de 600 Dolar olan fiyatlar, 1916’da 360 Dolara kadar inmiştir (Belek, 1999: 62).

175 Taylor’un bilimsel yönetim kuramında, emeğin motivasyonu, maddi teşviklere bağlanmıştır. Bu doğrultuda kabul edilen temel varsayım, bir insanın iyi ücret aldığına kanaat getirdiği zaman daha verimli çalışacağıdır. İşte, Ford’un “8 saatlik iş

günü karşılığında 5 dolar ücret” ilkesi de işçinin verimli çalışmasına yönelik bir

düzenlemedir. Böylece, hem emeğin daha verimli bir biçimde çalışması sağlanabilecek; hem de sistemle uyumlulaştırılarak emeğin kapitalist üretim biçimine direnişinin önüne geçilebilecektir. Ayrıca nasıl ki Ford’un kendi serveti ve gücü onların istihdamına bağımlıysa; bu ilke ile Ford, işçileri de kendi fabrikasında istihdama bağımlı kılmaktadır (Bauman, 2005a: 32).

Taylorist üretim örgütlenmesi verimliliği yükseltecektir; buna bağlı olarak da üretim artacaktır. Üretim artışı, doğrusal oranda tüketimde de bir artışa ihtiyaç duymaktadır. Yani üretilen malların satın alınması gerekmektedir; ki bu üretilen malları karşılayacak bir talep artışı ve pazarın genişlemesini gerektirmektedir. Ford, Taylorist devrim ile elde edilen üretim artışının, talep tarafında aynı doğrultuda bir devrim ile karşılanmaması durumunda, etkili bir aşırı üretim krizine (overproduction

crisis) yol açacağının farkındadır (Lipietz, 1992: 5). İşte, Henry Ford’un “8 saatlik iş günü karşılığında 5 dolar ücret” ilkesinin bir amacı da fabrikalarında çalışan işçilerin

satın alma gücünü arttırarak, onları üretilen malların alıcısı durumuna getirmek ve böylece de pazarın üretime paralel büyüme sorununun üstesinden gelmektir.

‘Fordizm’ terimi, Belek’e göre bant tipindeki üretim örgütlenmesinden fazla bir şeydir. “Tüketim mallarının ticarileştirilmesini; dolayısıyla üretim ile tüketimin koordine edilmesini; tüketim kalıplarının kütlesel tüketim malları üzerinden standardize edilmesini; tüketici kredilerinin sosyalizasyonunu da anlatmaktadır.” (Belek, 1999: 169).

Ford’a göre, pazarın sürekli olarak genişleyip büyümesi için, işçilerin “yeterli” ücret alması ve kendilerine ayıracak bol zamanlarının olması gerekmektedir. Peki ama ya işçiler kazandıkları bu ücreti öngörüldüğü gibi harcamazlarsa ne olacaktır? Pazarda bir tüketici olmak yerine, kazandıkları para ile boş zamanlarını meyhanelerde içki içerek geçirirlerse? O halde sorun, işçilerin ücretlerini nasıl harcayacakları noktasına gelmektedir. Ford’un çözümlemesi aynı

176 zamanda belli bir yaşam biçimini de gerektirmektedir. “Ford, büyük korporasyonlar tarafından yönetilen mutlu ve ileri bir toplumsal düzenin işçilerin belli bir yaşam tarzını benimsemeleri ile gerçekleşeceğini düşünmektedir.” (Şaylan, 2002: 142). Büyük korporasyonlar, sadece üretim ile uğraşmakla kalmayacak aynı zamanda çalıştırdıkları insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini de öğreteceklerdir. Bunun sonucu Ford’a göre, mutlu, müreffeh ve uyumlu bir işçi sınıfı olacak ve böylece kapitalizme karşı sosyalizm tarafından yöneltilen tehditler de ortadan kalkmış olacaktır (2002: 143).

1920’lerde üretim yani pazarda arz hızla artarken talep aynı hızla artmamış ve bu dengesizlik giderek büyük bir bunalımın patlamasına yol açmıştır. Aslında, Marx ve Engels, “tüm burjuva toplumunun varlığını dönemsel yinelenmeleriyle her kezinde daha tehdit edici bir biçimde sorguya çeken” (Marx ve Engels, 1998: 17) krizlerin haberciliğini “Komünist Manifesto”da yapmışlardır. Marx ve Engels, krizin nedeninin aşırı üretim ya da eksik talep olduğunu şu şekilde belirtmektedirler, “bu bunalımlar sırasında, daha önceki bütün çağlarda saçmalık olarak görülecek bir salgın baş gösteriyor —aşırı üretim salgını.” (1998: 17). Bu dönemlerde, “burjuva toplumun koşulları, bu koşulların yarattığı zenginliği kucaklayamayacak denli dardır.” (1998: 17). Marx ve Engels’e göre burjuvazi, bu krizleri “bir yandan üretici güçlerin büyük kısmını zorla yok ederek; öte yandan yeni pazarlar ele geçirerek, ve eskilerini de daha derinliğine sömürerek” (1998: 17) aşmaktadır. “Yani, daha yaygın ve daha yıkıcı bunalımlar hazırlayarak, ve bunalımları önleyen araçları azaltarak.” (1998: 17).

