• Sonuç bulunamadı

Aydınlanma Projesinin Modernizme Etkis

Hayır 5. Sembolik 6 Stereotip 7 Hayali 8 Etnik değil

B. Aydınlanma Projes

1. Aydınlanma Projesinin Modernizme Etkis

Aydınlanma 17. ve 18. yüzyıllarda Batı Avrupa’da kendini gösteren bir düşünsel akımı, bir tarihsel dönemi betimlemektedir. Bir düşünsel sistem olarak Aydınlanma içinde belli bir felsefe bütününe ek olarak eşitlik, özgürlük, adalet, aklın yüceltilmesi ve insan aklına güven gibi normlar belirleyici konumdadır. Doğal hukuk ve doğal haklar düşüncesinin ortaya çıkışı ve giderek yaygınlaşıp başat hale gelmesi, Aydınlanma düşüncesinin çekirdeklerini oluşturmaktadır. Aydınlanma düşüncesinin yapıtaşlarından biri ilerlemeci (progressive) tarih anlayışı ya da felsefesidir. Aydınlanma çağının düşünürlerine göre tarih, doğrusal bir biçimde ileriye doğru akıp gitmektedir. “İnsanın yaratıcılığı ve bunun kaynağı olan aklı, akıl yürüterek bilgi ve bilim üretmesi, bilgisini ya da bilme kapasitesini sürekli büyütebilmesi ve geliştirmesi, mükemmelliği aramak gibi bir doğal özelliğe sahip olması sözü edilen

ilerlemeci tarih felsefesinin üzerinde kurulduğu öncülleri yansıtmaktadır.” (Şaylan,

2002: 116). Argümanını “dünyevileşmiş bir din” olarak ifade eden Aydınlanma düşüncesinde, Wagner’a göre “Tanrının yerini Akıl, İlahi Takdirin yerini Tarih” almaktadır (Wagner, 1996: 34).

Modernizm, düşünceye yönelik bir projeksiyon olarak ifade edilecek olduğunda, bu projeksiyonun Aydınlanma çağının büyük düşünürleri tarafından belirlendiği ortaya konulmalıdır. Modernizm, Aydınlanma çağının düşünürleri ve onları izleyenlerin eseridir. Aydınlanma çağı düşünürlerinin üzerinde uzlaştığı ortak nokta; nesnel bir bilimin, hukuk ve ahlak alanında evrensel geçerliliği olan bir norm sisteminin ve otonom (kendi ayakları üzerinde duran) bir sanatın kurulabileceği anlayışıdır. Sanat ve bilim, sadece doğal güçler üzerindeki denetimi artırmakla kalmayıp, aynı zamanda dünyanın ve benliğin anlaşılmasını, ahlaki ilerlemeyi, kurumların haklılığını ve insanların mutluluğunu da sağlayabilecektir (Habermas,

92 1990: 84). Amaç ise, özgür ve yaratıcı biçimde çalışan bireylerin katkıda bulunduğu bir bilgi birikimini, insanlığın özgürleşmesi ve günlük yaşamın zenginleşmesi yolunda kullanmaktır.

Avrupa’da “modernlik projesini” geliştiren toplumsal hareketler, uğrunda çabaladıkları özgürlüklerin örgütlü hasımlarla çatışmaksızın elde edilemeyeceği gerçeğinin farkındaydılar (Wagner, 1996: 35). Bu örgütlü hasımların önde gelenleri de mutlakıyetçi devlet ile geç feodal dönemin aristokratik ve dinsel seçkinleriydi. Doğuştan devralınan hiyerarşileri ve gündelik hayatın tüm boyutlarını ayrıntılı olarak düzenlemeleri ile geç feodal ve mutlakıyetçi rejimlerle karşılaştırıldığında, Aydınlanma düşüncesinin özgürleştirici olduğuna kuşku yoktur (1996: 37). Lash, Klasik dönemde iktidarın “aşkın bir adli-söylemsel kertede, aşkın bir devlette” ikamet ettiğini; buna karşılık modern dönemde ise iktidarın “içkin bir halde ‘toplumun kılcal damarları’nda” dolaşıma girdiğini ve egemenliğin “toplumsalın kendisinde” ikamet ettiğini belirtmektedir. Lash’in ifadesi ile modern devlet “artık üzerimizde değil, aramızdadır” (Lash, 2000: 143).

