• Sonuç bulunamadı

BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE

D. Kimlik Teoriler

2. Sosyal Kimlik Teoris

Sosyal kimlik, bireyin çeşitli sosyal gruplara ilişkin bilgi, değerlendirme ve bilişlerini içine alan bir kavramdır ve bir kişinin çeşitli sosyal kategorizasyonlardaki sosyal özdeşleşmelerinin toplamı olarak tanımlanabilir. Tajfel’e göre sosyal kimlik, bireyin sosyal bir gruba veya gruplara aidiyeti temelinde, bu aidiyetlerin taşıdığı değer ve duygusal anlamından çıkarılan benlik kavramının bir bölümüdür (Aktaran, Meşe, 1999: 14).

Sosyal kimlik teorisi gruplar arası ilişkileri, grup süreçlerini ve sosyal benliği tanımlama çabası içinde olan bir sosyal psikoloji teorisidir. Sosyal kimlik teorisinin kökeni, 1970’lerde İngiliz sosyal psikolog Henri Tajfel’in, algılamadaki sosyal faktörler ile ırkçılık, önyargı ve ayrımcılığın sosyal ve bilişsel yönleri üzerindeki erken dönem çalışmalarına dayanmaktadır. Ancak teori, 1970’lerin ortalarından sonlarına dek, Bristol Üniversitesi’nde Tajfel ve Turner’ın işbirliği içinde geliştirilmiş ve tam olarak formüle edilmiştir. Ekseriyetle Avrupa ve bir de Kuzey Amerika ile Avustralya’da artan sayıda araştırmacıların teorinin şemsiyesi altında toplanması ile, 1980’ler boyunca kayda değer teorik ve ampirik gelişmeler yaşanmıştır. 1980’lerin başlarından ortalarına kadar, John Turner, sosyal kimlik teorisinde önemli bir teorik gelişmeyi başlatarak öz-kategorizasyon teorisini (self-

categorization theory)16 ortaya koymuştur. Bazı açılardan sosyal kimlik teorisinden farklı olmasına rağmen, öz-kategorizasyon teorisi, aynı teorik çerçevenin bir parçası

16 Öz-kategorizasyon teorisi (self-categorization theory), grup davranışının bilişsel temeli olarak kategorizasyon sürecinin ayrıntılarına değinmektedir. Kategorizasyon süreci, aynı kategoriye ait uyarıcılar (stimuli) –fiziksel objeler ya da bireyler– arasında algılanan benzerlikler ve farklı kategorilere ait uyarıcılar arasında algılanan farklılıkların her ikisini de vurgulamaktadır. Bu vurgulama etkisi, kategorizerin inançlarının kategorizasyon ile korelasyon içinde olduğu boyutlarda bulunmaktadır. Kategorizasyon-vurgulama süreci, bir bütün olarak birey için önemli bir fonksiyon vazifesini görmektedir. Bu süreç, gruplararası devamsızlıklara dikkati çekmekte, eninde sonunda dünya deneyimlerini öznel olarak anlamlı kılmakta ve belirli bir bağlamda eylem ile ilgili yönleri tanımlamaktadır (Hogg, Terry ve White, 1995: 260, 261).

27 sayılacak kadar sosyal kimlik teorisi ile yakından ilişkilidir (Hogg, Terry ve White, 1995: 259).

Henri Tajfel tarafından geliştirilen sosyal kimlik teorisine göre, birey kendi kimliğini gruplarla özdeşleşerek hazırlamaktadır. Belli bir kolektife ait olmak, bireyin kendi kimliği hakkında bilgi edinmesini sağlamaktadır. O halde, her bireyin kimliği, onun kendi aidiyet grubunda yarattığı saygınlığa ve bu grubun diğer gruplar karşısındaki konumuna bağlıdır. Aidiyet ya da referans gruplarıyla özdeşleşmek, bireyde güvenlik ve gurur duygusu yaratmaktadır (Schnapper, 2005: 151). Sosyal kimlik teorisi, bireylerin diğerleriyle olan etkileşimlerinde pozitif sosyal kimlikler araması varsayımından hareket eder (Deaux, 1993: 5). Bireyler kendi grup veya gruplarını diğer gruplarla karşılaştırırlar ve bu grupların üyeleriyle olan etkileşimlerinde, pozitif olarak değerlendirilen boyutlarda kendi grubu için lehte fedakârlıklar yaratma çabası gösterirler (Meşe, 1999: 16).