1929 yılında tepe noktasına ulaşan Büyük Bunalımın görünümü, durgunluk ve hızla büyüyen işsizliktir. 1929 Bunalımı patladığında, Henry Ford durgunluğa rağmen işçi çıkarma yoluna gitmemiş; aksine işçi ücretlerini arttırmış ve böylece talebin yükseleceğini düşünmüştür. Aslında, Roosevelt New Deal aracılığıyla kapitalizmi kurtarmaya çalışırken, Ford’un tek başına yapmaya çalıştığını devlet müdahalesi aracılığı ile yapmaktadır. Ancak, kapitalizmin işleyiş yasalarının Ford’un korporasyonlarından daha güçlü olduğu ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak, Ford’un fabrikalarından da çok sayıda işçi çıkarılma durumunda kalınmış ve ücretler ciddi

177 ölçüde düşürülmüştür. Bunalım, ekonomiye bütünü ile devlet müdahalesini öngören Keynesyen çözümler ve bu çözümlere oturan yeniden yapılanma ile aşılabilmiştir.

1929 Bunalımı, hem kuramsal alanda (Keynesyen iktisat politikası), hem de uygulamada (refah devletinin oluşumu) büyük bir değişime yol açmıştır. Dünya piyasalarındaki rekabet, sermaye yoğunlaşması ve toplumsal parçalanma, müdahaleci refah devletinin gelişimini koşullamıştır. Devlet her alanda müdahaleci, düzenleyici, üretici işlevler üstlenmiştir. Bürokratik devlet yapısı ekonomik sürecin ve emek gücünün sürekliliğinin sağlanmasının temeli durumuna gelmiştir. Emek ile sermaye arasındaki sınıf ilişkilerinin düzenlenmesi ve işçi sınıfının kapitalist sisteme sosyal devlet formu ile entegrasyonu, devletin düzenleyici ve denetleyici müdahalesiyle sağlanabilmiştir (Belek, 1999: 251).

Bu süreçte, ideolojik boyutu büyük yaralar almış olmasına rağmen Fordist birikim rejimi, kapsamlı bir değişime girmeden varlığını sürdürmüştür. Refah devleti ile Fordist birikim rejimi belli bir uyumluluk içinde olmuştur –korporasyonlar, örgütlü emek ve devlet arasında kapsamlı bir uzlaşma devam etmiştir. Örgütlü emek sistem ile uzlaştırılmıştır; bu uzlaşma, kimi toplumlarda sosyal demokrat ya da sosyalist partilerin katkıları ile, kimi toplumlarda ise sendikalar aracılığı ile sağlanmıştır. Fordist ideolojiden gelen refahı yüksek emekçi kavramı mevcut birikim rejiminin meşruiyet temeli olmuştur. Sosyal refah harcamaları, Fordist üretim ve genişletilmiş yeniden üretimin istikrarını sağlamak için işlev gören tüketim kalıplarının oluşturulmasında kullanılmıştır. Böylece Fordist devlet, dağıtımın düzenlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Belek’in ifadesiyle Fordist paradigmada, “sendikaların Fordist düzenlemeler içine entegre edildikleri ve sınıf savaşımının, gelir dağılımı savaşımı yönünde kanalize edildiği; işçi sınıfı bilincinin vatandaşlık bilinci biçimine dönüştürülmeye çalışıldığı; sınıf politikalarının gelir paylaşımı politikalarına indirgenmesini sağlayacak bir yönelim görülmektedir.” (Belek, 1999: 251).

178

(2) Fordizm ve Yeni Bir İnsan Tipi

Savaş sonrasının Fordizmi, yalnızca bir kitle üretimi sistemi olarak değil, daha çok bütünsel bir yaşam tarzı olarak ele alınmalıdır. İtalyan komünist önder Antonio Gramsci, “Hapishane Defterleri”nde Amerikanizm ve Fordizmin çok büyük bir hızla ve bilinçlilikle, “yeni bir işçi” ve “yeni tip bir insan” yaratma konusunda, bugüne kadar tanık olunan en büyük kolektif girişim olduğunu belirtmektedir. Gramsci’ye göre, yeni üretim yöntemleri ile özgül bir yaşam ve düşünce tarzı ayrılamaz bir bütündür. Bu alanların birinde düzenleme yapmadan, bir diğerinde başarıya ulaşmak mümkün değildir. Amerika’da çalışmanın rasyonelleştirilmesi ile yasaklar hiç şüphesiz birbiri ile bağlantılıdır. İşçilerin özel yaşamlarına ilişkin fabrika sahipleri tarafından yürütülen çalışmalar ve işçilerinin “ahlâk” değerlerini kontrol etmek için bazı firmalar tarafından yaratılan denetim/gözetim servisleri, yeni çalışma metotlarının gereklilikleridir (Gramsci, 1999: 597).

Ford gibi Amerikalı fabrika sahipleri işçinin “insanlık” ve “maneviyat”ı ile ilgilenmemektedirler. Çünkü bu insanlık ve maneviyat, işçinin kişiliğinin yaratılan nesneye tamamen yansıdığı ve sanat ile emek arasındaki ilişkinin hala güçlü olduğu zanaatkâr dönemlerde var olmaktadır. Ama yeni endüstriyalizmin savaştığı tam olarak da bu hümanizmdir. Örneğin, Taylorizm, kol emeği ile çalışmanın “insansal içeriği” arasında bir uçurum yaratmaktadır (Gramsci, 1999: 598, 599).

Ford, büyük şirketlerin elindeki gücün doğru uygulanması halinde yeni bir