Aydınlanma düşüncesi, bilgi edinme yoluyla insanoğlunun doğaya egemen olacağını öngörmektedir. Doğa üzerinde bilimsel hâkimiyet, doğa karşısında insanın özgürleşmesi demektir. Bunun yanı sıra, rasyonel düşünce tarzlarının gelişmesi ve bilgilenme ile rasyonel bir biçimde örgütlenen toplumlar hem kör inançlarından, hem de gerilik ve cehaletten, yani kendi insan doğasının karanlık yanından da kurtulabilecektir; bu durum insanın özgürleşmesinin daha ileri boyutunu ifade etmektedir. Yani Aydınlanma ile insan, sadece kendi dışındaki doğaya egemen olmakla kalmayacak; ama aynı zamanda içinde yaşadığı topluma da hâkim olabilecektir. Kısacası, akıl yürütmeye ve bilgiye dayalı toplum ile insanın tam olarak özgürleşmesi sağlanabilecektir (Harvey, 2003: 25). Marx, Aydınlanma projesinin bu yönüne Grundrisse’de değinmiştir;

“(…) sermaye burjuva toplumunun yanı sıra, doğanın olduğu gibi toplumsal bağların da toplumun üyeleri tarafından evrensel olarak mülkedinilmesini yaratır. (…) Doğa, ilk kez, insanlık için arı anlamda bir nesne, bir yarar sağlama alanı haline gelir; kendi içinde bir güç olarak görülmesi sona erer; doğanın özerk yasalarının teorik keşfi ise, sadece onu insan ihtiyaçlarına tabi kılmak üzere bir hile olarak görünür. (…) Sermaye

93 doğaya tapınmanın ötesine geçtiği gibi, ulusal engellerin ve önyargıların da, günün ihtiyaçlarının her tür geleneksel, kısıtlı, kendi halinden memnun, kabuk bağlamış tatmin biçimlerinin ve eski hayat tarzlarının yeniden üretiminin de ötesine geçer.”

Aydınlanma düşüncesine göre, insanoğlunun giderek özgürleşmesi, onun içinde taşıdığı, doğal olarak sahip olduğu varsayılan yaratıcılığını ve yeteneklerini en yüksek düzeyde ortaya çıkarmasını sağlayacaktır. Görüldüğü üzere, Aydınlanma ya da bir başka deyişle Modernizm projesinin temel öncüllerinden biri sürekli ilerleme

ve gelişmedir (Şaylan, 2002: 113, 114).

Modernizm düşüncesi, bir Aydınlanma projesi olarak sürekli ve doğrusal bir ilerleme anlayışı üzerine oturmaktadır; akıl ve bilim de sürekli ilerlemenin motorudur. Aydınlanma felsefesinin temel taşı olan bilimcilik, tanımı gereği tek ve mutlak gerçeklik kavramı üzerinde kurulmaktadır. Modernleşme aynı zamanda laikleşme süreci olarak da nitelenebilmektedir. Şaylan’ın ifadesi ile;

“Tarihsel olarak Rönesans ve Reformdan Aydınlanma çağına uzanan değişim çizgisi içinde ön plana çıkan ve belirleyici konumda olan düşünsel özellik, bilginin ve bilimin demistifikasyonu olarak tanımlanabilmektedir. Böylece büyük kapitalist dönüşümün boy göstermesi ile birlikte bilim ve bilgilenme tanrısal bir süreç olmaktan çıkarılmış, akıl yürütmeye dayalı bir insansıl özellik olma konumuna indirgenmiştir.” (Şaylan, 2002: 115).

“Cogito, ergo sum; düşünüyorum o halde varım” düşüncesi, Ercan’a göre, “insanın bir varlık olarak kendisi ile diğer tüm varlıkları yeniden sorgulaması ve onlardan düşünme yetisine bağlı olarak şüphelenerek bilgiye ulaşması açısından aydınlanma dönemini tanımlayan en önemli özelliktir.” (Ercan, 2003: 46). Aydınlanma süreci bu anlamda aklı öne çıkarmakla kalmamış; aynı zamanda yeni doğan bir insanın aklının da “boş bir levha (tabula rasa)” gibi olduğunu belirterek, aklın kendisini de dünyevileştirmiştir.