Tajfel’in sosyal kimlik teorisi, bireyler arası süreç ve grup süreci arasında farklılıkların bulunduğu anlayışından hareket etmektedir. Bu farklı iki süreç, kişisel kimlik ve sosyal kimlik arasındaki farklılığı meydana getirmektedir. Yani, kendini ve diğerlerini ayırt etmeyi ifade eden kişiler arası davranış, kişisel kimlik sürecini; grupların ayırt edilmesini ifade eden gruplar arası davranış ise sosyal kimlik sürecini meydana getirmektedir. Bireyler, sosyal çevrelerini düzenlemek ve sosyal dünyada kendi yerlerini belirlemek veya kendilerini tanımlamak için kategorizasyon sürecini kullanmaktadırlar. Bireyin ait olduğu sosyal kategoriler (milliyet, din, politik görüş, vb.) birey için referans çerçevesi oluşturmaktadır ve sosyal kimliğin önemli bir bileşenidir. Bu sosyal kategoriler, bireyi diğerlerinden ayırmakta ve ona farklı bir kimlik kazandırmaktadır (Tajfel, 1981: 255). Kategorizasyon süreci, sosyal çevrenin nedensel olarak anlaşılmasına yardım etmekte; aynı zamanda da birey ve bireyin hareketleri için bir rehberlik vazifesi üstlenmektedir. Sosyal kategoriler sadece sosyal dünyayı sistematize etmezler; bunun yanı sıra bireye kendi durumunu değerlendirebilmesi, kendisinin farkında olması ve toplumda konumunu tanımlayabilmesi için gereken sistematik bilgiyi de sağlamaktadır (Tajfel ve Turner, 2004: 59). Kategori üyelikleri bireylere sosyal kimlikler sunmakta; ve böylece bireyin sosyal kimliği onun toplum içindeki pozisyonunu belirlemektedir.

28 Kendisini ve ötekileri grup-içi ve grup-dışı olarak kategorizasyon, bireyin sosyal kimliğini tayin etmekte ve grubun tanımlanan özelliklerinin bilişsel temsili ile benzerliklerini vurgulamaktadır. İnsanlar aslında kişisizleştirilmektedir (depersonalized): benzersiz (unique) bireylerden ziyade, ilgili grup-içi prototipler17 olarak algılanmakta, tepki görmekte ve vazifelerini yapmaktadırlar. Benlik yitimi ve kişiliğini kaybetme (depersonalization), grup olgusunun altında yatan temel süreçtir; örneğin, sosyal stereotipleştirme18, grup uyumu ve etnosantrizm, işbirliği ve özgecilik (altruism), duygusal sirayet (emotional contagion) ve empati, kolektif davranış, paylaşılan normlar ve karşılıklı etkileme süreci. Bu, aslında “insanlıktan uzaklaşma” (dehumanization) ya da “kimlik belirsizliği” (deindividuation) gibi terimlerin negatif imalarını içermez; kimlik kaybına değil, sadece kimliğin seviyesindeki19 (tek bir bireyden grup üyesine) bağlamsal değişime gönderme yapar.

17 Öz-kategorizasyon teorisine göre, bireyler sosyal grupları prototipler bağlamında bilişsel olarak temsil ederler. Prototip, sosyal bir kategorinin tanımlayıcı niteliklerinin (örneğin, inançlar, tutumlar, davranışlar) subjektif temsilidir. Grupları ayrı varlıklar olarak tanımladıkları için grup prototipleri, [bireyin ve diğer grup üyelerinin algılamalarını asimile ederek (Yuki, 2003: 167)] kategori içi farklılıkları mümkün olduğu kadar azaltmak ve kategori arası farklılıkları mümkün olduğu kadar arttırmak için yarışan bilişsel gayretler arasındaki dinamik denge olarak inşa edilmişlerdir (Hogg, Terry ve White, 1995: 261; Hogg ve Terry, 2000: 123). Prototipler, yüksek oranda bağlama bağlıdır ve özellikle dış-grubun temel özelliklerinden etkilenir. Prototipler, hafıza içinde biriktirilirler, ancak o andaki ya da daha devamlı sosyal etkileşimci bağlamın özellikleri tarafından inşa edilir, sürdürülür ve değiştirilirler. Eğer ilgili karşı dış-grup zaman içinde değişirse, prototiplerde ve bu nedenle de benlik kavramlaştırmasında (self-conception) sürekli değişim meydana gelmektedir (Hogg ve Terry, 2000: 124).

