• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

A. Etnisite ve Etnik Grup

Etnisite, terim olarak, ulusun orijinal anlamı olan ortak kökene dayalı grup aidiyeti anlamına gelen Yunanca “ethnos” kelimesinin bir türevidir ve halkın karşılığı olarak kullanıyor olmasına rağmen “halk kelimesinin masumane ifadesinin ötesine geçmiş ve çatısı altında toplama iddiasında olduğu kesimin ortak/özgün çıkarlarını dile getiren gelecek projesini de bağrında taşımaya başlamıştır.” (Bostancı, 1998: 38-55). Belirtmek gerekir ki, kavramın içerdiği olumsuz çağrışım, hala devam etmektedir. Günümüzde birçok ülkede etnik grup kavramı, sadece azınlıkları ve aşağı görülenleri sınıflandırmakta kullanılmaktadır; hâkim ve çoğunluk grupları kendilerini etnik olarak tanımlamamakta, örneğin, İngiltere’de etnik azınlıklar terimi çoğunlukla öncelikle beyaz olmayan göçmenler için kullanılmaktadır (Guibernau ve Rex, 1997: 4).

Max Weber’in, etnik grup kavramını inceleyen ilk sosyal bilimci olduğu söylenebilir. Özgün olarak 1922 yılında yayınlanan; ancak kaleme alınışı 1914 öncesinde olan çalışmasında statü grupları çerçevesinde ırk, etnik grup ve ulus konularına değinmiştir. Weber etnisitenin, biyolojik kökenleri olmakla birlikte, öznel bir inanç olduğunu vurgulamış ve etnik grupları, “fiziki görünüş ve/veya gelenek ya da sömürgeleştirilme ve göç nedeniyle ortak kökenleri olduğuna sübjektif olarak inanan insan toplulukları” olarak tanımlamıştır (Weber, 1996: 35; Weber, 1997: 18).

Weber’e göre, etnik bir topluluğun ortaya çıkması için bireylerin öncelikle nesnel ortak noktalarının neler olduğunun bilincine varmaları gerekmektedir; sonra da bu bilinçlenme ölçüsünde eylemlerine yön vermelidirler. Yani, etnik ya da ırksal bir topluluk oluşturmak için doğuştan ve kalıtsal olarak nitelenen bazı nesnel özellikleri bireylerin paylaşması yeterli değildir; onları birleştirenin ne olduğunun da bilincinde olmalıdırlar. Bu durumda etnik topluluğu oluşturan şey, nesnel etkenler37

37 Weber’e göre dil ortaklığı ve yanı sıra benzer dinsel gösterimlerle koşullanmış ritüel yaşam düzenlemesindeki benzerlik, her yerde, etnik yakınlık duygusu bakımından son derece etkin etkenlerdir; özellikle de, ötekinin davranma biçimindeki anlamlı ‘anlaşılırlık’, topluluklaşmayla ilgili en temel varsayım olduğu için (Weber, 1978: 390). Bir etnik ya da ulusal gruba aidiyetin en önemli göstergelerinden biri dildir. Dil, kültürün de temelidir ve kültürün bütünlüklü biçimde esas taşıyıcısıdır. Bir ulusun ya da etninin bağımsız bir ulus-devlet kurma projesinde genellikle (ulusal) dil ağırlıklı bir yere sahip olur. Dil, önemli bir kimlik göstereni olmakla birlikte, bir ulusal ya da etnik kimliği oluşturmada yalnız başına yeterli değildir. Yine Weber’e göre, “aile ve en yakın çevre

54 (özellikle dil, benzer dinsel gösterimlerden doğan ritüeller, tarihsel ya da siyasal anılar) değil, insanların inancıdır. Nesnel etkenler topluluğun kurulmasında ve sürdürülmesinde katkıda bulunmaktadır, ancak onun oluşum nedeni değildirler. Etnik topluluğun su yüzüne çıkması, insanların öncelikle aynı yaşam adetleriyle ve aynı yaşam alışkanlıklarıyla var olduklarının bilincine varmalarına bağlıdır. Etnik topluluk inancının oluşmasında, ırkın da rol üstlendiği doğrudur; ancak ırk, kültürden ve siyasal örgütlenmeden çok daha zayıf bir rol oynamaktadır ve ırksal nitelikler ancak son aşamada dikkate alınır (Weber, 1978: 385-387).