18 Lipman tarafından 1922’de sosyal psikoloji literatürüne sokulan ve etimolojik olarak stereos (sağlam, dayanıklı) ve typos (karakter) sözcüklerinden oluşan stereotip kavramı, başlangıçta diğer insanlarda ayırt ettiğimiz belirli bir kişilik çizgisini ifade etmek için veya gerçeklik ile algımız arasında vasıta rolü oynayan zihinsel imgeleri belirtmek için kullanılmıştır. Zamanla, bir yandan stereotiplerin nötr ve sadece betimsel olmadığı, değerlendirme yargısı içerdiği görüşü ağırlık kazanmış; öte yandan da diğer insanlara ilişkin görüşlerimizin onların grup aidiyetlerinden kaynaklandığı yolundaki gözlemler sonucunda, stereotiplerin basit bir kişilik özelliği olmaktan öte, grup dinamiklerinin sonucu olduğu görüşü öne çıkmıştır. Stereotipler, “kafamızdaki imgeler”dir; bu imgeler tıpkı algı objelerinin gerçek (reel) özellikleri gibi, gönderdikleri objenin algılanmasında rol oynarlar. Böylece objeler oldukları gibi değil, bireyin düşünce eğilimleri doğrultusunda algılanırlar. Stereotipleme sürecinde örneğin; kadınlar romantik ve duygusal, erkekler mantıklı ve rasyonel, Almanlar disiplinli ve çalışkan, İtalyanlar coşkulu ve gürültülü vs. olarak etiketlenmektedir (Bilgin, 1994: 172, 173).

19 Brewer ve Gardner, üç farklı kendini temsil (self-representation) seviyesinin ayırt edilmesi gerekliliğini savunmaktadır; bireysel seviye, kişilerarası seviye ve grup seviyesi. Bireysel seviyede, farklılaşmış ve bireyleştirilmiş benlik kavramını temsil eden “kişisel benlik” bulunmakta; kişilerarası

seviyede, ötekiler ile rol ilişkileri ve bağlantılardan elde edilen benlik kavramını temsil eden “ilişkisel benlik” yer almakta; ve grup seviyesinde, önemli grup üyeliklerinden elde edilen benlik kavramını

temsil eden “kolektif benlik” bulunmaktadır (1996: 84). Simon, kimliğin kişisel, ilişkisel ya da kolektif, hangi açıdan yorumlanmış olursa olsun, tüm öz-görünümlerinin (self-aspect) bilişsel ve sosyal olduğuna değinmektedir. Bireyler sosyal etkileşim süreci aracılığıyla kişisel, ilişkisel ve kolektif benliklerini sadece yasallaştırmazlar, ama aynı zamanda görüşür ve inşa ederler; sonuçta kimlikler etkileşim sayesinde gelişir ve ortaya çıkar (Aktaran, Spencer-Oatey, 2007: 642).

29 Öz-kategorizasyon, benlik yitimi (depersonalization) aracılığıyla, bireyin kendisini algısı (self-perception) ve davranışını grup-içi prototip ile bağlamsal ilgili bir çizgiye taşır ve böylece bireyi grup üyesine, bireysel benliği kolektif benliğe, bireyselliği de grup davranışına dönüştürür (Hogg, Terry ve White, 1995: 261; Hogg ve Terry, 2000: 123; Yuki, 2003: 166).

Sosyal kimlikler, sadece betimleyici (descriptive) ve kural koyucu (prescriptive) değildir, aynı zamanda da değerlendiricidir (evaluative). Diğer ilgili sosyal kategoriler karşısında, bir sosyal kategori ve böylece o kategorinin üyeleri hakkında (genellikle yaygın bir biçimde paylaşılan ya da oydaşmacı) bir değerlendirme sağlarlar. Sosyal kimliklerin bu önemli öz-değerlendirici (self-

evaluative) sonuçlara sahip olmaları nedeniyle, gruplar ve onların üyeleri, grup-içi /

grup-dışı karşılaştırmalarda grup-içi tarafgirliği elde etmek ve sürdürmek için davranışsal stratejileri benimseme konusunda şiddetli bir biçimde motive olurlar (Hogg, Terry ve White, 1995: 260).

Kategorizasyon ile birlikte sosyal kimliğin oluşumunda rol oynayan ikinci önemli süreç, sosyal karşılaştırmadır (Stets ve Burke, 2000: 225). Sosyal kimlikler bireylerin kendilerini ve kendi gruplarını diğerleri ve diğer gruplar ile karşılaştırmalar yaparak tanımlamalarını (Yuki, 2003: 167) ve değerlendirmelerini sağlamaktadır. Yani, benliğin ve ötekinin tanımlanması büyük ölçüde “ilişkisel ve

karşılaştırmalıdır” (Tajfel, 1981: 256; Tajfel ve Turner, 2004: 59, Ashforth ve Mael,

1989: 21); birey kendisini diğer kategorilerdeki bireylere göreli –diğer grupların üyelerine benzer ya da farklı, onlardan daha iyi ya da daha kötü– olarak tanımlamaktadır. ‘Genç’ kategorisi, ancak ‘yaşlı’ kategorisinin karşısında anlam taşımaktadır (Ashforth ve Mael, 1989: 21). Bireyin içinde yer aldığı grup ile karşılaştırdığı dış gruplar arasında yaptığı sosyal ayrımlar önemlidir. Dış grubun varlığıyla diyalektik bir ilişki içinde iç grup oluşturulmakta ve tanımlanmaktadır; her iki grubun üyelerine bir takım özellikler atfedilmekte ve bu iki grup, iki farklı kategori olarak algılanmaktadır. Tajfel, sosyal kategorizasyon sürecinin gruplar arası ayırt edicilik ve grup içi tarafgirlik için yeterli olduğunu belirtmektedir (Tajfel, 1981: 256; Stets ve Burke, 2000: 225). Bu süreçte, bir yandan kategoriler arası (inter-