Horowitz’e göre, etnisite kalıtsal olduğuna inanılan kişisel özellikler ile taşınan kolektif soy mitine dayanmaktadır. Etnisite, renk, din, dil açısından farklılaşan grupları kolayca kapsayan şemsiye kavramdır; ‘kabileleri’, ‘milliyetleri’ ve ‘kastları’ kapsamaktadır (Horowitz, 1985: 52, 53).

Bir tanımlamanın gerekliliği üzerinde duran Chandra’ya göre etnik kimlikler, üyeliğin soy ile ilişkilendirilen nitelikler ya da soya ilişkin olduğuna inanılan nitelikler ile belirlendiği, kimlik kategorilerinin bir altkümesidir. Soya dayalı nitelikler ile Chandra, genetik (örneğin; deri rengi, cinsiyet, saç tipi, göz rengi, boy ve fiziksel özellikler) ile ya da kültürel ve tarihsel miras (örneğin; isimler, diller, doğum yeri, atalarının ve ailenin kökeni) ile yaşamboyu öğrenme süreci ile kazanılan nitelikleri kastetmektedir. Soya ilişkin olduğuna inanılan nitelikler ile de, gerçekte var olup olmadığına bakılmaksızın hayran olunan ve inanılan mitleri kastetmektedir. Bu nedenle tanım, sübjektif ve objektif unsurların her ikisini de içermektedir (Chandra, 2006: 400, 401).

Göka, etnisitenin “doğuştan getirilen ‘verili’ bir durum, bireylerin aidiyet duyguları ile kabul ettikleri, genetik yollarla nesiller arası sürekliliği sağlayan, ortak noktaları -aynı dili, gelenekleri- canlı tutan, topluluk oluşumunda temel olan ritüelleri eksen alan toplumsal organizasyon” olarak tanımlanabileceğini belirtir (Göka, 2006: 233). Etnisite, gelenek oluşumunda birincil rolü bulunan ortak bir ataya sahip olmayı, kökene ait mitolojileri ve paylaşılan bir tarihi içerir (2006: 233).

tarafından aktarılmış ortak geleneğin ürünü olan dil ortaklığı bile karşılıklı anlaşmayı, dolayısıyla her türlü toplumsal ilişkinin kurulmasını olabilecek en yüksek ölçüde kolaylaştırır. Bununla birlikte kendi başına topluluklaşmayı sağlamaz.” (Aktaran, Schnapper, 2005: 88).

55 Simpson ve Yinger etnikliği, kendileri ve ötekiler tarafından ortak bir kökenden oldukları, ortak bir kültürün hatırı sayılır ölçüdeki unsurunu paylaştıkları ve ortak köken ve kültürün anlamlı içerikleri olan ortak etkinliklere katıldıkları düşünülen insanların oluşturduğu bir toplumsal kesim olarak tanımlamaktadır (Simpson ve Yinger, 2008: 11). Glazer ve Moynihan’a göre ise bir etnik grup; “farklı tarihi olan, çıkarları tanımlanmış ve yaşam tarzı toplumsal yaşamda, kültürde ve siyasette ayırt edilebilen farklı bir grup”tur (Aktaran, Schnapper, 2005: 281).

Bir etnik grubu tarihsel ve sembolik-kültürel nitelikleri öne çıkararak, soya ait mitlerin rolünü ve tarihi anıları vurgulayan, din, dil, gelenek ya da kurumlar gibi bir veya daha fazla kültürel farklılığa göre ayırt edilen kolektif bir kültürel tip olarak (Smith, 2004: 41) tanımlayan Smith’e göre; kolektif bir özel ad, ortak bir soy miti, paylaşılan tarihi anılar, ayırıcı ortak kültür, özel bir “yurt”la bağ, dayanışma duygusu etnik toplulukların taşıması gereken niteliklerdir (Smith, 1986: 22-30; Smith, 2004: 42). Bununla birlikte Smith, etnisiteyi esas olarak sosyal ve kültürel bir grup olarak ele alır ve onu ortaya çıkaran özelliklerin daha çok nesilden nesile aktarılan paylaşılmış tecrübeler ve ortak kültürel değerler olmakla birlikte, az da olsa

şehirleşme, okuryazarlık oranları gibi nesnel göstergelerden de beslendiğini belirtir (Smith, 1986: 22). Kılık kıyafet, töre, beslenme, sanat, ritüeller, dil ve benzeri kolektif yaşamın sembolleri, gerçekte ethnie38’nin üyelerini dışarıdakilerden ayırt etmeye yarar. Bu nedenle de ethnieler kendilerini çeşitli folklorik sembollerle ifade etmektedirler (1986: 45).

Smith, soy miti olmadan etnilerin hayatta kalmasının son derece güç olduğunu belirtmektedir (Smith, 2004: 40-41). Etniler, ecdada dair herhangi bir olgusal veriye değil; ortak ecdada dair mitlere ihtiyaç duyarlar. Yani önemli olan genetik bir miras değil, ortak soy miti ya da inancıdır; fiziki kökenin gerçek olup olmadığı değil, buna olan inanç önem taşır. Daha önce de değinildiği gibi, Weber de etnisitenin, biyolojik kökenleri olmakla birlikte, öznel bir inanç olduğunu vurgulamaktadır; Weber’e göre etnik grubun bir üyesi olmak için “nesnel bir kan

38

Smith’in tanımında, bir ethnie (etnik grup anlamında kullanmakta) sadece ortak bir isim, soy miti, tarih, kültür ve toprağa dayalı birleşme ile bir araya gelen bir halk kategorisi değildir, ayrıca kurumsal bir hümanist anlamı olan belirli bir kimlik ve dayanışma olgusunun oluşturduğu bir topluluktur (Smith, 1986: 55).

56 bağı olup olmaması” önemli değildir (Weber, 1996: 35). Horowitz de, benzer bir

şekilde, etnik grupların oluşumunda gerçek bir kan bağı akrabalığı olsun ya da olmasın, ortak bir soya olan öznel inancı özellikle önemli görmektedir (Horowitz, 1985: 57). Van der Berghe’e göre, etnisite –yani etnik duygular ve dayanışma– yaygın akrabalık ilişkilerinden başka bir şey değildir; ve hiç kuşkusuz bu ilişkiler, doğal olarak kurgusaldır –insanlar aynı atalardan geldiklerine inanırlar (Aktaran, Schnapper, 2005: 115).

Etnisite, insan tarihi boyunca anlam ve tanınmanın temel kaynağı olmuştur. Birçok çağdaş toplumda, sosyal farklılaşmanın ve sosyal tanınmanın olduğu kadar, ayrımcılığın da kurucu bünyesidir (Castells, 2004: 56). Yinger, etnik bir grup tanımlamasının üç etkenden oluştuğunu ileri sürmektedir; (1) dil, din, ırk, kökenlerinin yerleştiği topraklar ve buna ilişkin kültürleri gibi özellikler açısından toplumdaki diğerleri tarafından farklı addedilme; (2) etnik grubun üyelerinin de kendilerini farklı atfetmesi ve (3) kendilerinin (gerçek ya da efsanevi) ortak soy ve kültürleri etrafında inşa ettikleri ortak etkinliklere katılma (Yinger, 1994: 3, 4). Bu etkenlerin her biri bir değişkendir; bu değişkenleri farklı kombinasyonlarda bir tablo içerisine yerleştirerek etnikliğin farklı parametreleri oluşturulabilir (bkz. Tablo 1).

Tablo 1: Etnik Kimlik Çeşitleri

I. Başkaları tarafından etnik olarak farklı addediliyorlar mı?

Evet Hayır

II. Bireyler kendilerini etnik Bireyler kendilerini etnik olarak farklı atfediyorlar mı? olarak farklı atfediyorlar mı? III. Ortak etkinliklere

katılıyorlar mı? Evet Hayır Evet Hayır