30 abartılmaktadır; kuşkusuz aslında ne iki kategorinin insanları arasında kesin bir farklılık, ne de aynı kategoriden olanlar arasında kesin bir benzerlik bulunmaktadır. Çeşitli gruplara üye birey için üyeliklerin bazıları daha belirgindir, bazıları ise zaman ve sosyal duruma göre değişkenlik göstermektedir. Yani, bazı zaman ve sosyal durumlarda önemli olan bir grup aidiyeti, bir başka zaman ve sosyal durumda önem taşımayabilmektedir. Bu üyelikler, gruplar arası ilişkilerde birey davranışları üzerinde sübjektif önem ve etkiye sahiptir.

Gruplar arasında, rekabete ya da işbirliğine dayanan, düşmanca ya da arkadaşça ilişkiler daha geniş bir boyutta, grupların meydana geldiği durumların mantığı tarafından tayin edilmektedir. Bir kez sorgulanmadan kabul edildiğinde, bu durumun milyonlarca bireyin hareketleri ve tutumları üzerinde etkileri olduğu; sırasıyla bu tutum ve hareketlerin davranışı belirlediği ve bu davranışın gruplar arasındaki takip eden ilişkileri belirlediği aynı oranda doğrudur (Tajfel, 1981: 128, 129).

Sosyal kimlik teorisine göre, bireyler öz-saygılarını (self-respect) korumak ve/veya yükseltmek isterler ve olumlu bir benlik imajı elde etmeye çalışırlar. Sosyal gruplara ve kategorilere aidiyet, olumlu veya olumsuz anlamlar taşımaktadır. Birey, kendi grubunu diğer gruplarla sosyal karşılaştırma temelinde değerlendirmektedir. Bu süreçte, bireyler kendi aidiyet gruplarını dış gruplardan pozitif olarak algılama eğilimindedirler. Çünkü bu gruplar arası karşılaştırma kendi grubunun lehine olduğunda, grubun prestiji yükselmekte ve grup üyeliği olumlu bir sosyal kimliğin kazanılmasında rol oynamaktadır. Ancak tersi durumda, yani gruplar arası karşılaştırmanın kendi grubunun aleyhinde olduğunda, bu durum grubun prestijini düşürecek ve üyelerin benlik imajları için bir tehdit arz edecektir (Stets ve Burke, 2000: 225; Tajfel ve Turner, 2004: 59, 60; Bilgin, 2001: 81, 82; Hogg, Terry ve White, 1995: 260; Deaux, 1993: 6). Sosyal kimliğin tatmin edici olmaması durumunda birey, ya mevcut grubunu terk etmeye ve daha pozitif farklı bir gruba katılmaya, ya da mevcut grubunu daha pozitif hale getirmeye çabalayacaktır (Tajfel, 1981: 256; Tajfel ve Turner, 2004: 60).

31 Hogg ve Abrams’a göre, bireylerin kendilerini yerleştirdikleri sosyal kategoriler, kurulu bir toplumun (structured society) parçalarıdır ve ancak, siyah / beyaz gibi daha az ya da çok güç, prestij veya statüye sahip diğer karşıt kategorilere göre var olmaktadır. Yine bu yazarlara göre, sosyal kategoriler bireylerden önce var olmaktadır; bireyler önceden kurulmuş bir toplum içine doğmaktadırlar (Aktaran, Stets ve Burke, 2000: 225). Bireyin kendini ve diğerlerini kategorilere yerleştirme işlemi stereotipik algıların oluşmasına da neden olmaktadır. Böylelikle, bireyler belli bir kategorideki her üyenin aynı özellikleri taşıdığını ve bu nedenle diğer sosyal kategorilerden farklı olduklarını düşünürler (Tajfel, 1981: 132, 256). Bu durum, bireyin algıları, davranışları, hisleri, tutumları ve nihayetinde benlik kavramsallaştırmalarına özgü öznel belirsizlikleri azaltmakta ve bireyi sosyal dünya içine konumlandırmaktadır. Belirsizliklerin azaltılması bireye, içerisinde bulduğu fiziksel ve sosyal çevreden neler bekleyeceği, nasıl davranacağı konusunda güven ihsan eder, varoluşu anlamlı hale getirir ve güçlü bir sosyal kimlik sağlar (Hogg ve Terry, 2000: 124; Ashforth ve Mael, 1989: 20, 21).